• Sonuç bulunamadı

CUMHURĠYETĠN ĠLANINA KADAR OSMANLI ĠMPARATORLUĞU

KAYNAK’IN ÇOCUKLUK-GENÇLĠK DÖNEMĠ

2.1. ÇalıĢmaya Zemin Hazırlayacak Tarihsel-Kültürel Süreç: 17. Yüzyıldan 19. Yüzyılın Sonuna Kadar Osmanlı Ġmparatorluğu Siyasi Toplumsal ve Kültürel Hayatı

Türk Müziği‟nin popülerleĢme süreci ele alınmak istendiğinde sadece Cumhuriyet Dönemi‟nin kültür ve sanat politikalarına yön veren geliĢmelere ve toplumsal değiĢmeye bakmak yeterli olmayacaktır. Osmanlı‟nın son dönemine hatta Tanzimat‟a geliĢ süreci önünde, ıslahat - değiĢim ve diplomasi dönemi olarak (1703- 1789) Osmanlı Devleti‟nin yenileĢme süreci diye nitelendirilebilinecek 18. yüzyılı ve bu yüzyıla geliĢ süreci adına 17. yüzyılı ıslahatlar, yenileĢme, batılılaĢma hareketleri temelinde siyasi hayatıyla ve müzikal geliĢmeleriyle ortaya koymak gerekmektedir. Bu ortaya koyuĢ popülerleĢme süreci paralelinde Sadettin Kaynak‟ın hem yaĢadığı döneme geliĢi hem de yaĢadığı dönemi aydınlatması bakımından önem arz etmektedir.

2.1.1. 17. Yüzyıldan 19. Yüzyıl Sonuna Kadar Osmanlı Ġmparatorluğu Siyasi Tarihi

16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılda Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda gerek siyasi, idari ve iktisadi gerekse toplumsal, ticari ve askeri bakımdan duraklama ve ardından da devletin tüm kurumlarında bozulma ile paralel bir çözülme görülmüĢtür. II. Viyana KuĢatması ile baĢlayan ve bunu izleyen 16 yılın ardından Osmanlı Ġmparatorluğu, tarihinin ilk ve en büyük toprak kayıplarını 1699 yılında Karlofça ve ardından da Ġstanbul AntlaĢmaları sonucunda yaĢamıĢtır (Yalçınkaya, 2002: 63,64). Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun yenileĢme ihtiyacı duymasının baĢlangıcı olarak Karlofça

Antlaşması‟yla ve ardından 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile

baĢlayan süreç gösterilebilir (Berkes, 2002: 41, 42). Bu süreç, Osmanlı Devleti‟nin ilk defa toprak kaybetmesi ve askeri alanda ve savaĢ tekniğinde Avrupalıların çok gerisinde kalındığının farkındalığını teĢkil etmesi bakımından önemlidir. Berkes,

Karlofça ve Pasarofça AntlaĢmalarını dıĢ dünyaya karĢı tutum değiĢtirme ve içeride bazı yenilikler (ıslahatlar) yapma gerekliliğini doğuran iki antlaĢma olarak belirtip 18. yüzyılın baĢını, yeni dönemin baĢlangıç tarihi olarak alma ve çağdaĢlaĢma tarihi hikayesini bu noktadan baĢlatma yoluna gitmiĢtir (Berkes 2002: 40). O döneme kadar gelen zaman içerisinde Osmanlı tarihinde ilk defa savaĢtan ziyade barıĢı kurmak ve korumak için Avrupa siyasetiyle de yakından ilgilenilmeye baĢlanmıĢtır (Kunt-AkĢin, 1997: 57). 17. yüzyılda Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu güç duruma bir çare bulmak gerekliliği ile devlete eski gücünü yeniden kazandırma, orduyu, maliyeyi düzenleme amaçlarıyla ıslahatlar yapılmıĢsa da bu ıslahatların biçim ve yararı yapıcılarının Ģahsına bağlı kalmıĢ; nihayetinde 18. yüzyılda Osmanlı‟nın Avrupa‟dan bilim, teknik ve askeri alanlarda geri kaldığının kesin olarak anlaĢılarak batının bu ilerlemelerinden yararlanma zaruretinin farkına varılarak gerilemenin nedenleri üzerinde durulan daha köklü ve kalıcı ıslahatlar düĢünülmüĢtür. Osmanlı modernleĢmesini kesin çizgilerle bir dönem içerisine yerleĢtirmek oldukça güç olsa da; Pasarofça AntlaĢması‟ndan Tanzimat Fermanı‟nın ilanına kadar geçen süreçte bu modernleĢmenin gerekliliği ve koĢullarının hazırlandığı söylenebilir. Bu tarihten sonra ise Osmanlı toplumunun yöneticileri modernleĢmeyi bir ölçüde sırtlamakta ve topluma dikte ettirmektedirler. Lale Devri ile baĢlayan bu süreç; III. Selim ve II. Mahmut‟un modernleĢme çabalarıyla Tanzimat‟a kadar ilerlemiĢtir.

YenileĢme hareketlerinin ilki 1718 Pasarofça AntlaĢması‟ndan 1730 Patrona Halil Ġsyanı‟na kadar süren Lale Devri ile baĢlar. Osmanlı Hanedanı‟nın 23. sultanı III. Ahmed‟in saltanatıyla (hükümdarlık dönemi 1703–1730) ve dönemin kültürel rönesansının baĢ mimarı olan Sadrazam Ġbrahim PaĢa‟yla (sadrazamlık dönemi 1718–1730) özdeĢ olan bu devir, zevk ve eğlence devri olarak görülüp, edebiyat ve müzik etkinlikleri, gösteriler ve görkemli törenleriyle anılan bir dönem olmakla beraber; Osmanlı tarihinde modern çağın baĢlangıcı sayılan, aydınlanmanın ve reformların denendiği, daha çok yeni bir düĢünce, yeni bir anlayıĢın ve Avrupa‟ya yakınlaĢmanın dönemi olarak kabul edilir. III. Ahmet ve Sadrazam Damat Ġbrahim PaĢa batıya açılmanın gereğini duyarak Lale Devri‟ne damgasını vuran eğlencelerin yanı sıra, baĢta Fransa‟ya Yirmisekiz Mehmet Çelebi (1721) olmak üzere Avrupa‟nın çeĢitli ülkelerine elçiler göndermiĢler, bu elçiler diplomatik görevlerinin yanında bilimsel, toplumsal ve kültürel hayatla da ilgilenip izlenimlerini aktaran

“Sefaretnâmeler” yazmıĢlardır. KuĢkusuz bu dönemde atılan en yenilikçi adım Avrupa‟dan alınan ilk teknik araç olan matbaanın varlığıdır; 1726 yılında Ġbrahim Müteferrika matbaayı kurmuĢ ve ilk kez Türkçe kitap basmıĢtır. Doğu dillerinden ve Aristo‟dan çeviriler yapılmıĢtır. Avrupa ile kurulan diplomatik ve ticari iliĢkiler birçok Avrupalı sanatçının da Ġstanbul‟a gelmesini sağlamıĢtır (Kara, 2002: 138). Bu geliĢmeler III. Selim dönemine bir altyapı teĢkil etmiĢ ve bir zemin hazırlanmasını sağlamıĢtır.

Avrupa‟da yeni bir siyasi düzen ve toplum anlayıĢının kapılarını açan 1789 Fransız Devrimi, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda da „yenilikçi padiĢahlar dönemi‟nin baĢlangıcı olmuĢtur. 1789 yılında tahta çıkan III. Selim, 1808 yılına kadar süren iktidarında, askeri, mali ve iktisadi alanlarda köklü değiĢikliklere baĢlamıĢtır (Tazegül, 2005: 71). III. Selim tahta geçtiği zaman, 18. yüzyılda maruz kaldığı bütün yenilgilere rağmen Osmanlı Ġmparatorluğu hala Avrupa‟nın en büyük devletlerinden biridir (Shaw, 2002: 120). III. Selim dönemine Nizam-ı Cedid dönemi de denmektedir. Yeni düzen anlamına gelen Nizam-ı Cedid hem III. Selim döneminde kurulan ve Avrupa usulüne göre eğitilip yetiĢtirilen orduya hem de III. Selim zamanında askeri, mali, hukuki kısaca tüm alanlarda yapılan ıslahatların bütününe verilen isim olmuĢtur. Yeni askeri yöntemlere göre yetiĢtirilecek orduya gerekli olan yabancı subayları getirmek, yerli fen subaylarını yetiĢtirmek, dıĢarıdan alınması gerekli silahları ve mühimmatı getirtmek, içeride imal edilebilecek olanlar için iĢ yerleri açmak, bunlar için gerekli ham ve iĢlenmiĢ maddeleri sağlamak, yeni kıĢlalar yaptırmak, fen subayı yetiĢtiren okulları geniĢletmek, yenilerini açmak, eğitim için gerekli kitapları Fransızca‟dan çevirtmek ve yazdırmak Nizam-ı Cedid reformlarının baĢlıca baĢarıları olmuĢtur (Berkes, 2002: 96). Ġlk kez askeri alanda modernleĢmenin dıĢına çıkılarak Avrupa devletler dengesine katılma, batılı devletler ile ikili iliĢkiler kurma ve baĢkentlerine elçilik heyetleri gönderme gibi giriĢimlerde bulunulmuĢ ve Londra, Paris, Viyana ve Berlin‟de daimi elçilikler kurulmuĢtur (Kara, 2002: 141). Ayrıca rasyonel düĢüncenin ve bilimselliğin önemini fark eden ilk aydın grubunun oluĢumu da bu döneme rastlamaktadır. OluĢturulan „MeĢveret Meclisi‟, batıda görülen meĢruti sisteme benzer bir siyasal model oluĢturma çabası bakımından önemli bir batılılaĢma hareketidir. PadiĢahın kararlarını almadan önce danıĢtığı bu meclis kimilerince III. Selim‟in batılılaĢma, kimilerince ise siyasal örgütler arasında uzlaĢma yaratma amacını ortaya koymaktadır (Kona, 2005: 82). Matbaanın ıslah edilip okulların

gereksinimine yanıt verecek birçok kitabın basıldığı bu dönemde halkın yerli malı kullanması için Avrupalıların ülke içerisinde ticaret yapmaları dahi yasaklanmıĢtır (Kara, 2002: 141). Yapılan tüm yenilikler, karĢılarında ekonomik yetersizliği, özelde ise menfaatlerine dokunulan yeniçerileri, ulemayı, geleneksel yönetici tabakayı ve muhafazakar kesimi bulmuĢtur. Nizam-ı Cedid hareketi, kendisini engelleyen bu tutumların yanı sıra bir aydın kadro ve halk desteğine dayanmadığı için amacına ulaĢamamıĢtır. Batı ilk yenileĢme giriĢimi olarak kendisine din gibi oldukça hassas bir alanı hedef seçmesine rağmen ilerlemesini durdurabilecek tarzda muhafazakar bir tepki ile karĢılaĢmaz iken; yoğun olarak askeri ve eğitsel alanlardaki modernleĢmeyi hedef alan ilk Osmanlı batılılaĢma hareketinin Boğaz Yamakları Ġsyanı (1807) ve Kabakçı Halil Ġsyanı (1807) gibi dinsel nitelikli isyanlarla karĢılaĢması ve sonunda durdurulması Osmanlı‟nın daha baĢlangıçta yenileĢme yolundaki çizgisini göstermektedir ( Kona, 2005: 83).

III. Selim‟den sonra 1808 yılında tahta çıkan II. Mahmut (1808–1839), III. Selim ile aynı amaçlara sahiptir; fakat Selim‟in tecrübesi ile anlamıĢtır ki toplumun diğer kesimleri idarenin ve toplumun mevcut yapısında çıkarları olanların denetimi altında kaldığı sürece, toplumun bir kesimini -orduyu- modernleĢtirmek mümkün değildir ve diğer kesimlerin kendi çıkarları tehdit edildiğinde reformlara engel olacak ve gerekirse onları ortadan kaldıracak bir konumda kalmalarını önlemek için Osmanlı sisteminin tamamını modernleĢtirmek gerekmektedir (Shaw, 2002: 135). II. Mahmut, III. Selim reform hareketleri niteliğinde radikal bir çıkıĢla, Balkanlarda beliren isyanı Yeniçerilerin bastıramamasından dolayı halkta oluĢan hoĢnutsuzluğu kullanarak Yeniçeri Ocağını kaldırmıĢ ve yerine Avrupa eğitimi ve donanımıyla güçlendirilmiĢ „Asakir-i Mansureyi Muhammediye‟yi kurmuĢtur. Bu orduyu yönetecek subayları yetiĢtirmek için de batı düĢünce ve metotlarına göre eğitim-öğretim yapan Harp Okulları açılmıĢtır (Tazegül, 2005: 73). II. Mahmut Dönemi aslında mutlak monarĢi dönemidir. Hatta denilebilinir ki yapılan reformların büyük bir bölümü merkezi devlet gücünü arttırma amacına yöneliktir. KiĢisel menfaate dayalı bu giriĢimler yanında gelecek yıllardaki yenileĢme çabalarına temel oluĢturacak bir dizi çaba da gösterilmiĢtir. ġöyle ki devlet organı Ģeklinde kurulan meclisler ileride yapılandırılacak hukuk devletinin ilk örneği oluĢturmuĢ, Ģeyhülislamlık hükümet yönetimi dıĢında bırakılarak yalnızca din iĢlerinde sorumlu bir hale getirilmiĢtir ki bu da din devlet ayrımının baĢlangıcı sayılabilir (Kona, 2005: 84,85). Zarar gören devlet

otoritesini onarmak, iç ve dıĢ güvenliği sağlayabilecek askeri güce sahip olmak, mali ve ekonomik yapıyı güçlendirmek ve nihayet sosyal ihtiyaç olarak öne çıkan yenilikleri yapmak için çalıĢan II. Mahmut, Yeniçeri Ocağını kaldırırken BektaĢiliği yasaklayan, orduyu yenilerken kılık kıyafete önem veren, devlet kurumlarını tanzim ederken bürolara resmini astıran bir padiĢah olarak zamanının anlayıĢına göre aĢırı olarak nitelendirilebilecek davranıĢlarda da bulunmuĢtur. Fakat yenileĢme çabalarının süreklilik kazanması ancak onun saltanatının son devresinden itibaren mümkün olabilmiĢtir (Saydam, 2002: 253).

Lale Devri ile baĢlayıp III. Selim ve II. Mahmut Devirlerinde devam ettirilen devlet kurumlarından eğitim ve sosyal kültürel yaĢama çok geniĢ bir seri içerisinde iĢleyen reform hareketleri Türkiye‟nin modernleĢme tarihi açısından en önemli safhalardan birini teĢkil etmesi ve Tanzimat hareketine de zemin hazırlaması bakımından büyük önem taĢımaktadır. Bu tarihler batının esas olarak Aydınlanma Hareketi ile baĢlatıp Fransız Ġhtilali ile tamamladığı çağdaĢlaĢma sürecini kapsaması itibari ile de oldukça ehemmiyetlidir. Aslına bakılırsa Fransız Ġhtilali Osmanlı‟yı batılılaĢma hareketlerine sürükleyen en önemli etkenlerden biridir. BatılılaĢma hareketleri, Osmanlı‟nın yönetim, askeri ve eğitim alanlarında yenileĢme hareketlerinin baĢlaması, geliĢtirilmesi ve Tanzimat ve Islahat Fermanlarının ilanında büyük bir lokomotif güçken bir yandan ihtilalin getirdiği milliyetçilik düĢünceleri, Balkan uluslarının Osmanlı‟ya karĢı ayaklanmalarının bastırılmaya çalıĢılması bir yandan da Avrupa ile savaĢmak zorunlulukları hızla dağılmaya baĢlamanın sebebi de olmuĢtur. Bu süreç Kona‟nın „Batı‟da Aydınlanma Doğu‟da BatılılaĢma‟ paralelliği ile baĢlıklandırdığı ( Kona, 2005) süreci teĢkil etmektedir.

Saltanatı 21 sene 6 ay süren Abdülmecid‟in (1839–1861) gerek tabiatı gereği gerekse Tanzimat‟ın getirdiği kısıtlamalar ve devletin yarı sömürge durumuna düĢmüĢ olması sebebiyle babası II. Mahmut denli mutlak bir hükümdar olması mümkün olamamıĢsa da (Kunt-AkĢin, 1997: 122) döneminin en önemli ıslahat hareketi Tanzimat Fermanı ile gerçekleĢmiĢtir. II. Mahmut‟un ölümünden beĢ ay sonra 3 Kasım 1839 yılında Müslüman olan olmayan halkların ileri gelenlerinin önünde yayımlanan bildiriyle (Berkes, 2002: 213) din farkı gözetmeksizin tüm halkın can, ırz namus, mal güvenliğinin sağlanacağı; vergilendirme sisteminin vatandaĢın gücüne göre yapılandırılacağı, askerlik iĢlerinin belirli bir düzenle yapılacağı, yeterli miktarda maaĢ alamayan memurların ücretlendirmelerinin düzenleneceği, rüĢvetle mücadele

için güçlü kanunlar hazırlanacağı (Saydam, 2002: 255) mahkemelerin herkese açık olup hiç kimsenin yargılanmadan cezalandırılmayacağına dair genel ilkelerine dayandırılan fermana ve ona bağlı olarak yapılacak kanun maddelerine saygılı olacağına dair padiĢah da yemin etmiĢtir (Kara, 2002: 203, 204). Tanzimat bildirisinin vaat ettiği reformları gerçekleĢtirecek kanun ve nizamların yapılmamıĢ ve yapılanların da uygulanmamıĢ olmasından Ģikayetçi olan batı devletlerinin elçileri Paris‟te yapılan barıĢ konferansında Rusların Küçük Kaynarca AntlaĢması‟ndan beri elde ettiği bir hak iddiasıyla Ortodoks Hristiyan milletler çıkarına isteklerde bulunmasını önlemek amacıyla bir fermanın hazırlanmasını istemiĢler ve nihayetinde sadrazam, dıĢiĢleri bakanı ve Ģeyhülislam ile bu devletlerin elçilerinin katılımıyla 1856 yılında Tanzimat kurallarını tekrarlayan, açıklayan ve geniĢleten bir ferman olarak Islahat Fermanı yayımlanmıĢtır (Berkes, 2002: 216). 1839 bildirisi Müslümanlar için çıkartılmıĢ olarak nitelendirilirse 1856 bildirisi kesinlikle Hristiyanlar için yayınlanmıĢ bir belge olarak nitelendirilebilir (Berkes, 2002: 217). Fermanın en çarpıcı hükümleri arasında Müslüman olmayanların askeri sivil tüm okullara girme hakkı kazandıkları, Müslüman olmayanların Müslümanlarla veya Müslüman olmayanların kendi arasındaki ceza ve ticaret davalarının laik mahkemelerde görülmesi ve bunlar için ceza ticaret ve usul kanunlarının hazırlandığı, Müslüman olmayanların da askerlik vazifesi ile yükümlü olmalarına karĢın para vererek bu vazifeden kaçınma imkanlarının olduğu, yabancılara da gayrı menkul edinme hakkı tanınması gibi hükümleri sayılabilir ( Kant, 1997: 132). Bu iki fermanın ilan edildiği Tanzimat döneminin getirdiği en önemli yenilik zihniyet değiĢimidir. Devlet yapısındaki aksaklıkların askeri teknolojinin modernleĢtirilmesi ile giderilemeyeceği, bunu yerine siyasal, hukuki ve iktisadi alanlarda reformlar yapılabilineceği düĢüncesine dönüĢmüĢtür. Bu zihniyet değiĢimi de Osmanlı modernleĢmesini tek yönlülükten kurtarıp çok yönlü bir harekete ulaĢtırmıĢ, kanunlaĢtırma (hukuk devleti olma), kiĢi hak ve özgürlüklerini güvence altına alma gibi unsurlara bu dönüĢümü sağlayacak unsurlar olarak bakılmıĢtır. Bir batılılaĢma dönemi olarak kabul gören Tanzimat‟ın çeliĢkileri ise icraatlarından daha yoğundur. Fermanın bir imza ve yemin dıĢında bir yaptırım gücüne sahip olmayıĢı, batının 15. yüzyıl sonlarından itibaren dini kurumları dünyevi hayattan uzaklaĢtırma çabalarına karĢın Osmanlı‟da yapılacak batılılaĢma hareketlerinin dinsel temele dayandırılması, yapılacak yeniliklerin Ģeriata uygun olması gerekliliği, dinin yapılan

tüm reformlara dayanak oluĢturması düĢündürücüdür. Özellikle Islahat Fermanı ardından batı devletleri dayatması ile tanınan haklar Osmanlı‟da batıya karĢı olumsuz bir tepki oluĢturmuĢ, Tanzimat döneminde uygulanmaya baĢlanan Osmanlıcılık akımını Ġslamcılığa dönüĢtürmüĢtür. Siyasi otoriteye bağlı kılınan ve üzerine yüklenen gayet lüzumsuz ve çok yönlü otorite tarafından tanınan insiyatif ile güçlenen din, Osmanlı toplumlarında baskın karakterde olmuĢtur. Batı çağdaĢlaĢmasının halk kitlelerinden aldığı destek, siyasal elitlerce yürütülmesine karĢın reformları uygulayacak bir siyasi parti ve kitle tabanın yokluğu, kurumsal desteğin eksikliği, sürecin iĢleyiĢini Osmanlı‟da zorlaĢtırmıĢtır. Zaten halk isteği dıĢında tepeden inme reform hareketleri Osmanlı‟da ya ölü doğmuĢ ya da çok kısa ömürlü olmuĢtur. Özellikle hukuksal alanda eski ile yeni uygulamaların yan yana yaĢatılması uğraĢı ikililiğe yol açmıĢtır. Tanzimat‟ın gelenekleri yıkarak batıdan ithal edilen ve geleneksel yapıya hiç uygun olmayan bazı kurumları ve kuralları yapılandırma ve uygulama çabalarına yönelmesi ise en çok eleĢtiri aldığı noktalardan biridir. “Yoktan var etmek amacı ile var olanı yok etmek uğraĢına saplanıldığı” düĢünülmüĢtür (Kona, 2005: 86-90).

Abdülmecid‟in 1861 tarihinde ölümü üzerine tahta geçen Abdülaziz (1861-1876) MeĢrutiyete geçiĢ dönemi öncesi son padiĢahtır. Döneminde Osmanlı önemli sayılabilecek iç ve dıĢ sorunlarla karĢılaĢmıĢtır. Borçların arttığı, Tanzimat ve Islahat fermanları ile yetinmeyen azınlıkların isteklerinin fazlalaĢtığı bu dönemde Karadağ, Sırp, Bosna-Hersek ve Bulgar Ġsyanları, Eflak Boğdan Olayları, Girit Ġsyanı ve Lübnan Olayları cereyan etmiĢtir. Tanzimat adıyla anılan ıslahatların Osmanlı Devleti‟ni dağılmaktan kurtaramayacağını düĢünen, padiĢahın mutlak yönetimine son vermek için meĢrutiyet yönetiminin kurulmasını zaruri gören Yeni Osmanlılar, Abdülaziz‟in meĢrutiyet yönetimini kabul etmeyeceğini bildiklerinden onu tahttan indirip 1876 yılında V. Murat‟ı tahta çıkarsalar da tahta çıkıĢı ardından çok kısa bir süre sonra sağlık problemlerinin nüksetmesi neticesinde Meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz veren II. Abdülhamit padiĢah ilan edilmiĢtir (Kara, 2002: 174,178).

II. Abdülhamit‟in hükümdarlığını içeren otuz üç yıllık dönemi kapsayan (1876- 1909) bu dönem Osmanlı tarihinin en fazla olaylarla dolu olduğu dönemlerden birisidir. II. Abdülhamit‟in genç Osmanlılara verdiği sözü tutarak sadrazamlığa getirdiği Mithat PaĢa baĢkanlığındaki bir kurul tarafından ilk Türk anayasası olan

savaĢları ile Osmanlı Devleti‟nin dağılma sürecine girdiği sancılı bir siyasal dönemdir (Kara, 2002: 178,181) ki Sadettin Kaynak bu sancılı siyasal süreç içerisinde dünyaya gelmiĢtir.

2.1.2. 17. Yüzyıldan 19. Yüzyıl Sonuna Kadar Osmanlı Ġmparatorluğu Kültürel Hayatı ve Müzik

Sadettin Kaynak‟ın doğum yılı 1895‟e kadar Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun geçirdiği siyasi evrelerin, yenileĢme, batılılaĢma çabaları ve yapılan ıslahatlar çerçevesinde ortaya konularak nasıl bir siyasi hayat içerisine doğduğunun ortaya konulması anlayıĢı paralelinde; yaĢanılan kültürel hayat ve müzikteki geliĢmelerin açıklanması da hem Kaynak‟a hem de müzikteki değiĢim sürecine vakıf olabilmek için gerekli görülmüĢtür. Müzik hayatı, müziğin yazılı kaynaklara geçirildiği dönem olması sebebiyle 17. yüzyıl itibari ile ele alınmıĢtır.

17. yüzyıl; Hâfız Post, Kutb-ı Nâyî Osman Dede, Buhûrîzâde Mustafa Itrî, Köçek DerviĢ Mustafa Dede gibi dini ve din dıĢı müziğimizin en büyük bestekârlarının yaĢadığı dönemdir (Ayangil, 2002: 45). Ġlk kez bu yüzyılda “yazıya geçirilen”, form, eser, usul, bestekâr, güfte yazarı, çalgı bilgileriyle donatılmıĢ müzik eserlerinin günümüze ulaĢmasını sağlayan çalıĢmaların varlığı, dönemi muzik kültürü ve tarihi bakımından çok önemli kılmıĢtır. Öncelikle Santûri Ali Bey/Ali Ufkî Bey‟in

Mecmûa-i Saz-ü Söz adlı nota defteri ve Prens Demetrius

Cantemir/Kantemiroğlu‟nun Kitâb-ı İlm‟ül Mûsikî‟alâ Vech‟il Hurufât adlı müzik kuramı kitabı bu çalıĢmaların temelini teĢkil eder ki bu iki müzisyen müziğin tam anlamıyla porteli sistem ve Batı notasyonu ile notaya aktarımını sağlamıĢlardır. Yine bu yüzyıla ait olan bestekâr Hafız Post‟un Güfte Mecmûası adlı eseri ise Klasik Türk Müziği sözlü repertuarının makam sistemi dahilinde kodlanarak kaydedildiği en kapsamlı ilk yazılı kaynak oluĢundan ötürü büyük önem arz etmektedir. Kutb-ı Nâyî Osman Dede Efendi‟nin Rabt-ı Ta‟bîr‟ât-ı Musikî‟si, Evliya Çelebi‟nin Seyahatnâmesi, ġeyh‟ülislâm Mehmed Es‟ad Efendi‟nin Arab‟ülâsâr‟ı, Katip Çelebi‟nin KeĢf‟üzzünûn‟u, Gelibolulu Mustafa Âli‟nin Künh‟ül ahbâr‟ı, Müstakîymzâde‟nin Mecmuası‟da bu yapıtların baĢlıcalarındandır (Ayangil, 2002: 46,48).

17. yüzyıldaki müzik eğitimine gelince; Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun Topkapı Saray-ı Hümayun‟undaki Enderûn Musikî Mektebi, Türk müziğinin en büyük ve canlı

merkezi olmuĢ, burada yalnız din dıĢı müzik öğretilirken müziğin dini bölümünün öğretimi tekke ve Mevlevîhânelerde yapılmıĢtır (Öztuna, 1969: 191). Gerek evlerde, tekkelerde, Mevlevîhânelerde gerekse sarayda Enderun‟da yapılıyor olsun müzik eğitiminde asıl olan “meşk” sistemi olmuĢtur. Sadece bu yüzyıla ait olmayan sonraki dönemlerde de çokça bahsi geçecek meĢk, esas itibari ile taklit ve tekrar üzerine kurulu, hoca tarafından talebeye kısım kısım ve bütünüyle defalarca tekrar ettirilen müzik eserinin usulüyle hafızada yer ettirildiği bir eğitim yöntemidir (Behar, 2006: 14). Sarayda meĢkhanelerdeki bu sistem saray dıĢında da her dönemde konak, ev, cami, tekke, kahvehane gibi mekanlarda çeĢitlenerek devam etmiĢtir.

Bu yüzyıla kadar batı müziğiyle olan iliĢkiler ise, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun genel hatları ile yukarıda belirtilen siyasi tarihinde Avrupa ile olan iliĢkilerinden doğan vesilelerle rastlantısal ve plansız bir süreç içerisinde geliĢmiĢ, 1826 yılına dek bu Ģekilde devam etmiĢtir. 1524 yılında Ġstanbul‟daki Ġtalyanların, Ġtalyan devletler

Benzer Belgeler