• Sonuç bulunamadı

Dünyaya Yayılan Türk Okulları

Belgede İsviçre den Moğolistan a (sayfa 40-45)

Benim de bu gezi vesilesiyle özellikle Montandon ile ilgili müşahedelerim oldu. Bu duygularımı da kendisi ile paylaştım.

İnsan, kâinatın özü olduğundan, yaratılış gayesi, yaratanını tanıma ve tanıtmadır. Başkasının hakkını yemeden, kavga et-meden ihtiyaçlarını karşılayabileceği imkânlar mevcuttur. Yara-tıcı, insana bir de irade vermiş, bu iradeyi nasıl kullanırsa lehine olabileceğini, gönderdiği peygamberler ve kutsal kitaplarla yine ona bildirmiş. Ama insanoğlu var olduğundan beri, bu sınır için-de kalanlar ve bu sınırı aşanlar olmuş. Bu iki grup arasında da kendi grubuna insanları çekme mücadelesi sürüp gitmiş.

Pek tabii, eğitim bu mücadelede büyük rol oynamıştır. Eği-timli insanlar, diğer insanları kabullenmede ve uzlaştırıcı olmada büyük rol oynamışlar. Bu güzel düşüncelerle, Türkiye’de okullar açıldı, kısa sürede çok güzel başarılar elde edildi. Türkiye’de büyük bir çoğunluk bu hizmeti sevdi. 1991’de Rusya çökmeye başlayınca aynı eğitim zinciri; fedakâr, varlıklı insanlar ve genç öğretmenlerle buralara ulaştırıldı. Kısa sürede bütün bu coğrafyada okullar açıl-dı. Tamamen bilimsel, dört lisanla eğitim yapılan bu okullarda, her dinden, dilden, ırktan çocuk vardı. Velilerin ve resmî yetkililerin rahatsız olacağı en küçük bir durum söz konusu olmadı. Daha sonra dünyanın hemen her yerine aynı amaçla gidildi. Değişik ve-silelerle bu talebeler bir araya gelip birbirlerini tanımaya başladılar.

Ayrı dil, din, ırk ve milletlerden oluşan bu talebelerin velileri de birbirlerini tanımaya ve sevmeye başladılar. Zira temelde, herkesin kendi konumunda kabullenilmesi ve hoşgörü soluklayan bir dünya için el ele verme, ‘herkes iyi, ben kötü’ anlayışı vardı. Bu çark, güçlükleri olsa da hâlen bütün hızıyla dönmektedir.

Ben Orta Asya’ya defalarca ve değişik gruplarla gittim. Bu gezilerin hepsi de çok güzeldi. Unutulmayacak hatıralar edin-dik. Fakat Moğolistan gezisi benim için hepsinin üstünde ve

tamamen farklı, müstesna bir gezi oldu. Bunda, Montandon’un da bulunuşunun büyük bir etkisi vardı.

İki sene beraber çalıştığım ve mesleğim açısından misal aldığım üstatla on gün boyunca beraber olmak çok farklı bir duyguydu. Gerçi, zaten kendisinin diyaloğa açık, rahat birisi ol-duğunu biliyordum. Ama tanınması, bilinmesi gereken birçok güzel yönünü iki senelik çalışma hayatımda öğrenme imkânı bulamamıştım. Bunun için farklı şartlarda ve ayrı bir ortamda bir süre beraberlik gerekiyordu.

Montandon’u seyahat esnasında daha yakından tanıdık.

Gerçi farklı kültür ve ülkelerin insanlarıyla beraber olmak benim için alışılmış şeylerdendi. Çünkü son on senedir devamlı böyle bir aktivite içindeydim.

İyi bir dost olmanın değişik yolları vardır ve bu da bir sü-reç ister. Büyük âlim Gazzali bununla ilgili, “Sen bir arkadaşına

‘Gel gidelim.’ dediğinde ‘Nereye?’ derse onu terk et. Elini onun cebine soktuğunda ‘Ne yapıyorsun?’ derse yine onu terk et.” der.

Bunlar belki farklı ölçülerdir ama muhakkak olan bir şey varsa o da şudur: Çoğu zaman insanın; dostunun nazını çekmesi, onun davetlerine icabet etmesi bu dostluğu pekiştirir ve davet eden de sonra onun isteklerine “Evet” der, böylece karşılıklı samimiyet artar. Ben, şahsen Montandon’un bu davetime icabetini de bu şe-kilde değerlendiriyorum. Çünkü daveti reddetmek için ne kadar mazeretinin olduğunu biliyordum.

Türkiye’ye ayak basmasından Cenevre’ye dönüşüne kadarki on günlük süre içinde onu kiminle tanıştırdıysam onunla derhâl bir dostluk ve yakınlık kurdu. Deyim yerindeyse “yedi düvelle barışık” bir tablo sergiledi. Seyahatler aslında zor şartlar ihtiva eder ve seyahate katılan herkes tam bir uyum içinde olmayabilir.

Kimi insanlar şikâyet eder, rahatsızlık gösterir. Ben gezi boyunca bu yönden ekibimizin en uyumlu ferdi olarak Prof. Montandon’u gördüm. Her şarta adapte oldu, hiçbir şeyden şikâyet etmedi.

Gördüğü ve yaşadığı her şeyin daima güzel yönlerini ele aldı. Bayan Ülgey şehrinde bulunan otele benzer küçük binada ilk on kişiye ayrı birer oda verildiğinde, “Benim odada üç yatak var. Arkadaşlar gelebilirler, ben rahatsız olmam.” şeklindeki yaklaşımı uyumlu davranışlarından sadece biriydi. Ayrıca, farklı kültür ve coğrafya-larda yemek alışkanlıkları da pek tabii olarak farklı olduğundan önüne gelen her çeşit yemeği yiyebildiği gibi, “Yemeği tamamen bitirmek mi gerekir yoksa bir kısmını bırakmak mı?” şeklindeki bir soruyu soracak kadar da büyük bir nezaket içindeydi.

Bir gözlemci olarak insan, özellikle seyahatlerde, hadiselere yüzeysel olarak bakar. Prof. Montandon ise ona kılavuzluk eden talebe ve öğretmenlerin psikolojik durumlarını değerlendirme-den tutun da okullarda biyoloji laboratuvarlarındaki preparatlar üzerine “deri” diye yazılmasına rağmen onların kıkırdak olduk-larının tespitine varıncaya kadar derin bir gözlem içinde bulun-du. Bir tıpçı olmasına rağmen, sosyal hadiseleri değerlendirme şekli de hakikaten dikkate değerdi.

Camideki imamın, kilisedeki papazın, sinagogdaki hahamın temel söylemlerinin aslında aynı şey olduğu, sadece elbiselerinin farklı olduğu şeklindeki tespiti ise aslında insanları yaratanın tek ve aynı kudret olduğunun tespiti ve kabulüydü.

Onun Moğolistan stepleri üzerindeki saatlerce uçuş esna-sında Sadettin Bey’den eğitim işlerini ve organizasyonunu hay-ranlıkla dinlediğini ve gezi boyunca organizasyonun her kade-mesini âdeta ilmî bir inceleme gibi değerlendirdiğini müşahade ettim. Ben de bu süre zarfında, gayriihtiyari olarak onun hadi-seler karşısındaki davranışlarını, değişik konulardaki görüşlerini bir nebze de olsa öğrenme ve gözlemleme fırsatı buldum. Bir gün televizyonda izlediği bir belgeseli değerlendirme şekli en-teresandı. Belgeselde aslan yavruları aç kalmışlar ve gördükleri hayvanlara doğru koşuyorlarmış. Fakat bir türlü yakalayamıyor-larmış. Günler sonra avı görüp tekrar koşmaya başlamışlar. Av

hayvanlarından bazıları yan yola sapınca yavru aslanlar, doğru gitme yerine by-pass yapıp kestirmeden avlarını yakalayarak karınlarını doyurmuşlar. Buradan hareketle, hayatta hep düz bir hat içinde ilerlemek yerine, bazen by-passların da yapılması ge-rektiği sonucunu çıkarması ve “İşte bu nedenle planlı çalışma içinde hastanede işime devam ederken Moğolistan seyahati dave-tini kabul ettim.” demesi enteresan bir yaklaşımdı.

Prof. Montandon’un çok etkilendiğini söylediği noktalardan biri de, Asya insanının Avrupalıya göre daha sevecen, daha sem-patik, aynı zamanda da daha iyi kalpli olduğu gözlemidir. Gezi boyunca hep bunu gördüğünü söyledi. Ulanbatur’daki hastane-yi ziyarette başhekimin, “Belki maddi imkânlarımız sınırlı ama hastalara insanca yaklaşma daha önemli.” demesinden çok etki-lendiğini fark ettim. Ayrıca KBB şefinin bayan bir doktor olması dolayısıyla, çalışma hayatında erkek-bayan oranının eşite yakın olmasının uygun olacağı, bayanların tertipli olduklarının bilin-mesi gerektiği şeklindeki değerlendirbilin-mesi de orijinaldi. “Avrupa;

Amerika kapitalizmini takip ederek çamura saplandı, bu güzel hasletlerinizi devam ettirmeniz durumunda bir gün Avrupa ve Batı olarak gelip ‘Şu güzelliklerinizi bir de bize anlatın.’ diyece-ğiz.” demesi de objektif yaklaşımının bir ifadesidir.

Bu güzel eğitim organizasyonunu görüp iyice gözlemledik-ten sonra, İsviçre’de derhal bu müesseselerin açılmasını arzu etmesi, havaalanında Avrupa Birliği dışişleri bakanına bu orga-nizasyonu anlatması, Lozan’daki toplantıda bu güzelliklerden bahsetmesi, Amerika’daki Çinli Profesör Kiang’la Çin ile ilgili müşterek çalışmaların yapılmasını düşünmesi, aile fertlerinden özel ilgi sahaları dolayısıyla bu yönden istifade edilebileceğini söylemesi, objektif bir ilim adamına yakışacak davranış biçim-lerindendi.

Gezi boyunca, gerek yemekli toplantıların sonunda ge-rekse okulların mezuniyet programlarında geziye katılanlarca

değerlendirme konuşmaları yapıldı. Montandon Hoca, yaptığı bu konuşmalarda, başarıları tebrik yanında, bu genç eğitimcilerin motivasyonlarını artırıcı cümleler söyledi ve bu samimi ifadeler herkes tarafından alkışlandı. Resmî ziyaretlerin planlandığı esna-da onun, “Bir yabancı profesör olarak gelip bir şeyler söylememin bu hizmete bir katkısı olacaksa geleyim, yoksa bu protokol prog-ramına katılmamak bana bir rahatsızlık vermez. Genç arkadaşlar-la şehri gezerim.” şeklindeki yakarkadaşlar-laşımı dikkat çekiciydi.

Kara yolu ile Ulanbatur’dan Dahran şehrine giderken ve-rilen molalarda, yol kıyısındaki atlara binmesi konusunda Sa-dettin Bey’in yaptığı teklifi geri çevirip arabaya binince bana,

“Moğolistan’la ilgili bir kitapta ‘Bu atlar sakin dururlar, fakat üzerlerine binince biniciyi düşürürler.’ yazıyordu, onun için bin-medim.” demesi de ayrı bir dikkatin ifadesiydi. Genç arkadaşla-rın düzenledikleri bu güzel eğitimi tanıtma organizasyonunda bir programa daha yetişmek için geri dönmek zorundaydık ve beş saatlik Ulanbatur-Dahran kara yolunu, okul merasiminden sonra gece tekrar katedecektik. Arkadaşların resmî makamlardan hatıra binaen tuttukları iki helikopter bizim için çok büyük bir sürpriz olmuştu. Prof. Montandon’un, yine Moğolistan’la ilgili okuduğu kitaptan öğrendiğine göre, bütün Moğolistan’da çalışır halde sadece üç helikopter bulunduğunun yazıldığını söyleme-si ve ikisöyleme-sinin bize tahsöyleme-sis ettirilmesöyleme-sinden dolayı genç arkadaşları tebrik etmesi de ayrı bir güzellikti.

Ben, uçakla Ulanbatur’dan Bayan Ülgey şehrine giderken, seyahatte Türk büyükelçisinin bize refakat etmekle büyük bir nezaket gösterdiğini söylediğimde, “Evet, güzel bir hareket ama bu onun görevi. Zira onun burada bulunma misyonlarından biri de eğer burada vatandaşları varsa onlara hizmet etmek.” şeklin-deki yaklaşımı onun bir Batılı olduğunun göstergesiydi.

Moğolistan’a birlikte gittiğimiz heyetin diğer üyeleri ara-sında Zeki Hafızoğulları, Saadettin Başer, Hikmet Savcı, Doğan

Topaloğlu, Erdal Demir, Gülemre Aybars, T. Tamer Kumkale, Ay-dın Ecer gibi, alanlarında her biri ülkemizin seçkin siması olan şah-siyetler de bulunuyordu. Gezi ile ilgili duygu ve düşüncelerini ifade eden raporlar yazdılar. Bunların bazıları bir kısım yayın organla-rında yayımlandı, bazıları ise daha önce hiçbir yerde yayımlanma-dı. Çok önemli bulduğum bu raporları buraya almak istiyorum.

Belgede İsviçre den Moğolistan a (sayfa 40-45)