• Sonuç bulunamadı

ŞİİR ÜSTÜNE YAZILARINDAN

CUMHURİYET DEVRİNDE ŞİİR

H er yıldönüm ü, bu konu üzerinde birçok kişi yazı yazar.

Konu hep o konu olduğuna, yıldan yıla da büyük değişiklikler olam ayacağına göre, söylenenlerin birbirini tutm ası, birbirine benzem esi gerekir. Gel gelelim, böyle olmaz; görüşler birbirin­

den o kadar ayrıdır ki bu yazıların, çoğu zaman, bam başka ko­

nuları ele aldıkları, bam başka olaylardan söz açtıkları sanılır. Ben bunca yıldır şiirle uğraşmış bir adam olduğum için, benim de kendim e göre bir görüşüm vardır elbet. Böyle bir yazı yazmaya kalkınca da, ister istemez manzarayı o görüşle görm ek zorunda kalırım. Oysaki çoğu kimseler bu gibi yazıların tarafsız bir dille yazılmasını isterler. Şiirimizin değerleri üzerine konuşm aya kal­

kacak olsam büsbütün tarafsız olabilir miyim bilmem; ama o ta­

rafa hiç dokunm adan, Cum huriyet'ten sonraki şiirimizin özellik­

lerini belirtmeye, ayrı ayrı yönlerde gelişmiş olanlarının da ortak taraflarını m eydana çıkarmaya çalışırsam suya sabuna dokunm a­

dan söylenecek birkaç şey bulabilirim sanıyorum. Bu işi yapar­

ken belki birkaç şair adı da anacağım. Ama, dediğim gibi, değer­

O dem ki refref-i hestiye samt olur kaim

gibi bir mısra yazabilen HaşinVe karşılık Yahya Kemal,

Geçsin hayırlısıyla şu beyhude sonbahar

diyor. Birincininkine karşılık İkincinin ne kadar sade, ne kadar rahat, ne kadar halkın dili olduğu m eydanda. Gerçi Yahya Ke­

mal bu dilin ne yaratıcısıdır, ne de bu dilin özelliği Yahya Ke­

mal'i Cum huriyet'ten sonraki şairlere bağlayıp kendinden önceki şairlerden ayıran bir özellik taşır. Ama Tanzimat'tan sonra dili şi­

irle bağdaştıran ilk adam oluşu, onu, dille şiiri birbirinden ayrıl­

maz kurumlar halinde gören Cumhuriyet devri şairlerinin başın­

da saymama sebep olur. Yahya Kemal'i son yüzyıl içinde dilin şiirdeki önem ini ilk sezen şair diye adlandırırken bir dil m esele­

sinden değil de bir şiir m eselesinden bahsediyorum . İşi bir dil olarak ele alsam şüphesiz daha gerilere giderim. Tanzimat yılla­

rında girişilmiş tek tük hareket bir yana, bu alanda en başarılı,

dırlar. Onları şairlikle vasıflandırmaya kalkışmak hem kendilerine karşı haksızlık, hem de görm ek istedikleri işe karşı saygısızlık olur. Ama onlardan sonra gelip de şiir adı altında yazılar yazmış olanlar için de öyle düşünem eyiz. Başarısızlıkları belki de salt is- tidatsızlıklarından gelmiyordur; yurtta şiirin uzun zam andan beri unutulm uş olmasının da payı vardır bu işde; ama bu da işi kö­

kalıp teker teker döküldüler. O şairler için belki de dil meselesi diye bir şey yoktu. Dillerini, Haşim'de olduğu gibi, şiirleri telkin ediyordu. Şiirleri ise halktan uzaklaşm ak istiyordu; dilleri de aynı şeyi isteyecekti. Oysaki aklı eren aydının isteği halka yönelmekti.

Bir halk hüküm eti kurulduktan sonra, okum a yazm anın yalnız aydınların, yalnız seçkinlerin değil, halkın malı olduğu anlaşıl­

dıktan sonra, halk da, şiirinin kendi diliyle yazılmasını isterdi el­

m enin yerine yeni kelime koymakla Tiirkçeleşmez; Türkçeleşse bile dil olmaz; işi daha tem elden almak, bunun için de halkın di­

line, halkın konuşm asına kulak kabartm ak gerekir. Ayrıca, sonu­

cunun bir şiir konuşm asında yer alması için de, yapılan işin şair­

ce olması gerekir.

Yüz yıl boyunca nazım yoluyla birtakım fikirler söylem iş olan şairlerimizden sonra Cumhuriyet devri şairlerinin gerçekten şiir söylediklerini rahat rahat ileri sürebiliriz. Bugün Türk şiirinde bir dil, Türk dilinde de bir şiir varsa, herhalde, Cum huriyetten sonra olmuştur. Kimileri son aylarda hüküm et zoruyla bir dil ya­

ratmanın imkânsız olduğunu söylediler. Bu amaçla, okul kitapla­

rındaki kelimeleri değiştirdiler; yeni kelimeleri atıp yerine eskile­

rini koydular. Ama, boşuna uğraşıyorlar. Bilmiyorlar ki halk, hal­

kın diliyle kfcnuşan sanatkârla birliktir. Kim ne derse desin, kim

zam an mevzu, kimi zam an fikir diye adlandırılan öz, gerçekten de şiirimizde - zaman zaman - ya fikir oldu, ya mevzu. Divan şi­

irimiz, deyişten ibaret olduğu için, onu bir yana bırakıyorum . Tanzimat yıllarının şiirleri, Divan şiirinin devamı yahut taklidi ol­

madığı zamanlar, sadece fikre dayandı. Bunlar, çoğu zaman, o kadar fikirden ve kuru nazım dan ibaret şeylerdi ki çoğunda şiirle en küçük bir ilişik bile göremiyoruz. Tanzimat'tan sonraki yılla­

rın şiirlerinde az, bayağı, gözü yaşlı bir hassasiyet oldu. Sonra sonra, bazılarının muhteva adını verdikleri bu şey bir aralık da şekille birleştirilmek istendi. Burada, şekil denince, dilden ayrı bir şey kastediliyordu. Eskilerin vezin ve kafiye ile, lafız ve mana sanatları ile farkına varabildikleri şekil, Cum huriye'ten sonraki şairlerin kafasında yeni bir değer kazandı. Pek yeni bir kavram olduğu için bunu açık ve seçik ortaya koymak pek o kadar ko­

lay değildi. Böyle olunca da şeklin m uhtevadan büsbütün ayrıla­

mayacağını ileri sürenlere bir parçacık hak vermek gerekiyordu.

Hiç değilse, yani bunlara hak verilm ese bile, bu fikrin tersini dinlem ekten ibaret olamayacağı için şairce bir şekille yetinem e­

di. Yemek, içmek, yatmak, kalkmak, hür olmak gibi daha bir sü­

rü derdi vardı. Üstelik bu dert yalnız kendi derdi değildi.

Eşit olmak için başkalarının da eşit olması gerekiyordu. Baş­

kalarının eşit olması başkalarının da hür olmasına bağlıydı. Ken­

disiyle eşit olan insan da kendisi gibi yiyecek, içecekti. Kendi hakkını koruyabilmesi için, başkalarının da haklarının ne oldu­

ğunu bilmeleri lazımdı. Ancak o zam an kuvvetli olunabilirdi. Bu­

nun için o insanları uyandırm ak, okutm ak, yazdırmak gerekiyor­

du. Zaten bu da eşitliğin şartlarından biri değil mi idi? Bu işi ba­

şarabilmek için, elbette, elindeki araçların en kuvvetlisini kulla­

nacaktı. O araç da şiir olduğu için toprağına bağlı Cumhuriyet devri şairi şiirini kendinin, yurdunun ve insanlığın yararına kul­

lanm aya başladı. Böylece, şiirdeki ö z yeni bir anlam kazandı.

Her hakkın arkasında saklanan ödev burada da kendini gösterdi.

Şiirin özü, şiirin ödevi oldu.

Uzun sözün kısası Bugünkü Türk şairi meselesi olan insan, halkı halka anlatıyor. Kendisi de halktan. Kendi refahının çoğun­

luğun refahına bağlı olduğunu, çoğunluğun da halktan başta bir şey olmadığını biliyor.

Bütün dünya şairleri gibi.

(Yeni İstanbul, 29. 10. 1950)

YAŞAMÖYKÜSÜ

O rhan Veli 13 Nisan 1914'te İstanbul'da doğdu, 14 Kasım 1950'de aynı kentte öldü. Babası Veli Kanık, Cum hurbaşkanlığı Armoni Orkestrası şefiydi. O rhan Veli'nin çocukluğu köklü bir sanat kültürü alabileceği bir ortam da, İstanbul'da geçti. İlköğre- nimine Galatasaray'da başladı. Daha sonra babasının görevi do ­ layısıyla gittikleri A nkara'da okudu. Şiir serüvenine birlikte atıla­

cağı arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le lise sıralarında ta­

nıştı. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fel­

sefe Bölüm ü'ne girdiyse de, 1935'te bitirm eden ayrıldı. 1936-1942 arasında PTT G enel M üdürlüğü'nde m em urluk etti. Askerlik gö­

revini 1942-1943 arasında G elibolu'da yedeksubay olarak tam am ­ ladıktan sonra A nkara'da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüm e Büro- su'nda çalışmaya başladı. 1947'de bu kurum da kendi deyimiyle

"antidemokratik bir hava" esm eye başlayınca istifa etti. 1 Ocak 1949'da yayımlamaya başladığı iki sayfalık "Yaprak" dergisini 15 Haziran 1950'ye değin yirmi sekiz sayı çıkardı. Bir gece Anka­

ra'da belediyenin yola kablo döşem ek için kazdırdığı bir çukura düşerek başından yaralandı. Ertesi gün İstanbul'a geldi, bir arka­

daşının evinde otururken fenalaşması üzerine kaldırıldığı Cerrah­

paşa Hastanesi'nde öldü. Mezarı Rumelihisarı'ndadır.

O rhan Veli küçük yaşlarda başlayan edebiyat tutkusunu, lise yıllarından arkadaşı O ktay Rifat ve Melih Cevdet'le birlikte, çeşitli şiir sorunları üzerine düşünerek geliştirdi. Üç arkadaş ilk şiirlerini O cak 1936'da "Varlık" dergisinde yayımladılar. O rhan Veli'nin 1936'dan 1940'a değin yayım ladığı otuz sekiz şiir, genellikle gençlik dönem inin ürünü kabul edilir. Bunlar, genel havasıyla Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas şiirini çağrıştıran, Fransız sem bolistlerinden etkiler taşıyan şiirlerdir. O rhan Veli bu dönem inde ağırlıklı olarak hece ölçüsüne ve uyağa önem ver­

O rhan Veli, 1937'den sonra, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le bîrlıkteTTurk edebiyatında çığır açacak olan yadırgatıcı şiirlerine , örnekler vermeye başladı. Şiiri müzikten ve resim den ayırmaya, şairaneliğe bütünüyle sırt çevirmeye, düşlerden ve alışılmış ben ­ zetm elerden uzaklaşm aya çalışıyordu. Bu şiirler yayımlanır ya­

yımlanmaz edebiyat çevrelerinde büyük ilgi çekmiş, tartışmalara yol açmış, uzun süre alay konusu edilmiştir. olmaya başlayan söz sanatlarından, şairane imgelerden, kısıtlayı­

cı biçim özelliklerinden kurtararak halkın en geniş kesimlerinin malı olan gündelik yalın bir dille yazmaktır. ^ —j

Orhan Veli ve arkadaşlarının Türk edebiyat tarihinde 'H^arip*' / hareketi Tfiye anılan bu çıkışlân' bîFyândan, halkın dilir^sokluğu gibi, yaşamına da sırt çeviren Ahmet Haşim şiir geleneğine; bİL yandan, artık kalıplaşmış bir hale gelen hece şiirine; bir yandan da, dönem in siyasal koşulları sonucu yaygınlaşması engellenm iş olan ve halkın davalarını eski şiirin kuralları içinde kalarak ş^yu-

>ngn, bir "beğeni devrimi" yapm am akla suçladıkları toplum cu .^gerçekçi şiir geleneğine bir tepki niteliğindedir.

7 O rhan Veli'nin Garip'ten sonra yazdığı şiirlerde ise yeni eği-

yozlaştırmıştır.

O rhan Veli'nin Vazgeçem ediğim ve Yenisi adlı kitaplarda ge­

lişen değişim süreci, Karşı adlı kitapta daha geniş ve kesin bir d üzeye ulaşır. Artık toplum daki haksızlıkları, bozuklukları ele alan, gericiliğe ve çarpıtılmış dem okrasi anlayışına karşı şiirler yazan bir şairdir. Kısa süren yaşamının son dönem inde "Yaprak"

dergisinde yayımladığı yazılarla toplum sal yönü ağır basan bir eylem adamı kimliğine bürünür.

O rhan Veli'yi değerlendirirken en ön planda şiirinin geçirdi­

ği aşamaları, evrimi göz ö n ü n d e tutm ak gerekir. O tek bir şiir yazmamış, durm adan aramış, değişmiş, büyük bir şiir serüveni yaşamıştır. Oktay Rifat'ın deyişiyle "birkaç neslin belki arka ara­

kaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yıl içinde tam am la­

mıştır." Bunu yaparken hem kendini, hem Tür şiirini ileriye gö­

türmüş, yozlaşmış değerlerin yıkılıp ortadan kalkmasını sağlamış­

tır. O nun Türk edebiyatına katkısı, şiiri seçkin kişilere özgü ol­

maktan, halka uzak değer yargılarından kurtarıp "dem okratikleş­

tirmek" biçim inde özetlenebilir. Bu tavrıyla tüm bir dönem i etki­

lemiş, kendinden sonra gelen birçok şaire önderlik etmiştir.

( Türk ve D ü n ya Ünlüleri Ansiklopedisi1 n d en )

YAPITLARI

Şiir Garip (Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile), 1941; Garip, (Geliştirilmiş ikinci basım, yalnız kendi şiirleri), 1945; Vazgeçe­

m ediğim, 1945; Destan Gibi, 1946; Yenisi, 1947; ATzrçz, 1949; Nas­

rettin Hoca Hikâyeleri, 1949; B ü tü n Şiirleri, (ö.s.), 1951.

Düzyazı TVcsz'r Yazılan, (ö.s.), 1953; (D enize Doğru adıyla, 1969); Edebiyat D ünya m ız, (ö.s.) 1975; S anat ve Edebiyat D ü n ­ y a m ız (ö.s.) 1982; B in d iğ im iz Dal, (ö.s.) 1982.

Çeviri A. de Musset, B /r Kapı Ya A çık D urm alı Ya Kapalı, 1943; Moliere, Scapin'in Dolaplan, 1944; Moliere, Tartuffe, 1944;

N. Gogol, £/ç H ikâye (E. G üney ile), 1945; F ransız Şiiri Antoloji­

si, 1947; La Föntaine, La Fontaine'in M asallan, 2 cilt, 1948; J. P.

Sartre, Saygılı Yosma, (ö.s.), 1961; Çeviri Şiirler, (ö.s.), 1982.

Adam Yayınları'nda O rhan Veli'nin bütün yapıtlarını içeren dizi

Şiir : B ü tü n Ş iirle ri, 1987; L a F ontaine'in M a sa lla rı, N a s ­ r e ttin H o c a H ik â y e le r i, 1989; Ç e v iri Ş iirle r, 1990.

Düzyazıları : B ü lü n Y a z ıla n , 1992.

Benzer Belgeler