• Sonuç bulunamadı

Nüfus konusu ekonomi kuramının önde gelen çalışma alanlarından biridir. Nüfus, kaynak üretme ve kaynak tüketme yönleriyle ekonomi üzerinde çok önemli bir etkiye sahiptir ayrıca eğitim, sağlık, barınma ve ulaştırma gibi yatırımların dağılımını etkiler. Nüfusun ülkenin ekonomik kaynakları ile dengeli olması gerekmektedir (Yanardağ & Özgen, 2003, s. 1). Antik çağlardan günümüze dek hükümetler, nüfusun kaynaklarla dengeli olması adına sahip olunması gereken en uygun nüfus miktarı için nüfus artışının teşvik edilmesi ya da kısıtlanması gibi uygulamalara başvurmuşlardır. Ancak modern nüfus teorilerinin temelini 18. yüzyıl sonunda gerçekleştirdiği çalışmalarla Malthus oluşturmuştur. İngiliz rahip Malthus, kontrol altına alınmadığı takdirde insan nüfusunun her 25 yılda bir ikiye katlanacağından ve gıda arzının nüfusun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalacağını öngörmüştür. Bu nedenle, ona göre nüfus artışının kısıtlanmalıdır. Malthus'un çok tartışılan bu görüşü modern nüfus teorisine de öncülük etmiştir (Kabaş & Kandır, 2013, s. 413).

Demografik geçiş, doğurganlık ve ölüm oranlarının yüksek ve keskin olduğu seviyelerden, doğumların kontrol edildiği ve ölüm oranlarının düşmüş olduğu yeni bir duruma geçiş sürecini ifade etmektedir. Warren Thompson ve Adolphe Landry öncülüğünde geliştirilen demografik dönüşüm kuramı, doğumların ve ölümlerin yüksek olduğu bir dünyadan ölüm oranlarının düştüğü ve doğumların kontrol altına alındığı bir dünyaya geçişi öngörmektedir (Yüceşahin, 2011, s. 12). Lee ve Reher'in de belirttiği gibi, bu tarihsel süreç, demokratik hükümetin yayılması, endüstri devrimi, kentleşmedeki artış ve eğitim düzeyindeki ilerleme ile paralel olarak son yarım

30

yüzyılda insan toplumunu etkileyen en önemli değişikliklerden biri olarak yer almıştır (Lee & Reher, 2011, s. 1). Geçiş dönemi çocuk sayısının fazla yaşlı sayısının az olduğu durumu tersine çevirerek çocuk sayısının az yaşlı sayısının fazla olduğu, kısa olan ömrün uzun ömre dönüştüğü bir dünya yaratmaktadır (Reher, 2004, s. 25). Demografik dönüşüm süreci üç aşamadan oluşmaktadır. Dönüşümün birinci aşamasında hem doğum hem de ölüm hızları yüksek olarak seyreder ve nüfus artışı hızı normal düzeydedir. İkinci aşamada ise ölüm oranları düşer ve doğum oranları aynı hızla devam eder ve nüfus artış hızı yüksektir. Üçüncü ve son aşamada ise, doğum ve ölüm oranları çok düşer ve nüfus artış hızı minimal düzeye iner. Demografik geçiş sürecinin başlangıç zamanı ve süresi ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Aksu'nun ifade ettiği gibi, özellikle gelişmiş ülkelerde yaşam standartlarının yüksek olması, sağlık hizmetlerindeki imkanların artması, gıda ve beslenmenin yeterli olması gibi sebeplerle ölüm oranları düşmektedir. Ancak buna karşın yine de doğum oranlarının üstünde seyretmekte ve bunun sonucu olarak nüfus azalmakta ve beraberinde genç nüfus da azalmaktadır (Aksu, 2011, s. 230).

Geçiş sürecinin toplumlar üzerinde önemli sosyal ve ekonomik etkileri mevcuttur. Demografik dönüşümün sosyal bir sonucu olarak nüfusun azalması, kişilerin eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetlere ulaşımını kolaylaştırmakta ve toplumsal refahı arttırmaktadır. Ayrıca kadın başına düşen doğum oranlarındaki azalma, kadınların çocuk yetiştirmeye ayırdıkları zamanın azalmasını, toplum ve iş hayatında oynadıkları rollerin artmasını sağlamaktadır. Sürecin ekonomik sonucu olarak ise, işgücü piyasasında azalma meydana gelmekte ve çalışan nüfusun önemini arttırmaktadır. Ayrıca yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte emeklilik yılları uzamakta bu da beşeri sermayeye yapılan yatırımları arttırırmaktadır. Nüfus yapısındaki değişimin bir diğer sonucu ise, artan yaşlı nüfusun beraberinde gelen hastalıklar ile sağlık harcamalarını arttırmasıdır.

Demografik geçiş süreci ile birlikte, doğum oranlarındaki azalma ve yaşam süresinin uzaması, nüfusun yaş yapısında önemli değişiklikler yaşanmasına neden olmuştur. Demografik sürecin en önemli sonucu, geçmiş yüzyıllarda ulaşılması zor bir evre olarak görülen yaşlılık sürecinin, nüfusun büyük çoğunluğunun ulaştığı bir sürece dönüşmesidir. Araştırmalara göre 18. yüzyıl ortalarına kadar yaşam beklentisi yalnızca 25 yıldı ve bu nedenle yaşlanmış olma bir kutlama sebebi sayılıyordu. Örneğin; 20.

31

yüzyılın başlarından itibaren İngiliz Kraliyeti, 100 yaşına basmış olanlara özel doğum günü tebriği gönderiyordu. 1957'de doğum günü tebriklerinin sayısı 200 iken 2007'de 8.439 olmuştur (Crampton, 2009, s. 3). Yaşlı birey sayısında yaşanan artışlar nüfus piramitlerinin değişmesine ve yaşlı nüfusun piramidin en altında yer almasına neden olmuştur. Mandıracıoğlu, nüfus yaşlanmasını, nüfus içindeki yaş yapısının değişerek, çocuk ve genç nüfusunun, toplam nüfus içindeki oranının azalması ve yaşlı nüfusun payının artması olarak tanımlanmaktadır (Mandıracıoğlu, 2010, s. 39).

Yaşlı nüfus oranının artması, yaşlı refahını arttırıcı sosyal hizmet ve politikaların geliştirilmesini gerektirmektedir (Yağcıoğlu, 1999, s. 30). Önümüzdeki yıllarda çocuk- yaşlı dengesinin tamamen değişeceği ve 2050 yılında, tarihte ilk kez yaşlı sayısının çocuk sayısıyla eşit olacağı beklenmektedir (Mandıracıoğlu, 2010, s. 39). Gelişen dünyada, teknolojinin, tıbbın, ekonomik ve sosyal standartların ilerlemesi sayesinde yaşam süresi de gittikçe uzamıştır. Ancak yaşam kalitesinde ve sağlıkta bir iyileşme olmaksızın uzun ömürlü olmanın bir değeri yoktur (Aydın, 1999, s. 180). Ekonomik ve sosyal önlemler alınmaz ve gerekli hizmet ve politikalar ortaya konmazsa yaşlı nüfusun hızla artışının gelecek yıllarda önemli bir sorun olması muhtemeldir. Yaşlılara sunulması gereken hizmetlerin başındaysa sağlık hizmetleri gelmektedir. Bunun temel nedeni, uzun bir ömrün beraberinde getirdiği en önemli sorunun sağlık sorunları olmasıdır.