• Sonuç bulunamadı

Dönemin Eğitim Anlayışına Genel Bir Bakış

Sosyal, psikolojik, ekonomik ve kültürel birçok farklı ihtiyacı olan insanın bütün bu ihtiyaçlarını tek başına karşılayabilmesi mümkün olmadığı için, insanın tek başına yaşaması düşünülemez. Toplum içerisinde yaşayan insan, diğer insanlarla sürekli iletişim içerisinde ve birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunurlar. Bu bilgi alışverişi sonucunda birbirlerinin yeteneklerini geliştiren insanoğlu, yaşamının her kesiminde formal veya informal bir eğitime ihtiyaç duyar. Eğitim sayesinde birbirlerinin kabiliyetlerini geliştiren insanlık, aynı zamanda kendisinden sonra gelen kuşaklara da sahip olduğu birikimlerini düzenli bir şekilde aktarma imkânı bulur.

Osmanlı Devleti maalesef son yüzyılını büyük savaşlarla geçirmiş ve bu savaşlar sonucunda çok ciddi toprak ve ekonomik kayıplar yaşamıştır. Bunun sonucunda da birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında (askeriye, tıbbiye ve mülkiye hariç) da çağın gerisinde kalmıştır. Aslında Tanzimat’tan sonra ülkenin kötü gidişine dur demek için eğitim alanında da birçok hamle yapılmış (Akyüz, 1999:137-139), medreselerden ayrı olarak rüştiye, idadi, sultani gibi batı tarzın da eğitim veren okullar açılmış (Akyüz, 1999:143-146). Bu okullarda eğitim vermesi için yeni öğretmen okulları (Akyüz, 1999:154), başta askeriyenin ihtiyacını karşılamak için teknik okullar açılmış (Akyüz, 1999:149-151), ancak bu okulların geniş bir coğrafyaya hükmeden Osmanlı topraklarının tamamına yayıldığını söylemek pek mümkün değildir. Yeni açılan okullar genelde büyük il merkezlerinde açılmıştı. Anadolu’daki bazı büyük il ve ilçe merkezleri dışında diğer il ve ilçeler ortaöğretim ve teknik ve mesleki eğitimden mahrumdu (Akyüz, 1999:150-151). Hatta bazı il merkezleri ortaokuldan da mahrum durumdaydı. Anadolu’da ki bu okul azlığını görünce halkın büyük bir kısmının okuma yazma bilmediğini söylemek çok zor olmasa gerek. Ayrıca batı tarzında eğitim veren okulların medreselerin kapatılmadan açılmış olması, bu kurumlar arasında ikicilik çıkmasına da sebep olmuştur (Akyüz, 1999:138). Osmanlı bakiyeleri üzerine 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti böyle bir eğitim devralmıştı.

48 Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitim en önemli konuların başında gelmiştir. Bunun ise iki sebebi vardı. Birincisi yeni kurulan devletin resmî ideolojisini ve yapılan inkılâpları halka benimsetmek, ikincisi ise gelişmenin ve modernleşmenin, dolayısıyla muasır medeniyetler seviyesine çıkmanın ancak eğitim ve bilim yoluyla olacağının benimsenmiş olmasıdır. Eğitimin önemi kavranmış ve eğitimdeki yeniliklere öncelik verilmiş olmasına rağmen, eğitim de istenilen başarılar yakalanamamış ve bilimsel bir eğitim sistemi oluşturulamamıştır. Bu durumun en büyük sebeplerini ise savaşlarda, özellikle Çanakkale Savaşı’nda, okumuş insanlarımızın büyük bir kısmının şehit olması, yönetimdeki eksiklikler, Osmanlı’nın izlerini silme çabası ve ekonomik yetersizlikler olarak sıralayabiliriz. Tüm bu olumsuzluklara ilaveten bir de Batılılaşma fikrinin özenti ve kontrolsüz bir şekilde eğitim sistemimizde de hissedilmesi, eğitim sistemimizin daha da çıkmaz bir hal almasına sebep olmuştur.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı’dan okuma yazma oranı düşük bir halk devralmıştı. Bunun üzerine bir de harf inkılâbı (1928) yapılınca, toplumun nerdeyse tamamına yakını Latin harflerini bilmediği için okuma yazma bilmez durumuna gelmişti. Durum böyle olunca okuma yazma seferberliği tüm vatandaşları kapsar bir şekilde yapılmaya başlanmıştı.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eğitimdeki ana hedeflerinin başında milliyetçilik gelmekteydi. Bu hedefin belirlenmesinde hiç kuşku yok ki Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı Devleti’nde yaşayan azınlıkların sürekli olarak bağımsızlık mücadelesine girmesinin büyük etkisi vardı. Osmanlı Devlet erkânı azınlıkları devlet içinde tutabilmek için birçok düzenleme ve yenilikler yaparken, Osmanlı aydınları da Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi fikir akımları ortaya atarak devletin parçalanmasına engel olmaya çalışmıştır. Fakat bunların hiçbiri Avrupa devletlerinden de destek alan azınlıkların düşünce ve davranışlarında bir değişiklik oluşturmamıştır. Son olarak Türkçülük fikri ile yapılan milli bir mücadele sonunda bugünkü devletimizin temelleri atılmıştır. Yeni kurulan devlet de milliyetçilik fikrini eğitimin ilk hedefleri arasına koymuş, bu fikrinin alt yapısını oluşturmak içinde Türk Tarih Kurumu (1931) ve Türk Dil Kurumu’nu (1932) kurarak bu kurumların çalışmalarına büyük önem vermiştir.

49 Eğitimin diğer hedefleri ise halkçılık, inkılâpçılık ve daha sonraki zamanlarda laiklik olacak şekilde belirlenmişti. Bu hedefler doğrultusunda halkın tamamının ilkokul tahsilini tamamlayarak; halkın gündelik hayatta ihtiyacı olan bilgiler edinmesi, toplumsal düzeni sağlamak için gerekli olan değerleri içselleştirmesi ve belki de en önemlisi yeni kurulan devletin yaptığı ilke ve inkılâpların halk tarafından özümsenmesinin sağlanması amaçlanmıştır. 1924 yılında çıkartılan Tevhi-i Tedrisat kanunu ile de ülkenin eğitim sistemi pozitif bilimler ve Batı’nın uygulamalarını kendine örnek almış ve laik bir eğitim sistemine geçiş başlamıştır (Akyüz, 1999:283- 286).

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, halkın eğitim ve öğretim tahsilini yükseltmek için yasal birçok düzenleme yapmış; il, ilçe, kasaba ve bazı köylere yeni okullar açmış ancak, en önemli problemi olan bu okullarda görev yapacak ve yeni kurulan devletin misyon ve vizyonu benimsemiş olan öğretmen eksiğini kapatamamıştır. Bu durumu çözmek için de ülkenin demografik yapısı ve coğrafi durumu başta olmak üzere birçok farklı değişken göz önüne alınarak detaylı araştırma ve çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde ülke nüfusunun %85’e yakınının köylerde yaşaması ve ulaşım imkânlarının zor olması en büyük sorunun köylerde görev yapacak ve köy yaşamına uyum sağlayacak, köydeki eğitim-öğretim ve yeni kurulan devletin halk tarafından sevilip sahiplenmesinin yanında sağlıktan tarıma kadar köydeki birçok işten anlayan ve bu konularda köylüye örnek olacak öğretmenler yetiştirmekti. Bu sorunu çözmek için sırasıyla Eğitmen Kursları, Köy Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri açılarak, bu okullara köylerden öğrenciler alınmıştır. Bu okullara köylerden öğrenci alınmasının en büyük sebebini ise, bu okullardan mezun olan öğretmenlerin tekrar köylerde yaşayacak olması ve köy hayatına uyumda problem yaşamamaları amaçlanmıştır. Burada hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Köy Enstitülerinde öğretmen olarak mezun olan bir kişiden devletin beklentisi çok yüksekti ve bunda da istediği başarıyı sağlayamamıştır. Zira devlet bu öğretmenlerden eğitim-öğretim ve yeni kurulan devletin inkılâplarının halk tarafından benimsenmesinin sağlanmasının yanında,

50 tarımdan, sağlıktan, müzikten, resimden ilh.2 birçok farklı konuda anlaması

bekleniyordu. Bir bireyin öğretmen dahi olsa birçok alanda uzman olması mümkün olmadığı için arzulanan başarı yakalanamamıştır. Bu dönem de ortaokullara, orta muallim mektepleri; liselere de yüksek öğretmen okulları öğretmen yetiştirmekteydi (Güngör,1993a: 59-60).

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin önceliği halkın okuma-yazma oranını yükseltmekken, ilerleyen yıllarda bu durum biraz daha niteliği artırmaya ve üst eğitim kurumlarına yönelik çalışma ve hedeflere doğru yönelmiştir. Özellikle çok partili döneme geçişle birlikte ortaöğretime yönelik hedeflerin önem arz ettiğini, eğitim başta olmak üzere birçok konuda örnek alınan Avrupa yerine, ABD’nin ön plana çıktığını, çok sayıda ABD’li eğitimci ülkeye davet edilmiş ve birçok Türk öğrenci de ABD’ye gönderilmişti (Akyüz,1999: 355-357). 1950 yılında siyasi iktidarın değişmesiyle birlikte aslında birçok anlayış değişmiş, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalınmakla birlikte, eğitimin hedeflerinde, uygulanan eğitim programında, öğretim yöntem ve tekniklerinden değişikliklere gidilmişti (Karakök, 2011:91-92).