• Sonuç bulunamadı

4.1. Kavram Haritalarının Farklı Edebi Türlerde Kullanılması ve Örnekleri

BİYOGRAFİ

Ünlü kişilerin yaşam öykülerinin, belgelere dayanarak tarafsız bir görüşle yazıldığı ve kanıt niteliği taşıyan yazılardır.

NASRETTİN HOCA (1208-1284)

Türk halk mizahının en büyük ustası sayılan Nasrettin Hoca, Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğdu. Babası köyün imamı Abdullah’tır.

İlköğrenimini köyünde yapan, Arapçayı, din bilgilerini önce babasından öğrenen Nasrettin, o dolaylarda ün kazanan Seyit Hacı İbrahim’le, Seyit Mehmet Hayrani hocalardan ders aldı. Öğrenimini Konya Medresesinde tamamladı. Sivrihisar’la Akşehir’de imamlık, müderrislik yaptı.

Akşehir’i çok seven Hoca burada evlendi, burada öldü. Kilitli ve duvarsız meşhur türbesi buradadır. “Mezarımı ziyaret edenler, bizi gönüllerinden geçirip gülsünler. Şu yalancı dünyada somurtanlara acırım.”diyen Nasrettin Hoca, fıkralarından birisinde şu vasiyette bulunur:

- Çocuklar… Söz ölüm getirmez. Fakat insan hali bu… Şayet bir emrihak vaki olursa beni baş aşağı gömünüz!..

- Aman hocam, o nasıl iş?...

- Siz dediğimi yapın, nenize gerek… Dünya alt üst olunca dosdoğru kalkarım! Nasrettin Hoca, yüzyıllar boyunca, Türk halkının zenginleştirdiği fıkraları ile ulusal Türk zekasının, Türk esprisinin en kudretli üstadıdır. Şöhreti bütün dünyaya yayılmış, fıkraları bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Kuvvetli hayat görüşü, insanlarla olayları yansıtırken güldürdüğü kadar düşündüren fıkraları, her sınıftan halkı etkileyici bir güçtedir. Yüzyıllar boyunca, halkımızın beğendiği her fıkra, her nükte onun gerçek fıkralarına eklenerek Nasrettin Hoca Türk halkının ortak varlığı, yani kendisi olmuştur.

Türk edebiyatında, XIII. Yüzyıl Anadolu Türkçesinin oluşumuna en büyük katkıda bulunanlar, Yunus Emre ve Nasrettin Hoca’dır. O, halk mizahımızın, halkımızın ince mizah dehasının sembolüdür.

Seyit Kemal KARAALİOĞLU Türk Edebiyatı Tarihi 1 (Gül&Köktürk, 2006: 226)

FIKRA

Herhangi bir konuyu belli bir görüş veya düşünceye göre ele alıp, yorumlayan ve kamuoyu oluşturmaya çalışan sade, konuşma diliyle yazılmış gazete ve dergi yazılarıdır.

KENDİNİ TANI, MUTLU OL

Ağa Han zengin ya da beğendiğin sinema artisti kadar güzel olmayı arzu ederek zaman yitirme, kendin ol.

Bu dünyada başarı kazanmış bir kişi olarak yaşamak istersen hayatın gerçeklerini öğrenmen gerekir. Bunların arasında en acılardan biri, birtakım sınırlamalarla doğmuş olmamızdır. Fakat hepimizin bazı yeteneklerle zenginleşmiş oluğumuzu bilmemiz dengeyi sağlar. Bu sınırlamalar ve yetenekler yaşamımızın yönünü belirler. Bu durumu inkara kalkışmak, her girişimden yenik çıkmamız sonucunu verir. Oysa kişiliğimize başkalarının yaşamına göre şekil vermeye çalışacak yerde, kendi yeteneklerimizi kabul eder ve geliştirirsek mutluluğa ulaşmamız kolaydır.

Abraham Lincoln (Abraham Linkoln) çok çirkin, Franlin Roosvelt (Franklin Ruzvelt) ise kötürümdü. Fakat hiçbiri, başkalarının doğal ayrıcalıklarına imrenerek zaman yitirmedi. Bunun yerine, her biri yalnız kendi kişiliğine güvenerek başarılı olmaya çalıştı. Böyle yapmakla kalabalık kitlelerin sevgi ve saygısını kazandılar. Sen de kendi çalışma alanında onlar gibi hareket edebilirsin.

Lincoln ile Roosvelt büyük liderlerdi. Sen lider olmayabilirsin. Ama bunun için üzülme. Kişi, bu dünyada elde ettiği her şeyin karşılığında bir ücret ödemekle yükümlüdür. Liderliğin ücreti ise hayli ağırdır. Seyirci durumunda olanlar, o makamın ancak mükafatına tanık olurlar. Oysa “sahne arkasındakiler”, liderlikle baş gösteren fedakarlık ve üzüntünün tanığıdırlar.

Sen, ancak sen olmakla başarıya ulaşabilirsin. İçinde liderlik yeteneği varsa bu yeteneği geliştir. Ödeyeceğin ücret ne olursa olsun, memnun kalacaksın. Fakat kişiliğin seni başka bir yöne sürüklüyorsa oraya git; çünkü ancak kendini bulmakla gerçek mutluluğa ulaşabilirsin.

James HUGHES (Ceymis Hacıs) Bütün Dünya Yıllığı’ndan (Yayımlanan: Osman NEBİOĞLU)

(Sadeleştirilmiştir.) (Gül&Köktürk, 2006: 38)

DENEME

Her konu üzerine ve sıkı kayıtlara bağlı kalmadan serbestçe yazılabilen, kesin yargılara varılmadan zıt düşüncelerin karşılaştırıldığı, kişisel görüş ve düşüncelerin içten bir dille anlatıldığı yazılardır.

DOĞRULUK KAYGISI

Düşünce çatışmaları beni ne kırar ne yıldırır; sadece dürtükler, kafamı çalıştırır. Eleştirilmekten kaçarız. Oysaki bunu kendiliğimizden istememiz, gelin, bizi eleştirin dememiz gerekir.

Biri çıkıp bizim düşüncemizin tersini söyledi mi onun doğruyu söyleyip söylemediğine değil, doğru yanlış, kendi düşüncemizi savunmaya bakarız. Bizi düzeltmek isteyene kollarımızı açacak yerde, yumruklarımızı sıkıyoruz. Ama ben dostlarımın bana sert davranmasını istiyorum. “Sen bir budalasın, saçmalıyorsun!” desinler bana. Ben, dostlar arasında açık, yiğitçe konuşulmasını isterim; dostların düşünceleri neyse, sözleri de o olmalı.

Dostluk kavgacı olmadı mı sağlam ve cömert değildir. Nazlı, yapmacık bir hava, birini kırma korkusu, dostluğa rahat nefes aldırmaz. Bana çatıldığı zaman öfkem değil, dikkatim uyanır. Bana çatandan bir şeyler öğrenmeye can atarım. Doğruyu bulmak için her iki tarafın kaygısı olmalı. İnsan öfkelendi mi düşünmez olur, aklından önce sinirleri işler. Tartışmalarda bahis tutuşmak hiç de faydasız değildir. Doğrudan ayrıldık mı elle tutulur bir şeyler kaybetmeliyiz.

Doğruyu hangi elde görsem sevinçle karşılar, uzaktan kokusunu alır almaz silahlarımı atar, teslim olurum. Fazla yukarıdan ve insafsızca olmadıkça, yazılarıma çatılmasını hoş görmüş; çoğu kez karşımdakini kırmamak için yazdıklarıma istenen biçimi verdiğim olmuştur. Zararıma da olsa eleştirmeciye uysal davranmalıyım ki beni her zaman serbestçe uyarsın, kendimi düzeltmeme yardım etsin. Düzeltilmek herkesin ağrıca gittiği için kimse kimseyi düzeltmeyi göze alamıyor. Düşüncesini saklayarak konuşuyor çokları.

Michel de MONTAIGNE (Mişel dö Monteyn)

Denemeler

(Çeviren: Sabahattin EYUBOĞLU) (Gül&Köktürk, 2006: 126)

MAKALE

Araştırma ve incelemelerle ortaya çıkan; delillerin ileri sürülüp yeni görüşlerin ispatlanmaya çalışıldığı ve herhangi bir konuya açıklık getiren bilimsel yazılara “makale” denir.

ŞEN OLUNUZ

Hayat ideal şartlar altında düşünenler değil, bulundukları halden hoşnut olmasını bilenler bahtiyar olabilirler. İşte bu sırrı bulanlar, bahtiyarlığa kavuşmak için ne işlerinin düzelmesini ne büyük memurluklara geçmeyi ne de zenginleşmeyi beklerler. Bulundukları durumdan en çok fayda elde etmeye çalışırlar. Bahtiyarlık insanların kendi varlığındadır, onu başka yerde aramak boştur.

İnsan çalışırken değil, işini bitirdikten sonra yorgunluğunu duyar. Onun içindir ki ne çeşit olursa olsun, işini bitirdikten sonra sayfayı kapamalı ve artık gönül açacak çareler aramalıdır. Tanıdıklarımızdan bir profesör vardır. Bu zat, sabahtan akşama kadar iş odasında durup dinlenmeden sekiz on saat çalışır ve sonra nasıl dinlenir, bilir misiniz? Keman çalarak! Kendisi diyor ki: “Fikrim ne kadar yorulursa yorulsun, yarım saat keman çalınca bütün yorgunluğum gider ve taze hayat bulurum.”

Bir İngiliz hekimi diyor ki: “Dinlenmek için zamanın bir kısmını güler yüzlü ve kahkahası bol insanlarla geçirmelidir.” Bu pek doğrudur. Şen bir dostun konuşması insanın yorgunluğunu giderir, sinirlerini yatıştırır, üzüntüsünü geçirir. İnsana hayatta fazilet gerekir; fakat neşe de onun kadar lüzumludur.

Bulunduğumuz yerlerde, işlenmemiş nice bahtiyarlık madenleri vardır. Onları bulmak bir hünerdir. Her şeyi iyi görmeye alışanlar, bu bahtiyarlık kaynaklarının da pekiyi yerini bulurlar. Bakınız Goethe (Göte) şöyle diyor: “İnsan her gün ya güzel bir ses işitmeli ya gönül açıcı bir kitap okumalı yahut güzel bir şey seyretmelidir.”

Kitap odanızda her vakit bir mizah gazetesi bulundurunuz ve içiniz sıkıldığı zaman çabucak onu açıp gönül eğlendirecek parçalar okuyunuz. Sinemalarda güldürü filmleri seyretmek fırsatını kaçırmayınız. Tuhaf konuşan, şaka yapan, hikayeler anlatan kimselerin bulundukları toplantılara koşunuz. Kara haberler veren, somurtan, her şeyi karanlık gören kimselerden uzak durunuz. Elem veren, gözyaşı döktüren filmleri seyretmeyiniz.

Sözün kısası, bahtiyar olmak herkesin hakkıdır. Yalnız o bahtiyarlığı uzaklarda değil, kendi hayatımızda arayıp bulmalıyız. Geçmiş günlerin özlemini çekenler veya geleceğin kaygısı ile tasalananlar, hiçbir zaman bahtiyar olamazlar. Halinden hoşnut olmayı bilmeli, hem gülmeli, hem de başkalarını güldürmeli. Hayat bir aynadır, güler yüzle bakarsanız o da güler; kaşlarınızı çatarsanız o da suratını asar.

Selim Sırrı TARCAN Türk Edebiyatı Tarihi 4

(Hazırlayan: Seyit Kemal KARAALİOĞLU) (Kısaltılmıştır.)

ELEŞTİRİ (TENKİT)

Herhangi bir sanat eserinin beğenilen ve beğenilmeyen yönlerini veya bir kişinin olumlu-olumsuz yönlerini ortaya koymak amacıyla yazılan yazılardır.

ORHAN KEMAL’İN ÖYKÜLERİ

Orhan Kemal, gerçekçi öykücülüğümüzün baş ustalarındandır. Neyi yaşamışsa onu yazmıştır. Yazarlığını yaşamının bir yansıması olarak geliştirmiş, bilmediği alanlara el atmamıştır. Çileli, hareketli olaylarla yüklü yaşamı öykülerinin konusunu oluşturmuştur.

Onun öykülerinde hiçbir abartı yoktur, insanoğlu ne ise, o biçimde öykülerde canlandırılır. Böyle bir tutum, yani yaşananı olduğu gibi yazmak, sanatı kurulaştırır. İşte Orhan Kemal’in başarısını sağlayan, hem yaşananı olduğu gibi anlatmak hem de bu anlatıyı öyküleştirmektir. Kurgucu bir öykücü olmadığı için konu bulmakta hiçbir güçlük çekmemiştir. Kendi yaşadıkları ve çevresindeki kişilerin serüvenleri onun konu alanını belirlemiştir.

Orhan Kemal’in başarılı yönlerinden biri de kişileri konuşturmadaki ustalığıdır. Anlatımının sürükleyiciliğinin temel nedeni budur. Sanat yapma hevesine hiç kapılmaz. Ama onun öykülerini okuyanlar, anlattıklarından sanatsal bir tat alırlar.

Orhan Kemal’in öykülerinin büyük bir bölüğü, insanoğlunun ekmek uğruna verdiği yaşam savaşımıyla doludur. Küçük memurlar, onların çileli karıları, sokak kabadayıları, belgeli kenar mahalle gençleri, sokak kadınları, onurundan hiçbir şey yitirmeyen yoksullar, her biri ayrı ilginçlikteki öykülerin başkişileridir.

Hangi öyküsü alınırsa alınsın, Orhan Kemal’de insanın içini ezen bir sızı vardır. Özellikle çocukları ve hayvanları anlattığı öykülerinde daha baskındır bu. Getirdiği bu insanca duyarlıkla Orhan Kemal, edebiyatımıza yeni bir dünya kazandırmıştır. Bu dünya kimsenin kimseyi sömürmediği, insanca ilişkilerin egemen olduğu bir dünyadır. Yaşamı boyunca bunun savaşımını vermiştir. Dilimize de Türkçe’nin nice duyguları, nice insanlık durumlarını anlatabileceğini gösterdiği içlin büyük hizmet etmiştir.

Adnan BİNYAZAR Türk Dilinde 25 Ünlü Eser

(Kısaltılmıştır.) (Gül&Köktürk, 2006: 139)

SOHBET (SÖYLEŞİ)

Herhangi bir konu hakkındaki kişisel görüşleri konuşma havası içinde ve içten bir dille anlatan yazılara “sohbet” denir.

TATLI DİL

Mağaza vitrinlerindeki mankenleri bilirsiniz. Hepsi güler yüzlüdür, içlerinde pek de güzelleri vardır. Ama dilleri olmadığı için soğukturlar. Onlar her ne kadar insan benzeri iseler de sahici insanları güzel yapan, sıcak yapan dildir. Ama her dil değil. Dilin de tatlısı olmalı.

Allah bir adama her şeyin tatlısını, dilin acısını verdi mi ne yapsa kar etmez. Öylesinin sevimli, cana yakın olmasına imkân yoktur. Çünkü o dil ağzın içinde her dönüşünde can yakar, kalp kırar.”Dil yarası yaraların en derinidir.”derler. Doğru sözdür. Bıçağın açtığı yara zamanla kapanır; dil yarası ruhun en gizli taraflarına doğru boyuna işler, bir türlü kapanmak nedir bilmez. Üstelik acı dilin zararı yalnız karşısındakine değildir, kendi sahibini de dünya güzeli olsa çirkinleştirir. Nice güzel insanlar vardır ki dilleri yüzünden sevilmezler.”Şeytan görsün yüzünü!”deyip bucak bucak kaçtığımız insanlar hep o insanlardır.

Ama tatlı dil öyle mi ya? Yılanı deliğinden çıkarır, derler. Ne kadar öfkeli olursanız olun, tatlı dil sizi yatıştırır. En yapamayacağınız işleri size tatlı dille, güler yüzle yaptırıverirler.”Haydi şekerim, şunu yapıver!”demek başka,”Kalk, şunu yap!” demek başkadır.”Kalk şunu yap!” dedikleri zaman, “Ne diye yapacak mışım? Mecbur muyum? Başkası yapsın! Hep bize mi yükleniyorlar? Yapmayacağım işte!” dersiniz. Ortada hiçbir sebep olmasa bile dayatmanın yollarını ararsınız. Bir de “Haydi şekerim, ne olur, şunu yapıver.” Dediklerini düşünün. İçinizden bir kuvvet, bu tatlı emri yerine getirmeniz için sanki sizi zorlar. Çünkü tatlı dil suratınıza çarpmamış, kalbinize işlemiştir.

Tatlı dil, insan için başlı başına bir kuvvettir. Güler bir yüz, tatlı bir diller tamamlandığı zaman bütün kapılar açılır. Tatlı dil; sevimli görünmeyen, hatta soğuk görünen yüzleri bile ısıtır, cana yakın kılar. Gerçekten dilin, tatlı olmak şartıyla açamayacağı kapı, çözemeyeceği düğüm yoktur.

“Mademki tatlı dil her kapıyı açan sihirli bir anahtardır, öyle ise ne duruyoruz, dilimizi tatlılaştıralım.”diyen bilmem bulunur mu? Çünkü bu, ha deyince olacak işlerden değildir. Gönülleri fetheden tatlı dil, bütün gücünü gönülden alır. İnsanın dilinin tatlı olması için gönlünün tatlı, iyi olması lazımdır. Kötü bir adamın dökeceği tatlı dil, tilkinin kargaya döktüğü tatlı dil gibidir. İnsanı belki kısa bir zaman için aldatır ama çabucak da foyası meydana çıkar. Hakiki tatlı dil iyi insanda olur. Yüreği merhametle, sevgiyle dolu insanın dili de kendiliğinden tatlılaşır. Bu geçici dünyada gönül yıkmanın, kalp kırmanın anlamsız olduğunu sezecek kadar olgun bir hayat anlayışına varmalı ki insan, en küçüğünden en büyüğüne kadar tatlı dille, güler yüzle seslenebilsin.

Şevket RADO Eşref Saat (Kısaltılmıştır.) (Gül&Köktürk, 2006: 8)

Benzer Belgeler