• Sonuç bulunamadı

Yukarıda da açıklandığı gibi daha çok Ortodoks ve Heteredoks İstikrar programlarını benimseyen IMF’nin bu programlarda kullandığı politika araçları; sıkı para politikası, devalüasyon, kamu sektörü harcamalarının azaltılması, kamu sektörü gelirlerinin artırılması, piyasa faiz oranlarının yükseltilmesi, ücretlerin kontrolü, ticaretin liberalleşmesi ve fiyat kontrollerinin kaldırılması şeklinde gerçekleşmektedir.

Sıkı para politikası uygulamasının amacı, yurtiçi enflasyonun kontrolü ve toplam talebin azaltılmasıdır. Özellikle IMF destekli istikrar programları ekonomide toplam banka kredi arzını azaltmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte, özel sektöre

55 yönelik kredilerin kamu sektörüne yönelik kredilerden daha az düşürülmesini de öngörmektedir (PARASIZ, 2001:148).

IMF’nin istikrar programlarında devalüasyonlara yer verilmesinin sebebi, dış ticarette miktar kısıtlamaları gibi müdahaleleri önlemektir. Ayrıca IMF gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı dış dengesizliklerin sürekli olduğunu vurguladığı için devalüasyon, reçeteler içerisinde sıklıkla karşılaşılan bir uygulama halini almıştır. Çünkü sürekli dış dengesizlikler yalnızca kur ayarlamaları ile karşılanabilecek bir problemdir. Devalüasyonla değer yitiren ülke parasının sağlayabileceği en büyük avantaj bilindiği gibi ihracat oranının artması ve ihracat – ithalat arasındaki farktan doğan dış dengesizliğin, ihracatın ucuzlaması sonucu artış sağlaması ve ithalatın da pahalılaşması sonucu yaşayacağı azalma ile yeniden dengeye gelmesidir. Bundan dolayı IMF dış açıklarının süreklilik taşıdığını düşündüğü gelişmekte olan ülkelere uyguladığı istikrar programlarında devalüasyon seçeneğini her zaman uygulamaktadır.

Kamu sektörü harcamalarının azaltılması önlemi ise, kamu harcamalarının kısılmasının talep emici yönünün söz konusu olmasıdır. Yani zaten enflasyonist baskılar altında olan söz konusu ülkelerin temel problemi aşırı talep durumudur ve talep yaratıcı her türlü önlemden kaçınılması gerekirken belki de en çok talep yaratıcı etkisi olan kamu harcamalarının kesinlikle kısılması gerekmektedir. Üstelik artan kamu harcamaları için sürekli merkez bankalarına başvuran söz konusu ülkeler bu durumda sıkı para politikası önlemini gözardı ederek enflasyonun daha da canlanmasına neden olmaktadırlar. Bundan dolayı da kamu harcamalarının kısılması zorunluluğu doğmaktadır. Ayrıca teorik zemin olarak IMF’nin Keynesyen politikalardan Monetarist politikalara geçtiğine tezimizin ikinci bölümünde değinmiştik. Bilindiği gibi devletin ekonomiye müdahalesi Keynesyen iktisat tarafından kabul görmekle birlikte Monetarist ve Neo Klasik sentez bunun tam tersini ifade etmiş ve savunmuştur. Bundan dolayıdır ki IMF’nin kamu sektörü harcamalarının azaltılması konusundaki önerileri aslında hiç de ilginç değildir.

IMF tipi programlar vergileri arttırarak, sübvansiyonları keserek ve kamusal mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttırarak kamu sektörü gelirlerinde artış sağlamayı amaçlamaktadır. Aynı şekilde, IMF tipi programlar toplam talebi düşürüp kamunun

56 borçlanma gereğini azaltmayı hedef almaktadır. IMF, genellikle, fiyat sisteminde sapmalara neden olduğu için vergi yapısının dolaylı vergilerden doğrudan vergilere doğru (gelir vergileri) değiştirilmesini savunmasına rağmen, IMF programları hızlı sonuç almak istediği için vergi gelir yapısını dolaylı vergiler yönünde değiştirmektedir (PARASIZ, 2001:148).

Piyasa faiz oranlarının yükseltilmesinin amacı ise atıl fonların bankalara çekilerek yatırım alanlarına aktarılmak istenmesidir. Ayrıca bu şekilde tasarruflar teşvik edilerek bir yandan toplam talep azaltılacak bir yandan da sermayenin dışa kaçması önlenecektir.

IMF’nin toplam talebi azaltıcı bir diğer önlemi ise ücretlerin düşürülmesidir. Birçok iktisatçının özel sektörde ücretlerin belirlenmesinde serbest müzakerelerin daha etkin olduğunu ileri sürmesine rağmen IMF destekli istikrar programlarında buna izin verilmemektedir. Bu programlar, mevcut ücret belirleme sisteminde ücretlerin sınırlanmasına yönelik önlemleri içermektedirler. Ücretlerin düşürülmesi yalnızca talebi kısmakla kalmayacak yatırımları artırıcı bir etki de gösterecektir. Üstelik bir diğer önlem olan devalüasyonla düşük ücretler birleşince ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin dış pazarda daha rekabetçi olabileceği ve söz konusu sürekli dış açık yaşayan gelişmekte olan ülkelerin bu açıklarını da kapatmalarına yardımcı olacak bir formüldür. Ancak ücretlerin talep düşürücü etkisinin ülke içinde yaratacağı sorunlar göz ardı edilmekle beraber vermliliğin düşmesi ve beyin göçlerinin kronik bir hal alması da bu önlemde göz ardı edilen diğer unsurlardır.

Ticaretin liberalleşmesi tarifelerin, ihracat sübvansiyonlarının ve miktar kısıtlamalarının azaltılmasını içermektedir. Böyle bir yaklaşım ilk bakışta çelişkili görülebilir. Çünkü tarifelerin indirilmesi kamu gelirlerinin azalmasına neden olacaktır. Bununla birlikte buradaki temel amaç, ulusal üreticileri dış rekabete sokarak etkinliği arttırmak ve yerli üreticilerin yabancı girdileri daha düşük maliyetle kullanmalarını sağlamaktır (PARASIZ, 2001:150). Fiyat kontrollerinin kaldırılması da ticaretin liberalleşmesine katkı sağlayan ve destekleyen bir araç olarak istikrar önlemlerinde yerini almaktadır.

Görüldüğü gibi istkrar programlarının ilk önceliği genellikle kambiyo ve ithalat kısıtlamalarının kaldırılmasını yani ticaretin liberalizasyonunu içermektedir.

57 Ulusal paraların devalüe edilmesi istikrar programlarının mutlak şartlarından birisidir. Bir sonraki adım ise enflasyonun önlenmesine yöneliktir. Öncelikle banka kredilerinin kontrol altına alınabilmesi için faiz oranları ve karşılık oranları yükseltilmektedir. Ardından kamu açıklarının kapatılması için kamu harcamalarının azaltılması, vergilerin artırılması, kamu işletmelerinde fiyatların artırılması ve tüketici sübvansiyonlarının kaldırılması zorunlu kılınmaktadır. Enflasyona yönelik bir başka tedbir ise, ücretlerin kontrol altına alınmasıdır. İstikrar programları ayrıca yabancı yatırımları da teşvik etmektedir.

II. IMF YAPISAL UYUM PROGRAMLARI

Yapısal uyum; ekonomik büyüme üzerindeki negatif şokların (enflasyon, bütçe açıkları, dış ödemeler açığı, borç düzeylerindeki dedngesizlikler) etkilerini hafifletmek veya elimine etmek için ulusal ekonominin değiştirilmesi süreci ve/veya yeni ekonomik fırsatlardan avantajlar elde etme süreci olarak ifade edilebilir. Yapısal uyum konusunda öne sürülen temel önerme; “politikalarda sağlanacak uygun ve doğru değişimler fakirliği hafifletici ve gelişmeyi arttırıcı ekonomik büyümeye yol açabilir” şeklinde ifade edilmektedir (YILDIRIM, 2000:11) .

Yapısal uyum (structral adjustment) kavramı daha ziyade IMF ve Dünya Bankası’nın 1970’li yıllarla beraber gelişmekte olan ülkeler için önerdikleri programlar için ortaya çıkan bir kavramdır. Yapısal uyum sürecine giren hükümetler için stand-by anlaşmaları, stand-by anlaşması ile kullanılabilir hale gelmeye başlayan krediler için gerekli şartları yerine getirme ve hükümetin bu şartları yerine getireceklerini güvence altına alacak olan niyet mektupları devreye girecektir.