• Sonuç bulunamadı

Dış Politika ve Lozan Görüşmeleri Konusunda Muhalefet

Belgede Atatürk Kültür Merkezi (sayfa 71-84)

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey Muhalefet

3.7. Dış Politika ve Lozan Görüşmeleri Konusunda Muhalefet

Ali Şükrü Bey, dış politika konusunda Meclis’teki en aktif mebuslardan bi- risiydi. Öyle ki Meclis’teki en uzun konuşmalarını hep dış politika hakkında yapmış ve hükümetle bu konuda genelde ters düşmüştür.

Ona göre, Sevr Antlaşması’nın imzalanmasında en büyük rol İslam ve Türk düşmanı olarak nitelendirilebilecek olan İngiltere’nindir. Bu yüzden Sevr yırtılıp atılması gereken bir antlaşmadır (TBMM, GCZ, 2/15-16). Aynı şekilde Ankara Antlaşması’na da karşı çıkmıştır. Misak-ı Millî’den taviz ve- rildiğini düşündüğü için bu antlaşmanın imzalanmasına karşı çıkmış ve bu konuda hükümeti sert bir şekilde eleştirmiştir (TBMM, GCZ, 2/93). Aslın- da Ali Şükrü Bey, Misak-ı Millî’de çizilen sınırları da yeterli görmemekte- dir. Ona göre Misak-ı Millî’deki sınırlar, Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman ordularımızın bulunduğu sınır olmalıydı (TBMM, GCZ, 4/134). Onun Misak-ı Millî anlayışına göre İslam ülkeleri yabancıların işgali altında ola- maz. Mekke ve Medine de dahil olmak üzere bütün Arap ülkeleri Türkiye’nin ilgi alanı içerisindedir. Millî Mücadele boyunca onun Misak-ı Millî yakla- şımları hep bu doğrultuda olmuştur (TBMM, GCZ, 26/9). 16 Ekim 1921 ta- rihli Meclis gizli oturumunda, Misak-ı Millî’ye taraftar olmadığını da söyle- miştir: “Bugün ortada bir Misak-ı Millî meselesi vardır. Bendeniz Osman- lı Meclis-i Mebusanı’nda vaziyetin ıztırarı karşısında kabul mecburiyetinde kaldığım bir vesikadır. Yoksa ben bu millî vesikayı kabul taraftarı değilim. Bu benim kabul edebileceğim asgarî metaliptir. Fakat ne yapalım ki, vaziyet-i umumiye-i cihan arzumun hilâfına o vesikayı kabule mecbur etti.” (TBMM,

GCZ, 2/349)

Ali Şükrü Bey’in, dış politika alanında hükümete yönelik en ağır eleştirile- ri Lozan Sulh Konferansı hakkında olmuştur. İlk olarak Lozan’a gidecek he-

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey Muhalefeti

65

58 2010 yetin kimlerden oluşacağı konusunda hükümetle anlaşmazlığa düşmüştür. Ali Şükrü Bey’in de dahil olduğu İkinci Grup, delegelerin Meclis tarafından seçilmesini isterken, hükümet de doğal olarak kendisi seçmek istemiştir. Bunun üzerine Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey ve arkadaşları, Lozan Sulh Konferansı’na gidecek delegelerin Meclis tarafından seçilmesine yönelik bir önerge vermişlerdir. 2 Kasım 1922’de Meclis gündemine alınan bu önerge reddedilmiş ve delegeler heyet-i vekile tarafından seçilmiştir.

Lozan Konferansı’nın kesintiye uğraması sonrasında, 7 Şubatta Lozan’dan ayrılan İsmet Paşa, 21 Şubatta Meclis’e gelerek konferans hakkında beyanat vermiştir (Cebesoy 1957: 233). Beyanatın arkasından, İkinci Grup tarafından eleştiri yağmuru başlamıştır. Bu eleştiriler karşısında İsmet Paşa tekrar kür- süye gelerek “Ya barış! Ya da savaş!” tercihiyle muhalifleri baş başa bırak- mıştır.

Muhalefetin önde gelen ismi Ali Şükrü Bey, başarısızlık olarak nitelen- dirdiği Birinci Lozan görüşmelerinde hükümeti sert bir şekilde eleştirmiş- tir. O, hükümetin Lozan görüşmelerinde Meclis’ten gizli işler çevirdiği gö- rüşündedir. Konferans tutanaklarının, protokoller ve proje metinlerinin Meclis’ten gizlenildiğini iddia etmektedir (TBMM, GCZ, 3/129). Ayrıca hükü- meti, Meclis’i ‘ya harp! ya sulh!’ tercihi ile baş başa bıraktığı için eleştirmek- tedir. Ona göre ülkeyi ‘harp ya da sulh’ noktasına getiren sadece Türk dele- gasyonunun beceriksizliğidir. Lozan’da yanlış siyaset takip edildiği için bu duruma gelindiğini, inisiyatifin ve üstünlüğün sürekli Lord Curzon’a bırakıl- dığını iddia etmektedir. Ona göre, ne Lord Curzon’un projesindeki şartlar- la bir barış antlaşması imzalanabilir ne de savaşa razı olunabilir; yapılması gereken yeni bir delegasyon heyetiyle en başından işe başlamaktır (TBMM,

GCZ, 4/130-139).

Ali Şükrü Bey’in en ağır eleştirilerinden birisi de Musul meselesinde ol- muştur. Musul’un dörtte üçünün elde edilmesi imkânı varken bunun başa- rılamadığını söylemiş ve Misak-ı Millî’ye dahil olan Musul’un kaybedildiğini ısrarla vurgulamıştır: “Musul’u bir sene sonraya bırakmak, bir Mısır yapmak demektir. Binaenaleyh, neticede gaip etmek demektir. Bu da Girit gibi gide- cektir.” (TBMM, GCZ, 4/133-135).

Ali Şükrü Bey’e göre, toprak tavizi vermek Misak-ı Millî’ye ihanet anlamına gelmektedir. Fakat bunun ötesinde Ali Şükrü Bey’in ve muhalefetin güttü- ğü amacın siyasi rejim sorununu yeniden gündeme getirmek olduğunu gör- mekteyiz. Çünkü, Mustafa Kemal Paşa, barışı imzalarsa daha da güçlenecek ve belki de muhalefetin sonu gelecekti. Muhalefet, savaş halinin devamını da isteyemeyeceğine göre, tek yol Mustafa Kemal Paşa’nın iktidarını sars- maktı. Bu yüzden İkinci Grubun önde gelen isimlerinden Trabzon Mebusu

İ s m a i l A K B A L - T a n e r A S L A N

66

58

2010 Ali Şükrü Bey, Lozan görüşmelerindeki başarısızlığı doğrudan doğruya Mus- tafa Kemal Paşa’nın iç politikadaki başarısızlığına bağlamaktaydı:

“Dünyada en büyük muvaffakiyet vahdettir. İnkar ede mez si niz ki üç ay- dan beri memleketin içine bir nifak tohumu ekilmiştir. Efendiler, sulhu temin etmiş mi idik? Efendiler, Misak-ı Milli’yi elimize almış mı idik? Efendiler, askerimiz terhis olunmuş mu idi? Efendiler, teceddüdat ga- yet doğru ve muhik olsa da acaba zamanı mı idi? Harp zamanında ıslah edilmek yapılmak doğru mu idi?... Şimdiye kadar çektiğimiz felaketle- ri düşünelim ve bu felaketler itibarıyla hiç ol maz sa bizim yapacağımız, şu millete velev ki iki senecik için olsun bir sulh-u sükun ve refah temin edelim. Bunu yapmadan yapılmak istenen köklü ve cezri esaslı tebed- dülat payidar olamaz.” (TBMM, GCZ, 3/1255-1256)12

Ali Şükrü Bey’in önderliğinde muhalefet Lozan delegasyonuna yönelik sert eleştirilerine devam ediyordu. Görüşmeler oldukça hararetli geçiyor, her gün gece yarılarına kadar devam ediyor ve Lozan delegasyonu sürek- li beceriksizlikle suçlanıyordu. Hatta bir ara Trabzon Mebusu Hafız Meh- met Bey tarafından hükümet istifaya bile çağrılmıştı (Cebesoy 1957: 276). Görüşmelerin son günü olan 6 Mart 1923 günü gizli celsede Mustafa Ke- mal Paşa’nın muhaliflere sert bir şekilde çıkışması, arkasından da Ali Şük- rü Bey’in müdahale etmesi sonucunda Meclis bir anda birbirine girmiş ve Mustafa Kemal Paşa eli cebindeki silahında olmak üzere Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümüştü. Meclis’teki bu kavga ortamını oturumu yöneten Ali Fuat Bey şöyle anlatmaktadır:

“Mustafa Kemal Paşa Meclis’te konuşurken hava oldukça gergindi. O konuşuyor, sözü kesiliyor, o cevaplıyordu. Paşa sözlerini tamamladık- tan sonra Ali Şükrü Bey ‘Ben de söyleyeceğim’ demesi üzerine Gazi Paşa hiddetli bir tavırla; -- Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi za- rardide ediyorsunuz, maksadınız nedir? dedi ve kürsüden inerek, elleri cebinde olduğu halde, asabi bir şekilde Ali Şükrü Bey’in üzerine yürü- dü... Bu arada herkes Meclis’in ortasında birbirine bağırmakta olan me- busların etrafında toplanmıştı. Ali Şükrü Bey ‘kimseyi ithama hakkınız yoktur’ diye bağırıyor ve Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey de ‘Meclis’te emniyet yok mudur? Feryadını basıyordu… Müzakereler çok ehemmi- yetli ve ciddi bir hal almıştı. Müdahalelerim artık tesirini göstermiyor- du... Riyaset kürsüsünün önünde birinci ve ikinci grup azalarından çok sinirlenmiş olanlar karşı karşıya gelmiş ve adeta iki muhasım cephe teşkil etmişler, birbirlerini itham ve tehdit ediyorlardı. Bu halin biraz daha devamı müessif hadiselere sebep olacaktı. Hatta birbiri aleyhi- 12 Ömür Sezgin, Ali Şükrü Bey’in “Memleketin içine bir nifak tohumu ekilmiştir” sözünden kastı-

nın saltanatın kaldırılması ve halk fırkasının kurulacağına dair Mustafa Kemal Paşa’nın beya- natları olduğunu söylemektedir (Sezgin 1984: 123).

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey Muhalefeti

67

58 2010 ne tabanca ve saire istimaline kadar varacaktı. İntizamı iade maksadıy-

la Meclis emniyet memurlarını çağıramazdım. Çünkü müzakereler giz- liydi... Ne yapabilirdim? Derhal riyaset çanını her iki tarafın ortasına at- tım ve şaşkınlıktan istifade edip müzakereleri tatile muvaffak oldum…” (TBMM, GCZ, 4/176; Cebesoy 1957: 287-288).

Bundan sonra müzakereler biraz daha sakin geçmiştir. Birinci Grup müza- kerelerin oylanıp bir an önce sonuçlandırılmasını; İkinci Grup ise Lozan he- yetinin değiştirilmesi için müzakerelerin devamını istiyordu. Bu arada Saru- han Mebusu Reşat Bey bir takrir vermişti. Takrirde, Lozan heyetine ve onla- rın Barış Konferansı’na sunduğu projeye sonuna kadar destek veriliyor, İti- laf Devletleri bu projeyi kabul etmezse harp durumu öngörülüyordu. Ayrıca Musul konusunda da heyet-i vekilenin verdiği izahat tatmin edici bulunu- yor, barış görüşmelerinin devamı için heyet-i vekilenin Lozan delegasyonu- na tam yetki vermesi öngörülüyordu (Cebesoy 1957: 289).

Güvenoyu durumuna sokulan takrir, İkinci Grup’un tüm itirazlarına rağ- men oya konulmuş ve kabul edilmiştir. İkinci Grup, Meclis Başkanlığını pro- testo ederek oylamaya katılmamıştır. Oylamaya katılmayanların sayısı 60 kişi civarında idi. Bu arada Birinci Grup’tan da 14 aleyhte oy çıkmıştır (Ce- besoy 1957: 294-295).

4. Siyasal Bir Cinayetle Son Bulan Muhalefet

Lozan müzakerelerinden üç hafta sonra, 27 Mart 1923 Salı gecesinde, İkin- ci Grup önderlerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, birdenbire ortalıktan kaybolmuştu. Ali Şükrü Bey’in kardeşi Şevket Bey (Doruker), olaydan iki gün sonra İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf Bey’e gelerek abisinin aniden orta- dan kaybolduğunu haber vermişti. Rauf Bey bu kayboluş olayını şöyle an- latmaktadır:

“Bir gün Millî Müdafaa Vekili Kazım Paşa (Özalp) ile Deniz Yarbayı Şev- ket Bey (Doruker) yanıma geldi ve ‘Beyefendi ağabeyim kayıp!’ diye ağ- lamaya başladı. Ağabeyi Ali Şükrü Bey’in üç gündür yani Martın 27. günü salı akşamından beri eve gelmediğini söyledi. Soruşturmuşlar, araştırmışlar bulamamışlar. En son Karaoğlan Çarşısı’nda kahvede otururken, Giresunlu Osman Ağa’nın Muhafız Bölüğü Kumandanı Mus- tafa Kaptan ile beraber kalkmış ve birlikte gitmişler. Ondan sonra gö- ren olmamış.” (Kandemir 1965: 106).

Ali Şükrü Bey’in ortalıktan kaybolduğu haberi Meclis’te şok etkisi yarat- mıştı. Ali Şükrü Bey iki gün geçmesine rağmen hala bulunamamış ve nerede olduğuna dair herhangi bir ipucu da elde edilememişti. Olay hemen Meclis kürsüsüne taşınmış ve Ali Şükrü Bey’in siyasî bir saldırıya uğramış olabile- ceği değerlendirmeleri yapılmaya başlanmıştı. Meclis’te o günkü havayı Kı- lıç Ali şöyle anlatmaktadır:

İ s m a i l A K B A L - T a n e r A S L A N

68

58

2010 “O sabah Meclis’e geldiğim zaman manzara pek hazin idi. Heyet-i umumiyede büyük bir heyecan vardı. Mebuslar bu gaybubeti siyasi bir şekilde tasvir ederek Ali Şükrü Bey’in şimdiye kadar bulunamamasın- dan dolayı bir yandan şiddetle hükümeti tenkid ediyorlar, diğer yan- dan da, ‘Bu gaybubet siyasî ise, demek ki bu memlekette herhangi bir fikrin serdarı ölecektir’ diye imalı beyanatta bulunuyorlardı.” (Kılıç Ali 1955: 89)

29 Mart 1923 günü Meclis kürsüsünden ilk sözü alan Hüseyin Avni Bey (Ulaş) oldukça ateşli bir konuşma yapmış ve Ali Şükrü Bey’in siyasî bir sal- dırıya maruz kalmış olabileceği ihtimali üzerinde durmuştur:

“Ey Kabe-i millet!... Sana da mı taarruz? Ey milletin mukaddesatı!... Sana da mı taarruz?... Bu hâkimiyet mukaddestir, milletin namusudur, vekilleri milletin ağzıdır, kalemidir. Bu namusa tecavüz eden eller kı- rılsın... Ali Şükrü’ye tecavüz eden, milletin namusuna tecavüz etmiştir. Bu namussuzlar yaşamamalı... Kahrolmalı!... Ali Şükrü Bey’in basit bir kaza veya herhangi bir tecavüze maruz kalmış olmasını isterdim. Ya Al- lah göstermesin, siyasî bir taarruza uğramış ise?... Demek ki bu mem- lekette herhangi bir fikrin serdarı yaşamayacaktır, ölecektir!. Efendiler! Vekil-i mesullerimiz buraya çıkmalı ‘Biz namuslu adamlarız… Biz bu ci- nayeti ortaya çıkaracağız. Müsebbibi herhangi şahıs olursa olsun on- ları kahredeceğiz, kanunun kudreti önünde diz çöktürecek, gebertece- ğiz’ demelidirler. Bunu söylemezlerse namussuzdurlar efendiler.” (Ce- besoy 1957: 296)

Hüseyin Avni Bey’in konuşması ile Meclis’in zaten gergin olan havası bi- raz daha gerilmiş ve adeta bir barut fıçısı halini almıştır (Cebesoy 1957: 296). İkinci Grup üyeleri gerginliği sürekli tırmandırmıştır. Yahya Galip Bey (Kargı) söz alarak “Hepimizi öldürseler de bu millet yine sesini duyuracak- tır. Bu millet on misli vekil bulur, yüz misli mebus getirir.” (TBMM, GCZ, 28/229-230) demiş; daha sonra kürsüye, tam bir provakötör olan Ziya Hur- şit çıkmıştır. Konuşmasında bu olayı Yahya Kahya cinayetiyle ilişkilendir- miştir:

“Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda vukua gelen bir suikast mese lesini hatırlamamamız imkânı var mı? Yine bu Meclis’te, burada, bu me sele yüzünden uzun uzadıya ne kadar çekişmeler, dedikodular oldu. Kıyametler koptu, unuttunuz mu? Hatta bir sürü tahkikat yapıl- mıştı. Hükümetin, kışlaların yanında, karşısında güpegündüz saat dört buçukta üç yüz kurşun atılmak suretiyle yapılan suikastin faillerini, ka- tillerini, o zaman da Hükümet Reisi bulunan Rauf Beyefendi, vaatler- de bulundukları halde neden yakalamadılar? Neden adalete vermedi- ler? Neden hala bekliyoruz ve kim bilir daha ne kadar bekleyeceğiz? Bu mudur adalet?” (TBMM, GCZ, 28/230-231).

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey Muhalefeti

69

58 2010 Ziya Hurşit gibi daha birçok mebus da bu olayı Yahya Kahya’nın öldürül- mesiyle ilişkilendirmişti.13 31 Mart 1923 gününe kadar Ali Şükrü Bey’in bu-

lunamaması Meclis’te olduğu kadar kamuoyunda da derin etkiler bırakmış- tı. Bu olay yakın zamanda işlenen suikastlerin ardından herkeste yine bir su- ikast endişesi yaratmış; herkes birbirine “Acaba bir siyasi cinayete mi kurban gitti?” diye sormuştur. Kamuoyu cinayeti İttihat ve Terakki’nin gazeteci cina- yetlerine yani Cemiyet’in Hasan Fehmi, Ahmet Samim gibi muhalif gazeteci- leri öldürme geleneğine bağlamaktadır. Bu arada muhalif basın da olayı iyi- ce parmağına dolamıştır. Özellikle Hüseyin Cahit (Yalçın) yaylım ateşi açmış; hatta peşin hükümler vermiştir (Borak 1962: 203). Trabzon’daki İttihatçılar da

İstikbal aracılığıyla “Trabzon’u katillerden intikam almayacak kadar hissiz mi

zannettiler?” diyerek intikam naraları atmışlardır (İstikbal, 1 Nisan 1923: 879). Ali Şükrü Bey’i en son görenlerden biri de Enver Behnan Şapolyo idi. Şa- polyo olayların gelişimini şöyle anlatmaktadır:

“O zamanki gazetecilerin toplandığı yer, Karaoğlan’daki Merkez Kıraat- hanesi idi. Ali Şükrü de nargile içmek için buraya gelirdi. Ben Çarşamba günü saat dört sıralarında kıraathaneye gelmiştim. Ali Şükrü Bey nar- gile içiyor, Sabri Ethem’in ‘Ismarlama Mücahitler’ adlı makalesini oku- yordu. Ben de yanlarına oturdum. Biraz sonra İleri gazetesi muhabir- lerinden Muhsin adındaki gazeteci de halkaya dahil oldu. Çok geçme- den kahvenin kapısında Çankaya muhafızlarından olan Topal Osman’ın adamı Mustafa Kaptan göründü. Ali Şükrü Bey ‘geliyorum’ diyerek dı- şarı çıktı. Ben de arkalarından çıktım. Her ikisi de balık pazarına doğru gittiler. İki gün sonra gazetesine gittiğim zaman Sabri Ethem ‘Ali Şükrü tagayyüb etti’ dedi. Ben de Mustafa Kaptan’la gittiğini söy ledim. ‘Öyle ise bunu gazeteye yaz’ dedi. Ben de yazdım. İşte bu zaman BMM’nde kı- yamet koptu.” (Şapolyo1969: 203-204)14.

Bütün şüpheleri üzerinde toplayan Topal Osman Ağa’nın adamı Mustafa Kaptan yapılan sorgulamasında, salı günü akşamı Ali Şükrü Bey ile birlikte yürüdüklerini ve Osman Ağa’nın evine gittiklerini, fakat Osman Ağa’yı evde bulamayınca oradan ayrıldıklarını ve bir daha kendisini görmediğini söyle- miştir (İstikbal, 8 Nisan 1923: 885). Bu arada Topal Osman Ağa sorguya çekil- mek istenmiş fakat hiçbir yerde bulunamamıştır.

13 Rauf Bey, “Bazı müfrit muhalifler, olayı hükümetin daha evvel ki bir hadisede olduğu gibi bu işi de örtbas edeceğinden çekindiklerini açıkça söylüyorlardı. Daha evvel olduğunu iddia et- tikleri hadise, Trabzon Kayıkçılar Reisi Yahya Kahya’nın katillerinin hala meydana çıkarılama- ması idi.” demektedir (Kandemir 1965: 107).

14 Şapolyo’nun ifadelerini İstikbal de doğrulamaktadır. İstikbal isim vermese de Şapolyo’dan biri- si diye söz etmekte ve Tan Matbaası’na giderek ihbarı yapanın o olduğunu söylemektedir (İs- tikbal, 14 Nisan 1923: 890).

İ s m a i l A K B A L - T a n e r A S L A N

70

58

2010 Soruşturma bütün deliller şüpheleri Topal Osman Ağa’nın üzerinde yo- ğunlaştırıyordu. Soruşturmayı yürüten Jandarma Teğmen Kemal Bey, Ali Şükrü Bey’in cesedine, uzun araştırmalardan sonra Topal Osman’ın evinin 500 metre yakınında, Gökdere mevkiinde tesadüfen ulaşmıştır. Ceset daha sonra Mehye Köyü’ne götürülmüştür. Cesetten anlaşıldığına göre ayakları ip ile bağlanmış ve kafasına sert bir cisimle vurulmuştu. Ayrıca cesedin elinde sandalye hasırları ve boğazında iki adet ip vardı (İstikbal, 8 Nisan 1923: 885).

Elde edilen deliller ve tutukluların ifadeleri neticesinde cinayet şöyle ger- çekleşmişti: Mustafa Kaptan, Ali Şükrü Bey’i kahvehaneden dışarı çağırmış ve kendisine Topal Osman Ağa’nın çok hasta olduğunu ve kendisiyle görüş- mek istediğini söylemiştir. Bunun üzerine Ali Şükrü Bey ile birlikte Topal Osman Ağa’nın evine gitmişler ve ikram edilen kahveyi içerken arkadan ge- len iki kişi ellerindeki iplerle onu boğmuşlardır (İstikbal, 14 Nisan 1923: 890). Cinayeti Topal Osman Ağa’nın işlediği kesinleşince Mustafa Kemal Paşa Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı Bey’e (Tekçe) Topal Osman Ağa’yı ölü ya da diri ele geçirmesi için kesin emir vermiştir (Kılıç Ali 1955: 92). İs- mail Hakkı Bey yaptığı araştırma sonucunda, Topal Osman Ağa’nın Ayrancı Bağları’nda Papazın Köşkü denen bir yerde, yanında yüz kadar adamıyla tes- lim olmaya niyetli olmadığını ve savunma tedbirleri aldığını tespit etmiş- tir. Topal Osman Ağa’nın saklandığı köşk Çankaya’ya hakim bir yer olduğu için zorunlu olarak bazı tedbirlerin alınması da öngörülmüştür. Çünkü To- pal Osman Ağa, üzerine asker gönderen Mustafa Kemal Paşa’ya da kızgındır ve köşke saldırması ihtimal dahilindedir (Borak 1962: 207). Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım, Yaveri Salih Bey ve Rauf Bey İstasyon’daki Kalem-i Mahsusa’nın bulunduğu eski Karargâh binasına götürülmüşlerdir.15

İsmail Hakkı Bey, 1/2 Nisan 1923 gecesi gerekli tedbirleri aldıktan sonra Topal Osman Ağa’ya teslim olması çağrısında bulunmuş, fakat cevap ala- mayınca askerlerine ateş emri vermiştir. Yarım saat süren bir çarpışmadan sonra 12 adamı ölen ve kendi de yaralanan Topal Osman Ağa, hastaneye sevk edilirken yolda ölmüştür.16 Teslim alınanlar da bir süre tutuklu kaldık-

15 Yaver Salih Bozok Bey’in oğlu Cemil Bozok, anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın köşkü terk et- mesinin çok yerinde bir karar olduğunu, çünkü ertesi gün geldiklerinde köşkün üst katının kur- şunlarla delik deşik olduğunu söylemektedir (Bozok 1985: 116-117). Ayrıca Feridun Kandemir de köşkün Topal Osman Ağa tarafından kurşunlandığını söylemektedir (Kandemir 1965: 111) . 16 Kılıç Ali 1955: 93. Sadi Borak, adamlarını çarpışmaya ikna etmek için Topal Timur vari bir hi- leye başvurduğunu söylemektedir. Güya, Meclis Muhafız Kıtası etraflarını sarınca, askerle- rine kendilerini çembere alan askerlerin Atatürk’e isyan ettiklerini söylemiş, bunun üzerine adamları çarpışmaya girmiş (Borak 1962: 207). Topal Osman Ağa ve adamları nihayetinde bir Teşkilat-ı Mahsusa çetesiydi. Bu tür çetelerde, çete mensupları liderlerine öylesine bağlıdır- lar ki, kendi kardeşini bile liderleri için vurabilirlerdi. Bunun için Topal Osman Ağa’nın böyle bir hileye başvurmasına hiç gerek yoktu. Adamları Atatürk’e değil doğrudan kendisine bağlıy-

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey Muhalefeti

71

58 2010 tan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle terhis edilerek Giresun’a gönde- rilmişlerdir (Tekçe 2000: 38). Bu arada Topal Osman Ağa’nın öldürülmüş ol- ması muhalifleri tatmin etmemiş olacak ki, Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey ve arkadaşlarının önerisi ile Topal Osman Ağa’nın cesedi ibret-i alem için mezarından çıkartılıp Meclis kapısında asılarak teşhirine karar verilmiştir. Oylamaya katılmayanlara karşı, cinayet ortağı denileceği belirtilerek baskı yapılmış ve karar oy birliği ile çıkmıştır (TBMM, GCZ, 28/308). Daha sonra- ki oturumda Lazistan Mebusu Necati Bey, Ali Şükrü Bey’in eşi ile çocukları- na para yardımı yapılmasını ve çocuklarının devlet tarafından yatılı okulda okutulmasını içeren bir kanun teklifi vermişti. TBMM’nin 16 Nisan 1923 ta- rihli oturumunda gündeme alınan kanun teklifi maliye komisyonunun maz- batasında benimsendiği bildirilmiştir.17 Bu karara göre Ali Şükrü Bey’in eşi

Emine Hanım’a bir defalık yardım olmak üzere 3.000 Lira verilirken çocuk- ları Baha, Suha ve Sena’nın da reşit olduklarında kullanılmak üzere her biri için bankaya 5.000 Lira yatırılması ve parasız okutulmaları benimsenmiş- tir (TBMM, GCZ, 29/229). Yapılan oylamada 89 teklif lehinde oy çıkarken, 39 aleyhte oy çıkmış; fakat görüşme yeter sayısına (161) ulaşılamadığı için bir

Belgede Atatürk Kültür Merkezi (sayfa 71-84)