• Sonuç bulunamadı

AB ve TÜRKİYE ARASINDA EKONOMİK SORUNLAR VE TARIM EKONOMİSİ

DEMOKRATİK REJİM VE TÜRKLER'İN DEVLET ANLAYIŞI

Attila ÖZER*

Efendim, konu itibariyle fevkalâde geniş bir konuyu kısa bir zamanda anlatmak istiyorum. Ayrıca da, bu güzel havada kapalı yerde sizleri fazla sıkmak istemiyorum. Onun için, mümkün olduğu kadar özet bilgiler sunacağım. Tabiî, her özet bilginin eksik tarafı da olur, o eksik tarafları da soru olarak sorarsanız, sizlere cevap vermeye çalışacağım.

Şimdi, konumuz, demokratik sistem ve bu sistemin devlet anlayışı İle Türkler'in devlet anlayışı; dolayısıyla, son bölümde bu ikisinin mukayesesi, artı ve eksileri üzerinde duracağız.

Biliyorsunuz, Türkler devlet olarak milattan önce ortaya çıkmıştır.

Tarihçi arkadaşların bir bölümünün ifadelerine göre M.Ö.2000, diğer bir bölümün ifadesine göre ise M.Ö. 4000 yılında Türk devleti ortaya çıkmıştır.

Demek ki, bizim yaklaşık olarak 4000 küsur yıllık veya 6000 küsur yıllık bir devlet anlayışımız vardır. Tabiî, bu devlet anlayışımız genlerimizde mevcuttur ve ortam bulduğu vakit de bu anlayış ister istemez yeşermektedir. Mühim olan, bu ortamın meydana geldiği yerde, yeşeren bilginin mevcut olan ortamın şartlarına uyup uymadığıdır. Biz, devlet olarak ortaya çıktığımızda, başlangıçtan itibaren danışmaya önem vermişiz.

Meselâ, yazılı anıtlardan elde ettiğimiz ve danışma ile ilgili konuları ele alan gayet güzel bir şey söyleyeyim size: geniş elbise parçalanmaz, danışılarak gelişen bilgi, bozuk ve kötü çıkmaz deniyor. Demek ki, bizim devlet felsefemizde birinci dayanak danışma olmuştur. Danışma ise, her seviyedeki kurultaylarda meydana geliyordu. Çeşitli kurultaylar var, bunların hepsini teker teker size saymak istemiyorum ama, dört büyük kurultay önemliydi.

Bu kurultayların mevsime göre isim aldığım görmekteyiz ve hakanın veya kağanın başkanlığında toplanan kurultaylara katılmak mecburiydi.

Boylardan gelirdi katılanlar. Katılmamak, hakana veya kağana karşı gelmek demekti. Onun için, davet edilen herkes kurultaya katılacaktı. Kurultaylar, meydana gelen devletin bir nevi yasama organı gibi faaliyet yapardı.

Meselâ, hakan kurultayda seçilir. Töre dediğimiz, bugünkü yasaya tekabül eden veya usûl, yordam diye isimlendirebildiğimiz hâdiseler yine kurultayda karara bağlanırdı. Önemli işler hep kurultayda karara bağlanarak,

* Attila Özer; Prof.Dr., Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Şekerbank Hukuk Müşaviri

167

Demorkatik Rejim ve Türkler 'in Devle! Anlayışı Allî/a ÖZER

ülkenin idaresinde kurultayın söz sahibi olması sağlanırdı. Demek ki, Türk devlet geleneğinde danışma, danışarak bir konuda fikir sahibi olma esas teşkil etmiş bir tutumdur.

Öte yandan, eski Türk devlet anlayışında kadınlar, bugünden daha fazla söz sahibi olmuşlardır. Özellikle kurultaylarda, hakanın yanında hatun ismi verilen hakanın eşi otururdu. Hakanın eşinin onayından geçmeyen hiçbir karar icraîlik kazanmazdı. Hakanın buyruğu diye ilân edilen bir şeyin icralığı yoktu. Ancak hakan ve hatunun müşterek buyruğu icraîlik kazanıyordu; böyle bir gelenek vardı. Yine, hakan seçilebilmek için mutlaka bir hatunun çocuğu olmak mecburiyeti vardı. Türkler'de, İslâm'dan önce tek evlilik esası vardı ve hakan olacak kişinin bir hatundan olan bir kişi olmas gerekirdi. Daha sonra çok eşlilik uygulamasına geçilince, birinci hanımdan sonraki eşlere konçay, kuma gibi isimler verilmiştir. Türk soyundan gelen birinci hanım ise hatun olarak kalmıştır. Burada da görüyoruz ki, Türkler'de hanımlar, devlet sistemi içinde önemli yer tutmuşlardır. Günümüzde ise, zaman zaman görüyoruz ki başbakanların, reisicumhurların hanımları siyasî meselelere karıştığı vakit toplum tepki gösteriyor. Bu tepkinin gereksiz olduğu kanaatindeyim. Türkler'de devlet sistemi içerisinde hanımların söz sahibi olmasının sebebi nedir?

Muhtemelen savaşlar uzun sürdüğü için, ilin idaresi, savaş süresi boyunca hakanın yerine eşi tarafından yapılırmış ve bu işi yapan hanıma da Türkân ismi verilirmiş.

Türk devlet geleneğinde diğer bir husus, hakan kutsal bir kişidir, Ötüken Dikilitaşlarında Bilge Kağan, kendisini gökten inmiş, tanrı tarafından tayin edilmiş bir hakan olarak takdim ediyor. Tanrı değil, gökten inmiş ve tanrı tarafından kutsanmış bir kişidir hakan. Hakanın emrinde bulunan kişiler ise hiçbir zaman uyruk değillerdir; bunlar da bağımsız hareket edebilen, danışılan ve sözüne itibar edilen kişilerdir. Bu insanların bulunmuş olduğu topluluk, hiçbir zaman bir uyruk topluluğu, her emri yerine getiren zavallı bir toplum olarak görülmüyor. Hakanın vazifesi, bugünkü anlayışa biraz uygun olarak topluma hizmet etmek, aç insanları doyurmak, üstü başı yırtık olan insanları giydirmektir.

Türk devlet anlayışında toprağın kamunun ve sonuç itibariyle devletin malı olduğu hususunda mutabakat vardır. Meşhur bir örnek vardır biliyorsunuz: Mete Han'dan atını istiyorlar veriyor, hanımını istiyorlar veriyor, fakat, toprağını istedikleri vakit, çorak bir toprak parçasını bile vermiyor ve "toprak devletin malıdır, benim vermem mümkün değildir"

diyor. Demek ki, mülkiyet hâdisesinde ülke devletin sahip olduğu bir varlık olarak kabul edilmektedir.

168

Demorkalik Rejim ve Türkler 'in Derlet Anlayışı Atilla ÖZER

Türkler'de, kısaca izah ettiğim gibi, böyle bir devlet anlayışı hâkimdi ve hakan olan kişi, hiçbir zaman ömür boyu hakan olarak kalmıyordu, ehliyetini kaybettiği vakit, yine kurultay tarafından hakanlıktan düşebiliyordu. Tarihte bunun örnekleri vardır. Hakanlar, kurultay toplanarak görevden azlediliyor; yerlerine, daha erdemli olan, daha cesur olan, daha bilgili olan ve ülkeyi daha çok seven bir kişi seçiliyordu.

Öte yandan, Türk devletlerinde bilim hareketlerine fevkalâde önem verilmiştir. Dede Korkut Masalları'nda ve diğer mitolojik eserlerde söylendiği üzere bilim adamları çağırılarak hakanın etrafında istişarî bir grup olarak ve ak sakallılar meclisi adı altında önemli görevler üstleniyorlardı. Töre, Türk devlet hayatında önem arz etmektedir. Bugünkü anlayışa paralel bir anlayış vardır diyebiliriz. Meselâ, yine, yazıtlardan elde ettiğimiz bilgilere göre, devlet gider töre kalır denmektedir. Yani, devlet yıkılsa bile töre kalır ve kurulacak yeni bir devlet eski töreye uygun olarak faaliyet gösterecektir.

İslâm'dan önceki Türk devlet geleneği, kısaca, izah ettiğim gibidir.

Bir de, Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra, öncekinden farklı olarak devlet geleneğinde birtakım değişiklikler meydana gelmiştir. Bir kere, sistem üzerinde hanımların, söz sahibi olması resmî geçerliliğini kaybetmiştir ve halk ile sultan arasındaki ilişkide de halkın aleyhine bir takım gelişmeler olmuştur. Ancak, mülkiyet hakkıyla ilgili hususlarda, devletin mal-mülk üzerindeki, Özellikle toprak üzerindeki hâkimiyeti devam etmiştir.

Devlet sisteminde ise kurultaylar yerine, divanlar yer almıştır diyebiliriz. Biliyorsunuz, Osmanlı'da birçok divan vardır; birçok kurultayın var olması gibi. Ancak, kurultaydan farklı olarak divanlarda iştirak edecek kişiler değişiktir. Kurultaylarda iştirak daha alt tabakaya kadar gitmektedir.

Divanlara ise, daha ziyade, devlet idaresinde üst düzeyde söz sahibi olan kişiler, katılmaktadır ve buralarda alınan kararlar da devlet idaresinde etkin olan kararlardır. Her iki kurumda, yine her ikisinde de, hem divanda hem kurultayda son sözün hakana veya sultana ait olduğunu görmekteyiz.

Her iki sistemde de, egemenliğin kutsal bir tarafı vardır. İslâm'dan önce hakan kutsanmıştır ve egemenlik bu yüzden kendi elindedir. İslâm'dan sonra ise hakan kutsanmış değildir ama Allah adına görev üstlenmiştir.

Kısacası, egemenliğin kökeni teokratiktir.

Öte yandan, hem İslâm'dan önce hem İslâm'ı kabul ettikten sonra, devlet, siyasî otoritenin merkezini teşkil etmiş bulunmaktadır ve her konuda

Demorkaük Rejim ve Türkler'in Devlet Anlayışı Attila ÖZER

son söz devletindir. İslâm'ın kabulünden sonra, halk devlete hizmete mükellefmiş gibi kabul edilmiştir; halk devlete hizmet edecektir, devletimiz babadır, devlet bizi koruyacaktır, devlet için canımızı vereceğiz, devlet için malımızı vereceği, vergi isterse sonuna kadar vereceğiz, devlet bize öl derse de öleceğiz, devlete hizmet için varız, sebebi vücudumuz devlete hizmet, devletimiz her şeyin üstündedir. Hâlbuki, İslâm'dan önceki devlet anlayışında bu kadar bariz bir fedakârlık anlayışı yoktur; devletin halka hizmet etmekle mükellef olan tarafları da kabul edilmektedir ve devleti yöneten kişiler, eğer bu hizmette kusur ederlerse yerlerini terk etmek zorundadırlar.

Hepinizin bildiği gibi, demokratik rejimde egemenlik millete aittir.

Demokratik rejimde devletin içinde son sözü söyleme yetkisi millete aittir.

Öyle görülüyor ki, bizim eski devlet anlayışımız ile demokratik rejimin devlet anlayışında bir tür çelişki vardır ve bunun için, zaman zaman da problemler çıkmaktadır. Sıkıştığımız vakit, devlet ve rejim yıkılacak endişesi ile halkı arka plâna itebiliyoruz. Hâlbuki, demokratik rejimde halka müracaat esastır. Bizde ise sıkışıldığı vakit kime müracaat edildiğim biliyorsunuz. Demokratik ülkelerde sıkışıldığı vakit, sistemde problem çıktığı vakit halk reyine müracaat edilir. Dünya'nın hiçbir yerinde, geniş hürriyet kullanma suç değildir. Anayasalar hürriyetlerin en düşük kısmını gösterir, bunun üstündekiler, devlet tarafından fertlerine verilebilir. Yani, asgarî ölçüler konulur, üst tarafıda verilirse daha iyi olur. Bizde üst tarafın verilmesi, halka müracaat edilmesi yadırganır. Bakın, size birtakım isimler vereyim, bir kısmı yaşıyor, bir kısmı vefat etti; fakat, eserleri piyasada olmayan halktan gelecek tehlikelere karşı Anayasaca koruyucu tedbirler aldık". Bir demokratik rejimde halk cahil ve tehlikeli kabul edilemez. Böyle demokratik rejim anlayışı olmaz.

170