• Sonuç bulunamadı

C- Cemînin Çeşitleri

1- Cemî teksîrler / Kırık Çoğullar

1 -

ﺭﺎﺤﹺﺑ

– Bihârün

ﺍﹶﺫﹺﺇﻭ

ﺭﺎﺤﹺﺒﹾﻟﺍ

ﺕﺮّﹺﺠﺳ

Denizler ateşlenip kaynatıldığı zaman.317

313 Mehmed Zihni Efendi, a.g.e., ts., s. 441.

314 es-Süyûtî, Kitâbü Hem’i’l-Hevâmi’i Şerhu Cem’i’l-Cevâmi’i fî İlmi’l-Arabiyyeti, I, 174; Abbas

Hasan, a.g.e., IV, 627.

315 İbn Akîl, a.g.e., IV, 114; Şertûnî, a.g.e., s. 54. 316 Mehmed Zihni Efendi, a.g.e., s. 441.

2-

ﹲﻥﺍﻮﺧﺇ

– Ihvânün

ﹶﻥﻮﹸﻟﻮﹸﻘﻳ ﺍﻮﹸﻘﹶﻓﺎﻧ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﻰﹶﻟﹺﺇ ﺮﺗ ﻢﹶﻟﹶﺃ

ﻢﹺﻬﹺﻧﺍﻮﺧِﻹ

ﻢﹸﻜﻌﻣ ﻦﺟﺮﺨﻨﹶﻟ ﻢﺘﺟﹺﺮﺧﹸﺃ ﻦﺌﹶﻟ ﹺﺏﺎﺘﻜﹾﻟﺍ ﹺﻞﻫﹶﺃ ﻦﻣ ﺍﻭﺮﹶﻔﹶﻛ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ

Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara? Onlar Ehl-i kitaptan kâfir kardeş-

lerine: “Vallahi,”diyorlar, eğer siz buradan çıkarılacak olursanız, mutlaka biz de si-

zinle beraber çıkarız.318

3 -

ﻑﻮﹸﻟﹸﺃ

– Ulûfün

ﻢﻫﻭ ﻢﻫﹺﺭﺎﻳﺩ ﻦﻣ ﺍﻮﺟﺮﺧ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﻰﹶﻟﹺﺇ ﺮﺗ ﻢﹶﻟﹶﺃ

ﹸﺃ

ﻑﻮﹸﻟ

َﷲﺍ ﱠﻥﹺﺇ ﻢﻫﺎﻴﺣﹶﺃ ﻢﹸﺛ ﺍﻮﺗﻮﻣ ُﷲﺍ ﻢﻬﹶﻟ ﹶﻝﺎﹶﻘﹶﻓ ﺕﻮﻤﹾﻟﺍ ﺭﹶﺬﺣ

ﹶﻥﻭﺮﹸﻜﺸﻳ ﹶﻻ ﹺﺱﺎﻨﻟﺍ ﺮﹶﺜﹾﻛﹶﺃ ﻦﻜﹶﻟﻭ ﹺﺱﺎﻨﻟﺍ ﻰﹶﻠﻋ ﹴﻞﻀﹶﻓ ﻭﹸﺬﹶﻟ

Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere! Allah onlara: “Ölün!”dedi sonra onları diriltti. Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler.319

4 -

ُﺀﺍَﺀﺮﺑ

– Büraâü

ﻳﺬﱠﻟﺍﻭ ﻢﻴﻫﺍﺮﺑﹺﺇ ﻲﻓ ﹲﺔﻨﺴﺣ ﹲﺓﻮﺳﹸﺃ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﺖﻧﺎﹶﻛ ﺪﹶﻗ

ﺎﻧﹺﺇ ﻢﹺﻬﻣﻮﹶﻘﻟ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ ﹾﺫﹺﺇ ﻪﻌﻣ ﻦ

ُﺀﺁﺮﺑ

ﻦﻣ ﹶﻥﻭﺪﺒﻌﺗ ﺎﻤﻣﻭ ﻢﹸﻜﻨﻣ

ِﷲﺍ ﻥﻭﺩ

İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda size güzel bir örnek vardır: Hani onlar hemşehrilerine şöyle demişlerdi: Bizim, ne sizinle, ne de Allah’tan başka iba- det ettiğiniz şeriklerinizle hiç bir ilişiğimiz kalmamıştır.320

318 Haşr, 59/11. 319 Bakara, 2/243. 320 Mümtehine, 60/4.

5 -

ﹲﺓﺭﺮﺑ

– Beraratün

ﹴﻡﺍﺮﻛ

ﺓﺭﺮﺑ

İyilik timsali (sadık, hürmetkâr, çok değerli) kâtiplerin elleriyle yazılı-

dır.321

6 -

ﺭﺍﻮﺟ

– Cevârün

ﻪﺗﺎﻳﺁ ﻦﻣﻭ

ﹺﺭﺍﻮﺠﹾﻟﺍ

ﹺﻡﹶﻼﻋَﻷﺎﹶﻛ ﹺﺮﺤﺒﹾﻟﺍ ﻲﻓ

Denizlerde dağlar gibi akıp giden gemiler de O’nun kudretinin ve hikmeti- nin delillerindendir.322

7 -

ﹲﺔﹶﻈﹶﻔﺣ

– Hafezatün

ﻢﹸﻜﻴﹶﻠﻋ ﹸﻞﺳﺮﻳﻭ

ﹰﺔﹶﻈﹶﻔﺣ

O üzerinize, (hareketlerinizi kaydeden) hafaza meleklerini gönderir.323

8 -

ﻡﺎﱠﻜﺣ

– Hukkâmün

ﻰﹶﻟﹺﺇ ﺎﻬﹺﺑ ﺍﻮﹸﻟﺪﺗﻭ ﹺﻞﻃﺎﺒﹾﻟﺎﹺﺑ ﻢﹸﻜﻨﻴﺑ ﻢﹸﻜﹶﻟﺍﻮﻣﹶﺃ ﺍﻮﹸﻠﹸﻛﹾﺄﺗ ﹶﻻﻭ

ﹺﻡﺎﱠﻜﺤﹾﻟﺍ

ﻢﺘﻧﹶﺃﻭ ﹺﻢﹾﺛِﻹﺎﹺﺑ ﹺﺱﺎﻨﻟﺍ ﹺﻝﺍﻮﻣﹶﺃ ﻦﻣ ﺎﹰﻘﻳﹺﺮﹶﻓ ﺍﻮﹸﻠﹸﻛﹾﺄﺘﻟ

ﺗ

ﹶﻥﻮﻤﹶﻠﻌ

Bir de, birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle hâkimlere koşmayın.324

321 Abese, 80/16. 322 Şûrâ, 42/32. 323 En’am, 6/61. 324 Bakara, 2/188.

9 -

ﺮﻤﺣ

– Humurun

ﻢﻬﻧﹶﺄﹶﻛ

ﺮﻤﺣ

ﹶﻓ ﹲﺓﺮﻔﻨﺘﺴﻣ

ﺓﺭﻮﺴﹶﻗ ﻦﻣ ﺕﺮ

Bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?325

10 -

ﲑﻤﺣ

– Hamîrun

ﺕﻮﺼﹶﻟ ﺕﺍﻮﺻَﻷﺍ ﺮﹶﻜﻧﹶﺃ ﱠﻥﹺﺇ ﻚﺗﻮﺻ ﻦﻣ ﺾﻀﹾﻏﺍﻭ ﻚﹺﻴﺸﻣ ﻲﻓ ﺪﺼﹾﻗﺍﻭ

ﹺﲑﻤﺤﹾﻟﺍ

Yürürken ölçülü, mûtedil yürü, konuşurken sesini ayarla, bağırarak konuşma, unutma ki seslerin en çirkini, avazı çıktığınca bağıran eşeklerin sesidir.326

11 -

ﹲﺔﻧﺰﺧ

– Hazenetün

ﹺﺭﺎﻨﻟﺍ ﻲﻓ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﹶﻝﺎﹶﻗﻭ

ﺔﻧﺰﺨﻟ

ﺎﻨﻋ ﻒّﻔﺨﻳ ﻢﹸﻜﺑﺭ ﺍﻮﻋﺩﺍ ﻢﻨﻬﺟ

ﹺﺏﺍﹶﺬﻌﹾﻟﺍ ﻦﻣ ﺎﻣﻮﻳ

Ateşte olanlar bu sefer, cehennem bekçilerine: “Ne olur, Rabbinize bizim için yalvarın. Bir gün olsun, azabımızı hafifletsin!”derler. 327

12 -

ﻊﺸﺧ

– Huşşa’un

ﺎﻌﺸﺧ

ﺪﺟَﻷﺍ ﻦﻣ ﹶﻥﻮﺟﺮﺨﻳ ﻢﻫﺭﺎﺼﺑﹶﺃ

ﺮﺸﺘﻨﻣ ﺩﺍﺮﺟ ﻢﻬﻧﹶﺄﹶﻛ ﺙﺍ

Gözleri korkudan önlerine eğildikçe eğilmiş, dehşet içinde mezarlarından

çıkar, yayılmış çekirgeler gibi her tarafı dalga dalga kaplarlar.328

325 Müddessir, 74 /50-51. 326 Lokmân, 31/19. 327 Gafir, 40/49. 328 Kamer, 54/7.

13 -

ﺎﻳﺎﹶﻄﺧ

– Hatâyâ

ﻫ ﺍﻮﹸﻠﺧﺩﺍ ﺎﻨﹾﻠﹸﻗ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ﺮﻔﻐﻧ ﹲﺔﱠﻄﺣ ﺍﻮﹸﻟﻮﹸﻗﻭ ﺍﺪﺠﺳ ﺏﺎﺒﹾﻟﺍ ﺍﻮﹸﻠﺧﺩﺍﻭ ﺍﺪﹶﻏﺭ ﻢﺘﹾﺌﺷ ﹸﺚﻴﺣ ﺎﻬﻨﻣ ﺍﻮﹸﻠﹸﻜﹶﻓ ﹶﺔﻳﺮﹶﻘﹾﻟﺍ ﻩﺬ

ﻢﹸﻜﹶﻟ

ﻢﹸﻛﺎﻳﺎﹶﻄﺧ

ﲔﹺﻨِﺴﺤﻤﹾﻟﺍ ﺪﻳﹺﺰﻨﺳﻭ

Bir zaman da şöyle dedik: “Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerden bol bol yiyin! Şehrin kapısından secde ederek, saygılı bir tavırla girin ve “Affet bizi ya Rebbenâ (hıtta)”deyin ki suçlarınızı affedelim; iyilik yapanların mükâfatlarını daha da artıracağız. 329 14 -

ُﺀﺎﹶﻔﹶﻠﺧ

– Hulefâü

ﹺﺇ ﺍﻭﺮﹸﻛﹾﺫﺍﻭ

ﻢﹸﻜﹶﻠﻌﺟ ﹾﺫ

َﺀﺎﹶﻔﹶﻠﺧ

ﹺﺽﺭَﻷﺍ ﻲﻓ ﻢﹸﻛﹶﺃﻮﺑﻭ ﺩﺎﻋ ﺪﻌﺑ ﻦﻣ

Bir de düşünün ki Allah sizi Âd halkına halefler yaptı ve dünya üzerinde si- ze imkânlar bahşetti.330 15 -

ﻒﺋﹶﻼﺧ

– Halâifü

ﻢﹸﻜﹶﻠﻌﺟ ﻱﺬﱠﻟﺍ ﻮﻫﻭ

ﻒﺋﹶﻼﺧ

ﻭ ﹺﺽﺭَﻷﺍ

ﻢﹸﻛﺎﺗﺁ ﺎﻣ ﻲﻓ ﻢﹸﻛﻮﹸﻠﺒﻴﻟ ﺕﺎﺟﺭﺩ ﹴﺾﻌﺑ ﻕﻮﹶﻓ ﻢﹸﻜﻀﻌﺑ ﻊﹶﻓﺭ

O’dur ki sizi dünyada halifeler yapmış ve verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün kılmıştır.331

16 -

ﺭﻮﹸﻛﹸﺫ

– Zükûrun

ﻲﻓ ﺎﻣ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗﻭ

ﹲﺔﺼﻟﺎﺧ ﹺﻡﺎﻌﻧَﻷﺍ ﻩﺬﻫ ﻥﻮﹸﻄﺑ

ﺎﻧﹺﺭﻮﹸﻛﹸﺬﻟ

ُﺀﺎﹶﻛﺮﺷ ﻪﻴﻓ ﻢﻬﹶﻓ ﹰﺔﺘﻴﻣ ﻦﹸﻜﻳ ﹾﻥﹺﺇﻭ ﺎﻨﹺﺟﺍﻭﺯﹶﺃ ﻰﹶﻠﻋ ﻡﺮﺤﻣﻭ

Bir de şöyle dediler: “Falan hayvanların karınlarında olan yavrular, canlı doğarsa sadece erkeklerimize helâl, kadınlarımıza ise haramdır. Eğer ölü doğarsa, hepsi ona ortak olurlar.”332

329 Bakara, 2/58. 330 A’raf, 7/74. 331 En’am, 6/165.

17 -

ﹸﻥﺍﺮﹾﻛﹸﺫ

– Zükrânü

ﺍ ﹶﻥﻮﺗﹾﺄﺗﹶﺃ

ﻥﺍﺮﹾﻛﱡﺬﻟ

ﲔﻤﹶﻟﺎﻌﹾﻟﺍ ﻦﻣ َ

Neden siz bütün insanlardan sadece erkeklere şehvetle varıyorsunuz?333

18 -

ُﺀﺎﻤﺣﺭ

– Ruhamâü

ﹺﺭﺎﱠﻔﹸﻜﹾﻟﺍ ﻰﹶﻠﻋ ُﺀﺍﺪﺷﹶﺃ ﻪﻌﻣ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ ِﷲﺍ ﹸﻝﻮﺳﺭ ﺪﻤﺤﻣ

ﺀﺎﻤﺣﺭ

ﻢﻬﻨﻴﺑ ُ

Muhammed Allah’ın resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler.334

19 -

ﹸﻝﺫﺍﺭﹶﺃ

– Erâzilü

ﻢﻫ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﱠﻻﹺﺇ ﻚﻌﺒﺗﺍ ﻙﺍﺮﻧ ﺎﻣﻭ ﺎﻨﹶﻠﹾﺜﻣ ﺍﺮﺸﺑ ﱠﻻﹺﺇ ﻙﺍﺮﻧ ﺎﻣ ﻪﻣﻮﹶﻗ ﻦﻣ ﺍﻭﺮﹶﻔﹶﻛ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﹸﺄﹶﻠﻤﹾﻟﺍ ﹶﻝﺎﹶﻘﹶﻓ

ﺎﻨﹸﻟﺫﺍﺭﹶﺃ ْ

ﻱﺩﺎﺑ

ﹶﻛ ﻢﹸﻜﻨﹸﻈﻧ ﹾﻞﺑ ﹴﻞﻀﹶﻓ ﻦﻣ ﺎﻨﻴﹶﻠﻋ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﻯﺮﻧ ﺎﻣﻭ ﹺﻱﹾﺃﺮﻟﺍ

ﲔﹺﺑﺫﺎ

Buna karşı halkının ileri gelen kâfirleri hep birden kalkıp: “Bize göre, sen sadece bizim gibi bir insansın, bizden farkın yoktur. Hem sonra senin peşinden gi- denler toplumumuzun en düşük kimseleri, bu da gözler önünde! Ayrıca sizin bize karşı bir meziyetiniz olduğunu da görmüyoruz. Bilâkis sizin yalancı olduğunuzu dü- şünüyoruz”dediler.335 20 -

ﹴﺱﺍﻭﺭ

– Revâsin

ﺎﻬﻴﻓ ﹶﻞﻌﺟﻭ ﺽﺭَﻷﺍ ﺪﻣ ﻱﺬﱠﻟﺍ ﻮﻫﻭ

ﻲﺳﺍﻭﺭ

ﻣﻭ ﺍﺭﺎﻬﻧﹶﺃﻭ

ﻲﺸﻐﻳ ﹺﻦﻴﻨﹾﺛﺍ ﹺﻦﻴﺟﻭﺯ ﺎﻬﻴﻓ ﹶﻞﻌﺟ ﺕﺍﺮﻤﱠﺜﻟﺍ ّﹺﻞﹸﻛ ﻦ

ﹶﻥﻭﺮﱠﻜﹶﻔﺘﻳ ﹴﻡﻮﹶﻘﻟ ﺕﺎﻳﺂﹶﻟ ﻚﻟﹶﺫ ﻲﻓ ﱠﻥﹺﺇ ﺭﺎﻬﻨﻟﺍ ﹶﻞﻴﱠﻠﻟﺍ

332 En’am, 6/139. 333 Şuara, 26/165. 334 Fetih, 48/29. 335 Hud, 11/27.

Hem O’dur ki yeri yaydı. Orada sağlam dağlar yükseltti, ırmaklar akıttı. Her meyvenin içinde iki eş yarattı. Sürekli olarak geceyi gündüze bürüyüp duruyor. Elbette bunlarda, iyice düşünen kimseler için, alacak nice dersler ve ibretler vardır.

336 21 -

ٌﺀﺎﻋﹺﺭ

– Ri’âün

ﺎﻨﻟﺍ ﻦﻣ ﹰﺔﻣﹸﺃ ﻪﻴﹶﻠﻋ ﺪﺟﻭ ﻦﻳﺪﻣ َﺀﺎﻣ ﺩﺭﻭ ﺎﻤﹶﻟﻭ

ﺎﻣ ﹶﻝﺎﹶﻗ ﻥﺍﺩﻭﹸﺬﺗ ﹺﻦﻴﺗﺃﺮﻣﺍ ﻢﹺﻬﹺﻧﻭﺩ ﻦﻣ ﺪﺟﻭﻭ ﹶﻥﻮﹸﻘﺴﻳ ﹺﺱ

ﺭﺪﺼﻳ ﻰﺘﺣ ﻲﻘﺴﻧ ﹶﻻ ﺎﺘﹶﻟﺎﹶﻗ ﺎﻤﹸﻜﺒﹾﻄﺧ

ُﺀﺎﻋّﹺﺮﻟﺍ

ﲑﹺﺒﹶﻛ ﺦﻴﺷ ﺎﻧﻮﺑﹶﺃﻭ

Medyen’in su kuyularına varınca orada davarlarını suvaran bir grup insan buldu. Onların gerisinde de, kendi hayvanlarını uzakta tutmaya çalışan iki kadın gördü“Siz niçin bekliyorsunuz?”diye sordu. Onlar da: “Çobanlar hayvanlarını su- varıp ayrılmadıkça, biz suvarmayız. Babamız da hayli yaşlı olduğundan iş bize kalı- yor”diye cevapladılar.337

22 -

ﻊﱠﻛﺭ

- Rukke’un

ﲔﻤﺋﺎﹶﻘﹾﻟﺍﻭ ﲔﻔﺋﺎﱠﻄﻠﻟ ﻲﺘﻴﺑ ﺮّﹺﻬﹶﻃﻭ ﺎﹰﺌﻴﺷ ﻲﹺﺑ ﻙﹺﺮﺸﺗ ﹶﻻ ﹾﻥﹶﺃ ﺖﻴﺒﹾﻟﺍ ﹶﻥﺎﹶﻜﻣ ﻢﻴﻫﺍﺮﺑِﻹ ﺎﻧﹾﺃﻮﺑ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ﹺﻊﱠﻛﺮﻟﺍﻭ

ﺩﻮﺠﺴﻟﺍ

Zira Biz vaktiyle İbrâhim’e Beytullahın yerini belirlediğimiz zaman: “Sakın Bana hiç bir şeyi ortak koşma ve Ben’im Mâbedimi tavaf ederken, kıyamda, rükûda veya secdede olarak ibadet edenler için tertemiz tut!338

23 -

ﻉﺍﺭﺯ

– Zürrâ’un

ﻣﻭ

ﺐﹺﺠﻌﻳ ﻪﻗﻮﺳ ﻰﹶﻠﻋ ﻯﻮﺘﺳﺎﹶﻓ ﹶﻆﹶﻠﻐﺘﺳﺎﹶﻓ ﻩﺭﺯﺂﹶﻓ ﻩﹶﺄﹾﻄﺷ ﺝﺮﺧﹶﺃ ﹴﻉﺭﺰﹶﻛ ﹺﻞﻴﹺﺠﻧِﻹﺍ ﻲﻓ ﻢﻬﹸﻠﹶﺜ

ﻉﺍﺭﺰﻟﺍ

ﹶﻆﻴﻐﻴﻟ

ﺭﺎﱠﻔﹸﻜﹾﻟﺍ ﻢﹺﻬﹺﺑ

336 Ra’d, 13/3. 337 Kasas, 28/23. 338 Hac, 22/26.

İncîl’deki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir.339

24 -

ﺪﺠﺳ

– Süccedün

ﹾﺌﺷ ﹸﺚﻴﺣ ﺎﻬﻨﻣ ﺍﻮﹸﻠﹸﻜﹶﻓ ﹶﺔﻳﺮﹶﻘﹾﻟﺍ ﻩﺬﻫ ﺍﻮﹸﻠﺧﺩﺍ ﺎﻨﹾﻠﹸﻗ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ﺏﺎﺒﹾﻟﺍ ﺍﻮﹸﻠﺧﺩﺍﻭ ﺍﺪﹶﻏﺭ ﻢﺘ

ﺍﺪﺠﺳ

ﺮﻔﻐﻧ ﹲﺔﱠﻄﺣ ﺍﻮﹸﻟﻮﹸﻗﻭ

ﲔﹺﻨِﺴﺤﻤﹾﻟﺍ ﺪﻳﹺﺰﻨﺳﻭ ﻢﹸﻛﺎﻳﺎﹶﻄﺧ ﻢﹸﻜﹶﻟ

Bir zaman da şöyle dedik: “Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerden bol bol yiyin! Şehrin kapısından secde ederek, saygılı bir tavırla girin ve “Affet bizi ya Rebbenâ (hıtta)”deyin ki suçlarınızı affedelim; iyilik yapanların mükâfatlarını daha da artıracağız. 340 25 –

ﺩﻮﺠﺳ

– Sücûdün

ﺗﺍﻭ ﺎﻨﻣﹶﺃﻭ ﹺﺱﺎﻨﻠﻟ ﹰﺔﺑﺎﹶﺜﻣ ﺖﻴﺒﹾﻟﺍ ﺎﻨﹾﻠﻌﺟ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ﹶﻞﻴﻋﺎﻤﺳﹺﺇﻭ ﻢﻴﻫﺍﺮﺑﹺﺇ ﻰﹶﻟﹺﺇ ﺎﻧﺪﹺﻬﻋﻭ ﻰﻠﺼﻣ ﻢﻴﻫﺍﺮﺑﹺﺇ ﹺﻡﺎﹶﻘﻣ ﻦﻣ ﺍﻭﹸﺬﺨ

ﹺﻊﱠﻛﺮﻟﺍﻭ ﲔﻔﻛﺎﻌﹾﻟﺍﻭ ﲔﻔﺋﺎﱠﻄﻠﻟ ﻲﺘﻴﺑ ﺍﺮّﹺﻬﹶﻃ ﹾﻥﹶﺃ

ﺩﻮﺠﺴﻟﺍ

Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıl- dık. Siz de Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmâil’e de: “Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundu- run!”diye emretmiştik. 341 26 -

ﹲﺓﺮﺤﺳ

– Seheratün

ﺴﻟﺍ َﺀﺎﺟﻭ

ﲔﹺﺒﻟﺎﻐﹾﻟﺍ ﻦﺤﻧ ﺎﻨﹸﻛ ﹾﻥﹺﺇ ﺍﺮﺟﹶﺄﹶﻟ ﺎﻨﹶﻟ ﱠﻥﹺﺇ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ ﹶﻥﻮﻋﺮﻓ ﹸﺓﺮﺤ

339 Fetih, 48/29.

340 Bakara, 2/58; Nisa, 4/154; A’raf, 7/161. 341 Bakara, 2/125.

Bütün büyücüler Firavun’a gelip: “Galip gelecek olursak, her hâlde mutla- ka bize büyük bir mükâfat verilir, değil mi?”dediler.342

27 -

ﻯﺮﺳﹶﺃ

– Esrâ

ﻪﹶﻟ ﹶﻥﻮﹸﻜﻳ ﹾﻥﹶﺃ ّﹴﻲﹺﺒﻨﻟ ﹶﻥﺎﹶﻛ ﺎﻣ

ﻯﺮﺳﹶﺃ

ﹺﺽﺭَﻷﺍ ﻲﻓ ﻦﺨﹾﺜﻳ ﻰﺘﺣ

Hiçbir peygambere yeryüzünde iyice güçleninceye kadar esirler almak uygun düşmez.343 28 -

ﻯﺭﺎﺳﹸﺃ

– Üsârâ

ﻢﹸﻛﻮﺗﹾﺄﻳ ﹾﻥﹺﺇﻭ

ﻯﺭﺎﺳﹸﺃ

ﻋ ﻡﺮﺤﻣ ﻮﻫﻭ ﻢﻫﻭﺩﺎﹶﻔﺗ

ﻢﻬﺟﺍﺮﺧﹺﺇ ﻢﹸﻜﻴﹶﻠ

(Bununla beraber) onlar esirler olarak gelirlerse (fidyelerini verip) onları kurtarıyorsunuz. Hâlbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı.344

29 -

ﹸﻞﹺﺑﺎﻨﺳ

– Senabilü

ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﹸﻞﹶﺜﻣ

ﻊﺒﺳ ﺖﺘﺒﻧﹶﺃ ﺔﺒﺣ ﹺﻞﹶﺜﻤﹶﻛ ِﷲﺍ ﹺﻞﻴﹺﺒﺳ ﻲﻓ ﻢﻬﹶﻟﺍﻮﻣﹶﺃ ﹶﻥﻮﹸﻘﻔﻨﻳ

ﹶﻞﹺﺑﺎﻨﺳ

ﻪﱠﻠﻟﺍﻭ ﺔﺒﺣ ﹸﺔﹶﺌﻣ ﺔﹶﻠﺒﻨﺳ ّﹺﻞﹸﻛ ﻲﻓ

ﻢﻴﻠﻋ ﻊﺳﺍﻭ ﻪﱠﻠﻟﺍﻭ ُﺀﺎﺸﻳ ﻦﻤﻟ ﻒﻋﺎﻀﻳ

Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başa- ğında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer. Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar. 345

342 A’râf, 7/113. 343 Enfal, 8/67. 344 Bakara, 2/85. 345 Bakara, 2/261.

30 -

ﺭﹺﻭﺎﺳﹶﺃ

– Esâvirü

ﹺﺮﺠﺗ ﻥﺪﻋ ﺕﺎﻨﺟ ﻢﻬﹶﻟ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺃ

ﻦﻣ ﺎﻬﻴﻓ ﹶﻥﻮﱠﻠﺤﻳ ﺭﺎﻬﻧَﻷﺍ ﻢﹺﻬﺘﺤﺗ ﻦﻣ ﻱ

ﺭﹺﻭﺎﺳﹶﺃ

ﺎﺑﺎﻴﺛ ﹶﻥﻮﺴﺒﹾﻠﻳﻭ ﹴﺐﻫﹶﺫ ﻦﻣ

ﺎﹰﻘﹶﻔﺗﺮﻣ ﺖﻨﺴﺣﻭ ﺏﺍﻮﱠﺜﻟﺍ ﻢﻌﹺﻧ ﻚﺋﺍﺭَﻷﺍ ﻰﹶﻠﻋ ﺎﻬﻴﻓ ﲔﺌﻜﺘﻣ ﹴﻕﺮﺒﺘﺳﹺﺇﻭ ﹴﺱﺪﻨﺳ ﻦﻣ ﺍﺮﻀﺧ

İşte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak kendilerine altın bilezikler takılacak, ince ve kalın ipekten yeşil el- biseler giyecekler, tahtlara kurulacaklar, ne güzel mükâfattır bunlar ve ne güzel bir meskendir o cennet.346 31 -

ُﺀﺎﻌﹶﻔﺷ

– Şüfe’âü

ﺎﻨﹶﻟ ﹾﻞﻬﹶﻓ

َﺀﺎﻌﹶﻔﺷ ﻦﻣ

ﺎﻣ ﻢﻬﻨﻋ ﱠﻞﺿﻭ ﻢﻬﺴﹸﻔﻧﹶﺃ ﺍﻭﺮِﺴﺧ ﺪﹶﻗ ﹸﻞﻤﻌﻧ ﺎﻨﹸﻛ ﻱﺬﱠﻟﺍ ﺮﻴﹶﻏ ﹶﻞﻤﻌﻨﹶﻓ ﺩﺮﻧ ﻭﹶﺃ ﺎﻨﹶﻟ ﺍﻮﻌﹶﻔﺸﻴﹶﻓ

ﹶﻥﻭﺮﺘﹾﻔﻳ ﺍﻮﻧﺎﹶﻛ

Acaba burada bize şefaat edecek birileri bulunur mu? Yahut geri döndürül- memiz imkânı olur mu ki bu sefer yaptığımız kötü işlerin yerine güzel güzel işler ya- pabilelim?”Muhakkak ki onlar, kendilerini hüsrana uğrattılar. Uydurdukları sahte tanrıları da kendilerinden uzaklaşıp ortadan kayboldular. 347

32 -

ﺩﻮﻬﺷ

– Şühûdün

ﺍﺪﻴﺣﻭ ﺖﹾﻘﹶﻠﺧ ﻦﻣﻭ ﻲﹺﻧﺭﹶﺫ

ﺍﺩﻮﻬﺷ ﲔﹺﻨﺑﻭ ﺍﺩﻭﺪﻤﻣ ﹰﻻﺎﻣ ﻪﹶﻟ ﺖﹾﻠﻌﺟﻭ

Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında

dolaşan oğullar verdiğim o adamı sen Bana bırak!348

346 Kehf, 18/31. 347 A’râf, 7/53.

33 -

ُﺀﺍﺪﻬﺷ

– Şühedâü

ﺔﻌﺑﺭﹶﺄﹺﺑ ﺍﻮﺗﹾﺄﻳ ﻢﹶﻟ ﻢﹸﺛ ﺕﺎﻨﺼﺤﻤﹾﻟﺍ ﹶﻥﻮﻣﺮﻳ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ

َﺀﺍﺪﻬﺷ

ﹰﺓﺩﺎﻬﺷ ﻢﻬﹶﻟ ﺍﻮﹸﻠﺒﹾﻘﺗ ﹶﻻﻭ ﹰﺓﺪﹾﻠﺟ ﲔﹺﻧﺎﻤﹶﺛ ﻢﻫﻭﺪﻠﺟﺎﹶﻓ

ﹶﺃ

ﹶﻥﻮﹸﻘﺳﺎﹶﻔﹾﻟﺍ ﻢﻫ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺃﻭ ﺍﺪﺑ

İffetli kadınlara zina isnad edip de buna dair dört şahid getiremeyen herke- se seksen değnek vurun ve bundan böyle, onların şahitliklerini artık ebediyyen kabul etmeyin. Çünkü bunlar gerçekten fâsıkların ta kendileridir!349

34 -

ﺮﻬﺷﹶﺃ

– Eşhür

ﺔﻌﺑﺭﹶﺃ ﺺﺑﺮﺗ ﻢﹺﻬﺋﺎﺴﹺﻧ ﻦﻣ ﹶﻥﻮﹸﻟﺆﻳ ﻦﻳﺬﱠﻠﻟ

ﹴﺮﻬﺷﹶﺃ

ﻢﻴﺣﺭ ﺭﻮﹸﻔﹶﻏ َﷲﺍ ﱠﻥﹺﺈﹶﻓ ﺍﻭُﺀﺎﹶﻓ ﹾﻥﹺﺈﹶﻓ

Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı var- dır. Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çün- kü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.350

35 -

ﺭﻮﻬﺷ

– Şühûr

ﹶﺓﺪﻋ ﱠﻥﹺﺇ

ﹺﺭﻮﻬﺸﻟﺍ

ﺸﻋ ﺎﻨﹾﺛﺍ ِﷲﺍ ﺪﻨﻋ

ﻡﺮﺣ ﹲﺔﻌﺑﺭﹶﺃ ﺎﻬﻨﻣ ﺽﺭَﻷﺍﻭ ﺕﺍﻭﺎﻤﺴﻟﺍ ﻖﹶﻠﺧ ﻡﻮﻳ ِﷲﺍ ﹺﺏﺎﺘﻛ ﻲﻓ ﺍﺮﻬﺷ ﺮ

ﻢّﹺﻴﹶﻘﹾﻟﺍ ﻦﻳّﺪﻟﺍ ﻚﻟﹶﺫ

Doğrusu, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü hürmetlidir. İşte doğru hesap budur.351

36 -

ﻊﻴﺷ

– Şiye’un

ﺍﻮﻧﺎﹶﻛﻭ ﻢﻬﻨﻳﺩ ﺍﻮﹸﻗﺮﹶﻓ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﱠﻥﹺﺇ

ﺎﻌﻴﺷ

ﺍﻮﻧﺎﹶﻛ ﺎﻤﹺﺑ ﻢﻬﹸﺌّﹺﺒﻨﻳ ﻢﹸﺛ ِﷲﺍ ﻰﹶﻟﹺﺇ ﻢﻫﺮﻣﹶﺃ ﺎﻤﻧﹺﺇ ٍﺀﻲﺷ ﻲﻓ ﻢﻬﻨﻣ ﺖﺴﹶﻟ

ﹶﻥﻮﹸﻠﻌﹾﻔﻳ

349 Nur, 24/4. 350 Bakara, 2/226. 351 Tevbe, 9/36.

Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok mu, senin onlarla hiç bir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah, onların yaptıklarını ileride bir bir onlara bildirip cezalarını verecektir.352

37 -

ﻑﺎﻌﺿ

- Dı’âfün

ﺨﻴﹾﻟﻭ

ﹰﺔﻳّﹺﺭﹸﺫ ﻢﹺﻬﻔﹾﻠﺧ ﻦﻣ ﺍﻮﹸﻛﺮﺗ ﻮﹶﻟ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﺶ

ﺎﹰﻓﺎﻌﺿ

ﺍﺪﻳﺪﺳ ﹰﻻﻮﹶﻗ ﺍﻮﹸﻟﻮﹸﻘﻴﹾﻟﻭ َﷲﺍ ﺍﻮﹸﻘﺘﻴﹾﻠﹶﻓ ﻢﹺﻬﻴﹶﻠﻋ ﺍﻮﹸﻓﺎﺧ

Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde, onların halleri nice olur diye endişe edenler, yetimlere haksızlık etmekten de öylece korksunlar da Allah’ın cezalandırmasından sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.353

38 -

ُﺀﺎﹶﻔﻌﺿ

– Du’afâu

ﹸﻝﻮﹸﻘﻴﹶﻓ ﹺﺭﺎﻨﻟﺍ ﻲﻓ ﹶﻥﻮﺟﺎﺤﺘﻳ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ُﺀﺎﹶﻔﻌﻀﻟﺍ

ﺬﱠﻠﻟ

ﺎﺒﻴﺼﻧ ﺎﻨﻋ ﹶﻥﻮﻨﻐﻣ ﻢﺘﻧﹶﺃ ﹾﻞﻬﹶﻓ ﺎﻌﺒﺗ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﺎﻨﹸﻛ ﺎﻧﹺﺇ ﺍﻭﺮﺒﹾﻜﺘﺳﺍ ﻦﻳ

ﹺﺭﺎﻨﻟﺍ ﻦﻣ

Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken zayıflar, dünyada büyüklük tasla- yanlara: “Biz bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının bir kısmını olsun kal- dırabilir misiniz?”354

39 -

ﺩﺎﺒﻋ

– ‘İbâdün

ﲑﺼﺑ َﷲﺍ ﱠﻥﹺﺇ ِﷲﺍ ﻰﹶﻟﹺﺇ ﻱﹺﺮﻣﹶﺃ ﺽّﹺﻮﹶﻓﹸﺃﻭ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﹸﻝﻮﹸﻗﹶﺃ ﺎﻣ ﹶﻥﻭﺮﹸﻛﹾﺬﺘﺴﹶﻓ

ﺩﺎﺒﻌﹾﻟﺎﹺﺑ

“Size söylediğim şu sözleri yakında hatırlayacaksınız. Artık ben işimi Al- lah’a bırakıyorum. Çünkü Allah kullarını pekiyi görmektedir.”355

352 En’am, 6/159. 353 Nisa, 4/9.

354 Gafir (Mu’min), 40/47. 355 Gafir (Mu’min), 40/44.

40 -

ﺪﻴﹺﺒﻋ

– ‘Abîdün

ﹴﻡﺎﱠﻠﹶﻈﹺﺑ ﺲﻴﹶﻟ َﷲﺍ ﱠﻥﹶﺃﻭ ﻙﺍﺪﻳ ﺖﻣﺪﹶﻗ ﺎﻤﹺﺑ ﻚﻟﹶﺫ

ﺪﻴﹺﺒﻌﹾﻠﻟ

O vakit kendisine: “İşte bu, dünyada işlediklerinin cezasıdır. Yoksa Allah

kullarına en ufak bir haksızlık bile yapmaz.”denilir.356

41 -

ُﺀﺎﻤﹶﻠﻋ

– ‘Ulemâü

ﻪﻤﹶﻠﻌﻳ ﹾﻥﹶﺃ ﹰﺔﻳﺁ ﻢﻬﹶﻟ ﻦﹸﻜﻳ ﻢﹶﻟﻭﹶﺃ

ُﺀﺎﻤﹶﻠﻋ

ﹶﻞﻴﺋﺍﺮﺳﹺﺇ ﻲﹺﻨﺑ

İsrailoğullarından bilginlerin onu bilmeleri, onlar için bir delil değil mi- dir?357

42 -

ﻲﻤﻋ

– ‘Umyün

ﻢﹾﻜﺑ ﻢﺻ

ﻲﻤﻋ

ﹶﻥﻮﻌﹺﺟﺮﻳ ﹶﻻ ﻢﻬﹶﻓ

Sağır, dilsiz ve kördürler onlar. Onun için hakka dönmezler.358

43 -

ﹲﻥﺎﻴﻤﻋ

– ‘Umyânün

ﺮﺨﻳ ﻢﹶﻟ ﻢﹺﻬّﹺﺑﺭ ﺕﺎﻳﺂﹺﺑ ﺍﻭﺮّﻛﹸﺫ ﺍﹶﺫﹺﺇ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ

ﺎﻤﺻ ﺎﻬﻴﹶﻠﻋ ﺍﻭ

ﺎﻧﺎﻴﻤﻋﻭ

Kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve

körler gibi davranmazlar.359

44 -

ﹲﻥﻮﻴﻋ

- ‘Umyün

ﺕﺎﻨﺟ ﻲﻓ ﲔﻘﺘﻤﹾﻟﺍ ﱠﻥﹺﺇ

ﻥﻮﻴﻋﻭ

356 Hacc, 22/10. 357 Şuara, 26/197. 358 Bakara, 2/18 359 Furkan, 25 / 73

Şeytana uymaktan korunan müttakiler ise cennetlerde ve pınar başlarındadır- lar.360 45 -

ﻦﻴﻋﹶﺃ

– A‘yunün

ﺮﹶﻘﺗ ﹾﻥﹶﺃ ﻰﻧﺩﹶﺃ ﻚﻟﹶﺫ

ﻦﻬﻨﻴﻋﹶﺃ

ُﷲﺍ ﹶﻥﺎﹶﻛﻭ ﻢﹸﻜﹺﺑﻮﹸﻠﹸﻗ ﻲﻓ ﺎﻣ ﻢﹶﻠﻌﻳ ﻪﱠﻠﻟﺍﻭ ﻦﻬﱡﻠﹸﻛ ﻦﻬﺘﻴﺗﺁ ﺎﻤﹺﺑ ﻦﻴﺿﺮﻳﻭ ﱠﻥﺰﺤﻳ ﹶﻻﻭ َ

ﻴﻠﻋ

ﺎﻤﻴﻠﺣ ﺎﻤ

Bu hal onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hep- sinin hoşnud olmaları yönünden daha münasiptir. Allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. Allah alîmdir, halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası boldur). 361

46 -

ﻑﺮﹸﻏ

– Ğurafün

ﻢﻬﹶﻟ ﻢﻬﺑﺭ ﺍﻮﹶﻘﺗﺍ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﹺﻦﻜﹶﻟ

ﻑﺮﹸﻏ

ﺎﻬﻗﻮﹶﻓ ﻦﻣ

ﻑﺮﹸﻏ

ﻒﻠﺨﻳ ﹶﻻ ِﷲﺍ ﺪﻋﻭ ﺭﺎﻬﻧَﻷﺍ ﺎﻬﺘﺤﺗ ﻦﻣ ﻱﹺﺮﺠﺗ ﹲﺔﻴﹺﻨﺒﻣ

ﺩﺎﻌﻴﻤﹾﻟﺍ ُﷲﺍ

Lâkin Rab’lerini sayıp kötülüklerden sakınanlar için, içinden ırmaklar akan, üst üste odalar ihtiva eden yüksek köşkler vardır. Bu Allah’ın bir vâdidir. Al- lah ise vâdinden asla caymaz.362

47 -

ﹲﻥﺎَـﻴﺘﻓ

– Fityânün

ﹶﻝﺎﹶﻗﻭ

ﻪﹺﻧﺎﻴﺘﻔﻟ

ﻢﻬﺘﻋﺎﻀﹺﺑ ﺍﻮﹸﻠﻌﺟﺍ

ﻢﻬﱠﻠﻌﹶﻟ ﻢﹺﻬﻠﻫﹶﺃ ﻰﹶﻟﹺﺇ ﺍﻮﺒﹶﻠﹶﻘﻧﺍ ﺍﹶﺫﹺﺇ ﺎﻬﻧﻮﹸﻓﹺﺮﻌﻳ ﻢﻬﱠﻠﻌﹶﻟ ﻢﹺﻬﻟﺎﺣﹺﺭ ﻲﻓ

ﹶﻥﻮﻌﹺﺟﺮﻳ

Yusuf, zahîre tartan hizmetçilerine dedi ki: “Onların, zahîre karşılığında verdikleri mallarını da yüklerinin içine koyun. Böylece belki ailelerine döndüklerin- de, bunun farkına varıp yine gelirler.”363

360 Hicr, 15/45; Zariyat, 51/15. 361 Ahzab, 33/51.

362 Zümer, 39/20. 363 Yusuf, 12/62.

48 -

ﺭﺎﺠﹸﻓ

– Füccârün

ﲔﻘﺘﻤﹾﻟﺍ ﹸﻞﻌﺠﻧ ﻡﹶﺃ ﹺﺽﺭَﻷﺍ ﻲﻓ ﻦﻳﺪِﺴﹾﻔﻤﹾﻟﺎﹶﻛ ﺕﺎﺤﻟﺎﺼﻟﺍ ﺍﻮﹸﻠﻤﻋﻭ ﺍﻮﻨﻣﺁ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﹸﻞﻌﺠﻧ ﻡﹶﺃ

ﹺﺭﺎﺠﹸﻔﹾﻟﺎﹶﻛ

Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak ni-

zamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden

sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?364

49 -

ﹲﺓﺮﺠﹶﻓ

– Feceratün

ﹸﺓﺮﹶﻔﹶﻜﹾﻟﺍ ﻢﻫ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺃ

ﹸﺓﺮﺠﹶﻔﹾﻟﺍ

İşte bunlar kâfir, haktan sapan kimselerdir.365

50 -

ﺩﻮﻌﹸﻗ

– Ku’ûdün

ﺎﻬﻴﹶﻠﻋ ﻢﻫ ﹾﺫﹺﺇ

ﺩﻮﻌﹸﻗ

ٌ

Hani onlar ateşin başında otururlardı366

51 -

ﻡﺎﻴﻗ

– Kıyâmün

َﷲﺍ ﹶﻥﻭﺮﹸﻛﹾﺬﻳ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ

ﺎﻣﺎﻴﻗ

ﻭ

ﺎﻣ ﺎﻨﺑﺭ ﹺﺽﺭَﻷﹾﺍﻭ ﺕﺍﻭﺎﻤﺴﻟﺍ ﹺﻖﹾﻠﺧ ﻲﻓ ﹶﻥﻭﺮﱠﻜﹶﻔﺘﻳﻭ ﻢﹺﻬﹺﺑﻮﻨﺟ ﻰﹶﻠﻋﻭ ﺍﺩﻮﻌﹸﻗ

ﹺﺭﺎﻨﻟﺍ ﺏﺍﹶﺬﻋ ﺎﻨﻘﹶﻓ ﻚﻧﺎﺤﺒﺳ ﹰﻼﻃﺎﺑ ﺍﹶﺬﻫ ﺖﹾﻘﹶﻠﺧ

Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üze- re zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: “Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!”367

364 Sad, 38/28. 365 Abese, 80/42. 366 Burûc, 85/6. 367 Âl-i İmrân, 3/191.

52 -

ﺭﺎﱠﻔﹸﻛ

– Küffârün

ﻢﻫﻭ ﺍﻮﺗﺎﻣﻭ ﺍﻭﺮﹶﻔﹶﻛ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﱠﻥﹺﺇ

ﺭﺎﱠﻔﹸﻛ

ﻢﻬﹶﻟ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺃ ﻪﹺﺑ ﻯﺪﺘﹾﻓﺍ ﹺﻮﹶﻟﻭ ﺎﺒﻫﹶﺫ ﹺﺽﺭَﻷﺍ ُﺀﹾﻞﻣ ﻢﻫﺪﺣﹶﺃ ﻦﻣ ﹶﻞﺒﹾﻘﻳ ﻦﹶﻠﹶﻓ ٌ

ﻦﻳﹺﺮﺻﺎﻧ ﻦﻣ ﻢﻬﹶﻟ ﺎﻣﻭ ﻢﻴﻟﹶﺃ ﺏﺍﹶﺬﻋ

İnkâr yoluna sapan ve kâfirler olarak can veren kimseler, kurtuluş fidyesi olarak dünya dolusunca altın verseler de, mümkün değil, hiçbirinden kabul edilme- yecektir. Bunların hakkı, çok acı bir azaptır ve kendilerini bundan kurtaracak olan da yoktur.368

53 -

ﹲﺓﺮﹶﻔﹶﻛ

– Keferatün

ﹸﺓﺮﹶﻔﹶﻜﹾﻟﺍ ﻢﻫ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺃ

ﹸﺓﺮﺠﹶﻔﹾﻟﺍ

İşte bunlar kâfirler, günaha dadanan, haktan sapan kimselerdir369 54 -

ﻢﻠﹶﻛ

– Kelimün

ﺪﻌﺼﻳ ﻪﻴﹶﻟﹺﺇ ﺎﻌﻴﻤﺟ ﹸﺓﺰﻌﹾﻟﺍ ﻪﱠﻠﻠﹶﻓ ﹶﺓﺰﻌﹾﻟﺍ ﺪﻳﹺﺮﻳ ﹶﻥﺎﹶﻛ ﻦﻣ

ﻢﻠﹶﻜﹾﻟﺍ

ﺼﻟﺍ ﹸﻞﻤﻌﹾﻟﺍﻭ ﺐّﹺﻴﱠﻄﻟﺍ

ﹶﻥﻭﺮﹸﻜﻤﻳ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ ﻪﻌﹶﻓﺮﻳ ﺢﻟﺎ

ﺭﻮﺒﻳ ﻮﻫ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺃ ﺮﹾﻜﻣﻭ ﺪﻳﺪﺷ ﺏﺍﹶﺬﻋ ﻢﻬﹶﻟ ﺕﺎﹶﺌّﹺﻴﺴﻟﺍ

Kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamiyle Allah’ındır. Güzel ve temiz söz-

ler O’na yükselir. Güzel ve makbul işi de Allah yükseltir. Kötü işleri gizlice tasarla-

yıp kuranlara şiddetli azap vardır. Onların kurdukları bütün tuzaklar mahvolur370

55 -

ﹲﺔﻨﻛﹶﺃ

– Ekinnetün

ﺃ ﻢﹺﻬﹺﺑﻮﹸﻠﹸﻗ ﻰﹶﻠﻋ ﺎﻨﹾﻠﻌﺟﻭ ﻚﻴﹶﻟﹺﺇ ﻊﻤﺘﺴﻳ ﻦﻣ ﻢﻬﻨﻣﻭ

ﺔﻨﻛَ

ﹶﻘﹾﻔﻳ ﹾﻥﹶﺃ ً

ﻩﻮﻬ

Onlardan seni Kur’ân okurken dinleyenler de vardır. Fakat Biz onu lâyık olduğu şekilde anlamalarına mani olmak için, onların kalplerine kat kat örtüler ger- dik.371

368 Âl-i İmrân, 3/91. 369 Abese, 80/42. 370 Fâtır, 35/10.

56 –

ﻰﺗﻮﻣ

– Mevtâ

ﻩﻮﺑﹺﺮﺿﺍ ﺎﻨﹾﻠﹸﻘﹶﻓ

ُﷲﺍ ﻲﹺﻴﺤﻳ ﻚﻟﹶﺬﹶﻛ ﺎﻬﻀﻌﺒﹺﺑ

ﻰﺗﻮﻤﹾﻟﺍ

ﹶﻥﻮﹸﻠﻘﻌﺗ ﻢﹸﻜﱠﻠﻌﹶﻟ ﻪﺗﺎﻳﺁ ﻢﹸﻜﻳﹺﺮﻳﻭ

Bunun üzerine: “Kestiğiniz ineğin bir parçasıyla o maktûlün cesedine vu- run.”dedik (Vurulunca da o diriliverdi.) İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir. Aklınızı iyice kullanasınız diye mucizelerini size gösterir.372

57 -

ُﺀﺎﻴﹺﺒﻧﹶﺍ

– Enbiyâü

ﻭُﺀﺎﺑﻭ ﹺﺱﺎﻨﻟﺍ ﻦﻣ ﹴﻞﺒﺣﻭ ِﷲﺍ ﻦﻣ ﹴﻞﺒﺤﹺﺑ ﱠﻻﹺﺇ ﺍﻮﹸﻔﻘﹸﺛ ﺎﻣ ﻦﻳﹶﺃ ﹸﺔﱠﻟّﺬﻟﺍ ﻢﹺﻬﻴﹶﻠﻋ ﺖﺑﹺﺮﺿ

ﺖﺑﹺﺮﺿﻭ ِﷲﺍ ﻦﻣ ﹴﺐﻀﻐﹺﺑ ﺍ

ﺍ ﹶﻥﻮﹸﻠﺘﹾﻘﻳﻭ ِﷲﺍ ﺕﺎﻳﺂﹺﺑ ﹶﻥﻭﺮﹸﻔﹾﻜﻳ ﺍﻮﻧﺎﹶﻛ ﻢﻬﻧﹶﺄﹺﺑ ﻚﻟﹶﺫ ﹸﺔﻨﹶﻜﺴﻤﹾﻟﺍ ﻢﹺﻬﻴﹶﻠﻋ

َﺀﺎﻴﹺﺒﻧَﻷ

ﺍﻮﺼﻋ ﺎﻤﹺﺑ ﻚﻟﹶﺫ ّﹴﻖﺣ ﹺﺮﻴﻐﹺﺑ

ﹶﻥﻭﺪﺘﻌﻳ ﺍﻮﻧﺎﹶﻛﻭ

Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (siste- me) tutunmaları müstesna, onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.

Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur. Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır. 373

58 -

ٌﺀﺎﺴﹺﻧ

– Nisâün

ﻙﺮﻬﹶﻃﻭ ﻙﺎﹶﻔﹶﻄﺻﺍ َﷲﺍ ﱠﻥﹺﺇ ﻢﻳﺮﻣ ﺎﻳ ﹸﺔﹶﻜﺋﹶﻼﻤﹾﻟﺍ ﺖﹶﻟﺎﹶﻗ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ﻰﹶﻠﻋ ﻙﺎﹶﻔﹶﻄﺻﺍﻭ

ِﺀﺎﺴﹺﻧ

ﲔﻤﹶﻟﺎﻌﹾﻟﺍ

Hani Melekler dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti. Seni ter- temiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı374

371 En’am, 6/25. 372 Bakara, 2/73. 373 Âl-i İmrân, 3/112. 374 Âl-i İmrân, 3/42.

59 -

ﻢﻌﹺﻧ

- Ni’amün

ﺨﺳ َﷲﺍ ﱠﻥﹶﺃ ﺍﻭﺮﺗ ﻢﹶﻟﹶﺃ

ﻢﹸﻜﻴﹶﻠﻋ ﹶﻎﺒﺳﹶﺃﻭ ﹺﺽﺭَﻷﺍ ﻲﻓ ﺎﻣﻭ ﺕﺍﻭﺎﻤﺴﻟﺍ ﻲﻓ ﺎﻣ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﺮ

ﻪﻤﻌﹺﻧ

ﻦﻣﻭ ﹰﺔﻨﻃﺎﺑﻭ ﹰﺓﺮﻫﺎﹶﻇ ُ

ﹴﲑﹺﻨﻣ ﹴﺏﺎﺘﻛ ﹶﻻﻭ ﻯﺪﻫ ﹶﻻﻭ ﹴﻢﹾﻠﻋ ﹺﺮﻴﻐﹺﺑ ِﷲﺍ ﻲﻓ ﹸﻝﺩﺎﺠﻳ ﻦﻣ ﹺﺱﺎﻨﻟﺍ

Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimetlere sizi garketmiş? Yine de, öyle insanlar var ki hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmak- sızın Allah hakkında tartışıp durur.375

60 -

ﺱﻮﹸﻔﻧ

– Nüfûsün

ﻲﻓ ﺎﻤﹺﺑ ﻢﹶﻠﻋﹶﺃ ﻢﹸﻜﺑﺭ

ﻢﹸﻜﺳﻮﹸﻔﻧ

ﺍﺭﻮﹸﻔﹶﻏ ﲔﹺﺑﺍﻭَﻸﻟ ﹶﻥﺎﹶﻛ ﻪﻧﹺﺈﹶﻓ ﲔﺤﻟﺎﺻ ﺍﻮﻧﻮﹸﻜﺗ ﹾﻥﹺﺇ

Rabbiniz ruhlarınızdaki duyguları pekiyi bilir. Eğer siz iyi kimseler iseniz şunu bilin ki Allah kötülüklerden, (özellikle anne ve babasına yaptığı kötü muamele- lerden,) tövbe edenlere karşı, günahları çok affedicidir.376

61 -

ﹲﺔﹶﺛﺭﻭ

– Verasetün

ﻦﻣ ﻲﹺﻨﹾﻠﻌﺟﺍﻭ

ﺔﹶﺛﺭﻭ

ﹺﻢﻴﻌﻨﻟﺍ ﺔﻨﺟ ِ

Naim cennetlerine vârisler olanlardan eyle beni ya Rabbî.377

62 -

ﹲﻥﺍﺪﹾﻟﹺﻭ

– Vildânün

ﻭ ِﺀﺎﺴّﹺﻨﻟﺍﻭ ﹺﻝﺎﺟّﹺﺮﻟﺍ ﻦﻣ ﲔﻔﻌﻀﺘﺴﻤﹾﻟﺍﻭ ِﷲﺍ ﹺﻞﻴﹺﺒﺳ ﻲﻓ ﹶﻥﻮﹸﻠﺗﺎﹶﻘﺗ ﹶﻻ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﺎﻣﻭ

ﻥﺍﺪﹾﻟﹺﻮﹾﻟﺍَ

Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içerisinde bırakılan bir kısım er- kekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?378

375 Lokman, 31/20. 376 İsra, 17/25. 377 Şuara, 26/85. 378 Nisa, 4/75; 98; 127.

b - Cemî Kıllet: 1 -

ﺮﺤﺑﹶﺃ

– Ebhurün

ﹸﺔﻌﺒﺳ ﻩﺪﻌﺑ ﻦﻣ ﻩﺪﻤﻳ ﺮﺤﺒﹾﻟﺍﻭ ﻡﹶﻼﹾﻗﹶﺃ ﺓﺮﺠﺷ ﻦﻣ ﹺﺽﺭَﻷﺍ ﻲﻓ ﺎﻤﻧﹶﺃ ﻮﹶﻟﻭ

ﹶﺃ

ﹴﺮﺤﺑ

َﷲﺍ ﱠﻥﹺﺇ ِﷲﺍ ﺕﺎﻤﻠﹶﻛ ﺕﺪﻔﻧ ﺎﻣ

ﻢﻴﻜﺣ ﺰﻳﹺﺰﻋ

Eğer Allah’ın kelimelerini yazmak üzere, dünyadaki bütün ağaçlar, kalem olsaydı ve denizlere de yedi deniz daha katılıp bütün onlar da mürekkep olsaydı, bunlar tükenir yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi. Allah, öyle azîz, öyle hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.379

2 -

ﹲﺓﻮﺧﹺﺇ

– Ihvetün

ﻪﹶﻟ ﹶﻥﺎﹶﻛ ﹾﻥﹺﺈﹶﻓ

ﹲﺓﻮﺧﹺﺇ

ﺻﻮﻳ ﺔﻴﺻﻭ ﺪﻌﺑ ﻦﻣ ﺱﺪﺴﻟﺍ ﻪّﻣُﻸﹶﻓ

ﹴﻦﻳﺩ ﻭﹶﺃ ﺎﻬﹺﺑ ﻲ

Şayet ölenin kardeşleri varsa, ölenin yaptığı vasiyetin ifasından ve borcunun ödenmesinden sonra annenin hissesi altıda birdir. 380

3 -

ﻑﹶﻻﺁ

– Âlâfün

ﻳ ﹾﻥﹶﺃ ﻢﹸﻜﻴﻔﹾﻜﻳ ﻦﹶﻟﹶﺃ ﲔﹺﻨﻣﺆﻤﹾﻠﻟ ﹸﻝﻮﹸﻘﺗ ﹾﺫﹺﺇ

ﺔﹶﺛﹶﻼﹶﺜﹺﺑ ﻢﹸﻜﺑﺭ ﻢﹸﻛﺪﻤ

ﻑﹶﻻﺁ

ﲔﻟﺰﻨﻣ ﺔﹶﻜﺋﹶﻼﻤﹾﻟﺍ ﻦﻣ

O vakit sen müminlere: “Rabbinizin, indirdiği üç bin melek ile size imdad gön- dermesi yetmez mi?”diyordun.381

4 -

ﺭﺍﺮﺑﹶﺍ

– Ebrârün

ﻤﺳ ﺎﻨﻧﹺﺇ ﺎﻨﺑﺭ

ﺎﻨﺗﺎﹶﺌّﹺﻴﺳ ﺎﻨﻋ ﺮّﻔﹶﻛﻭ ﺎﻨﺑﻮﻧﹸﺫ ﺎﻨﹶﻟ ﺮﻔﹾﻏﺎﹶﻓ ﺎﻨﺑﺭ ﺎﻨﻣﺂﹶﻓ ﻢﹸﻜّﹺﺑﺮﹺﺑ ﺍﻮﻨﻣﺁ ﹾﻥﹶﺃ ﻥﺎﳝِﻺﻟ ﻱﺩﺎﻨﻳ ﺎﻳﺩﺎﻨﻣ ﺎﻨﻌ

ﻊﻣ ﺎﻨﱠﻓﻮﺗﻭ

ﺭﺍﺮﺑَﻷﺍ

ِ

379 Lokman, 31/27. 380 Nisa, 4/11. 381 Âl-i İmrân, 3/124.

“Rabbena! Biz, imana çağıran ve “Rabbinize inanın!”diye tevhide dâvet eden bir zatı duyduk ve icabet ettik. Artık Sen bizi affet, kusurlarımızı bağışla ve iyi-

lerin ölümünü bize nasip eyle!”382

5 -

ُﺀﺎﻨﺑﹶﺍ

– Ebnâü

ﻦﺤﻧ ﻯﺭﺎﺼﻨﻟﺍﻭ ﺩﻮﻬﻴﹾﻟﺍ ﺖﹶﻟﺎﹶﻗﻭ

ُﺀﺎﻨﺑﹶﺃ

ﻢﹸﻜﺑّﺬﻌﻳ ﻢﻠﹶﻓ ﹾﻞﹸﻗ ﻩﺅﺎﺒﺣﹶﺃﻭ ِﷲﺍ

ﻖﹶﻠﺧ ﻦﻤﻣ ﺮﺸﺑ ﻢﺘﻧﹶﺃ ﹾﻞﺑ ﻢﹸﻜﹺﺑﻮﻧﹸﺬﹺﺑ

ﲑﺼﻤﹾﻟﺍ ﻪﻴﹶﻟﹺﺇﻭ ﺎﻤﻬﻨﻴﺑ ﺎﻣﻭ ﹺﺽﺭَﻷﺍﻭ ﺕﺍﻭﺎﻤﺴﻟﺍ ﻚﹾﻠﻣ ﻪﱠﻠﻟﻭ ُﺀﺎﺸﻳ ﻦﻣ ﺏّﺬﻌﻳﻭ ُﺀﺎﺸﻳ ﻦﻤﻟ ﺮﻔﻐﻳ

Hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar “Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileri- yiz.”dediler. De ki: “Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırı- yor?”Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hâkimiyeti Allah’ındır. Dönüş de O’na olacaktır.383

6 -

ﹲﺓﺭﹺﻮﺳﹶﺃ

– Esviratün

ﻪﻴﹶﻠﻋ ﻲﻘﹾﻟﹸﺃ ﹶﻻﻮﹶﻠﹶﻓ

ﹲﺓﺭﹺﻮﺳﹶﺃ

ﹺﺮﺘﹾﻘﻣ ﹸﺔﹶﻜﺋﹶﻼﻤﹾﻟﺍ ﻪﻌﻣ َﺀﺎﺟ ﻭﹶﺃ ﹴﺐﻫﹶﺫ ﻦﻣ

ﲔﹺﻧ

Eğer o dediği gibi ise, üstüne gökten altın bilezikler atılmalı yahut beraberinde mela- ikeler gelmeli değil miydi?”384

7 -

ﺩﺎﻬﺷﹶﺍ

– Eşhâdün

ﻳ ﻡﻮﻳﻭ ﺎﻴﻧﺪﻟﺍ ﺓﺎﻴﺤﹾﻟﺍ ﻲﻓ ﺍﻮﻨﻣﺁ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ ﺎﻨﹶﻠﺳﺭ ﺮﺼﻨﻨﹶﻟ ﺎﻧﹺﺇ

ﺍ ﻡﻮﹸﻘ

ﺩﺎﻬﺷَﻷ

Biz resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem de şahitlerin çağırılıp dinlendiği günde, elbette yardım ederiz.385

382 Âl-i İmrân, 3/193. 383 Maide, 5/18. 384 Zuhrûf, 43/53. 385 Gafir, 40/51.

8 -

ﻉﺎﻴﺷﹶﺃ

- Eşyâ’ün

ﹺﺏ ﹶﻞﻌﹸﻓ ﺎﻤﹶﻛ ﹶﻥﻮﻬﺘﺸﻳ ﺎﻣ ﻦﻴﺑﻭ ﻢﻬﻨﻴﺑ ﹶﻞﻴﺣﻭ

ﹶﺃ

ﻢﹺﻬﻋﺎﻴﺷ

ﹴﺐﻳﹺﺮﻣ ّﻚﺷ ﻲﻓ ﺍﻮﻧﺎﹶﻛ ﻢﻬﻧﹺﺇ ﹸﻞﺒﹶﻗ ﻦﻣ

Neticede, tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu et- tikleri şey arasına sed çekilir. Çünkü onlar, kıyamet hakkında gerçekten insanları kö- tü zanna düşüren bir şüphe içindeydiler.386

9 -

ﹲﺔـﻴﺘﻓ

– Fityetün

ﻢﻬﻧﹺﺇ ّﹺﻖﺤﹾﻟﺎﹺﺑ ﻢﻫﹶﺄﺒﻧ ﻚﻴﹶﻠﻋ ﺺﹸﻘﻧ ﻦﺤﻧ

ﹲﺔﻴﺘﻓ

ﻯﺪﻫ ﻢﻫﺎﻧﺩﹺﺯﻭ ﻢﹺﻬّﹺﺑﺮﹺﺑ ﺍﻮﻨﻣﺁ

Başlarından geçen olayı Biz sana doğru olarak anlatıyoruz. Gerçekten on- lar Rab’lerine tam iman etmiş gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini ve yakinlerini artırdık.387

10 -

ﹲﻥﺎﻨﹾﻛﹶﺃ

– Eknânün

ﹺﻝﺎﺒﹺﺠﹾﻟﺍ ﻦﻣ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﹶﻞﻌﺟﻭ ﹰﻻﹶﻼﻇ ﻖﹶﻠﺧ ﺎﻤﻣ ﻢﹸﻜﹶﻟ ﹶﻞﻌﺟ ُﷲﺍﻭ

ﺎﻧﺎﻨﹾﻛﹶﺃ

Allah yarattığı şeylerin bir kısmında size gölgelikler, dağlarda da sizin için

barınaklar yaptı.388

11 -

ﺕﺍﻮﻣﹶﺍ

– Emvâtün

ﺍ ﹶﻻﻭ ُﺀﺎﻴﺣَﻷﺍ ﻱﹺﻮﺘﺴﻳ ﺎﻣﻭ

ﺕﺍﻮﻣَﻷ

ﹺﺭﻮﺒﹸﻘﹾﻟﺍ ﻲﻓ ﻦﻣ ﹴﻊﻤﺴﻤﹺﺑ ﺖﻧﹶﺃ ﺎﻣﻭ ُﺀﺎﺸﻳ ﻦﻣ ﻊﻤﺴﻳ َﷲﺍ ﱠﻥﹺﺇ

Dirilerle ölüler de bir olmaz! (müminlerle kâfirler bir olmaz). Allah, diledi- ğine hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.389

386 Sebe, 34/54. 387 Kehf, 18/13. 388 Nahl, 16/81. 389 Fâtır, 35/22.

12 -

ﹲﺓﻮﺴﹺﻧ

– Nisvetün

ﹶﻝﺎﹶﻗﻭ

ﹲﺓﻮﺴﹺﻧ

ﹾﻟﺍ ﹸﺓﹶﺃﺮﻣﺍ ﺔﻨﻳﺪﻤﹾﻟﺍ ﻲﻓ

ﹴﲔﹺﺒﻣ ﹴﻝﹶﻼﺿ ﻲﻓ ﺎﻫﺍﺮﻨﹶﻟ ﺎﻧﹺﺇ ﺎﺒﺣ ﺎﻬﹶﻔﻐﺷ ﺪﹶﻗ ﻪِﺴﹾﻔﻧ ﻦﻋ ﺎﻫﺎﺘﹶﻓ ﺩﹺﻭﺍﺮﺗ ﹺﺰﻳﹺﺰﻌ

Şehirde birtakım kadınlar: “Duydunuz mu?”dediler: “Vezirin hanımı uşa- ğına gönlünü kaptırmış, ondan kâm almak istemiş! Sevda ateşi bağrını yakmış. Kadın besbelli çıldırmış!”390

13 -

ﺭﺎﺼﻧﹶﺃ

– Ensârun

ﻦﻣ ﲔﻤﻟﺎﱠﻈﻠﻟ ﺎﻣﻭ ﻪﺘﻳﺰﺧﹶﺃ ﺪﹶﻘﹶﻓ ﺭﺎﻨﻟﺍ ﹺﻞﺧﺪﺗ ﻦﻣ ﻚﻧﹺﺇ ﺎﻨﺑﺭ

ﹴﺭﺎﺼﻧﹶﺃ

“Ey Yüce Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, muhakkak onu rezil edersin. Zalimlerin hiç bir yardımcıları yoktur!”391

14 -

ﻢﻌﻧﹶﺃ

– En’umün

ﺕﺮﹶﻔﹶﻜﹶﻓ ﻥﺎﹶﻜﻣ ّﹺﻞﹸﻛ ﻦﻣ ﺍﺪﹶﻏﺭ ﺎﻬﹸﻗﺯﹺﺭ ﺎﻬﻴﺗﹾﺄﻳ ﹰﺔﻨﺌﻤﹾﻄﻣ ﹰﺔﻨﻣﺁ ﺖﻧﺎﹶﻛ ﹰﺔﻳﺮﹶﻗ ﹰﻼﹶﺜﻣ ُﷲﺍ ﺏﺮﺿﻭ

ﹺﻢﻌﻧﹶﺄﹺﺑ

ﺎﻬﹶﻗﺍﹶﺫﹶﺄﹶﻓ ِﷲﺍ

ﻮﺨﹾﻟﺍﻭ ﹺﻉﻮﺠﹾﻟﺍ ﺱﺎﺒﻟ ُﷲﺍ

ﹶﻥﻮﻌﻨﺼﻳ ﺍﻮﻧﺎﹶﻛ ﺎﻤﹺﺑ ﻑ

Allah şöyle bir temsil getirir: Bir şehir halkı vardı: Güvenlik ve huzur için- de idi, rızıkları her yandan bol bol, rahatça geliyordu. Derken Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler, Allah da halkının işlediği suçlar sebebiyle o şehre açlığı ve korku- yu tattırdı, (açlık ve korku elbise gibi kaplayıverdi bütün vücutlarını). 392

15 -

ﺲﹸﻔﻧﹶﺃ

– Enfüsün

ﹶﻥﻮﺴﻨﺗﻭ ّﹺﺮﹺﺒﹾﻟﺎﹺﺑ ﺱﺎﻨﻟﺍ ﹶﻥﻭﺮﻣﹾﺄﺗﹶﺃ

ﻢﹸﻜﺴﹸﻔﻧﹶﺃ

ﺗ ﻢﺘﻧﹶﺃﻭ

ﹶﻥﻮﹸﻠﻘﻌﺗ ﹶﻼﹶﻓﹶﺃ ﺏﺎﺘﻜﹾﻟﺍ ﹶﻥﻮﹸﻠﺘ

390 Yusuf, 12/30. 391 Âl-i İmrân, 3/192. 392 Nahl, 16/112.

Halka iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa? Hâlbuki siz Tev- ratı okuyup duruyorsunuz. Artık aklınızı başınıza almayacak mısınız?393

16 -

ﺩﹶﻻﻭﹶﺃ

– Evlâdün

ﻳ ﺕﺍﺪﻟﺍﻮﹾﻟﺍﻭ

ﺃ ﻦﻌﺿﺮ

ﺩﹶﻻﻭَ

ﹶﺔﻋﺎﺿﺮﻟﺍ ﻢﺘﻳ ﹾﻥﹶﺃ ﺩﺍﺭﹶﺃ ﻦﻤﻟ ﹺﻦﻴﹶﻠﻣﺎﹶﻛ ﹺﻦﻴﹶﻟﻮﺣ ﻦﻫ

_

ﺍﻮﻌﺿﺮﺘﺴﺗ ﹾﻥﹶﺃ ﻢﺗﺩﺭﹶﺃ ﹾﻥﹺﺇﻭ

َﷲﺍ ﱠﻥﹶﺃ ﺍﻮﻤﹶﻠﻋﺍﻭ َﷲﺍ ﺍﻮﹸﻘﺗﺍﻭ ﻑﻭﺮﻌﻤﹾﻟﺎﹺﺑ ﻢﺘﻴﺗﺁ ﺎﻣ ﻢﺘﻤﱠﻠﺳ ﺍﹶﺫﹺﺇ ﻢﹸﻜﻴﹶﻠﻋ ﺡﺎﻨﺟ ﹶﻼﹶﻓ ﻢﹸﻛﺩﹶﻻﻭﹶﺃ

ﲑﺼﺑ ﹶﻥﻮﹸﻠﻤﻌﺗ ﺎﻤﹺﺑ

Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şek- liyle uygulamak isteyenler içindir. Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterse- niz, Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile bunda da size ve- bal yoktur.394 2 - Cemî Sâlimler a - Müzekker Sâlim: 1 -

ﹶﻥﻮﹸﺌﻳﹺﺮﺑ

– Berîûne

ﻢﺘﻧﹶﺃ ﻢﹸﻜﹸﻠﻤﻋ ﻢﹸﻜﹶﻟﻭ ﻲﻠﻤﻋ ﻲﻟ ﹾﻞﹸﻘﹶﻓ ﻙﻮﺑﱠﺬﹶﻛ ﹾﻥﹺﺇﻭ

ﹶﻥﻮﹸﺌﻳﹺﺮﺑ

ﹸﻞﻤﻋﹶﺃ ﺎﻤﻣ

ﹶﻥﻮﹸﻠﻤﻌﺗ ﺎﻤﻣ ٌﺀﻱﹺﺮﺑ ﺎﻧﹶﺃﻭ

Eğer seni yalancı saymakta ısrar ederlerse de ki: “Benim yaptığım bana ait, sizin yaptığınız da size! Benim yaptıklarımla sizin, sizin yaptıklarınızla da benim

ilişiğim yoktur.”395 2 -

ﹶﻥﻮﻨﺑ

– Benûne

ﹴﻝﺎﻣ ﻦﻣ ﻪﹺﺑ ﻢﻫﺪﻤﻧ ﺎﻤﻧﹶﺃ ﹶﻥﻮﺒﺴﺤﻳﹶﺃ

ﲔﹺﻨﺑﻭ

393 Bakara, 2/44. 394 Bakara, 2/233. 395 Yunus, 10/41.

Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla nimetlerini artırdığımızı mı sa- nıyorlar?396 3 -

ﹶﻥﻮﹸﻈﻓﺎﺣ

– Hâfizûne

ﻝ ﻪﹶﻟ ﺎﻧﹺﺇﻭ ﺮﹾﻛّﺬﻟﺍ ﺎﻨﹾﻟﺰﻧ ﻦﺤﻧ ﺎﻧﹺﺇ

ﻓﺎﺣَ

ﹶﻥﻮﹸﻈ

Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Bi- z’iz.397 4 -

ﹶﻥﻮﻤﻛﺎﺣ

– Hâkimûne

ﹸﻜﺤﻳ ﻰﺘﺣ ﺍﻭﺮﹺﺒﺻﺎﹶﻓ ﺍﻮﻨﻣﺆﻳ ﻢﹶﻟ ﹲﺔﹶﻔﺋﺎﹶﻃﻭ ﻪﹺﺑ ﺖﹾﻠﺳﺭﹸﺃ ﻱﺬﱠﻟﺎﹺﺑ ﺍﻮﻨﻣﺁ ﻢﹸﻜﻨﻣ ﹲﺔﹶﻔﺋﺎﹶﻃ ﹶﻥﺎﹶﻛ ﹾﻥﹺﺇﻭ

ﻮﻫﻭ ﺎﻨﻨﻴﺑ ُﷲﺍ ﻢ

ﺮﻴﺧ

ﲔﻤﻛﺎﺤﹾﻟﺍ

“Eğer benimle gönderilen gerçeğe, içinizden bir kısmı inanıyor, bir kıs- mınız inanmıyorsanız, o halde aramızda Allah hükmünü verinceye kadar bekleyin! Zaten hüküm verenlerin en iyisi O’dur.”398

5 -

ﹶﻥﻮﻧﹺﺯﺎﺧ

– Hâzinûne

ﻪﹶﻟ ﻢﺘﻧﹶﺃ ﺎﻣﻭ ﻩﻮﻤﹸﻛﺎﻨﻴﹶﻘﺳﹶﺄﹶﻓ ًﺀﺎﻣ ِﺀﺎﻤﺴﻟﺍ ﻦﻣ ﺎﻨﹾﻟﺰﻧﹶﺄﹶﻓ ﺢﻗﺍﻮﹶﻟ ﺡﺎﻳّﹺﺮﻟﺍ ﺎﻨﹾﻠﺳﺭﹶﺃﻭ

ﲔﹺﻧﹺﺯﺎﺨﹺﺑ

Aşılayıcı Rüzgârlar gönderdik. Derken gökten yağmur indirip onunla sizi suladık. Hâlbuki o suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz.399

6 -

ﹶﻥﻮﻌﺷﺎﺧ

- Hâşi’ûne

ﻰﹶﻠﻋ ﱠﻻﹺﺇ ﹲﺓﲑﹺﺒﹶﻜﹶﻟ ﺎﻬﻧﹺﺇﻭ ﺓﹶﻼﺼﻟﺍﻭ ﹺﺮﺒﺼﻟﺎﹺﺑ ﺍﻮﻨﻴﻌﺘﺳﺍﻭ

ﲔﻌﺷﺎﺨﹾﻟﺍ

396 Mü’minûn, 23/55. 397 Hicr, 15/9. 398 A’raf, 7/87. 399 Hicr, 15/22.

Sabır göstererek, namazı vesile ederek Allah’tan yardım dileyin! Gerçi bu çok zor bir iştir, fakat içi saygı ile ürperenlere değil.400

7 -

ﹶﻥﻮﻤﺣﺍﺭ

– Râhimûne

ﻢﺣﺭﹶﺃ ﺖﻧﹶﺃﻭ ﻚﺘﻤﺣﺭ ﻲﻓ ﺎﻨﹾﻠﺧﺩﹶﺃﻭ ﻲﺧَﻷﻭ ﻲﻟ ﺮﻔﹾﻏﺍ ّﹺﺏﺭ ﹶﻝﺎﹶﻗ

ﲔﻤﺣﺍﺮﻟﺍ

Mûsâ: “Ya Rabbî, dedi, beni ve kardeşimi affet. Rahmetine bizi de dâhil et; çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi Sensin Sen!”401

8 -

ﹶﻥﻮﹸﻟﹶﺫﺭﹶﺃ

– Erzelûne

ﻚﻌﺒﺗﺍﻭ ﻚﹶﻟ ﻦﻣﺆﻧﹶﺃ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ

ﹶﻥﻮﹸﻟﹶﺫﺭَﻷﺍ

“A!”dediler, “Seni izleyenlerin, toplumun en aşağı tabakasından oldukla-

rını göre göre sana inanmamızı nasıl beklersin?”402

9 -

ﹶﻥﻮﻋﺍﺭ

- Râ’ûne

ﻢﻫﺪﻬﻋﻭ ﻢﹺﻬﺗﺎﻧﺎﻣَﻷ ﻢﻫ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ

ﹶﻥﻮﻋﺍﺭ

O müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam ta-

mına tutarlar.403 10 -

ﹶﻥﻮﻌﻛﺍﺭ

- Râki’ûne

ﻊﻣ ﺍﻮﻌﹶﻛﺭﺍﻭ ﹶﺓﺎﹶﻛﺰﻟﺍ ﺍﻮﺗﺁﻭ ﹶﺓﹶﻼﺼﻟﺍ ﺍﻮﻤﻴﻗﹶﺃﻭ

ﲔﻌﻛﺍﺮﻟﺍ

400 Bakara, 2/45. 401 A’râf, 7/151. 402 Şuara, 26/111. 403 Mü’minûn, 23/8; Meâric, 70/32.

Hem namazı tam kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber siz de namaz kılın.404 11 -

ﹶﻥﻮﻋﹺﺭﺍﺯ

- Zâri’ûne

ﻧ ﻡﹶﺃ ﻪﻧﻮﻋﺭﺰﺗ ﻢﺘﻧﹶﺃﹶﺃ

ﻦﺤ

ﹶﻥﻮﻋﹺﺭﺍﺰﻟﺍ

Onu siz mi onu yetiştiriyorsunuz biz mi?405

12 -

ﻥﻭﺪﹺﺟﺎﺳ

– Sâcidûne

ﻲﻟ ﻢﻬﺘﻳﹶﺃﺭ ﺮﻤﹶﻘﹾﻟﺍﻭ ﺲﻤﺸﻟﺍﻭ ﺎﺒﹶﻛﻮﹶﻛ ﺮﺸﻋ ﺪﺣﹶﺃ ﺖﻳﹶﺃﺭ ﻲّﹺﻧﹺﺇ ﺖﺑﹶﺃ ﺎﻳ ﻪﻴﹺﺑَﻷ ﻒﺳﻮﻳ ﹶﻝﺎﹶﻗ ﹾﺫﹺﺇ

ﻦﻳﺪﹺﺟﺎﺳ

Bir zaman Yusuf babasına, “Babacığım!”dedi. “Ben rüyamda on bir yıldı- zın, güneş ve Ay’ın bana secde ettiklerini gördüm.”406

13 -

ﹶﻥﻭﺮﺣﺎﺳ

– Sâhirûne

ﺢﻠﹾﻔﻳ ﹶﻻﻭ ﺍﹶﺬﻫ ﺮﺤﺳﹶﺃ ﻢﹸﻛَﺀﺎﺟ ﺎﻤﹶﻟ ّﹺﻖﺤﹾﻠﻟ ﹶﻥﻮﹸﻟﻮﹸﻘﺗﹶﺃ ﻰﺳﻮﻣ ﹶﻝﺎﹶﻗ

ﹶﻥﻭﺮﺣﺎﺴﻟﺍ

Mûsâ dedi ki: “Size gelen gerçeği böyle mi nitelendiriyorsunuz? İnsaf edin, sihir midir bu? Şu bir gerçektir ki büyücüler iflah olmazlar.”407

14 -

ﹶﻥﻮﻌﻓﺎﺷ

- Şâfi’ûne

ﹺﻦﻳّﺪﻟﺍ ﹺﻡﻮﻴﹺﺑ ﺏّﺬﹶﻜﻧ ﺎﻨﹸﻛﻭ

ﻢﻬﻌﹶﻔﻨﺗ ﺎﻤﹶﻓ ﲔﻘﻴﹾﻟﺍ ﺎﻧﺎﺗﹶﺃ ﻰﺘﺣ

ﹸﺔﻋﺎﹶﻔﺷ

ﲔﻌﻓﺎﺸﻟﺍ

Bu hesap gününü yalan sayardık. Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda etmez.408

404 Bakara, 2/43. 405 Vakia, 56/64. 406 Yusuf, 12/4. 407 Yunus, 10/77.

15 -

ﹸﻥﻭﺪﻫﺎﺷ

– Şâhidûne

ﺍ ﺎﻨﻌﺒﺗﺍﻭ ﺖﹾﻟﺰﻧﹶﺃ ﺎﻤﹺﺑ ﺎﻨﻣﺁ ﺎﻨﺑﺭ

ﻊﻣ ﺎﻨﺒﺘﹾﻛﺎﹶﻓ ﹶﻝﻮﺳﺮﻟ

ﻦﻳﺪﻫﺎﺸﻟﺍ

“Ya Rabbenâ! İndirdiğin kitaba iman edip Elçinin yolunu tuttuk. “Sen de bizi, birliğini ve nebîlerini tanıyan şahitlerle birlikte yaz!”dediler.409

16 -

ﹶﻥﻮﻤﻟﺎﻋ

– Âlimûne

ﻐﺿﹶﺃ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ

ﹺﺏ ﹺﻡﹶﻼﺣَﻷﺍ ﹺﻞﻳﹺﻭﹾﺄﺘﹺﺑ ﻦﺤﻧ ﺎﻣﻭ ﹴﻡﹶﻼﺣﹶﺃ ﹸﺙﺎ

ﲔﻤﻟﺎﻋ

O kâhinler “Bu gördükleriniz karışık düşlerdir. Biz böyle karışık düşlerin yorumunu bilemeyiz.”dediler.410

17 -

ﹶﻥﻭﺪﻋﺎﹶﻗ

- Kâ’idûne

ﺪﻧ ﻦﹶﻟ ﺎﻧﹺﺇ ﻰﺳﻮﻣ ﺎﻳ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ

ﺎﻨﻫﺎﻫ ﺎﻧﹺﺇ ﹶﻼﺗﺎﹶﻘﹶﻓ ﻚﺑﺭﻭ ﺖﻧﹶﺃ ﺐﻫﹾﺫﺎﹶﻓ ﺎﻬﻴﻓ ﺍﻮﻣﺍﺩ ﺎﻣ ﺍﺪﺑﹶﺃ ﺎﻬﹶﻠﺧ

ﹶﻥﻭﺪﻋﺎﹶﻗ

Yine dediler ki: “Ya Mûsâ! O zorbalar orada oldukları müddetçe biz asla gi- remeyiz. Haydi sen Rabbinle git, ikiniz onlarla savaşın, biz işte burada oturuyo-

ruz.”411

18 -

ﹶﻥﻮﻤﺋﺎﹶﻗ

– Kâimûne

ﻢﹺﻬﺗﺍﺩﺎﻬﺸﹺﺑ ﻢﻫ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍﻭ

ﹶﻥﻮﻤﺋﺎﹶﻗ

Onlar şahitliklerini dürüstçe ifa ederler.412

408 Müddessir, 74/46-48. 409 Âl-i İmrân, 3/53. 410 Yusuf, 12/44. 411 Maide, 5/24. 412 Me’aric, 70/33.

19 -

ﹶﻥﻭﺮﻓﺎﹶﻛ

– Kâfirûne

ُﷲﺍ ﻰﺑﹾﺄﻳﻭ ﻢﹺﻬﻫﺍﻮﹾﻓﹶﺄﹺﺑ ِﷲﺍ ﺭﻮﻧ ﺍﻮﹸﺌﻔﹾﻄﻳ ﹾﻥﹶﺃ ﹶﻥﻭﺪﻳﹺﺮﻳ

ﻩﹺﺮﹶﻛ ﻮﹶﻟﻭ ﻩﺭﻮﻧ ﻢﺘﻳ ﹾﻥﹶﺃ ﱠﻻﹺﺇ

ﹶﻥﻭﺮﻓﺎﹶﻜﹾﻟﺍ

Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler. Allah ise, nûru- nu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz. Kâfirler isterse hoşlanmasınlar!413

20 -

ﹶﻥﻮﺘﻴﻣ

– Meyyitûne

ﻚﻟﹶﺫ ﺪﻌﺑ ﻢﹸﻜﻧﹺﺇ ﻢﹸﺛ

ﹶﻥﻮﺘّﹺﻴﻤﹶﻟ

Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz.414

21 -

ﹶﻥﻮﻴﹺﺒﻧ

– Nebiyyûne

ﹶﻥﻮﹸﻠﺘﹾﻘﻳﻭ ِﷲﺍ ﺕﺎﻳﺂﹺﺑ ﹶﻥﻭﺮﹸﻔﹾﻜﻳ ﻦﻳﺬﱠﻟﺍ ﱠﻥﹺﺇ

ﲔّﹺﻴﹺﺒﻨﻟﺍ

ﱠﻟﺍ ﹶﻥﻮﹸﻠﺘﹾﻘﻳﻭ ّﹴﻖﺣ ﹺﺮﻴﻐﹺﺑ

ﹺﺱﺎﻨﻟﺍ ﻦﻣ ﻂﺴﻘﹾﻟﺎﹺﺑ ﹶﻥﻭﺮﻣﹾﺄﻳ ﻦﻳﺬ

ﹴﻢﻴﻟﹶﺃ ﹴﺏﺍﹶﺬﻌﹺﺑ ﻢﻫﺮّﺸﺒﹶﻓ

Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, haksız yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjde- le!415

22 -

ﹶﻥﻭﺮﺻﺎﻧ

– Nâsırûne

ﺮﻴﺧ ﻮﻫﻭ ﻢﹸﻛﹶﻻﻮﻣ ُﷲﺍ ﹺﻞﺑ

ﻦﻳﹺﺮﺻﺎﻨﻟﺍ

Bilakis sizin mevlânız Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.416

23 -

ﹶﻥﻮﹸﺛﹺﺭﺍﻭ

– Vârisüne

ﻭ ﺖﻴﻤﻧﻭ ﻲﹺﻴﺤﻧ ﻦﺤﻨﹶﻟ ﺎﻧﹺﺇﻭ

ﺍ ﻦﺤﻧ

ﹶﻥﻮﹸﺛﹺﺭﺍﻮﹾﻟ

413 Tevbe, 9/32. 414 Mü’minûn, 23/15. 415 Âl-i İmrân, 3/21. 416 Âl-i İmrân, 3/150.

Muhakkak ki hayatı veren de Biz’iz, hayatı geri alıp öldüren de ve elbette hepsine vâris olacak, hepsinden sonraya kalacak olan baki de Biz’iz.417

b - Müennes Sâlim: 1 -

ﺕﺎﻳﹺﺭﺎﺟ

– Câriyâtün

ﺕﺎﻳﹺﺭﺎﺠﹾﻟﺎﹶﻓ

ﺍﺮﺴﻳ

Kolayca akıp giden (yıldızlar, bulutlar vb.) şeylere (yemin olsun).418

2 -

ﺕﺎﹶﺌﻴﻄﺧ

– Hatîâtün

ﺮﻔﻐﻧ ﺍﺪﺠﺳ ﺏﺎﺒﹾﻟﺍ ﺍﻮﹸﻠﺧﺩﺍﻭ ﹲﺔﱠﻄﺣ ﺍﻮﹸﻟﻮﹸﻗﻭ ﻢﺘﹾﺌﺷ ﹸﺚﻴﺣ ﺎﻬﻨﻣ ﺍﻮﹸﻠﹸﻛﻭ ﹶﺔﻳﺮﹶﻘﹾﻟﺍ ﻩﺬﻫ ﺍﻮﻨﹸﻜﺳﺍ ﻢﻬﹶﻟ ﹶﻞﻴﻗ ﹾﺫﹺﺇﻭ

ﹸﻜﹶﻟ

ﻢ

ﻢﹸﻜﺗﺎﹶﺌﻴﻄﺧ

ﲔﹺﻨِﺴﺤﻤﹾﻟﺍ ﺪﻳﹺﺰﻨﺳ

O vakit onlara denildi ki: “Şu şehre (Kudüs’e) yerleşin, oranın ürünlerin- den dilediğiniz şekilde yiyin, yararlanın, “Affet bizi ya Rabbenâ! (hıtta)”deyin ve şehrin kapısından tevazû ile eğilerek girin ki suçlarınızı bağışlayalım. İyi ve güzel davrananlara, ayrıca daha fazla mükâfatlar vereceğiz.”419

3 -

ﺕﺎﻴﺳﺍﺭ

– Râsiyâtün

ﹸﻗﻭ ﹺﺏﺍﻮﺠﹾﻟﺎﹶﻛ ﻥﺎﹶﻔﹺﺟﻭ ﹶﻞﻴﺛﺎﻤﺗﻭ ﺐﻳﹺﺭﺎﺤﻣ ﻦﻣ ُﺀﺎﺸﻳ ﺎﻣ ﻪﹶﻟ ﹶﻥﻮﹸﻠﻤﻌﻳ

ﹴﺭﻭﺪ

ﺕﺎﻴﺳﺍﺭ

ﺍﺮﹾﻜﺷ ﺩﻭﻭﺍﺩ ﹶﻝﺁ ﺍﻮﹸﻠﻤﻋﺍ

ﺭﻮﹸﻜﺸﻟﺍ ﻱﺩﺎﺒﻋ ﻦﻣ ﹲﻞﻴﻠﹶﻗﻭ

O cinler ona kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanak ve leğenler, sa- bit kazanlar gibi istediği şeyleri yaparlardı. Ey Davud hanedanı, şükür gayreti içinde olun. Kullarımdan gereği gibi şükredenler çok azdır.420

417 Hicr, 15/23. 418 Zariyat, 51/3. 419 A’râf, 7/161. 420 Sebe, 34/13.

4 -

ﺕﹶﻼﺒﻨﺳ

– Sünbülâtün

ﻊﺒﺳﻭ ﻑﺎﺠﻋ ﻊﺒﺳ ﻦﻬﹸﻠﹸﻛﹾﺄﻳ ﻥﺎﻤﺳ ﺕﺍﺮﹶﻘﺑ ﻊﺒﺳ ﻯﺭﹶﺃ ﻲّﹺﻧﹺﺇ ﻚﻠﻤﹾﻟﺍ ﹶﻝﺎﹶﻗﻭ

ﺕﹶﻼﺒﻨﺳ

ﺕﺎﺴﹺﺑﺎﻳ ﺮﺧﹸﺃﻭ ﹴﺮﻀﺧ

ﹶﻥﻭﺮﺒﻌﺗ ﺎﻳﺅﺮﻠﻟ ﻢﺘﻨﹸﻛ ﹾﻥﹺﺇ ﻱﺎﻳﺅﺭ ﻲﻓ ﻲﹺﻧﻮﺘﹾﻓﹶﺃ ﹸﺄﹶﻠﻤﹾﻟﺍ ﺎﻬﻳﹶﺃ ﺎﻳ

(Günün birinde) hükümdar gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki: “Ben yedi semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf inek yiyordu. Bir de yedi yeşil başaklar ile yedi kuru başak gördüm. Ey efendiler: “Siz rüya tabir ediyorsanız, benim bu rüyamı da halledin!”421 5 -

ﺕﺎﹶﻓﺮﹸﻏ

– Ğurufâtün

ﹶﻔﹾﻟﺯ ﺎﻧﺪﻨﻋ ﻢﹸﻜﺑّﹺﺮﹶﻘﺗ ﻲﺘﱠﻟﺎﹺﺑ ﻢﹸﻛﺩﹶﻻﻭﹶﺃ ﹶﻻﻭ ﻢﹸﻜﹸﻟﺍﻮﻣﹶﺃ ﺎﻣﻭ

ُﺀﺍﺰﺟ ﻢﻬﹶﻟ ﻚﺌﹶﻟﻭﹸﺄﹶﻓ ﺎﺤﻟﺎﺻ ﹶﻞﻤﻋﻭ ﻦﻣﺁ ﻦﻣ ﱠﻻﹺﺇ ﻰ

ﻲﻓ ﻢﻫﻭ ﺍﻮﹸﻠﻤﻋ ﺎﻤﹺﺑ ﻒﻌّﻀﻟﺍ

ﺕﺎﹶﻓﺮﻐﹾﻟﺍ

ﹶﻥﻮﻨﻣﺁ

Bizim nezdimizde size değer kazandıran şey, ne mallarınızın, ne de evlatla- rınızın çokluğu değildir. Şu var ki, iman edip güzel ve makbul işler yapanlara bu gayretlerinden ötürü kat kat mükâfat verilecek ve onlar cennetin yüksek köşklerinde güven ve huzur içinde olacaklardır.422

6 -

ﺕﺎﻤﻠﹶﻛ

– Kelimâtün

ﹰﻗﺪﺻ ﻚّﹺﺑﺭ ﹸﺔﻤﻠﹶﻛ ﺖﻤﺗﻭ

ﹶﻝّﺪﺒﻣ ﹶﻻ ﹰﻻﺪﻋﻭ ﺎ

ﻪﺗﺎﻤﻠﹶﻜﻟ

ﻢﻴﻠﻌﹾﻟﺍ ﻊﻴﻤﺴﻟﺍ ﻮﻫﻭ

Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tam kemalindedir. O’nun

sözlerini değiştirebilecek yoktur. O hakkıyla işitir ve bilir. 423

421 Yusuf, 12/43. 422 Sebe, 34/37. 423 En’am, 6/115.

Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanılan Cemî Kiplerinin Mukayesesi

Tezimizin esasını teşkil eden bu bölümde Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş olan cemî kiplerini aşağıda görüldüğü üzere alt başlıklarla gruplarına ayırdıktan sonra kendi aralarında anlam mukayesesini yapmaya çalıştık.

a) Aralarında kesretlik ve kılletlik münasebeti olan cemî teksir gruplarına bazı örnekler

Aşağıda bu başlık altında inceleyeceğimiz cemî teksir kelimelerin daha önce de belirttiğimiz üzere her biri sûrede işlenen ana temaya ve bu cemî kalıplarının yer aldığı ayetlerin kontekstine muvafık olarak, yerine göre kıllet/azlık, yerine göre de kesret/çokluk ifade eden cemî kalıpları şeklinde gelmiştir.

Bu bağlamda olmak üzere ayetlerde yer alan cemî teksir grupları hakkında rakam olarak net bir sınırlama yapılamasa da genel olarak cemî kıllet kalıbı rakam

Benzer Belgeler