• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM IV BÂBUR'UN HÜKÜMDARLIK ANLAYIŞI

C. Cömert Bir Edib ve Zarif

Önceki bölümlerde de bahsettiğim üzere Bâbur'un edebiyat ile ilişkisi çok yönlüydü. O, iyi bir okur, dîvân sahibi bir şair, edebiyata özellikle şiire ve şiirle ilgili meselelere eleştirel gözle bakabilen bir "eleştirmen"di ve "padişahlık merasim ve levazımı iktizası"nca bir sanat hamisiydi. Cömertlik, her yönüyle adabliteratürü içinde olumlanan, özellikle padişahlarda bulunması gereken temel niteliklerden biridir. Sanat hamiliği de bu konu dâhilinde görülmelidir. Çünkü padişah himayesindeki kişilere cömert davrandığı, onlara ihsan verdiği için hamilik sisteminin de başındadır.Bostân'da yer alan bir bölümde bununla ilgili olarak hükümdara şöyle nasihat verilir:

Ey ülkeler zapteden padişah, sen iki türlü insana iyi bak: savaş erlerine ve akıllı kişilere. Bilginlerle kılıç erlerini besleyen bir hükümdar, ünlü kimselerin elinden devlet topunu kapar.... Kalemle yahut kılıçla meşgul olmamış biri öldüğü zaman esef etme...kalem ve kılıç kullananları hoş tut. (Sadî 1992: 92).

49دوﺑدھاوﺧادﺧﺗﺳﻗﺎﺑوھدﻧﺎﭘﮭﮑﻧا /دوﺑدھاوﺧﺎﻧﻔﻠھﺎﻧﺎﮭﺟﺑدﻣﺎﮭﮐرھ ﻣﺑرﮔوﮑﻧﻣﺎﻧﺑ ﯾ تﺳاورﻣر / ﺎﺑﻣﺎﻧارﻣ ﯾ تﺳارﮔرﻣﻧﺗﮭﮐد (B: 507).

78

Bâbur'un himayesinde olan Molla Binâî'nin Bâbur'a yazdığı şiirler ve Bâbur'un bunlara verdiği cevaplar, onun sanat hamiliğini de gösterir niteliktedir. Molla Binâî, Bâbur'un himayesine girdikten sonra ona kasideler, gazeller, rubaîler yazar. Vekâyî'de yer alan bu kısım, şair ve patron arasındaki ilişkiyi göstermek ve Bâbur'un hükümdarlığında edebiyatın himaye edilişine bir örnek teşkil eder:

[Molla Binâî, şiir] Ne kendimi besleyecek yiyeceğim, ne örtünecek giyeceğim var; yemesi ve giyinmesi olmayan bir adam, ilim ve hüner için, nasıl çalışır?

[Bâbur] O zamanlar ben de bir veya iki beyit söylüyordum; fakat gazel tamamlamıyordum. Yalnız bir tane Türkçe rubaî söyleyiverdim: [Bâbur, şiir] İşlerinin hepsi, gönlüne göre, olacaktır; ihsan ve maaş, hepsi sana gelecektir; o söylediğin galle ve mühmeli sana verdim; vücudun mühmele girecek, evin galle dolacaktır.

[nesir] Molla Binaî bu rubaînin sonuncu mısraının kafiyesini redif yaparak, başka bir kafiye ile, tekrar bir rubaî söyledi:

[Molla Binâî, şiir] Mirzam kara ve denizin şahı olacaktır; hüneri ile cihanda temayüz edecektir; bir mühmel için bu kadar ihsan olursa, müstâmel desem, neler olacaktır.

[Bâbur] O esnada Hoca Ebülbereke Firakî, Şehr-i Sebz'den Semerkand'a gelmişti; o: "Şu kafiye ve redifte söylemek lâzımdı" dedi ve şu rubaîyi söyledi:

[şiir] Devrin ettiği cefa, ondan sorulacaktır; âlicenap sultan, bu kabahati affettirecektir. Ey sâki, her ne kadar dökülen dolmazsa da, dökülenimiz bu devirde dolacaktır. (V: 91-92).50

Şiirle birlikte düşünülmesi gereken şeylerden biri de işret meclisleridir. Çünkü bu meclisler, padişahların günlük yaşamlarının bir parçasını oluşturuyordu. Vekâyî'nin birçok yerinde Bâbur, uzun uzun düzenlediği içki meclislerini 50 ﻧ ﯾ ﺷوﻧﻣﻧاوﺗوزﮐارﻣﮭﻠﻐ ﯾ د / ﻧ ﯾ ﺷوﭘﻣﻧاوﺗﺎﺗﮭﻠﻐﻠﻣﮭﻣ ﯾ د ﻧوﺗﺳﻧدروﺧﮭﻧﮭﮐارﻧا ﯾ ﺷوﭘ ﯾ ند / ﺷوﮐدﻧاوﺗﺎﺟﮐرﻧھوﻣﻠﻋرد ﯾ د

Ol fursatlarda birer-ikirer bayt aytur édim, valî gazal tüketmeydür édim. Bir kine Türkî rubâ'î aytıp yiberdim:

İşler barı könglüngdeki dék bolgusıdur / In'âm u vazîfa barı buyrulgusıdur. Ol galla u muhmal ki dép érding, bildim / Muhmalga boy u galladın üy tolgusıdur.

Molla Binâî bu rubâ'înıng avvalkı misrâ'nıng kâfiyasını radîf kılıp özge kâfiya bile yana bir rubâ'î aytıp ötkerdi:

Mîrzâm ki şâh-i bahr u bar bolgusıdur / 'Âlamda hunar birle samar bolgusıdur Bir muhmal üçün munça 'inâyat boldı / Ma'kûl agar désem néler bolgusıdur?

Ol fursatta Hâca Abû'l-Baraka Firâkî Şahr-i Sabz'dın Samarkand'ga kélip édi. Dédi kim oşol kâfiyada aytmak kérek édi. Bu rubâ'înı Hâca Abû'l-Baraka ayttı:

Bu cavr ki kıldı davr sorulgusıdur / Sultân-ı karam bu 'uzrnı kolgusıdur

79

detaylarıyla anlatır. Özellikle hatıratın Kâbil bölümünde, içki meclisinin olmadığı bir sayfa yok gibidir. Hatıratta, bu meclislerde nelerinyenilip içildiği,mecliste bulunan kişiler, şairlerin okuduğu şiirlerden bazı örnek beyitler ve son olarak Bâbur'un dağıttığı hediyeleryer alır51. Konunun adabliteratürü ile ilişkisini kurmayan bir okur, Bâbur'un neden içki meclisleriyle ilgili olarak bunca ayrıntıya yer verdiğini merak edebilir. Ancak, işret meclis geleneği, Halil İnalcık'ın Has Bağçe'de Ayş u Tarab adlı kitabında da belirttiği üzere, yönetim geleneği konusunda İran'ın kadim saray kültüründen etkilenen İslam devletlerinde görülen bir eğlence anlayışıydı.İnalcık'a göre "bu ziyafetler, halkla veya grupla otorite sahibini bir araya getirerek, dayanışma bağlarını yenilemek ve güçlendirmek gibi önemli bir sosyal fonksiyonu yerine getirir" (İnalcık 64). Adabliteratüründe de sıklıkla yer alan bu gelenek, Bâbur'un da bu konuda belirttiği üzere "padişahlık ve levazımı iktizası" (V 354) idi.

Bâbur'un Vekâyî'de alıntı yaptığı kitaplardan biri olan Nizamî'nin Husrev u Şirin adlı mesnevisinde, Husrev ve Şirin'i işret meclisinde gösteren birden çok bölüm vardır (bkz. Nizami, 2012: 159-170). Bu meclisler, padişahın cömertliğini göstermesi bakımından önemli yerlerdir. İşte bu sebeple, Bâbur cömertliğine vurgu yapmak için de işret meclislerini hatıratından sıklıkla anlatmıştır. Vekâyî’nin özellikle Kâbil ve sonraki bölümlerinde, neredeyse her sayfada bir işret meclisinin anlatıldığına tanık oluruz.

Bâbur'un sanat hamiliğinin yanı sıra, kendi şair-yazarlığı da hükümdarlığını pekiştiren unsurlardır. Özellikle onun hatıratının, İslam edebiyatlarındaki özgün yeri, bireysel bir anlatı olması ve sade bir Türkçe ile kaleme alınmasıyla, Bâbur'un çağdaşları arasında çok ayrı bir yerde durduğunu söyleyebilirim. Vekâyî'nin dilinin sade ve söz sanatlarından uzak olduğu bu bağlamda göz önüne alındığında, bu

51

80

seçimin işlevsel bir yanı olduğu düşünülebilir. Çünkü Bâbur, yazdıklarını çoğaltıp saray çevresine, adamlarına ve çocuklarına gönderirken, yazdıklarıyla anlaşılmak istiyordu. Bu sebeple de sade bir dili tercih etmişti. Onun sade dil konusunda tutumu, büyük oğlu Humayun'a yazdığı bir mektupta görülebilir. Mektubun giriş bölümünde Bâbur, oğluna asker sevkiyatı ile ilgili bazı konuları bildirir, çeşitli meselelerden söz eder ve lafı Humayun'un mektuplarında kullandığı dile getirir:

...yazdığın mektupları okumuyorsun. Çünkü eğer okumak istesen bile, okuyamazdın; okuyamayınca, elbette değiştirirdin. Mektubunu ancak müşkülatla okumak mümkündür; fakat çok muğlâktır. Mensûr muammayı hiç kimse görmemiştir. İmlân, o kadar doğru olmamakla beraber, fena değildir. تﺎﻔﺘﻟا'ı ﺎط ile ve ﺞﻨﻟﻮﻗ'u ﯾﺎ ile yazmışsın. Mektubun ise, şöyle böyle okunabilir; fakat bu muğlâk sözlerinden maksat tamamen anlaşılmıyor. Herhâlde mektup yazmaktaki tembelliğin de bu yüzdendir. Tekellüf yapmak istiyorsun ve o yüzden muğlâk oluyor. Bundan sonra tekellüfsüz, açık ve basit sözlerle yaz; sana da zahmet daha az olur, okuyana da. (V 396-397).52

Onun bu tutumu, yazarlığında neden sade bir dili tercih ettiğini de açıklar. O, hatıratını başkalarının okuması için yazdığından dolayı, anlaşılmak adına sade bir dili tercih etmiştir. Böylece yazdıkları okuyucu için daha rahat anlaşılır olacaktır.