• Sonuç bulunamadı

H. BİLİMSEL KURAMLARIN YORUMU ÜZERİNE*

IV. DENEYİM KATILMAMIŞ BİLİM*

En azından tutkunlanndan kimilerine göre, çağcıl bilimin en önemli özelliklerinden biri genelgeçerliğidin değme soru, ya ikircilliğe yer vermeyen bir yanıta ya da neden bir yanıta ula­

şılamayacağına ilişkin bir açıklamaya götürecek biçimde, bilim­

ce gögüslenebilir. Bu kısa yazıda deneyci varsayım ın doğru o lup olmadığını, diyeceğim, deneyim in bilgi için dosdoğru bir kaynak, sıkı bir temel (sınama tabanı) sayılıp sayılamayacağını soruşturacağım.

Bu soruyu sorup bilimsel bir karşılık beklem ek deneyim katılm am ış bir bilimin olanağını varsaymak, diyeceğim, böyle bir tasarımın ne saçma ne de çelişik olduğunu varsaymak d e­

mektir. Duyu öğelerinin kanşmadığı bir doğa biliminin tasar­

lanabilmesi gerekir, aynca böyle bir bilimin nasıl işleyeceğini gösterm ek de olanaklı olsa gerektir.

Deneyimin bilime üç yerde karıştığı söylenir: sınamada, sınama sonuçlannın özüm senm esinde, kuram lann anlaşılma­

sında.

■ Çeviren: Levent Kavas.

Yazının aslı: "Science without ex p erien ce', Realism, rationalism a n d scientific m eibodidU kitaptadır.

Bir sınamada karmaşık bir donanım ile alabildiğine soyut yardımcı sayıltılar bulunabilir. Ama sınamanın en son sonucu­

nu, bir aygıta bakıp gözlem lenebilir bir değişiklik gören bir gözlemci kişinin ayırdedebilmesi gerekir. Bir sınamanın sonuç- lannın iletilmesinde de duyular işe kanşır: Birisinin bize söyle­

diklerini duyarız, birisinin yazdıklanm okuruz. Ensonu, bir ku­

ramın soyut ilkeleri, biz onları deneye, demek, dizinin en ba­

şındaki öğe olduğuna göre, yalın, hemencecik saptanabilir du­

yumlar içeren deneyim e bağlamayı bilmedikçe dış dünyayla il­

gisi olmayan im dizileridir eninde sonunda.

Deneyimin dem in saydığımız şu üç yerden hiçbirinde ge­

rekmediği kolayca görülür.

En başta, sınam a sürecine katılması gerekmez: Bir kuramı bilgisayara yükleyip bilgisayan, kendisinin yöneteceği, ilgili ölçümleri yapıp bilgisayara iletecek, böylelikle de kuramın de­

ğerlendirilmesini sağlayacak uygun araçlarla donatabiliriz. Bil­

gisayar yalınkat bir evet-hayır yanıtı verebilir, bilgin de bura­

dan, sınamaya herhangi bir biçimde katılmadan (diyeceğim, il­

gili herhangi bir deneyim den geçmeksizin) bir kuramın sağ­

lanıp sağlanmadığını öğrenebilir.

Bir bilgisayarın söylediklerini öğrenm ek büyük evrendeki yalın bir olay konusunda bilgi edinm ek demektir. Genellikle böyle bir öğreni duyulardan geçerek ayn ayn duyumlara yol açar. Ama bu hep böyle değildir. Eşikaltı algılama, doğrudan, duyu verileriyle kanşmamış tepkilere yolaçar. Gizil öğrenme, doğrudan, duyu verileriyle kanşmamış bellek izlerine yolaçar.

Uyutum sonrası aşılama doğrudan, duyu verileriyle kanşmamış (geciktirilmiş) tepkilere yolaçar. Bunlara ek olarak bir de kos­

koca bir uzaduyum görüngüleri alanı var. Bugün bildiğimiz doğa bilimlerinin yalnızca bu görüngüler üzerine kurulabi­

leceğini, duyum lardan büsbütün anndırılabileceğini ileri sü­

rüyor değilim. Bu görüngülerin aynksılığını düşünürsek, eğiti­

mimizde bunların nice az önemsendiğini de gözöniine alırsak (gizil öğrenm e yeteneğimizi etkin biçimde kullanmak üzere

eğitilmiyoruz) böyle bir sav hem yersiz olurdu hem de işlemez­

di. Ama söylenen şudur: Duyum lar bilim işi için gerekli değil­

dir, yalnızca kullanışlılık nedeniyle işe karışırlar.

İmdi kuramlanmızı salt deneyim e nasıl bağlandıkları bize söylendiği için anladığımız, uygulayabildiğimiz yollu karşı çıkışa gelince, deneyim in kuramsal sayıltılardan ötıce değil, o n ­ larla birlikte ortaya çıktığını, kuramların karışmadığı bir deneyi­

min, deneyim in kanşmadığı bir kuram ölçüsünde anlaşılmaz olduğunu belirtmek gerekir: Duyumsayan öznenin kuramsal bilgisinin bir bölüğünü çıkardığınızda geriye e n sıradan eylemi yerine getirmeyi becerem eyen, hepten yönünü şaşırmış biri kalır. Daha çok bilgiyi alırsanız duyular dünyası ( ‘gözlem dili’) çözülm eye başlayacaktır; renklerle öteki yalın duyum lar bile, kişi sonunda küçük bir çocuktan daha ilkel bir evreye varasıya yokolacaktır. Öte yandan, küçük bir çocuğun, önüne konan kuram lan anlamlandırmak için kullanacağı kalıcı bir algı d ü n ­ yası yoktur. Çocuk, tam tersine, biribiriyle p e k gevşek bağlan­

tılı, o sırada edinilmiş tüm kuramsal bilgiyi kapsayan değişik algı aşam alarından geçer (yeni aşamalara gelindikçe önceki aşam alar yokolur). Dahası, tüm bu süreci (bu arada üç dört dil öğrenm ek gibi karmaşık mı karmaşık bir süreci de) başlatan, çocuğun belirtkelere doğru tepki vermesi, doğru yorumlaması, ilk duyum sam a deneyim inden bile önce elinde yorumlama araçlannın bulunmasıdır. Yine bu yorumlama aygıtının duyum ­ ların eşliği olmaksızın işlediğini tasarlayabiliriz (tıpkı tüm tep ­ kelerle daktilo yazmak türünden bellenmiş devinimler gibi).

İçerdiği kuramsal bilgi, anlaşılmamış olsa bile, doğru biçimde uygulanabilir kuşkusuz. Peki ama duyum lar anlamamıza ne ka­

tar? H epten yönünü şaşırmış birine görünecekleri gibi, kendi başlarına, anlama konusunda da eylem konusunda da bir işe yaramazlar. O nlan varolan kuramlara bağlayıvermek de yet­

mez. Bu olsa olsa, anlamak istediğimiz kısa deyimleri anlayı­

şımızı değil, yeni öğeler ekleyerek daha uzun deyimler elde et­

mekle, kuram lan genişletmek anlamına gelir. Hayır - duyuınlar

kolaylıkla eyleme geçmemize elverecek biçimde davranışımıza sinmelidir. Ama bu da bizi kuramın, sözüm ona, anlaşılmamakla birlikte uygulandığı önceki durum a geri götürür. Böylece, bu­

rada istenen anlam da anlama etkisiz, gereksiz kalır. Sonuç:

Duyum lar anlama sürecinden de elenebilir (ama yine de, tıpkı başağnsının derin düşünüşe eşlik edebileceği gibi, ona eşlik edebilirler).

Kuram-gözlem ikiliğine ilişkin birkaç gözlemle bitirece­

ğim.

Bu ikilik konusundaki tartışmalar çoğu kez ikiliğin amacı üzerinde değil, varlığı üzerinde yoğunlaşır. Bakarak sınanan önerm eler ile alabildiğine soyut kuramsal sayıltılar içeren kar­

maşık hesaplamalar aracılığıyla sınanan önerm elerin varlığına şıpınişi evetlik gösterebiliriz. Bu anlamda gözlem önermeleri ile kuram önerm eleri vardır. Ama uzun tümcelerle dilegetirilen önerm eler ile kısa tümcelerle dilegetirilen önermeler, sezgiyle usa yatan önerm eler ile ya saçma gelen ya da sezgilerimizi kı­

pırdatmayan önerm eler, filan festekiz de vardır. Kuramlan (daha birkaç yüzyıl önce yapıldığı gibi, gözlem yolunu şaşırmış kişinin işine yaramadığına göre hep d e yapılması gerektiği gibi) sezgiyle apaçık önerm elerin diline dayanarak ya da (bü­

tün fiziğe giriş derslerinde yapıldığı gibi) kısa tümceler içeren bir dile dayanarak değil de bir gözlem diline dayanarak yorum ­ lamak niye daha y'eğlenir olsunmuş? Gözlem bir bilgi kaynağı (sınama tabanı) imiş de ondan. Bu varsayım doğru mu peki?

Ayrıca kuramların açıklanması için gözlem dillerinin kullanıl­

masını haklı kılıyor mu?

Bu kullanımın haklı kılınabilmesi için gözlemin biricik ya da biricik güvenilir bilgi kaynağı olduğunun gösterilebilmesi gerekir. İlkinin doğruluktan uzak olduğunu az önce gördük.

Bilgi beynimize duyulanınıza ilişmeden girebilir. Birtakım bil­

giler de bireyin beyninde oraya hiç girm eden de yerleşik olabi­

lir. Hem gözlem bilgisi en sağlam bilgimiz de değildir. Aristo­

teles’in gündelik deneyimimizin sağlamlığına ilişkin

tasanmın-d an vazgeçilip yerine tasanmın-daha incelikli bir tasanmın-deneycilik kontasanmın-duğuntasanmın-da bilim ileri doğru büyük bir adım attı. Daha sonra ilerleme ço­

ğunlukla gözlem değil de kuram izlenerek, gözlerr, dünyamız kuramsal sayıltılar uyannca yeniden d ü zenlenerek sağlandı.

Daha iyi bilgi yolundaki uğraşta kuramla gözlem, sezgiyle usa yatkınlık ile sezgiyle saçma buluş eşit konum lardadır: Saçma kuram baskın çıkıp usa yatkın kuram dan vazgeçilmesi gere­

kebileceği gibi, çürütülmüş kuram baskın gelip çürütücü göz­

lemleri bir yana iterek geçersiz kılabilir de (sözgelimi Galileo’

nun çağında olan budur). Öyleyse deneycilik, gözlemleri gö- zardı etm em e yolunda bir çagn olm anın ötesine geçer geçmez, bilim kılgısıyla uyuşmayan, usa uymaz bir öğreti o lup çıkar.

Özetlersek: Deneyim katılmamış bir doğa bilimi d ü şü n ü ­ lebilir. Deneyim katılmamış bir bilim tasarlamak bilimin büyük bir bölüm ünün altında yatan, deneyciliğin vazgeçilm ez koşulu olan deneyci varsayımı sorgulamanın etkili bir yoludur. Bu yol­

d an giderek, düm düz, yalınkat gözlem den daha etkin yöntem ­ ler bulabiliriz (tıpkı Galileo’nun, birtakım yanıltıcı görüngülerin gökbilimsel bilgi için düm düz, doğrudan, su katılmamış göz­

lem den daha etkin kaynaklar olduğunu bulduğu gibi). Bu yol­

d an gitmek, kuşkusuz, deneyciliğin sınırlanndan sıyrılmak, da­

ha kapsamlı, daha doyurucu türden bir felsefeye yönelm ek d e­

mektir.

Ç e v ire n in çıkm a sı.- Feyerabend "yaşantı” karışmamış bilim den sözediyor, ama gerek deneyciliğin sayıltılarına yönelttiği eleştiriyi güçlendirm ek için, gerekse İn­

gilizce'de ‘yaşantı’ sözcüğünün başka karşılığı olm adığından [‘d e n ey ’ anlam ına da geleni ‘experience’ terimini kullanıyor.

Biz d e "deııey'in kişisel yanından sözedildiğini vurgulam ak amacıyla ‘d en e­

yim’ terimine başvurduk.

V. TARİHSEL ARDALAN: B ilim F elsefesin d ek i