• Sonuç bulunamadı

1.2. TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAM VE KURAMLARI

1.2.1. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet İle İlgili Kavramlar

Kadın ile erkeği iki farklı grup, cins olarak ele almak bilgilerimizi sınıflandırmayı kolaylaştırmaktadır. Peki cinsiyet sınıflandırmaları dışında terimlere neden ihtiyaç duyulmaktadır? insan haklarının, cinsiyet eşitsizliklerinin, LGBT’ lerin, feminizm savunucularının olduğu bir zeminde, genel olarak cinsiyet kelimesi daha sınırlayıcı, toplumsal cinsiyet kelimesi daha şeffaf ve kapsayıcı bulunmakla birlikte, cinsel kimlik ise var olan cinsiyetlerin kısıtlayıcılığını anlatmaya çalışmaktadır.

Cinsiyet (Sex): İnsanları üreme organlarındaki temel biyolojik farklılıklarına göre sınıflayan anlayışa sahip bir tanımdır. Bu nedenle doğuştan getirilmiş, değiştirilemez, doğal ve her yerde aynı özellikler taşıdığı savunulmaktadır. Anlam olarak toplumsal cinsiyet ile bazen karıştırıldığı görülse de, biyolojik farklılıklara odaklanması, bu terimi toplumsal cinsiyetten ayırır (Zeyneloğlu, 2008: 1; Akın ve Demirel, 2003;Yaşın- Dökmen, 2006: 4).

Cinsiyet Kimliği, Toplumsal cinsiyet kimliği (Gender identity): Kişinin öznel cinsiyet kabulünü ifade etmek için kullanılır. Bu kavram kadın ve erkeklerin bulundukları bedenlerin dışında, kendilerinin içsel olarak kabul ettikleri cinsiyettir (Yaşın-Dökmen, 2006: 13) .

Cinsel Kimlik: Kişinin sahip olduğu cinsel yönelimi ifade eder. Cinsel obje olarak görülen cins ve içinde bulunulan cinsiyetin bedenine göre çeşitli isimler alır (Homoseksüellik, heteroseksüellik, lezbiyen, gey, biseksüel gibi) (Yaşın-Dökmen, 2006: 14).

Toplumsal Cinsiyet (Gender): Toplumsal cinsiyet, toplumun kadın ve erkeğe yüklediği kültürel ve psikolojik özellikleri içerir. Kavram, toplumsal cinsiyete dayalı, geniş olarak toplumsal alana ait rollerin hangilerinin uygun olup olmadığını belirleyen cinsiyet algısından temellenir (Uluocak ve ark., 2014: 49). Toplumsal cinsiyet kavramı, cinsiyetin tersine bulunulan zamana, kültüre, topluma göre değişiklik gösterebilir. Kadın ve erkek aileden topluma giden yolda modelleri gözleyerek edindiği toplumsal cinsiyete dair normları, sosyalleşme sürecinde pekiştirir (Ataman, 2009: 1).

Toplumsal Cinsiyet Rolü (Gender Role): Kültürün, toplumun kadın ve erkekten beklentileridir. Genellikle erkeklerin katı, erkeksi; kadınların ise zayıf, feminen roller benimsemeleri beklenir (Öcal-Yüceol, 2016: 8).

Toplumsal Cinsiyet Rolü Kalıpyargıları (Stereotypes): Toplumun kadın ve erkeğe yüklemekle kalmayıp aynı zamanda tüm kadın ve erkeklerin yapması gerektiğini beklediği toplumsal cinsiyet rolleri bütünüdür (Öcal-Yüceol, 2016: 8,9; İmamoğlu, 2008: 75).

Bir cinsiyeti diğerine göre daha çok tanımladığını düşündüğümüz özelliklere, cinsiyet kalıpyargıları denir. Kadın deyince yumuşak huylu, duygusal, sert sözcükler kullanmayan, ince düşünceli, bakımlı, empatik, korunmaya ihtiyacı olan, konuşkan, bağımlı; erkek denildiğinde saldırgan, sert, hırslı, kendine güvenen, mantılı, bağımsız, lider gibi tanımlayıcı sözcükler aklımıza gelebilir.

Kalıpyargısal düşünmek, düşünmemizi kolaylaştırabilir. Ancak bu durum çoğunlukla belirli grupların üyelerine karşı önyargı ve ayrımcılığı haklı göstermek amacıyla kullanılabilir (Erkekler kadınlardan zekidir gibi). Kalıpyargılar kendini gerçekleyen kehanetlere dönüşebilir. Örneğin, kadınların liderlik özelliği olmadığının düşünülmesi, onlara üst düzey görevlerin daha az verilmesini ya da verilmemesine sebep olabilir. Bu sebepten dolayı kadınlar da kendilerinin liderlik vasıflarının olmadığını düşünebilirler. Kalıpyargıların gruplar arası farklılıkların abartılmasına neden olduğu savunulabilir. Kalıpyargıların diğer bir etkisi de yapılan işleri değerlendirdiğimiz sırada yanlılık yaratabilmesidir. Erkekler erkeksi, kadınlar geleneksel kadınsı işlerde avantajlı olabilir. Kişinin yeteneği hakkında bilgimiz yeterliyse cinsiyet yanlılığı olasılığı düşmektedir. Çünkü erkeklerde başarıyı yeteneğe, kadınlarda çabaya yorma eğilimimiz vardır. Toplumca, yeteneğe, çabadan daha çok önem verilmektedir. Her türlü kalıpyargının sürdürülmesinde aile ve toplumsal kurumların, kitle iletişim araçlarının, filmlerin, kitapların, reklamların büyük etkisi vardır.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ( Gender Equality): Bu kavram, fırsatları ve kaynakları kullanma açısından bireylerin cinsiyetlerine göre ayrımcılığa uğramasından söz eder (Akın, 2007). Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak üç yaklaşım mevcuttur. İlk yaklaşım kadın ve erkeklere eşit davranmaktan, ikincisi kadınlara pozitif ayrımcılıktan, üçüncüsü toplumsal cinsiyet eşitliğinin çözüm olabileceğinden oluşur (Akın ve Demirel, 2003). Bu yaklaşımlar kuram bölümünde daha geniş açıklanacaktır.

Toplumsal Cinsiyette Hakkaniyet (Gender Equity): Söz konusu kavram ise kadın ve erkeğin, sorumluluk ile kazanç dengesinin sağlanmasına odaklanır. Kadın ve erkeğin gereksinimlerinin ve güçlerinin farklı olduğu savunularak, dengenin eşitlik oluşturacak şekilde dağıtılmasını savunur. Bu nedenle sorumluluk, görev ve rol dağılımında hakkaniyete önem verilir (Atış, 2010: 6; Akın, 2007).

Araştırmada tutumlar önemli bir yer kaplamaktadır. Bu nedenle tutumların önemine, oluşumuna, davranışlarımıza etkisine değinmeden geçmek eksiklik yaratacaktır. Burada tutumların oluşumu ve davranışlarımıza etkileri tartışılacak ve ilgili kavram olarak algıya da yer verilecektir.

Tutumlar, bireylerin olan olayları algılamalarını etkileyen genel duygusal temeli oluşturur. Bu temele göre olayları değerlendirir ve onlara tepki veririz. Duygu merkezli tutumlar iletişimi engellediğinde zihinsel ve davranışsal ögeler devreye girer. Tutumların hangi temelde ortaya çıktığını kişinin eğitim durumu, düşünsel olgunluğu belirleyebilir. İyi eğitimli, olgun biri tutumlarına bilgi(zihinsel) temelinde aksi özellikleri taşıyan biri duygusal itkilerle yön verir (İnceoğlu, 2010: 11).

İnceoğlu’na göre (2010: 18) “Tutum, tavır alışa ya da tepkiye konu olacak ilişki ya da etkileşim ortamının ortaya çıkması ve eylemin başlatılmasından bitimine denk geçen süreçte baştan sona etkin bir rol üstlenir.” Tutumların oluşmasında bilgi, inanç ve duygu üçlüsü sürekli olarak örgütsel ilişki içindedirler. Tutumların oluşmasında etkili olan duygusal, davranışsal, zihinsel ögeler arasında uyum ve örgütlenme olmadığında tutum oluşmamaktadır. Tutumun yapısı ilişkilendirme, tutumla ilgili doğrudan deneyim ve başkalarından öğrenmeyle belirlenir. Tutumlar geçici düşüncelerden ibaret değildir, sonradan kazanılan eğilimlerdir, zaman içinde değişebilir, pekiştirilebilir, yön değiştirebilir. Ayrıca yarar için devam ettirilebilen tutumlardan da söz edilebilir ve bu tür tutumların daha kolay değiştirilebildiği söylenebilir. Savunma mekanizması olarak geliştirilen tutumlar sorunlara hiç yokmuş gibi davranmamıza sebep olabilir. Birey benlik kimliğini tanımlayan, kendini görmek istediği gibi algılamasına yarayan tutumlar geliştirebilir. Bir konu hakkında hiç fikri, bilgisi olmayan birey çeşitli araçlarla konu ile ilgili, pozitif ya da negatif yönde tutumlar oluşturabilme yeterliliğine sahiptir (İnceoğlu, 2010: 19- 37). Kadına yönelik şiddete takındığımız tavır bununla ilgili olabilir.

Tutumlar, bireylerin dış dünyayı algılamalarına yarayan temel ölçütler geliştirebilmelerine olanak tanır. Bu temel ölçütler, dış dünyaya yönelik bilgi edinmemiz ve bu bilgiler aracılığıyla dış dünyadaki karmaşık ilişkileri anlamlandırma ve bu

anlamlandırmaya göre algılarda örgütsel bütünlük oluşturma ihtiyacından kaynaklanır. Konuların, çeşitli ve karmaşık olması, tutumların da yine karmaşıklığına ve çelişkili olmasına sebep olabilir. Tutumların karmaşık ve çeşitlilik içinde ortaya çıkmasında bireylerin psikolojik yapıları, çevresel koşulları, çoklu ilişki ağları etkilidir (İnceoğlu, 2010: 39,42). KYŞ’ye karşı olumsuz tavır takındığını belirten kişiler, şiddet (fiziksel, cinsel, sözel, ekonomik) uygulayıcı kimseler olabilirler.

Geleneksel ve kapalı toplumlar, insanlarını katı grup normlarıyla ve bu normların eşlik ettiği kültürle toplumsallaştırır. Bu tür bireyler toplumun yapısına ters düşen tutumlar ortaya koyamazlar. Dini inanç, ırk ve etnik ögeler de çoğu zaman bireyler, gruplar, toplumlar üzerinde aynı kısıtlayıcı etkilere sebep olmaktadır. Dolayısı ile bu bireyler için tutum değişimi de zordur. Tutumlar ne kadar uçta ve duygu temelliyse o kadar yoğunluk gösterir. Tutumun yoğunluğu da kişinin psikolojik tepkisinde rol oynar. Sevdiği kişiden şiddet gören bir kadın yoğun sevgisi sebebiyle, sevdiği kişiden uzaklaşamayabilir ya da aslında şiddetten hiç hoşlanmayan bir erkek, grubun normu şiddet yanlısı olma yönünde olduğunda, gruba uyabilir (İnceoğlu, 2010: 43,44). Şiddetin tüm çabalara rağmen devam etmesi bu şekilde açıklanabilir.

Tutumların değişebilmesi inanç ve değerlerle doğru orantılıdır. İnançlar katı ise, ilgili tutumlar da o denli katıdır. Dini inancına sıkı sıkıya bağlı olan bir kimseden inancına ters düşecek şekilde bir tutuma sahip olması beklenemez. İnançları esnek olan kişi ise tutumlarında da esneklik sağlar. Ayrıca bilgi birikimi ve eğitim düzeyi yüksek olan insanlar tutumlarında daha esnek ve ılımlılardır. Bunun sebebi bu gibi özelliklerin insana geniş bir bakış açısı kazandırabilmesidir. Ancak bazen yüksek eğitim düzeyi ve bilgi birikimi inançlarda, tutum ve davranışlarda ısrarcılığa da sebep olmaktadır. Bu durumlarda kişi bilgi birikimi ve eğitimine güvenerek tutum ve davranış değişimine direnç gösterir (İnceoğlu, 2010: 45). Üniversite eğitimi şiddete karşı tutumlarımızı olumlu yönde etkileyecek diye düşünürken, üniversitelerin ilahiyat fakülteleri araştırmalarda tutarlı bir şekilde görece daha düşük farkındalık puanları almaktadırlar. Bu nedenle onların eğitim almaları, tutumlarında direnmelerine ve tutumlarını değiştirmemelerine sebep olabildiği düşünülebilir.

Bireyin bir konu hakkında tutum geliştirmesi için genellikle o konu ile ilgili doğrudan deneyim geçirmesi gerekse de, çoğu tutum oluşumunda bu mümkün görünmemektedir. Tutum oluşturmada dolaylı yollar olarak görebileceğimiz medya, basın, çevremizdeki kişiler de tutumlarımızda çoğunlukla etkilidirler. Dolaylı yollardan edinilen bilgiler her durumda doğru olmayabilir. Bu sebeple yanlış tutumların oluşmasına sebep olabilirler. Örneğin KYŞ’nin dizilerde komik içeriklerle beraber verilmesi, şiddetin kırıcılığı değil, hoşgörülebilirliğini vurgulayabilir. Tutumlar dolaylı yollar aracılığıyla, kalıp yargılara dayanılarak oluşturulabilir. Kalıpyargılar belli bir toplumsal gruba ait olan inançlardır. Kalıpyargılara dayanılarak oluşturulan tutumlar yanlış eğilimlere sebep olabilir. Kalıpyargısal düşünme ön yargılamayı beraberinde getirir. Önyargı ise bir kişiye sadece belli bir grubun, kitlenin üyesi olduğu için geliştirilen genellikle olumsuz tutumlardır. Önyargılar da ayrımcı uygulamaları doğurur. Görüldüğü gibi tutumlar sistematik ve hiyerarşik bir biçimde örgütlenebilir. İşte bu örgütlenme bireyin değerler sistemini oluşturur (İnceoğlu, 2010: 46,47). KYŞ, kadınlara dair kalıpyargılardan ve önyargılar etkilenerek, kadınlara ayrımcılık yapılmasına sebep olur.

Tutum araştırmaları, bireylerin herhangi bir nesneye, kişiye, olaya vb. gösterebilecekleri olası tepkileri çıkarsaması yönüyle dikkat çekmektedir. Ek olarak bu araştırmalar tutumların değiştirilebilmesiyle, oluşumuyla ilgili taktiklerin, stratejilerin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunabilir. Son yıllarda tutum alanında yapılan araştırmaların odak noktası tutum-davranış ilişkisi ve bireylerin tutumlarını değiştirmede etkili olacağı düşünülen ikna edici etkili iletişim yöntemleridir. Bu araştırmalar tutum değişimi konusuna ışık tutmuştur (İnceoğlu, 2010: 50).

Birey ve grup tutumların devamı ve desteklenmesi konusunda karşılıklı etkileşim içerisindedir. Gruplar bireylerin tutumlarında etkili olurlar, bireylerde tutumlarını sürdürme konusunda gruplarından destek alırlar. Toplumun karşılıklı bağlarla örülü bir gruplar sistemi olduğu düşünülünce, bireyin tüm toplumdan etkileneceği ve bireylerin birleşerek toplumu etkileyebileceği yadsınamaz. Açıkçası tutumları oluşturan grup, değiştirebilir de. Ayrıca bireyler ait oldukları toplumun inançlarını, değerlerini taşır. Bu sebeple gruplar, bireylerin eylemlerini düzenleyebilir, kurallar oluşturabilirler. Kurallara

uyanlar “doğru tutum” içerisinde kabul edilir ve ödüllendirilirler. Grup ya da toplum kurallarına, tutumlarına ters düşenler ise dışlanma gibi çeşitli yaptırımlarla karşılaşırlar. Tutumların bu nedenlerle grup etkinliklerine göre biçimlendirilmesi söz konusu olabilir. Daha önce değinilen terimlerle açıklayacak olursak, kalıp yargılara sahip olduğumuz kişilerle ilgili önyargılarımızı kırabiliriz. Eğer olumsuz tutumlara sahip olan bir grupla zorunlu ilişkiler geliştirmemiz gerekiyorsa, bu kişilerin tutumlarına katlanmak için, söz konusu tutumların iyi yönlerini bulma eğilimi oluşur. Her kişinin gruptan etkilenme oranı aynı değildir. Grubun etkililiği, etkilediği bireyin kişilik yapısına ve grup otoritesini nasıl algıladığına göre değişir (İnceoğlu, 2010: 50,58). KYŞ’ye ses çıkarmayan grup içindeki kadın, gördüğü şiddeti sahiplenilme ve aşırı sevgi olarak algılamayı tercih edebilir. Bu şekilde baş etmesi daha kolay olur, özellikle koruyucu mekanizmalardan yoksunsa.

Tutumlarla ilgili verdiğimiz bilgilerden tutumun oluşması ve değişmesi sürecinde, bilginin geldiği kaynağın güvenilirliği de önem taşımaktadır. Kaynak güvenilirse, tutum oluşturmak ve değiştirmek kolay hale gelmektedir. Özet olarak bireyin kişiliği, toplumsal- kültürel çevresi ile tutum arasında sıkı bir ilişki vardır. Örneğin, konu hakkında uzman olarak gördüğümüz, toplumda belirli bir yere sahip olan insanların dedikleri tutumumuzu değiştirmemize sebep olabilir. Bu kişilere örnek olarak din görevlileri, avukatlar, öğretmenler, doktorlar gibi meslek mensupları verilebilir. Söz konusu meslek mensupları kadına yönelik bakış açımızı olumlu ya da olumsuz yönde değiştirmemizi sağlayabilir. Aynı ilişki, kişilik özellikleri ile duygusal, bilişsel, davranışsal ögeler üzerinde de etkilidir. Diğer bir açıdan baktığımızda duygusal, bilişsel, davranışsal ögelerin tutumların oluşumu ve yönlendirilmesi ile de ilişkisi olduğunu görebiliriz. Toplumsallaşma süreci tutumları etkilemektedir (İnceoğlu, 2010: 65).

Algı ile ilgili kısaca bir tanımlama yapmak, algının tutum ve davranış boyutundaki rolünü anlamamızı sağlar. Dış dünyadaki somut/soyut nesnelerle ilgili olarak aldığımız duyumsal bilgi, algılamadır. Algılamayı duyumsal bir bilgilenme olarak tanımladığımız zaman, duyma, tatma, görme, dokunma, hissetme gibi duyularımızla dış dünyadan bilgi edinme sürecini belirtmiş oluyoruz. Algı bu nedenle fizyolojik gibi görünse de bunun

yanında psikolojik ve sosyal yönleri de mevcuttur. Bizi ilgilendiren yanları da daha çok bu yönleridir. Tutum ve algı arasında sıkı bir ilişki vardır. Tutumu eylemden hemen önceki adım olarak düşünürsek, algı da tutumdan önceki adımdır diyebiliriz. Çünkü insanın belli bir yönde hareket edebilmesi için ön koşul, hareket edeceği şekli bilmesi ve bu harekete dair bilgiyi algılamasıdır.

KYŞ ile ilgili bilgi sunulması, kadının algılama süreçlerinden geçerek, onun şiddete karşı tutum oluşturmasına ve bu yönde harekete geçmesine sebep olabilir. Ana sorun algılamadır. Tutum gibi algıda dış veya iç faktörler tarafından değiştirilebilir. Konumuz dahilinde daha çok tutum konusuna değinilecektir, fakat algının ne olduğunun bilinmesi de konu hakkında bilinç oluşturulması sebebiyle önemli görülmektedir. KYŞ ve TCR ile ilgili tutumların bu yöndeki algılamalardan etkilenmekte olduğu araştırmanın temel çıkış noktası olmakla birlikte, şiddete karşı oluşturulacak çözüm önerilerinin algı konusunu içermemesi mümkün görünmemektedir.