• Sonuç bulunamadı

2. BİREY, CEMAAT VE CEMAATLER ARASI İLİŞKİLER (56-82)

2.2. Cemaatlerin Mensuplarını Kontrol Etme Yöntem ve Araçları

Cemaat bu şekilde birlikte hareket ettiği zaman sorun çıkaran ya da bu eğilimi taşıyan kişileri kontrol altına alabiliyor veya sorun olmaktan çıkarabiliyordu. Bu, çoğu zaman kadı mahkemesinin yardımıyla yapılıyordu. Cemaatin, mensupları üzerindeki kontrolünü sağlamasının çeşitli yolları mevcuttu. Dönemin Osmanlı toplumunda en etkili kontrol mekanizmalarından birisi kişileri kefalete bağlamaktı. Müslümanlar ve Gayrimüslimler hem birbirleriyle ilişkilerinde hem de cemaat içi düzenlemelerinde kefalete her alanda yoğun bir şekilde başvurma eğilimi sergilemişlerdir.188 Kişilerin kendilerinden istendiğinde eylemlerine kefil olabilecek birilerini bulması hem kefil isteyen hem de kendisinden kefil istenen açısından oldukça önemliydi. Kendisinden kefil istenen kişi bunu yaparak yaşadığı toplumdaki varlığının ve güvenilirliğinin devamını sağlıyordu. Kefil isteyenler, cemaat ya da tek tek bireyler olarak kendisinden kefil istedikleri kişiyi hareketlerinde denetleme ve sınırlama imkanına kavuşmuş oluyordu. Şer’iyye sicilleri kefalet kayıtları açısından çok zengindir. Burada ele alınmaya çalışılan konuyu ilgilendiren bu kayıtlardan birinde, Maltepe’den köyün papazı ve ahalisi aynı köyde yaşayan Dimitri’den kefil istemişlerdir. Dimitri kefil gösterememiş bunun sonucunda köyün amili Fotinaz’a teslim edilip sürülmesine karar verilmiştir.189 Cemaatin, Dimitri’den hangi

SHAW, J. Stanford (1991). The Jews of the Ottoman Empire and the Turkish Republic, 43, 57- 58.

187 Sonradan tekrar değerlendirilen ve değiştirilen bu kararın ayrıntıları için bkz. ROZEN, Minna (2002). A history of the Jewish of Istanbul: the formative years (1453–1566), 210-222.

188 Şer’iyye sicillerinde toplumsal yaşamın her alanı ile ilgili kefalet kaydına rastlamak mümkündür. Buna dair örnekler bu çalışmanın ilgili yerlerinde verilmeye çalışılmıştır.

189 16. yüzyıl Osmanlı toplumunda kişilerin neden sürüldüğüne dair sorulacak bir soruya çeşitli cevaplar vermek mümkün gözükmektedir. Sürgün cezası “… köy ve şehir halkının aralarında yaşamasını istemedikleri sabıkalıları, fahişeleri ve çeşitli yaramaz kişileri bu topluluktan uzaklaştırmak için uygulanan bir ceza idi.” ERİM, Neşe (1984). “Osmanlı İmparatorluğu’nda

sebeplerden dolayı kefil talep ettiğini kayıttan öğrenme imkanı bulunmamakla birlikte, sürülmüş olması, kendisinden rahatsız olunan eylemlerinin cemaati için kabul edilebilir olmaktan çıkmış olduğuna işaret etmektedir.190 Hareketleriyle ve

yaptığı taşkınlıklarla çevresine zarar verip “meclis-i şer’i tahfif ” eden Duka’dan Çenger köyünün papazı Dimitri ve kethüdası Kosta, köy ahalisini de arkalarına alarak kefil talep ettiklerinde, Duka kefil vermeyi reddetmiş ardından ta’zir cezasıyla cezalandırılmıştır.191

Ayrıntı gibi algılanabilecek olmakla birlikte bu iki kayıtta da dikkati çeken önemli bir husus var ki o da hem Maltepe’den sürülmesine karar verilen Dimitri’nin hem de ta’zir edilmesi kararlaştırılan Duka’nın “levent” olarak nitelendirilmiş olmasıdır.192 Levent kelimesinin çeşitli anlamları bulunmakla birlikte burada büyük bir ihtimalle bekar, tembel, işe yaramaz, ayyaş gibi olumsuz çağrışımları gündeme getirecek şekilde kullanılmıştır. Bu vasıfları üzerinde taşıyan ya da bu tür özelliklerle birlikte anılan kişilerin kefilsiz “zapt ü rapt” altına alınamayacağı aşikardır. Yukarıda kendisinden bahsedilen keşiş Piretogos ile kendilerinden kefil istenen bu iki zimmînin konumları birbirinden farklı olmakla birlikte ortak yanları da bulunmaktadır. Mesela, cemaat Piretogos’un bekar olduğunu özellikle vurgulamıştı. Levent kelimesinin bekar anlamında kullanıldığı varsayılırsa önemli bir ortaklık ortaya çıkmış oluyor. Bu durumda cemaatin bekar olmayı tehlikeli ve sorumsuz eğilimlere kapı aralayabilecek bir toplumsal durum olarak algıladığını kabul etmek gerekecektir.193 Tartışmayı derinleştirmek için daha fazla veriye ve araştırmaya ihtiyaç bulunmaktadır.

Verilen bu örnekler, cemaatlerin, farklı ya da aykırı özellikleri ile ön plana çıkan kişileri herhangi bir suça tevessül etmeden veya bir olumsuzluğa yol açmadan

Kal’abendlik Cezası ve Suçların Sınıflandırılması Üzerine Bir Deneme”, Osmanlı Araştırmaları, Sayı IV, 81.

190 ÜŞS 13, s. 30A, hkm. 351 (Ekim 1544). 191 ÜŞS 14, s. 66B, hkm. 450 (Temmuz 1548).

192 Levent kelimesinin birbirinden farklı kullanımları ve anlamları için bkz. PAKALIN, Mehmet Zeki (1993). “Levent”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü II, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 358-359 ve SERTOĞLU, Midhat (1986). “Levend”, Osmanlı Tarih Lügatı, Düzeltilmiş ve ilaveli ikinci baskı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 199-200.

193 Ağustos 1596 tarihinde Galata kadısına gönderilen bir emirde buraya dışarıdan çalışmaya gelip evli olmayan Rum ve Ermenilerin kefile bağlanması istenmiştir. Bkz. ALTINAY, Ahmet Refik (1988).

önce kontrol etmeye çalıştığını göstermektedir. Bu kontrolü sağlamının en iyi yollarından birisi görüldüğü üzere kişileri kefile bağlamaktı. Osmanlı toplumunda sorunlu zamanlarda kişilerden kefil istenmesi toplumsal bir “norm”a dönüşmüştü. Üsküdar’dan Mariya’nın muhatap kaldığı kefil isteği böyle bir duruma işaret etmektedir. Kendisi Eğriboz’dan gelmiş, bu yönüyle Üsküdar’a bağlı Çenger köyünün amili Manol’un dikkatini çekmişti. Manol, “sen yabandan gelip burada oturursun” diyerek kendisinden kefil istemiş, bu durum Mariya’yı sinirlendirmiştir. Mariya, kendisinden kefil istenerek “töhmet” altında bırakıldığını düşünmüş olmalıdır. Halbuki ondan kefil istenmesi dönemin toplumsal düzenin bir gereğiydi.194

Cemaatlerin, mensupları üzerindeki etkinliği yukarıda ifade edildiği gibi önemli bir tartışma konusudur. Kişiyi kefile bağlamak, olmadığı takdirde mahkemeye başvurup kadıdan gerekli tedbiri almasını istemek kendisine yaygın olarak başvurulan cezalandırma, kontrol etme ve bastırma yöntemleriydi. Etkinliği tartışılabilir olmakla birlikte araştırmacıların bir kısmı tarafından gündeme getirilen ve epey kabul gören bir yöntem daha vardı. Kişiyi “aforoz etmek” ya da Yahudilerin ifade ettiği gibi “herem” cezası ile cezalandırmak etkili olduğu ifade edilen cezanın adıydı. Bu ceza, genel olarak kişiyi cemaatin dışında itmek, “dinden atmak” anlamlarına geliyordu.195 Bunun önemli sonuçları olmalıydı. Çünkü bu ceza ile

cezalandırılan kişilerin çevresiyle iletişimleri ve ilişkileri de tehlikeye girmiş oluyordu. Bu cezalandırma yöntemi herhalde kendisine en son başvurulması düşünüleniydi. Onun öncesinde, yukarıda ifade edilen yöntemlerin yanında daha başka yöntemler denenirdi.196 Kişilerin aforoz edildiğine yönelik kayıtlara şer’iyye

194 Manol ve Mariya arasında ağır hakaretlerin edildiği mahkemeye taşınan bu sorun için bkz. ÜŞS 17, s. 70B, hkm. 700 (Temmuz 1551). Sicil kaydından Mariya’nın Üsküdar’ın Çenger köyüne neden geldiği hakkında bilgi edinnmek mümkün değildir.

195

Bu konulara değinen ve bu cezalandırma şeklinin etkili olduğunu savunan çalışmalardan birkaç tanesi için bkz. RODRIGUE, Aron (1995). “Difference and Tolerance in the Ottoman Empire”,

http://www.stanford.edu/group/SHR/5-1/text/rodrigue.html, interview by Nancy Reynolds;

SHAW, J. Stanford (1991). The Jews of the Ottoman Empire and the Turkish Republic, 60; KENANOĞLU, Macit (2004). Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, 206-207; MERLINO, Mark (2004), The Post-Byzantine Legal Tradition: In Theory and In Practice, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, 78-83. Aktarılan bu son eserde Merlino, aforozun Hıristiyanlar üzerinde çok etkili olduğunu vurgulamaktadır. Bunun nedeni aforozun sadece bu dünya ile ilgili değil öbür dünya ile ilgili sonuçlarının da olduğunun düşünülmesiydi. 196 Mesela Kıbrıs’ta kiliseye alınmayan ama açıkça aforoz edildiği belirtilmeyen gayrimüslimler söz konusudur. Bunların bir kısmı kadın olup kiliseye alınmama sebepleri Müslümanlarla yaptıkları evliliklerdir. Bu kişiler mahkemeye yaptıkları başvurularında kendilerine “kafir” olduklarına dair

sicillerinde rastlamak, istisnai durumlar dışında, mümkün değildir.197 Bu tez çalışması için şans sayılabilecek böyle bir kayıt mevcuttur. Bu kayıt aforozun etkinliği konusunda şüpheler uyandıracak niteliktedir. Aforoza sebep olan olay Yani ve Dimitri arasında geçen basit bir alacak verecek davasından başka bir şey değildir. Buna göre, Dimitri’nin babası Manol, Yani’ye borçlu olarak ölmüş, borcun ödenmesi konusunda aralarında tartışma çıkmıştır. Yani, mahkemenin önünde durumu şu şekilde özetlemiştir; Alacağımı “Dimitri’den nice def’a taleb eyledim virmeyicek bizim metrobolidimizden dört kere aforoz kağıdı getürdüm ona dahi itaat” eylemedi.198 Bu kayıt basit bir alacak verecek davası ama diğer taraftan oldukça düşündürücü niteliklere sahip bulunmaktadır. Nasıl olur da cezaların en etkilisi ve en ağırı olarak kabul edilen aforoz, belki başkalarının araya girmesi ile diğer birçok alacak verecek davasında olduğu gibi tatlıya bağlanabilecek bir anlaşmazlık sonucunda ortaya çıkıyordu? Yoksa kayıtta kendisiden bahsedilmeyen daha başka problemler mi söz konusuydu? Ya da Üsküdar mahkemesinden katipler Metropolit’in Dimitri’yi uyarmış olmasını aforoz olarak mı algıladılar ve bu şekilde kayda geçirdiler? Acaba cemaatin içinde etkin olan kişiler başkaları ile olan sorunlarını çözümlemede bu “etkili” cezanın verilmesini daha rahat bir şekilde mi sağlıyorlardı? Sorun ne olursa olsun bu dava, tek başına güçlü bir kanıt olmamakla birlikte, aforozun sanıldığı kadar etkili olmadığını aynı kişiye dört kez çıkmış olmasından net bir şekilde göstermektedir. Herem veya aforozun cemaat mensupları üzerindeki etkinliği cemaatlerin yapılanma şekliyle de ilgiliydi. Burada üzerinde durulmayacak olmakla birlikte karşılaştırıldığında Yahudi dinsel önderlerinin199 ya

“temessük” verilmesini istiyorlardı. Bkz. JENNINGS, C. Ronald (1993). Christians and Muslims in

Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 1571-1640, New York and London: New York

University Press, 142 ve ERDOĞDU, Mehmet Akif (1999). “Osmanlı Kıbrıs’ında İhtida Meselesi (1580-1640)”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir: Beta Basım Yayın, 169-171.

197 Burada belki de öncelikli olarak aforozun ne olduğu, bundan ne anlaşılması gerektiği tartışılmalıdır. Aforoz ya da “herem” cezası eğer bir cemaat mensubunu cemaatin dışına atmak, yaşanılan mahalleden kovmak, onunla iletişimi yasaklamak… ise bununla ilgili örneklere sicillerden ulaşmak mümkündür. Bunun bu şekilde isimlendirilmemiş olması sonuçlar açısından önemli değildir. 198 ÜŞS 13, s. 3B, hkm. 27-28 (Nisan 1543).

199 Aslında cemaatin mensupları üzerinde etkili olmak cemaat örgütlenmesi ile ilgili olmakla birlikte önemli oranda cemaat önderlerinin nitelikleriyle de ilgiliydi. Güçlü bir din adamı cemaatini daha rahat kontrol edip, istediğini yaptırabiliyordu. Bunun örnekleri yok değildir. Mesela Celali isyanlarından kaçıp İstanbul’a sığınan Kemah’lı Rahip Grigor geri döndüğünde beklemediği bir manzara ile karşılaşır. Ortada cemaatle ilgili yapılması gereken önemli işler durmaktadır. Grigor yaptıklarını şu şekilde anlatıyor; “… başsız kalmış cemâatimin gelişigüzel gidişatını inceledim. Onlar gelir ve giderleri birbirini tutmadığından başka, kimi erkek iki, kimisi üç karı almış olduğundan, bilhassa kadınlar sefil bir hale düşmüşlerdi. Onları zorla boşatdım. Bu işleri yalnız Kemah’ta değil, aynı

da ileri gelenlerinin diğer cemaatlere oranla mensupları üzerinde daha sıkı bir kontrole sahip olduğu görülecektir.200 Yalnız bu kontrolün de sınırlarının olduğu

unutulmamalıdır. Bireylerin her zaman alternatifleri vardı. Mesela bu çalışmanın ilgili yerlerinde işlenmiş olduğu üzere din değiştirmek bunlardan sadece bir tanesiydi. Özellikle fakir ve kendisini cemaatten dışlanmış hisseden kişiler din değiştirmeye daha yatkın durumdaydılar.201

Cemaat içinde sorun çıkaran ya da cemaati ile kendisi arasında problemler ortaya çıkan kişilere cemaatin içinde, yukarıda anlatılmaya çalışıldığı üzere baskı uygulanıyordu. Ama bu her zaman çözüm olarak geri dönmeyebilirdi. Bu durumda sorun büyüyebilir, en etkili çözüm yeri olan kadı mahkemesine taşınabilirdi. Mahkeme, bir hakem olmanın ötesinde aldığı kararların bağlayıcılığından dolayı sorun çıkaranların en fazla çekindikleri problem çözme mekanizmasıydı.202

zamanda, bütün bir kış mevsimi süresince dolaştığım Divrik, Eğin ve Erzincan bölgelerinde de aynen yaptım.” ANDREASYAN, Hrand D. (1988). “Celalilerden Kaçan Anadolu Halkının Geri Gönderilmesi” İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 49. 200 GÖÇEK, Fatma Müge; BAER, Marc David (2000). “18. Yüzyıl Galata Kadı sicillerinde Osmanlı Kadınlarının Toplumsal Sınırları”, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, Editör Madeline C. Zilfi, Çev. Necmiye Alpay, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 57. Rum Ortodokslarla Yahudilerin imparatorluktaki örgütlenme biçimleri birbirinden oldukça farklıydı. Karşılaştırma imkanı sağlayabilecek, biri yayınlanmış iki tez çalışması için bkz. ROZEN, Minna (2002). A history of the

Jewish of Istanbul: the formative years (1453–1566) ve PAPADEMETRIOU, Anastasios G.

(2001). The Ottoman Tax Farming and the Greek Orthodox Patriarchate: An Examination of

State and Church in Ottoman Society (15-16.th Century). Papademetriou, tezinde, Osmanlı

İmparatorluğunda kilisenin genel olarak bir vergi toplayıcından ibaret olduğunu iddia etmiştir. Bu anlamda kilisenin mensupları üzerindeki kontrolünün de vergi işlerini düzenleme dışında oldukça zayıf olduğunu savlamaktadır. Onun bu iddialarını şer’iyye sicilleri üzerine yapılacak araştırmaların kısmen doğrulama imkanının olacağını ifade etmek yerinde olacaktır.

201 19. yüzyılın başlarında İzmir’de İngiliz misyonerler aktif hale gelmeye başlayınca Yahudi cemaatinden fakirler, cemaatin ileri gelenlerini din değiştirmekle tehdit etmeye başlamışlardır. Bu tehditleri savuranlar, kendilerine yardım edilmesini sağlamak için böyle bir yolu tercih ediyorlardı. Bu tür din değiştirmeler zamanla artmıştır. Bkz. BARNAI, Jacob, (2002). “The Development of Community Organizational Structures: The Case of Izmir”, Jews, Turks, Ottomans A Shared

History, Fifteenth Through The Twentieth Century, Edited by Avigdor Levy, New York: Syracuse

University Press, 47. 17. yüzyılda Balıkesir mahkemesine yansıyan bir dava kaydı oldukça ilginçtir. Mahkemenin karşısına çıkan Ermeni kökenli Oruç “babam beni Müslüman olma diye bağladı, fakat ben kaçtım geldim ve Müslüman oldum” demiştir. Oruç, babası ile bir tartışması sonrasında “Müslüman olacağım” laflarını ağzından kaçırmış olabilir miydi acaba? Bkz. MUTAF, Abdülmecid (2003). “Balıkesir’de İskan Edilen Ermeni’lerin Yönetim ve Müslüman Halkla İlişkileri”, Celal

Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 77.

202 Bu bağlamdaki örnekler için bkz. COHEN, Amnon (1984). Jewish Life Under Islam Jarusalem

in the 16th Century, 9-10 ve KENANOĞLU, Macit (2004). Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, 233. Kenanoğlu, konu bağlamında, belirtilen sayfada ilginç bir örnek aktarmaktadır. Buna

göre Hıristiyan bir kadın kendi halinde olmayıp, edebe muhalif hareketleri dolayısıyla cemaatin içinde birkaç kere uyarılmış “ıslah olmadığı” gerekçesiyle sürülmesine karar verilmişti. Tabi bu karar devletin onayıyla alınmıştır.