İnsanın etkileşim içinde olduğu her şey gibi dil de değişir, “belli bir toplumsal
bağlam ve süre içinde evrim geçirir, durmaksızın yenilenir. Değişmezlik, bugün artık
hiçbir toplumun kullanmadığı dillerin özelliğidir” (Vardar 2001: 117). Dil, hayatla
edebiyat arasındaki ilişkiye paralel olarak çağın yaşayışını, anlayışını, dünya görüşünü
ve zevkini izler, dolayısıyla toplumdaki değişim dilde de değişime neden olmaktadır.
Bu değişim öyle bir hal alır ki önceki kuşaklar değişimi yadırgayabilir (Levend 1967:
679). Toplumların gelişimi, yeni çevrelerin türemesi ve kurulması gibi sebeplerden
“vaktiyle kendi öz muhitinde ancak bir anlamda kullandığı sözcüğü, sonraları semantik
yolla, alabildiğine, genişletmiş, sözcüğe sınırsız bir azatlık kazandırmıştır.” (Caferoğlu
1968: 2).
“Dilsel birimler hem gösteren, hem de gösterilen düzleminde değişime uğrar, kimi
öğeler kullanılmaz olurken yeni yeni birimler belirir, öğelerin yerine getirdikleri
işlevler değişir, yatay ve düşey bağıntılar başka başka biçimlere bürünür.” (Vardar
2001: 117-118). Çeşitli sebeplere bağlı olarak dilde meydana gelen deşiklikleri Koç, şu
başlıklar altında toplar:
“• Yeni sözcüklerle sözcük dağarcığı zenginleşir. Anlam Değişmelerini Doğuran Sebepler Dil İçi Sebepler
Eş anlamlılık Bağlam
Dil Dışı Sebepler Düşüncenin değişmesine bağlı olan süreçler Kelimenin kullanım sahasının değişmesi Toplumun iletişim ve üretim yönteminin değişmesi Nesnelerin işlevlerinin değişmesi Yeni öğrenilen nesne ya da durumların adlandırılması
66
• Kimi sözcükler ölür, yerlerini başka sözcüklere bırakır. • Kimi sözcükler anlam değiştirir.
• Kimi sözcükler, az çok biçim değiştirir.
• Ekler değişir ya da eklere değişik görevler yüklenir. • Dilin ses yapısında önemli değişmeler olur.
• Sözdizimde de az çok değişiklik başgösterir” (Koç 1992: 79)
Genel olarak dilde meydana gelen değişikliklerden bizim çalışma alanımızı
sözcüklerde meydana gelen anlam değişmeleri oluşturmaktadır. Tarihî süreçte
sözcüklerin yer aldıkları ortamların değiştiği görülür. Bu da bize sözcüklerin anlam
alanlarının sabit değil, değişken olduğunu gösterir. Hareket halindeki bu alanlar zaman
zaman bölünmeler, komşu sözcüklerin alanlarıyla etkileşimler yaşarlar (Karaağaç 2012:
540). Dil bilimsel unsurların hiçbiri tamamıyla değişmez değildir. Her sözcük, her
gramatikal birim, her deyim, her ses ve vurgu, dilin tarihi boyunca görünmeyen ve
istem dışı sürüklenmeyle şekillendirilen bir değişim düzenindedir. Bu sürüklenmeye
yakalanan dil bilimsel unsurlardan değişime en az dirençli olan muhtemelen anlamdır
(Ullmann 1962: 193). Sözcükler yerleştikleri bir dil çevresinde, muayyen bir anlam
taşıdığı halde, diğer bir çevrede, tamamıyla başka bir semantik değerde kullanılmış
olabilir. “Bunun elbette kendine göre, muayyen sebepleri olmamış değildir. Ve bu daha
fazla dil bünyesi ile toplum hayat seviyesine bağlı, araştırılmaya değer bir konudur.”
(Caferoğlu 1968: 2).
“Kendilerini iletişim amacıyla kullanan toplumların değişen gereksinimlerini
karşılamak için, zamanla gelişen ve ‘evrime’ uğrayan diller homeostatik (ya da ‘kendi
kendini düzenleyen’) dizgeler olarak düşünülebilir.” (Lyons 1983: 87). Dil, karmaşık
yapıda olduğundan değişimler de karmaşık yapı arz ederler. Dil bir işlevi yerine getiren
araç olduğundan iletişim sırasında değişim etkenlerinin baskısı altına girer. Bireysel
kullanımlar bile iletişim esnasında biçimlenir ve topluma sunulur. Bunun yaygınlık
kazanıp kural halini alması toplumsal onaya bağlıdır (Vardar 2001: 118).
Anlam değişmelerine ilk çağlardan beri ilgi duyulmuş ve üzerinde çalışmalar
yapılmıştır. Aristoteles’le beraber başlayan değişmeceler kuramı, İskenderiye ve Roma
döneminde büyük bir gelişme göstermiştir. Latin dilciler eğretileme, kapsamlayış,
düzdeğişmece başta olmak üzere on dört çeşit değişmece türü sayarlar. Bu tür
67
bilgi kuramı açısından bir değer taşımadığından yeni sınıflandırmaları gerekli kılar
(Guiraud 1999: 53-54).
Sausure, dildeki değişimi somut bir şekilde anlatmak için onu hiç kesintiye
uğramadan akan bir ırmağa benzetmiştir. Irmağın yavaşlaması veya sel gibi akması
ikincil bir öneme sahiptir. Asıl önemli olan dildeki değişimdir (Saussure 1998: 201).
Dilin değiştiği olgusu ispata gerek olmayan bir husustur. Çünkü 19. yüzyılda
Kopenhag’da yaşayan bir kişinin dilini Orta Çağın Kopenhaglısı anlayamaz; tersinden
Orta Çağın Kopenhaglısının dilini de 19. yüzyılda Kopenhag’da yaşayan biri
anlayamaz. Bu açıkça dilin değiştiğini ortaya koymaktadır (Porzig 2011: 197).
Değişimle ilgili olan bu durum o kadar açıktır ki bunu kavramak için bir saniye
düşünmek yeterlidir (Martinet 1998: 38). Guiraud değişimin kesinliğini sebepleriyle
söyle vurgular:
“Anlam değişir: Çünkü mantıksal ya da anlatımsal amaçlarla bir kavrama bilinçli olarak bir ad verilir; nesneler adlandırılır:
Anlam değişir: Çünkü çağrışımlardan biri ikincildir (bağlamsal anlam, anlatımsal anlam, toplumsal değer) ve yavaş yavaş temel anlama doğru kayarak onun yerini alır; anlam evrim geçirir.” (Guiraud 1999: 67).
Anlam değişmeleri gelişmeli anlam bilimi konusudur. Çünkü kavramların gelişim
süreci belli bir zamanın geçmesine bağlıdır. Değişime kimi zaman sözcüklerin
taşıdıkları duygu değeri neden olurken kimi zamanda toplumdaki değişmeler veya
kullanılan araç gereçlerdeki gelişmeler neden olabilir (Aksan 2009: 88-89). Aksan’ın
değişimin sebepleriyle ilgili olarak dikkat çektiği söz konusu iki unsur, çalışmamızın
giriş bölümünde de geniş bir şekilde ele aldığımız dilin duygu-düşünce ve toplum-
kültürle olan ilişkisini ortaya koymaktadır.
Dilin sürekli olarak değişmesi hususunda herhangi bir şüphe yoktur, ama dili
konuşan insan bunu pek fark etmez. Bu durum bizi nesnelerin değişmezliği yanılgısına
düşürür (Vendryes 2001: 34). “Yazılı biçimin değişmezliği”, “yazınsal dilin
tutuculuğu”, bireylerin on yıl gibi uzun bir zaman önce söylediğini unutması kişinin
kullandığı dilin değişmediğine inanmasına neden olur. Oysa aynı birey, kendi tarihî
metinlerini okuduğunda dilin değiştiğine kuşkusuz tanıklık eder (Martinet 1998: 196).
Ancak bütün toplumun konuşma tarzının değişmesi gariptir. Daha garip olan ise
68
toplumun bunu fark etmeyişidir. Bu da değişimin yavaş yavaş ortaya çıktığını ve
yüzyıllar içinde meydana geldiğini göstermektedir (Porzig 2011: 206). Bloomfield,
anlamın değiştiğini ortaya koyan üç temel işaret üzerinde durur. İlk olarak eski
metinlerdeki bir sözcüğün bağlamı ve deyimsel kombinasyonu onun bir zamanlar farklı
bir anlam taşıdığını gösterir. İkincisi, akraba diller veya modern lehçelerin
karşılaştırılması bize aynı kökene sahip bazı şekillerin farklı anlamda olduklarını
gösterir. Üçüncü olarak morfolojik analizler sırasında az da olsa semantik değişimin
işaretlerini veya izlerini görürüz (Bloomfield 1961: 425).
İlk konuşan insanların nasıl konuşmaya başladıkları tam anlamıyla
bilinmemektedir. Ancak dildeki gelişmelerin izlenmesi dünyadaki nesne ve eylemler
için bir ses bileşeninin kullanıldığını ve bu ses bileşenlerinin zamanla yeni anlam ve
türevler kazandığını gösteriyor (Aksan 2009: 41). Geçmişteki insanların nasıl
konuştuğunu ancak yazılı belgelerden takip edebiliriz. Teknolojik gelişmeler sayesinde
sesler kayıt altına alındığında gelecekteki dil araştırmacıları zengin bir veriye sahip
olacaktır; bu yüzden onlar daha şanslılar. Her şeye rağmen eldeki malzemeyle dildeki
değişmenin ayrı ayrı hangi noktalarda olduğunun ele alınması bir gerekliliktir (Porzig
2011: 198).
Türk diline ait sözcük hazinesinin taşımakta olduğu gerçek anlamla toplum hayatı
içerisinde edindiği yeni anlamlar arasında zaman zaman oldukça büyük farklar
görülebilir. Kullanım sırasında ortaya çıkan yeni anlamlar bazen arkaizm haline
getirildiği gibi semantik gelişmelerle yeni kalıplara girme ihtimali de vardır. Söz konusu
sözcükler gündelik dilde, ağızlarda, şivelerde ve edebi dilde, bazen aslındaki anlama zıt
bir manada bazen beklenmedik kötü ve kaypak bir anlamda kullanılmışlardır.
Sözcükler, mensup oldukları dilin gramer kurallarına uymak mecburiyetindedirler;
ancak bu zorunluluk sözcüğün semantik tabiatına ve özgürlüğüne dokunamaz
(Caferoğlu 1968: 1).
Anlam değişmelerinde dikkati çeken, anlamı değişen sözcüklerin eski
anlamlarını bir süre lehçe ve ağızlarda sürdürdüğüdür. Ayrıca yabancı kökenli
sözcüklerde de anlam değişmesi görülebilir; bu değişme bir dilden başka bir dile
geçerken ya da geçtiği dilde belli bir süreçten sonra yaşanabilir (Aksan 2009: 92-93).
69
Bir sözcükte anlam değişimi olduğunu hangi durumda söyleyebiliriz. sözcük
önceden karşıladığı anlamın dışında yeni bir anlamı ifade etmek için kullanılıyorsa
sözcükte anlam değişimi vardır diyebiliriz. Aslında anlam değişimi bir “alışkanlık
değişimi” olarak da algılanabilir (Stern 1931: 163).
Doğan Aksan anlam değişmeleri terimiyle ilgili şu açıklamaları yapar:
Anlambilimin eskiden beri üzerinde durduğu konuların başında anlam değişmeleri gelir.
Anlam değişmeleri teriminin kapsamını bir göstergenin başlangıçta dile getirdiği
kavramda bir daralma, bir genişleme belirmesi ya da aynı sözcüğün bir zaman sonra
başka bir kavramı anlatır duruma gelmesi olarak belirleyebiliriz. Bütün dillerde görülen
bu değişimler kimi araştırmacılar tarafından gösterge değişmesi olarak nitelenir (Aksan
2009: 88).
Korkmaz terimin tanımını ve tasnifini şu şekilde yapar:
“Bir sözcüğün gösterdiği anlamdan az veya çok uzaklaşarak yeni bir anlam kazanması olayı. Olay, geniş kapsamlı olarak anlam genişlemesi, anlam daralması, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi gibi değişme olaylarını da içine alabilirse de, asıl bir anlamdan başka bir anlama geçiş, yani bir kavramdan başka bir kavrama geçişle ilgili anlam değişmelerini içine almaktadır.” (Korkmaz 2010: 19-20)