• Sonuç bulunamadı

Ömrünün büyük bölümünü, anneannesinin merkezinde yer aldığı bir kadınlar topluluğunun, geleneksel bir hayat süren insanların, bir mahallenin, bir sokak hayatının içinde geçiren ve daha sonra pek çok eserinde anlatacağı halktan kişileri tanıyan Gürpınar, zaman içerisinde yapacağı okumalarla, halktan insanların inançlarına, yaşayışına, kültürüne ters bir hayat görüşünü romanlarında savunmaya başlayacak, bu insanları çok yakından tanıdığı ve anlattığı halde, sahip olduğu dünya görüşü itibariyle halkın çok uzağına düşecektir. Zaman zaman yazara yöneltilen ‘halkçı olmadığı’55 veya ‘halk adamı olamadığı’56 yönündeki eleştirilere böylesi bir “mesafe”nin sebep olduğunu bilmek gerekmektedir.

Berna Moran, Gürpınar’ın dünya görüşünü anlamaya ve anlatmaya çalıştığı incelemesinde, “Ahmet Mithat temelde, halkın İslam ideolojisinden kaynaklanan değerlerini paylaşan bir adamdı. Gürpınar ise politika, ahlâk ve din alanlarında halkın görüşünden çok ayrı fikirler besliyordu…” der ve ekler: “…halkın geleneksel inançlara, yerleşmiş düşüncelere, göreneklere ve dine dayalı zihniyeti yerine, Batı’nın akla, bilime dayalı pozitivist zihniyetini yerleştirmeye çalışmıştır.”57

53 H. S. Gezgin, “Edebî Portreler/Hüseyin Rahmi”, s. 5.

54

“Kişiliği” bölümündeki vurgulamalar (koyu yazılmış ifadeler) bize aittir.

55 M. Kaplan, Hikâye Tahlilleri, s. 35.

56 A. Kabaklı, Türk Edebiyatı, C. 3, s. 312.

57 B. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 87-88. Ahmet Mithat Efendi’nin, yukarıda Berna Moran’ın

açıkladığı doğrultuda bir dünya görüşüne sahip olduğunu ayrıntılarıyla görebilmek için, Orhan Okay’ın Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi çalışmasına bakmak gerekir. Orhan Okay’ın sadece şu cümleleri bile, Ahmet Midhat’ı anlamak açısından önem arz etmektedir: “İslam ve hıristiyanlığın karşılaştırılmasında Ahmet Midhat İslam dininin itikad ve ibadet konusundan ziyade bir medeniyet görüşü olduğu üzerinde durur. Filhakika onun romanlarında İslam akide ve ibadetlerini yaşayan, müdafaa eden bir şahıs yoktur. Buna mukabil gerek tiplerin konuşmalarında, gerekse muharririn mütalaalarında islamın ahlâki, içtimai hatta ilmi değerleri üzerine mülahazalarına rastlarız. Bir bütün olarak islamın üstünlüğünü müdafaa eden dört kitabını (Müdafaa, İstibşar, Beşair, Niza-ı İlm ü Din) hangi düşünce ve endişelerle kaleme aldığını bu bahislerde belirttik.” Bk. O. Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi, s. 404.

17

“Ben her yapıtımda, avamı, gülmece arasında yüksek bir felsefeye doğru çekmeye uğraştım.”58 diyen Gürpınar’ın “yüksek felsefe”sinin içeriğini besleyen anlayışlardan biri sosyalizmdir.59 Ahmet Oktay şunları söyler:

“Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, dizgesel olmayan ve Darvinizm, Marksizm, Eksperimantalizm, Naturalizm gibi düşünce ve yazın akımlarının birbirinden kopuk ögelerini seçmeci (eklektik) bir tutumla birleştirmiş dünyagörüşü giderek karamsar bir havaya bürünmektedir. Kahramanlarının hemen hepsi, inançsız, çıkarcı, her türlü

kötülüğü yapabilen insanlar haline gelir. Sözcüğün tam anlamıyla nihilistleşirler.”60

Moran’a göre, Darvinizm61, Marksizm62, Aydınlanma felsefesi63, Nietzsche64 ve Schopenhauer65, Gürpınar’ın “yüksek felsefesi”nin kaynaklarıdır.

Gürpınar’ın çok farklı sebeplerle, derin bir nihilizm içinde olduğu bilinmektedir. Ancak bu karamsarlığın, yazarın ilerleyen yaşlarında daha da arttığı söylenebilir. Gürpınar’ın uzun seneler dostu olmuş ve onun hakkındaki en önemli eserlerden birini yazmış olan Refik Ahmet Sevengil, bu konuda şöyle der:

58 H. R. Gürpınar, Cadı Çarpıyor/Şakâvet-i Edebiyye, s. 123.

59 A. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, s. 759.

60 Age, s. 760.

61 Darvinizm, “Ünlü İngiliz biyolog ve doğa bilimcisi Charles Darwin’in doğal ayıklanma, türlerin kökeni ve

insanın türeyişiyle ilgili evrimci görüşünü, onun insan da içinde olmak üzere, tüm canlı varlık türlerinin doğuşunu ve gelişmesini yaşama savaşıyla açıklayan araştırmalarını ve görüşlerini tanımlayan genel terim. …insanı da içine alan canlı doğanın evrimle oluştuğunu, bu evrimin itici gücünün, yaşama kavgası ve bunun sonucu olarak da, doğal ayıklanma olduğunu, doğal türlerin yaratılmayıp, doğal etkenlerle, birbirlerinden çıkarak oluşmuş olduğunu öne süren öğreti olarak Darwinizm, Darwin’in, evrimin üç ilke ya da etkenin etkileşimine dayandığı anlayışını tanımlar. Bu üç ilke ya da etken sırasıyla değişiklik, kalıtım ve varolma savaşıdır.” Bk. A. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 244.

62

“Karl Marx ve Friedrich Engels’in yazılarıyla bütünleşmiş kuram ile çeşitli siyasal pratikler ve politikalar bütününü anlatan bir kavram.” Bk. G. Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, s. 473.

63 “Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan ve önde gelen birtakım filozofların

aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici yapma ve insan zihniyle bireyin bilincini, bilginin ışığıyla aydınlatma yönündeki çabalarıyla seçkinleşen kültürel dönem, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı, felsefi ve toplumsal hareket. Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürler, düşünce ve ifade özgürlüğü, dinî eleştiri, akıl ve bilimin değerine duyulan inanç, sosyal ilerlemeyle bireyciliğe önem verme başta olmak üzere, bir dizi ilerici fikrin gelişimine katkıda bulunmuşlardır.” Bk. A. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 111.

64 “1844-1900 yılları arasında yaşamış Alman düşünürü. Aydınlanma akılcılığı, hümanizm ve deizmin mantıksal

sonuçlarını çıkarsamış olan Nietzsche, Kierkegaard’ın yaptığı gibi, ne fideizm yoluna girmiş, ne de Hegel gibi, inanç ve aklı daha yüksek bir düzlemde uzlaştırmaya çalışmıştır. Başka bir deyişle, Aydınlanma düşüncesinin mantıksal sonuçlarını çıkartırken, Aydınlamanın silahı olan aklı en keskin bir biçimde kullanmış olan Nietzsche, ‘Tanrının öldüğünü’ iddia etmiştir.” Bk. A. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 111.

65 “1788-1860 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman irrasyonalist düşünürü. …Schopenhauer felsefesinin

temel tezi, esas gerçekliğin Kantçı kendinde-şey olduğu düşüncesinden meydana gelir. Kendinde-şeyi kör bir metafiziksel güç olarak irade diye tarif eden filozof, buradan bir kötümserlik etiği, kötümser bir yaşam felsefesi üretmiştir.” Bk. A. Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 918.

18

“Hüseyin Rahmi’nin bütün eserlerine hâkim olan realizm, onu ihtiyarlığında şiddetli bir pesimizme götürmüştür. Zaten öteden beri hayata ve etrafına şüpheli ve tetkikçi gözlerle bakmaya, insanların çehrelerini değil, dimağlarını ve olayların iç yüzünü görmeye alışmıştı; yaşlandıkça kendisini oyalayamaz oldu. Aldanmaktan korktuğu için kolay kolay inanamıyordu. Hiçliğe yaklaştıkça etrafını daha karanlık gördü,

yetmiş yaşında Nietszhce’nin eserlerini tercümeye kalktı.”66

Berna Moran, Gürpınar’ın dünya görüşünü “toplumsal adalet, kadın erkek ilişkileri ve din” başlıklarında topladıktan sonra, onun II. Meşrutiyet’ten sonra ülkemizde kendini göstermeye başlayan solculuk düşüncelerinden etkilendiğini söyler. Şıpsevdi için, “bir iki sayfayla da olsa, ekonomik adaletsizliğe, emek ve sermaye sorununa, sömürü düzenine değinen ilk romandır.” der.67 Yazarın sömürü düzenini eleştirdiği romanlarına örnekler verir. Ancak Berna Moran, Gürpınar’ın komünizm hakkındaki bilgisinin yetersiz olduğundan bahseder ve romanlarındaki sorunları Marksist temeller üzerine oturtmamasını eleştirir.68

Kokotlar Mektebi adlı romanının ön sözünde, Gürpınar, insanların menfaatleri için birbirleriyle mücadele edişlerinden bahseder. İnsanların birbirleriyle mücadelesi, hayvanlar arasında görülen “boğaz” mücadelesinden farklı değildir. “Affedersiniz, öldürmek için toplanan insanların da bir kurt sürüsünden hiç farklı olmadıklarını söyleyeceğim… Aç kalan bir insanı tıpkı bir hayvan gibi içgüdüsü çalmaya çırpmaya, öldürmeye zorlar ve kanun karşıdan demir pençesini gösterir. İşte insan bu iki korkunç kuvvetin arasında daima bir kaçamak yolu izlemekle meşguldür.”69

Hüseyin Rahmi’nin dünya görüşünü ele veren en önemli belgelerden biri de, Necip Fazıl’a yazmış olduğu bir mektuptur. Bu açıdan aşağıdaki satırlar önemlidir:

“Koyu septik bir adamım. Nietzsche ölmemek için öldür, doy, yaşa diyor. Zaten beşeriyet bu nasihatı almadan önce işini böyle görüyordu; görüyor ve görecektir. Kuvvetten başka hak, nizam, kanun tanımıyorum… Büyük kuvvetler daima küçükleri hazmederek kendi bünyelerine katarlar. Tabiatın bu çok vahşi, zalim huyunu beşerin

66 R. A. Sevengil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, s. 134.

67 B. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 89.

68 Age, s. 93.

19

her dem mütebeddil suni kanunları, moralleri değiştiremezler. İnsan daima insan

kalacaktır.”70

Moran’ın, yazarın romanları üzerinden yaptığı okumalarla ulaştığı sonuçların, yani Gürpınar’ın “toplumsal adaletsizlik”le ilgili düşüncelerinin, öykülerinde de izinin sürülebileceğini söylemek mümkündür. Örnek olarak “Büyük Bir İbret Dersi” öyküsü verilebilir. Bu öyküde, bir yiyeceği üleşen köpekler arasındaki adaletsizliği gören yazar, için için acı çeker. Köpekler arasında en güçlü olanı, yemekten en büyük payı almıştır. Köpeklerin güçleri azaldıkça, yiyecekten aldıkları pay da azalmaktadır. Önlerine bırakılan yiyeceği aralarındaki güç hiyerarşisine göre, yukarıdan aşağıya sıralanarak yiyen köpekler, yazara doğrudan doğruya kendi toplumundaki insanları düşündürmektedir. Toplumda da, güçlü olan güçsüzü ezmekte, “altta kalanın canı çıkmaktadır.”

Kadın erkek ilişkileriyle ilgili olarak da, Gürpınar’ın, Türk toplumunun genel yaklaşımları hilafına düşüncelere sahip olduğu bir gerçektir. Yazar, kadınların aleyhine işleyen bir haksızlık düzeni olduğundan bahseder. Toplumun “namus”tan anladığı şeyi sorgulamak ister. Kadınlara toplumda uygulanan çifte standarttan yakınır. Mediha Berkes, bu konuda şunları söyler: “Hüseyin Rahmi eski cemiyette kadının aşağı sayılan mevkii üzerinde çok düşünmüş, kadının tahsil ve iş hayatına girişini adım adım takip etmiştir. Cemiyette kadının namus ve iffeti son derecede mühim görülüyor. Aynı suçu kadınla erkek müşterek olarak işledikleri halde cemiyet bütün yükü kadının omuzlarına yüklüyor, erkeğe ise bundan hiçbir mesuliyet hissesi düşmüyor. O, bu meseleleri eserlerinde her çeşit kafada ahlâkta kimselere münakaşa ettirmiş, kadın ve erkek müsaviliğini geniş görüşlülükle müdafaa etmiştir.”71

Gürpınar, aşka ve evliliğe olumsuz yaklaşır. “Hiçbir yazarda bu kadar çok zina olayına rastlanmaz.”72 Eserlerinde kadınlar da erkekler de oldukça sadakatsiz kişilerdir. Gürpınar, aşkın insanlara verdiği zarardan bahseder. Romanlarında, evlilik dışı ilişkilerin serbest olması gerektiğini savunur. Moran, bütün bu görüşler için, “Gürpınar aşırı görüşlerini Türkiye’de uygulanmasını düşünerek yazmıyordu kuşkusuz. Bunlar teorik düzeyde ilgi duyduğu ve ancak fanteziye kaçar bir biçimde ele alabileceği konulardı.”73 der.

70 H. R. Gürpınar, Mektupları ve Tiyatro Eleştirileri, s. 88.

71 M. Berkes, “Hüseyin Rahmi’nin Romanlarında Aile ve Kadın”, s. 20.

72 B. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 94 vd.

20

Kadın erkek ilişkileri bakımından, Gürpınar’ın öykülerinde de durum romanlarından farklı değildir. Kadınlar da, erkekler de birbirlerini aldatmaktadırlar. Yazar aşka ve evliliğe olumsuz bakmaktadır. Herkesin herkesi aldattığı, kimsenin kimseye güvenmediği ilişkiler, büyük mutsuzluklara gebedir. Üstelik eşlerini aldatanlar arasında, yaptığının meşruiyetini savunan, geleneksel namus anlayışını çok sert şekilde eleştiren kadınlara ya da eşlerini kendisini aldattığı sevgilisine terk etmeyi uygun bulan erkeklere rastlanmaktadır. “Gönül Ticareti”, “Uçurumun Kenarında”, “Çocuğumun Babası”, “Hangisi Daha Zevkli?” gibi öyküler, toplumun namus anlayışını sorgulayan, toplumun kadınlara haksızlık ettiğini savunan, onlara karşı ikiyüzlü bir tavır sergilendiğini iddia eden görüşlerle, eşlerini aldatan kişilerle doludur. Ancak “Kanlı Eldiven” gibi, “Ölü Diri Getirir” ya da “İki Loğusa” gibi, temiz, masum, mutlu ilişkilerin anlatıldığı öyküler de bulunmaktadır. Örneğin “Katil Puse” öyküsü, evlilik kurumunun onaylanmasıyla son bulur. Gene de öykülerin büyük çoğunluğundaki kadın erkek ilişkileri, Moran’ın yukarıda romanları için söyledikleriyle paralel özellikler arz etmektedir. Moran’a göre, Gürpınar’ın dünya görüşünün üç ayağından biri de “din”dir. Gürpınar, romanlarında, “…büyücülük, falcılık, bakıcılık gibi şeylerin, cin, peri, hortlak gibi doğaüstü varlıkların ve güçlerin boş inançlar olduğunu anlatmak için bunlarla ilgili olayların akılla ve doğa yasalarına uygun bir şekilde açıklanabileceğini göstermek ister. Çürütmeye çalıştığı inançlar, dinde kölelik ruhu aşılayan, tevekkül, alınyazısı, kısmet ve rızk gibi, insanları haksızlıklar karşısında boyun bükmeye iten miskinleştirici inançlardır. Halk bunlara inandığı sürece sömürülmekten kurtulamayacaktır.”74

Gürpınar’ın öykülerinde de, din adamlarının genellikle olumsuz bir şekilde çizildiği, özellikle halkın batıl inançlarının eleştirildiği görülmektedir. Cahil mahalle kadınlarının, büyüye, üfürüğe inanmaları, ya da bazı geleneksel uygulamaları abartmaları mizahi bir dille anlatılmakta ve eleştirilmektedir. “Kadınlar Vaizi”, “Baltayla Doğuran Böyle Doğurur”, “Tosun” gibi öykülerde, halkın batıl inançlara ya da cahil din adamlarına olan ilgisi eleştirilmektedir. Moran’ın, yazarın romanları üzerinden yaptığı ve “din”le ilgili olarak vardığı sonuçlar, yönelttiği eleştiriler, öyküleri üzerinden yapılan bir okumada da (aynı sertlikte ya da aynı keskinlikte olmasa da) görülebilir.75

74 Age, s. 98.

75 Burada, Moran’ın, Gürpınar’ın romanları üzerinden yaptığı okumalar ve onun dünya görüşüne ilişkin vardığı

sonuçların, yazarın öyküleri üzerinden yapılacak okumalara büyük oranda paralel olduğunu söylerken ve bu görüşlerimizi örneklerken, kimi öykülerinse, Gürpınar’ın yukarıda ipuçları verilen dünya görüşünün tersine, geleneksel hayatımıza ve dinî inançlarımıza paralel düşünceler taşıdığı ve dolayısıyla Moran’ın üç temel üzerine

21

“…Gürpınar’ın halka aşılamak istediği fikirler köklü değer değişiklikleri anlamını taşır ve felsefesi çok karamsardır. İnsan doğuştan bencil bir hayvandır ve yaşam bu bencil insanlar arasında sonu gelmeyen korkunç ve iğrenç bir didişmedir. Altta kalanın canı çıksın ilkesince sürdürülen bu bireysel ve sınıfsal savaşta bile, kurnazlık, yalancılık, ikiyüzlülük gibi silahları ustalıkla kullananlar güçlü olurlar, ahmakları ezerler. Onun için tüm dünyada insanlar, güçlü ve güçsüz, zeki ve ahmak, aldatan ve aldanan olmak üzere iki kısımdır.”76

“Gürpınar, kültür tarihimizde bir roman(cı)dan çok bir ‘düşünür’ rolü oynamıştır. Ne yazık ki, düşüncesine moral bozucu bir karamsarlık egemendir. Toplumsal adaletsizlikler ve kadının düşük statüsü ile ilgili aydınlatıcı eleştirileri, ‘homo homini lupus’ felsefesinin boğucu baskısı altında ikinci plana itilirler. Bununla beraber Hüseyin Rahmi Gürpınar hiç de küçümsenecek bir yazar değildir. Köleliğin henüz tasfiye edilmemiş olduğu, şer’i hukukun –açılan gediklere rağmen— egemen bulunduğu, bireyciliğin gelişmediği ve cemaat esprisinin yaygın olduğu bir toplumda laik ve bireyci tezleri en radikal biçimlerde savunarak fikir hayatımızda önemli öncülerden biri olmuştur.”77

Timur’un bu cümleleri, Gürpınar’ın dünya görüşünü bütüncül bir şekilde anlamamızı sağlamaktadır.78 Niyazi Berkes’in aşağıda okuyacağımız görüşleri ise, bir Hüseyin Rahmi oturttuğu dünya görüşünün dışına çıktığını belirtmemiz gerekmektedir. “Allah Gönlüne Göre Versin” öyküsü şu satırlarla biter: “Deminden sen bana acıyarak o tek lirayı vere idin zekât yerine geçer Allah da sana merhamet ederdi. Şimdi üç bin lirayı mı verirsin? Canını mı? Düşün.. lakin bazen Allah’ın cilvesi o kadar anında zuhur eder ki, Allah gönlüne göre versin..” (NAM, s. 69) “Büyük Ana” öyküsünde metafiziksel bir boyuta geçilir. Büyük Ana, çok uzak memleketlerde savaşırken ölen torununun öldüğünü aynı anda hisseder. Bu, temelinde doğa olaylarının ancak deneylerle açıklanabileceğini savunan pozitivist düşünceyle, yani Gürpınar’ın dünya görüşünün odağında yer alan düşünceyle taban taban zıt bir durumdur. “Katil Puse” öyküsünün finalinde evlilik kurumuna geleneğin ve dinin bakışı paralelinde bir yaklaşım söz konusudur.

76

B. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 99.

77 T. Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, s. 49.

78 Çeşitli araştırmacıların, yazarın romanları üzerinden yaptığı okumalar, onları yukarıda özetlemeye çalıştığımız,

Gürpınar’a ait bir “yüksek felsefe”ye ulaştırmış görünmektedir. Hâlbuki Gürpınar’ın yazıları, söyleşileri, mektupları ve hatıralarına bakıldığında, karşımıza böylesine tutarlı, sistematik bir bütün çıkmamaktadır. Bir başka deyişle, Gürpınar’ın romanlarında dile getirdiği düşünceler belli oranda bir sistematiğe, bir bütünlüğe sahipse de, Gürpınar’ın zihni, gönlü belli bir tutarlılıktan mahrumdur. Gürpınar, farklı yazı ve söyleşilerinde farklı görüşler ileri sürmüş, farklı tavırlar takınmıştır. Ben Deli miyim? romanının mahkemesinde, “Kulların mahkemeleri huzurunda değil, Allah’ın divanına çıksam söyleyeceklerim yine ancak işte bunlardır.” (Bk. H. R. Gürpınar, Mektupları ve Tiyatro Eleştirileri, s. 192.) derken, “Bu İptidasız Sonsuz Âlemde Kendini Kaybeden Bir Daha Bulamaz” başlıklı yazısında, öldükten sonra yeniden dirilme olduğuna inanmadığını çok net bir biçimde dile getirmiştir. Bk. H. R. Gürpınar, Gazetecilikte Son Yazılarım 2, s. 118. “Dinler insanları öldükten sonra diriltiyor, yaptıklarına göre cennete cehenneme sokuyor, ne idiği belli olmayan bir ahiret müjde ve korkutmalarıyla dünyaya düzen vermeye çalışıyor…” demiştir. Bk. H. R. Gürpınar, Gazetecilikte Son Yazılarım 2, s. 116. Gürpınar’la Cemal Kutay tarafından yapılmış bir söyleşide ise, Gürpınar, samimi bir müslüman olduğunu söylemiş, kâinatın yaratıcısının insanların hayatına muayyen istikametler verdiğini belirtmiştir. Bk. Gürpınar, Hüseyin Rahmi; Gazetecilikte Son Yazılarım 4, s. 158. Mısır gezisi sırasında Sevengil’e yazdığı mektupta, yazar, teravih namazı

22

Gürpınar eleştirisi olarak düşünülmelidir: “Fikri gıdasını aldığı on sekizinci asır materyalist felsefesi Hüseyin Rahmi’yi de, Freud gibi, yanıltmıştır. Büyük sosyal çözülmeler içinde insanın hayatında gördüğü marazilikleri o, insan tabiatında köklü, silinmez bir takım saiklere, aşk ve açlık kuvvetlerine atfediyor. … O, açların veya ahlaksızların hayat mücadelelerini tasvir ederken bunların tarihi ve ekonomik şartlarını görememiş, onları sadece hayvani insiyaklara atfetmiştir.”79