• Sonuç bulunamadı

1.1. Çaresizlik

1.1.6. Dert ve Çaresizlik

1.1.6.4. Dert Karşısında Aşığın Çaresizliği

Çıkdı can kimseye izhâr edebilmen derdim N’ideyim âh bu derdin ne ola dermânı (G. 267/5)

“Canım çıktı. Hala derdimi kimseye açıklayamıyorum. Bilmem ki ne yapayım, bu derdin dermanı nedir. ”

Âşık, derdini açıklayamamaktan değil, derdini anlayabilecek birinin olmamasından muzdariptir. Çünkü aşk hastalığı manevi bir hastalık olduğu için bunu anlamak zor bir iştir. Bu Allah ile kul arasında cereyan eden bir durumdur. Onun için bu durumu anlamak ve idrak etmek karşısında kullar aciz kalırlar.

Kime izhâr eyleyim bilmen bu pinhan derdi kim Var yüz bin derd-i pinhan kudret-i izhâr yoh (G. 61/3)

“Bu gizli derdi kime açıklayayım bilmem. Yüz bin gizli dert var ama onu açıklamaya kuvvet yok”

Gizli dertten maksat aşk yarasıdır. Aşk yarası, âşığın çok arzuladığı bir durum olmasına karşılık, bir o kadar da âşığın her türlü sıkıntı içerisinde kıvranmasına neden olan bir durumdur. Âşık, geceleri uyuyamaz, yemeden içmeden kesilir, varlığını

sevgilinin uğrunda harcar ve bu durum bir ömür boyu sürüp gider. Anlattığımız durum, hakiki âşıklar için geçerli bir durumdur. Gizli dert, aşk sırrının âşıklarda her daim saklı kalmasıdır. Onlar sırrı gönülde saklamayı bir emir olarak bilir ve ona göre hareket ederler. Bu sırrın ifşası bazen âşıkların canına dahi mal olabilir. Hallac-ı Mansur’un ölümü buna örnektir. “Ene’l Hak” diyerek aşk sırrını ifşa ettiği için canından olmuştur. Gizli dertten dolayı Mecnun çöllere düştü, Ferhat dağları deldi, şimşekler gökyüzünde var oldu, ağaçlar suskunluğa büründü, denizler dalga sesleriyle bu gizli dertlerini haykırdı durdu. İşte bu gizli dert ilahi aşkın ta kendisidir. Şairin bu derdi açıklayacağı gücü ve kudreti kendinde bulamaması çaresizliğinin ve içinde bulunduğu bunalımın göstergesidir. Bu aşkı söyleyerek millet nezdinde kınanmaktan da çekiniyor izlenimi söz konusudur. Kişi ancak ölümüne bir aşk sayesinde, var olan gücünü yitirir ve her şeyden kendisini soyutlar. Netice itibariyle bu sırrın ifşası, âşık için en zor söylemdir.

İstedim ol mâha arz-ı hâl edem hasret bana

Eyle gâlib oldu kim bir söz mecâli kalmadı (G. 280/3)

“ O ay yüzlü güzele halimi arzetmek istedim. Hayret, beni o hale getirdi ki bir söz söylemeye kudretim kalmadı. ”

Beşeri olan bir sevgiliden bahseden beyitte, Allah’ın tecelli vaziyetini görmek de mümkündür. Hakiki olan güzelin, güzelliğinden bir parça kendi bünyesinde bulunduran güzelin karşısında bir söz söyleme kudretini bile kendimde göremedim, aciz kaldım. Şair bu beyitle aslında bize mutlak güzelin güzelliğinin hayal edilemeyeceğini ispatlamaya çalışmıştır. Kişiler, çok sevdikleri bir durum karşısında veya en mutlu oldukları bir zaman diliminde konuşamaz hale gelirler. Çünkü kelimeler kifayet etmez, aşk sözcükleri anlamını yitirir, kişilerin suskunluğu o anda aslında her şeyi anlatır bir vaziyette olur. Bu sevgilinin güzelliği karşısındaki hayranlık sonucu oluşan bir durumdur. Âşığın da çaresizliğini anlatan vaziyettir.

Fuzûlî’nin dehânın hayreti bir derde salmış kim

Ne pinhân etmeği mümkindir ol derdin ne izhârı (G. 296/7)

“Ağzının karşısında duyduğu hayret Fuzûlî’yi öyle bir derde salmıştır ki bu derdi ne gizlemek mümkündür ne de açıklamak. ”

Ağız, bakıp da bir şeyi görememe, kavrayamama sonucu hayrete düşerek, çaresiz kalmak diye tasvir edilmelidir. Yokluk anlamında kullanılmıştır. Kişi Yaradanın yarattıkları karşısında bazen hayrete düşer. O güzellikler insanı cezbeder. Nitekim bireyler, bu kadar güzeli yaradanın ne kadar güzel olduğunu düşünür. İşte bu durum karşısında kişiler düşünürken, sahip oldukları cüz’i iradeleriyle var olan her şey karşısında şaşkınlığını gizleyemez bir hâl alırlar. Allah’ın yaratmış olduğu bu nimetler karşısında şaşmamak elde değildir. Çünkü âlemde öyle bir düzen söz konusudur ki bunu anlamak insanoğlunun sahip olduğu akıl ile bu düzeni kavramanın imkânsız olduğunu söylemek gerekir. Gece var ki gündüzün kıymetini, kış var ki yazın kıymetini, ölüm var ki yaşamın kıymetini, kötülük var ki iyiliğin kıymetini bilmekteyiz. Hayatın bizzat kendisi zıtlıklar üzerine kurulmuş olmasına rağmen bu zıtlıklar ile müthiş bir ölçünün varlığını söylememiz gerekmektedir.

Sine-çâk ü dîde nem-nâk ü beden efgârdır Can hazin hâtır gamin şeydâ gönül bîmârdır Ben bu gam içre ki def’in eylemek nâ çârdır

Maslahat sordum dedîler maslahat ızhârdır (Trc. / 2)

“ Göğsüm yarık, gözüm yaşlı, beden yaralıdır Can hüzünlü, hatırım gamlı, âşık gönül hastadır Bu gam içinde onu uzaklaştırmam çaresizdir Ne olacağını sordum; dediler: Olacağı bellidir”

Divan şiirindeki klasik aşk terimlerini de terciibent örneğinde görmek mümkündür. Âşığın sevgili karşısında daima gönlü yaralıdır, gözleri yaşlıdır ve bedeni ise hastadır. Bu durum âşık için olağan bir durumdur. Zaten âşığın arzuladığı da budur. Âşık bu cefa ile ancak kemale ulaşabilir. İlahi aşkın tadına varmak için ve en sonunda mutlak güzelin güzelliği ile mest olmak için elbet meşakkat çekilmelidir. Zaten azabın kökeni bile lezzetten gelirken, bu tür durumlar âşık için olması gereken sıradan şeylerdir. Âşık hiçbir zaman Yaradandan ayrı kalamaz, bütün hâl ve hareketleri hep ona ulaşabilmek içindir. Netice itibariyle bu aşk serüvenin sonunda âşık için ana gaye elbette fenafillaha ulaşıp, o denizde gark olmaktır. Dolayısıyla ana hedef edindiği bir şeyi âşığın kendisinden uzaklaştırması, kendisi için mümkün olmayacak bir durumdur.

Aynı zamanda sevgiliyi kendisinden uzaklaştırmak için de ne yaparsa yapsın, çaresiz kalacağını bilmektedir.

Bana ben olduğum menzilde râhat meyl edip gelmez Düşüp zahmetlere nâ-çâr ben oldum teleb-kârı (K. 18/8)

“Benim olduğum yerlerde rahatlık olmaz, arzu ettiğim şeyler için çaresizce zahmetlere düştüm. ”

Şairin kendisinin bulunduğu yerlerde rahatlığın olmaması yaşadığı coğrafya açısından ele alınabilinir. Çünkü Irak toprakları başta Peygamber torunlarının kanlarının döküldüğü bir yer olması, başka savaşlara da sahne olmuş bir yer olmasından dolayı bu topraklarda bir rahatlığın olmasının imkânsızlığını dile getirmektedir. Başka bir husus, zaten Fuzûlî’nin kendisinin zamana ve devrinin bihaber yaşantısına kırgınlığı sonucu kimliğindeki küskünlük ve şikâyet mahiyetindeki bir yaşamı tercih etmesi de onun bulunduğu yerlerde sıkıntının olacağını söylemesiyle eş değerdir. Şairin arzu ettiği şeyler maddi ve manevi olabilir ama şu bir gerçek ki kendi tabiriyle bunlara ulaşmak için elinde olmayarak aciz bir şekilde zahmetlere girişmiştir.

Benzer Belgeler