• Sonuç bulunamadı

CARAVAGGIO’YU OKUMAK

Belgede Bakışma : Yapıt Okumaları (sayfa 192-197)

35/ “ÖLÜMÜN ZAFERİ”

51/ CARAVAGGIO’YU OKUMAK

1571’de Osmanlılar Kıbrıs’ı fethetmeye dursun, İtalya’nın Caravaggio adında küçük bir pazar kasabasında Michelangelo Merisi dünyaya geliyordu. Sonradan Caravaggio diye ün yapacak olan bu ressam Barok sanatın öncülerinden sayılması bir yana, aykırılığı ve asiliğiyle de tarihteki ayrıcalıklı yerini alacaktı. Daha kırkına basmadan nasıl öldüğü bilinmeyen Caravaggio’nun cesedi bir sahil kenarında bulunmuştu. Bir Raket oyunu sırasında çıkan tartışmada hizmet ettiği prensi öldürmekle suçlanan Caravaggio, Roma Papalığı tarafından idama mahkum edilmişti. Yakalandığı yerde infazı yapılacaktı. Bu ilk cinayeti değildi; aşağılanmaya tahammül etmeyen, ani ve sert tepkilerine hakim olamayan bir karaktere sahipti. İtalya’nın değişik krallıklarına, Malta’ya sığınarak yaşamını sürdürmeye devam ederken en ünlü eserlerini üretmeyi de sürdürmüştür.

Babası öldükten sonra büyük kardeşi tarafından on bir yaşında Simone Peterzano atölyesine ressam çırağı olarak çalışmak üzere bırakılan Caravaggio burada manyerist tarzın oldukça usta bir uygulayıcısı olur. On beş yaşına kadar Milano’da yer alan bu atölyede çalıştıktan sonra on dokuz, yirmi yaşlarında ressamlık mesleğinde ilerlemek ve resim alıcısı zengin ailelerin gözüne girmek için Roma’ya gider. Arada kalan dört-beş yıl için tarihçiler ve Caravaggio uzmanları pek de kesin bilgiye sahip değildirler. Roma’ya yerleştikten sonra, Şovalye d’Arpino (Giuseppe Cesari) olarak bilinen bir süslemeci ve ressamın atölyesinde iş bulur. On dokuz yaşlarında (bazı tarihçilere göre 17 yaşında; doğum tarihi de 1573 olur – daha kolay sipariş alsın diye, ustasının yaşını büyük gösterme gibi bir hileye başvurduğu yazılır) yaptığı ilk resimler genç Bakkhos (Diyonizos) portreleridir. Hristiyan ve Panteist öykülerin eklektik geçişliliğine başvurarak yaptığı bu küçük ebat portreler pek de ilgi görmüyordu. Lüminist (ışıkçı) ve gerçekçi bir ısrarla yapılan bu resimler geleneksel İtalyan resim anlayışına

ters düşüyordu. Kutsallık ve el değmemiş mitik imgelerin bozguna uğratılması olumlu karşılanmıyordu.

Daha sonra, hayatını kolaylaştıracak Valentino isminde yarı Fransız bir resim satıcısıyla tanışır. Caravaggio’yu kendi malikânesinde misafir eden ve orada çalışmasını sağlayan Valentino, sanat tarihinde ilk galerici olarak da bu şekilde yer alır. Orası hem atölyedir hem de resimlerin görücüye çıkarıldığı bir galeri. Caravaggio’yu Cardinale Del Monte ile tanıştıran Valentino, böylece ekonomik sorunların durulmasına yardımcı olur. Ünü artan Caravaggio daha birçok zenginden de resim siparişi alır. Bu bolluk yine de yapısı gereği Caravaggio’yu rahatsız ediyordu. Çoğu zaman kullandığı figürler gündelik yaşamın içinden gelen insanları temsil ettiği ve dini hisleri rencide ettiği için tahammül edemediği bir azarlanmayla karşılaşıyordu. Böyle zaman-larda şarap imalatçısı zenginlerin kırsal kesimlerdeki malikanelerine çekilip, az para karşılığı fakat bol miktarda şarap karşılığı resim yapmayı tercih ettiği birçok vukuatı gibi tarihe yazılmıştır.

Rönesansın kendine miras bıraktığı “ideal güzel” kavramını bir yana bırakmış, doğalcılığın ona tanıdığı imkanların izini sürmeye karar vermişti. Onun İsa’sı, Meryem Ana’sı etraftan model olarak toplayıp kullandığı kaldırım ve kenar mahalle insanlarıydı. Bir keresinde Meryem Ana (Bakirenin Ölümü) diye portresini yaptığı kadının, nehirde bulunan bir fahişenin cesedi olduğu ortaya çıkınca oldukça ağır hakaretlere uğramıştı. Meryem Ana çıplak ayaklı ve şişkin bir bedene sahipti; bir ceset olduğunu saklamaya bile yeltenmedi. Onun uzlaşmadan kaçan tavrı ve kural kırıcı inadı, sanatı egemenliği altında tutan kesimleri tedirgin ediyordu. Kanımca sanatın tedirgin ediciliğinin kökenlerini Caravaggio resminde aramak gerekir. Tüm zamanların en romantik ressamı olarak bilinen Caravaggio’nun aykırı ve yıkıcı olma tavrı, sadece toplumsal-dini değerlere değil, sanatın klasikçi kurallarına da karşıydı.

kuralları alt-üst ederken figürleri okşayan ilahi ışık da keskin-leşen ve düştüğü yerde derin karanlıkların görüntüsünü ele veren bir ışığa dönüşüyordu.

Resmin dikdörtgen yüzeyine oturgan ve hareketten yoksun figür grupları yerine, özellikle diyagonal dinamikler yerleşti-rerek izleyicinin bakış seyrini tuvalin dışına taşımaya çalışması, ressamın resim eyleyiciliğinin sadece zihinsellik değil fizik-selliği üzerine de düşünmemizi gerektirir. Romantiklerin genel geçer sanatsal ve toplumsal normlardan kopmasının, figüratif ekspresyonistlerin yüz ifadelerindeki abartısının ve soyut ekspresyonistlerin dışavurumcu, dinamik kol hareket-lerine dayalı resim anlayışlarının kökenlerini Caravaggio’nun resimlerinde bulunduğunu varsaymak rastgele bir öngörü sayılmaz. Figürlerin devingen kıvrımlar ve kavisler üzerinde konumlanmış olması ve çoklu ışık kaynaklarından beslenerek bu hareketlenmenin daha da keskinleştirilmesi Fütürist-lerin resimdeki hız anlayışına kadar götürür bizi. Kaldı ki, Caravaggio kendinden sonra gelen Rembrandt gibi birçok sanatçıyı etkilemeye devam etmiştir.

Caravaggio’nun birçok sanatçı ve sanat yazarı tarafından saldırgan ve serseri ruhlu biri olarak tanımlanması sanatçı niteliğinden bir şey eksiltmez. Tam aksine, Caravaggio’nun eserleriyle kendi kişiliğini buluşturabilmesi onun sanatçı kişiliği olarak özgünlük arayışını olumlayan bir durum yaratır. 17’nci Yüzyıl klasik sanatın öncüsü ve savunucularından olan Nicolas Poussin, Caravaggio’nun “Bakirenin Ölümü” adlı tablosunu görünce asabi bir tepki göstererek bağırmaya başlar: “Bu zevksiz şeye bakamayacağım. Bu adam resim sanatını mahvetmek için doğmuştu. Böylesine kaba bir resim ancak böylesine kaba saba bir adama ait olabilirdi. Bu resimdeki çirkinlik onu cehenneme taşır ancak(1).” Poussin haklı olabi-lirdi; ama zaten Caravaggio bunun aksini yapmaya çalışmadı ki. Onun kural kırıcılığı ve Rönesans resminin insan doğasıyla tezatlaşan uyuşukluk haline karşı tepkisi böylesi tedirgin edici bir noktaya gelebilmişse eğer, burada sadece Caravaggio resminin başarısından bahsedebiliriz.

Resimlerinde kullandığı renklere gizlice sadece yakın dostla-rının bildiği sembolik anlamlar yüklüyordu. Örneğin sarı üzüm “hastalık” simgesiydi... Feodal ilişkiler düzenine indirgenmiş bir yaşam ve dinin dogmalara yaslanan yaptırımcı yüceciliği, insanı inanç dünyasının yapaylığına mahkum ediyordu. Egemenlerin onayladığı bir insan olmak yerine kendi kendini alt eden bir olağanüstü insan olmayı yeğlemişti Caravaggio. Peki başarmış mıydı? Hayır. Yitip gitti edilgen insanların onurlandırdığı vasat egemenlerin otoritesi altında. Bu Caravaggio’ların da yitip gittiği anlamına gelmez tabii; bu hiç ödüllendirilmeyen ve kendisine verilecek herhangi bir ödül uğruna da tavrından ödün vermeyen sanatçı modeli hâlâ yaşıyor (azınlıkta olsalar da). Caravaggio yarım milenyumluk bir zamanın ertesine sarkmasını bilmekle en büyük ödülün ölümsüzlük olduğunu kanıtlamıştır. Çünkü o hâlâ bir sanat değeri olarak yaşıyor. Burada şunu da kaydet-meden geçmeyelim: Caravaggio, sanat tarihçileri tarafından üç asırlık bir zaman süresi içinde 1951’de eserleri toplu olarak Milano’da sergileninceye kadar unutulmaya mahkum kılınmış

Caravaggio’yu okumak, sanatçı kişiliğinin ne olduğu üzerine tanı koymak, aslında günümüz sanatına gönderme yapma göstergelerini de edinme olanağı sağlamak anlamına gelir. Güncel olana saplanıp kalmakla içinde bulunulan zamanın mevcudiyet sorunlarına tanı koymak becerisine ulaşılamaz. Caravaggio’yu okurken bir direnç olarak özerklik bilincinin nasıl geliştiğine tanık oluruz.

Bir bakınız şu “Kuşkucu Tomas” resmine (Resim: 54)! Hz. İsa’nın çarmıhta geriliyken sağ memesinin altından aldığı mızrak yarasıyla son nefesini verdiği öykülenir. Fakat Hristiyanlığın inançlarına göre o göğe uçup (Tanrı katına çıkıp) ölümsüzleş-miştir; ve hala dönüşü (resüreksyon) bekleniyor. Aziz Yahya’nın İncili olan Kutsal Kitap’ta şöyle deniyor: “İsa Tomas’a: ‘yaklaştır elini... koy böğrüme. Kuşkucu olma, inançlı ol!’ diyor” İsa’nın yarasının yarığına parmağını sokup, şüpheci hallerle ölümsüzlük fikriyle dalga geçen aslında Tomas’ın değil Caravaggio’nun kendi kuşkuculuğuydu. O, inancın yanına kuşkuyu da koymayı bir çelişkiden saymamıştı. Caravaggio, Rönesans’ın hediye ettiği hümanizmle, dogmatik Hıristiyanlık arasında kendi modus vivendi’sini inşa etmeye çalışan bir dahiydi.

Matrix filminin sonunu hatırlayınız. Kurtuluş gerçekleştikten sonra adam kahin kadına sorar: “biliyor muydun?” yanıt: “hayır bilmiyordum ama inanıyordum.” Aslında Matrix’in kahramanı Hz. İsa’nın kendisidir: “Salvatore” (kurtarıcı)... Kurtarıcılara inanmayı bize öğreten kitaplı dinlerin hâlâ kültür ve inanç kolon-yalizminde yaşıyor olmak ne tuhaf değil mi? Bilmek önemli değil ama onların kurtarıcılığına inanacaksın... İnanacaksın ki kendin olacak kadar yalnızlaşmayasın; bir yerde birileri senin sahibin olmaya devam etsin. Caravaggio’nun yaşamı ve eserleri, bizlere efendisiz yaşamanın ağır bir bedel ödemekle gerçekleşebileceğinin dersini veriyor. Yaralı kalmak yok olmaktan iyidir; acımız, bizlere hala hayatta olduğumuzun haberciliğini yapar... yeter ki, yaralılık bir alışkanlığa dönüşmesin; sadece karşıgelim direncimizi beslesin.

Belgede Bakışma : Yapıt Okumaları (sayfa 192-197)