• Sonuç bulunamadı

Dede Korkut Anlatılarında “Yabancılaştırma” İlkesi

2.1. Büyülü Gerçekçilik Edebi Türünün Kuramsal Özellikleri Açısından Dede

2.1.4. Dede Korkut Anlatılarında “Yabancılaştırma” İlkesi

Asıl oluşum ve yayılım alanını, Orta Asya ve Sibirya milletlerine bağlayan ve doğadaki varlıklarla konuşma olgusunu Şamanizm’in yansımaları olarak değerlendiren Eliade’ye göre doğayla olan bu iletişim bireyin şamanlaşma yolundaki önemli eylemlerindendir. “Kendiliğinden gelen bir ‘iç çağrısı’ ya da ‘seçilme’ ” (Eliade, 1999: 31) yoluyla tinsel yolculuğa çıkan şaman adayı bu bağlamda Dede Korkut Anlatıları’ndaki farkındalık bilincine ulaşma yoluna giren kahramanlarla benzer özellikler taşır. Söz konusu anlatılarda bu kahramanlar, şamanizmde de olduğu gibi

günlük hayatın sıradanlığı içinde beklenmedik ani bir olayla karşılaşır ve böylece kendilik bilincine varma yoluna girerler. İslamiyet’in kabulüyle etkileri yavaş yavaş yok olan veya değişerek farklı formlarda Türk milletinin günlük yaşantısına dâhil olan Şamanizm’in etkilerine, Dede Korkut Anlatılarında da rastlanır. “Dede Korkut hikâyelerinde Şamanizm kültlerinden dağ, su, ağaç kültleri” (İnan, 1968: 23) gibi sembolik unsurlar, kahramanların kendilik bilincine ulaşma süreçlerinde önemli birer yardımcı unsur ve yansıma olmalarının yanında büyülü gerçekçi anlatılardaki başat işlevleri gibi Dede Korkut Anlatılarında da doğaüstü düzeyin oluşmasına katkı sunar.

Öte yandan Latife Tekin’in büyülü gerçekçi türde kaleme aldığı “Sevgili Arsız

Ölüm” adlı eserinin kahramanlarından Dirmit’in de doğadaki varlıklarla ( tulumba,

yıldızlar, ay, deniz, rüzgâr, kuşkuşotu vb.) iletişim kurduğu gözlemlenir. Büyülü gerçekçi anlatılarda kahramanların doğa unsurlarını kişileştirerek onlarla karşılıklı iletişime geçmelerinin aksine Dede Korkut Anlatılarında kahramanların doğa unsurlarıyla konuşmaların monolog şeklinde ilerleyen hal sorma, geçmiş veya gelecekten haber alma ve bazen de yakarış veya sitem olarak gözlenmesi Türkler arasında henüz yeni yayılmaya başlayan İslamiyet’in etkisinin göstergesidir. İslamiyet’le birlikte Türkler eski inançlarını bazen terk bazen de değişip dönüştürerek günlük hayatları içinde muhafaza etmişlerdir.

“Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyu” anlatısında, babası Dirse Han tarafından

Kazılık Dağı’nda okla vurularak ölüme terk edilen Boğaç Han’ı bulmak için kırk cariyesiyle birlikte yola düşen Dirse Han’ın hatununun Kazılık Dağı’na seslendiği:

“ – Kazılık Dağı, akar senin suların, akar iken akmaz olsun. Biter senin otların, Kazılık Dağı, bitmez olsun.

Kaçar senin geyiklerin, Kazılık Dağı,

Kaçar iken kaçmaz olsun, taşa dönsün.” (s.631-632) şeklinde verilen bölümde monolog şeklinde kurulmuştur. Yabancılaştırma ilkesinin görüngüsü olan bu bölümde Dirse Han’ın hatunu, oğlunun başına gelenlerden Kazılık Dağı’nı sorumlu tutar ve dağa karşı yönelerek içindeki acıyı ve sitemi, beddua şeklinde dışa vurur.

“Salur Kazan’ın Evi Yağmalandığı Boy” anlatısında, yurdunu oğlu Oruz ve üç

yüz yiğidine emanet ederek diğer Oğuz Beyleriyle ava çıkan Salur Kazan’ın kara bir rüya görmesiyle yurduna geri dönmesi ve yurdunun talan edildiğini görmesi üzerine doğayla olan iletişimine tanık oluruz. Salur Kazan; “Kazan Bey, burada yurtla haberleşmiş”, “Kazan düşündü: ‘Su Hak cemalini görmüştür, ben bu suyla haberleşeyim’ dedi.”, “ ‘ Kurt yüzü mübarektir, kurtla bir haberleşeyim’ diye düşündü.”,

“Kazan kara köpekle de haberleşti.” (s. 641-642) şeklinde verilen bölümlerde doğayla iletişime girer ve yurdunun başına gelenlerin akıbetini öğrenmeye çalışır. Keza, Salur Kazan’ın oğlu Oruz Bey’in de, “Bırakın beni bu ağaçla söyleşeyim.” (s. 647) söyleminin devamında, darağacına olan yakarışını ve ondan isteklerini öğreniriz. Söz konusu bu anlatıda, her iki kahramanın da doğayla kurmaya çalıştıkları iletişimleri diyalog şeklinde olmaktan öte monolog şeklinde ilerler. İslamiyet’in etkisi çerçevesinde Allah dışında doğadaki herhangi bir varlığın kutsiyetinin kabul edilemeyeceği gerçeği bu iletişimin dönütsüz olmasına sebebiyet verir.

“Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Boyu” anlatısında doğaüstü alanın varlığı

olarak kabul edilebilecek Azrail’in, gerçek dünyanın bir yaşayanı olan Deli Dumrul ile olan diyalogları yabancılaştırma ilkesinin örneklemleridir.

“Deli Dumrul:

-Mere, al kanatlı Azrail sen misin? dedi. -Evet benim,

-Bu güzel yiğitlerin canını sen mi alırsın? -Evet ben alırım” (s. 700),

veya;

“-Mere Azrail, aman!

Tanrı’nın birliğine yoktur güman (…)

Canımı alma Azrail medet! dedi.” (s. 701)

Şeklindeki Azrail’le ilk tanışma bölümden olay örgüsünün sonlarına kadar bazen bir başkaldırı bazen de bir yakarış formunda diyalog halindeki konuşmalarla yabancılaştırma ilkesi örneklenebilir.

“Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Boy” anlatısında da kahramanların büyülü gerçekçi anlatılarda olduğu gibi gerek gerçek dünyaya ait insandışı oluşumlarla gerekse doğaüstü düzeye ait varlıklarla iletişime geçmeleri veya konuşmalarına rastlanır.

Konur Koca Oğlu Sarı Çoban’ın doğaüstü varlık olan peri kızıyla olan konuşmaları yabancılaştırma ilkesinin bir örneklemi olarak “Peri kızı kanat vurup uçtu, der: -Çoban, yıl tamam olunca bende emanetin var; gel, al. Ama Oğuz’un başına bela getirdin, dedi” (s. 727) şeklinde anlatıda yer alır.

Söz konusu bu anlatıda, Basat’ın Tepegöz’ün gözünü kızgın şişle kör etmesinin ardından kaçıp koyunların olduğu mağaraya saklanması üzerine mağara kapısına gelen Tepegöz’ün; “-Mere koyun önderi erkeç (erkek keçi), bir bir gel, geç, (…) –Koçlar

devletim sakar (ak alınlı) koç, gel geç.” (s. 732) bölümünde aktarıldığı üzere, mağaradaki hayvanlarla konuşup onları bir eyleme yönlendirmesi, büyülü gerçekçi anlatılarda olduğu gibi insan dışı varlık ve unsurlarla iletişime geçmeye dayanan yabancılaştırma ilkesinin bir görüngüsüdür ve bu bağlamda gerçeklik ve doğaüstü alan arasındaki uyumlu bütünleşim sağlanmış olur.

Anlatıda yabancılaştırma ilkesinin bir başka görüngüsü ise Tepegöz’ün kör olan gözüne haykırışında gözlemlenir. Tepegöz’ün, “Gözüm gözüm, biricik gözüm! Sen biricik gözle, ben Oğuz’u kırmıştım.” (s.734),

“-Ak sakallı kocaları çok ağlatmışam; Ak sakallı ahı tuttu ula gözüm seni!

Ak saçlı karıcıkları (yaşlı kadınları) çok sızlatmışam; gözü yaşı tuttu ula gözüm seni!

Bıyıcağı kararmış yiğitleri çok yemişem; yiğitlikleri tuttu ula gözüm seni.

Elceğizi kınalı kızcağızları çok yemişem;

ahları tuttu ula gözüm seni!” (s. 735-736) şeklinde anlatıya aktarılan yabancılaştırma ilkesinin örneklemlerinden biri diğeridir. Tepegöz’ün, yarı insan görünümlü doğaüstü bir varlığın, vücudunun bir uzvuyla iletişime geçme eylemi, İlahi adaletin yansıması olarak pişmanlık hissiyatı barındıran yakarışları şeklindedir.

“Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Oruz Çıkardığı Boy” anlatısında, büyülü

gerçekçi anlatılarda oldukça sık rastlanan, insan dışı varlık veya nesnelerle konuşma, iletişme geçme şeklinde fiili veya bilişsel bir temas kurma durumuna dayanan yabancılaştırma ilkesine, Salur Kazan’ın kuyudan çıkarıldıktan sonraki bölümde rastlanır. Tekfur’un, Kazan’dan kendilerini övmesi isteği üzerine eline kopuzunu alan Kazan’ın “ Yedi başlı ejderhaya yetişip vardım, heybetinden sol gözüm yaşardı. ‘Hey gözüm, namert gözüm, kötü gözüm! Bir yılandan ne var ki korktun’ dedim.” (s. 760) söylemi söz konusu bu anlatıda yabancılaştırma ilkesinin örneklemidir. Kazan’ın, fantastik veya doğaüstü sınıflamasına tabi olacak özellikte bir varlık olan yedi başlı

ejderha karşısında yaşadığı hayreti ve korkuyu yaşaran gözüne hitap ederek aşmaya

çalışması, büyülü gerçekçi anlatıların büyülü düzeyinin kapsamına giren ve yabancılaştırma ilkesiyle bağdaşan bir eylem niteliğindedir.

Büyülü gerçekçi anlatılarda, insandışı varlıklara; özellikle de doğada mevcut olan herhangi bir eşya, mekân, hayvan ve bitkilere; insan vücudunda herhangi bir uzuva veya kozmik dünya dâhilinde herhangi bir gezegen veya yıldıza kişileştirme özelliği

yüklenerek oluşturulan yabancılaştırma yöntemine sıklıkla rastlanır. Kahramanların onlarla kurdukları fiziksel, dilsel veya bilişsel iletişim doğaüstü veya büyülü düzeyin oluşmasına ve kahramanın büyülü alanla gerçek alan arasındaki yolculuğuna kolaylaştırıcı bir katkı sunar. Dede Korkut Anlatılarında da İslamiyet’e geçiş evresinde olan Oğuz Kavminin, eski Şamanist etkilerinin yansıması olarak değerlendirilebilecek bu durum bazen bir dağa karşı sitem bazen suyla ve yurtla ve bazen de mağaradaki koç ile veya bir göz ile konuşmaya, iletişim kurmaya kadar gider. Nitekim Türk Edebiyatında büyülü gerçekçi türde yazılmış olan Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm adlı romanında kahramanların tulumbayla, rüzgârla veya bitkilerle konuşması, Berci

Kristin Çöp Masalları adlı romanında kahramanların bastonla ya da rüzgarın veya

kuşların konuşması şeklinde oluşturulur ve büyülü ya da doğaüstü düzeyin oluşumu destekleyen işlevselliğe bürünür.