• Sonuç bulunamadı

ALİ EKREM’İN DERGİ VE GAZETELERDE YAYIMLANMIŞ YAZILARI

1. Tahlil ve Tenkit Yazıları

1.4.2. Bir Musâhabe-i Musikiyye 94

A. Ekrem’in bu yazısı konser için Türkiye’ye gelen musikişinas Mösyö Emile Sauret95 ile yapılmış bir mülâkat metnidir. Aynı zamanda A. Ekrem’in Mösyö Sauret ve bazı musikişinaslara dair fikirlerini de içerir.

A. Ekrem, söze Batılılar için doğunun ne kadar cazip ve ilgi çekici hâle geldiğini şiirsel bir üslupla anlatarak başlar:

“Şark! Daimi bir kebûd-ı nâmütenâhi altında, her gün arz-ı cemâl eden nermîn-i ziyâ bir güneşin nurları içinde, rengîn tulû’ları, âteşîn gurupları, zümürrîn baharları; leyâl-i mükevkebesi, bihâr-ı münevveresi ile pür neşât ü fer bir behişt-i hayât, garbiyyûnun hayal-hânelerine talik olunmuş elvâh-ı nûr â nûrdan müteşekkil bir meşher-ı bedâyi olan şark, Avrupalılar için gittikçe bir emel-i sehîl oluyor: Memleketimize çok geliyorlar.” (s. 822)

93 Metin Kayahan Özgül, Ali Ekrem Bolayır’dan Suut Kemal Yetkin’e Mektuplar, Oğlak Yayınları, İstanbul, 1996, s. 118.

94A(yın) Nadir, Malûmat, C. XII, nr. 281, 18 Mart 1317/31 Mart 1901, ss. 822–826. (Alıntılar, bu baskıdandır.)

95 Émile Sauret (1852 – 1920), Fransız kemancı ve bestecidir.

119 Özellikle demir yolu hattının inşasından sonra Batılı seyyahların sayısı çok artmıştır. Gelen ediplerin, doktorların, bilim adamlarının, aktörlerin ve en çok da musikişinasların resimleri İstanbul gazetelerinde görülmektedir. Bu durumda doğal olarak insanlarda bu meşhur kişilerle tanışma arzusunun baş gösterdiğini söyleyen A. Ekrem de bu arzuya düşmüştür. Maliye ile meşgul bir arkadaşı Mösyö Leon Say96 İstanbul’a geldiği zaman onunla görüşmüş, kendisinin imzalı bir eserini almıştır. Bu eseri gören A. Ekrem ona çok gıpta etmiş, böyle büyük bir kişiyle tanışma emeline kapılmıştır. Musikiye duyduğu sevgi ve ilgisinin mükâfatı olarak iki musikişinas ile görüşme fırsatı bulmuştur.

Bu kişiler Mösyö Marteau97 ve Mösyö Emile Sauret’tir. Mösyö Marteau A. Ekrem’i çok etkilemekle beraber henüz çok genç bir sanatçıdır. Mösyö Emile Sauret ona göre yaşının da verdiği olgunluk sebebiyle de çok daha yüksek bir sanatçıdır. A. Ekrem, bu büyük sanatçı ile uzun uzadıya görüşme fırsatı bulduğundan dolayı çok mutludur.

Mösyö Sauret ile mülâkatına geçmeden önce onu tanıtır. A. Ekrem, onu çok

“sevimli” bulmuştur. Tanıştıklarında sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi “laubali”

davranmıştır. Abartılı tavırları bulunmakla beraber diğer “artistlerde” görülen yapmacık tavırlar sergilememektedir. İngiltere’de evlenen, orada yaşayan Mösyö Sauret’in

“İngilizlerin İngilizlerden başkasına girân gelen” tavırlarından hiç etkilenmediğini gözlemleyen A. Ekrem’e göre Mösyö Sauret her hâl ve tavrıyla tam bir Fransız’dır.

A. Ekrem, onunla özel bir musiki müsameresinde görüşmüştür. Ona göre bir sanatçının mahareti böyle küçük meclislerde daha iyi anlaşılmaktadır. Bunun sebebini şöyle açıklar:

“Öyle mürettep bir programa tabiiyetle muayyen saatlerde başlayıp bitirerek, sâmiînin az çok herkese ibzâl olunan alkışları arasında icrâ-yı ahenk etmek bir musiki-şinâs için her zaman külfetli bir vazifedir. Halka hâsıl ettiği tesirden kendisi ne kadar emin olursa olsun, o halkın arasında velev bir kişinin takdirini yahut tenkidini dinleyemediği için kimseyi bilmez, nağmeleriyle hiçbir aşina kalbe hitap edemez. Bir kere de dâire-i husûsiyete geldi mi artistin hâli bütün bütün başkadır:

Bulunduğu meclisin efradı nagamâtı işitir dinlemez, hüneri bulur anlamaz takımdan ibaret ise musiki-şinâs çaldığını kendisi için çalar, binaen aleyh asabının tessürât-ı ayinesi nispetinde mükemmel yahut nâkıs olur.” (s. 822)

Hele de bu mecliste musikiden anlayan insanlar bulunuyorsa o zaman sanatçı tamamen kendi âlemine dalıp bütün maharetini sergilemektedir:

96 Jean-Baptiste Léon Say (1826 - 1896), Fransız devlet adamı ve ekonomisttir.

97 Henri Marteau (1874 – 1934) Fransız kemancı ve bestecidir.

120

“Asmân-ı hayaline bir bulutun karanlığı urmamış, saf ve berrak bir fezâ-yı ilhamın tabakât-ı âliyyesine yükselir, hâzırûnun şuâ’-ı intizârı arasında sevine sevine, çırpına çırpına yükselir; lisan-ı kalbine güya bütün zevîü’l-hayat vakf-ı sımâh eylemiştir: En latîfinden en şedîdine kadar bütün hissiyata güle güle, ağlaya ağlaya, inleye inleye ruhunun kâffe-i tessürâtıyla, musikinin o tabiat-ı külliye kadar nâmütenâhî kavânîn-i feryât ü teblîğden müteşekkil lisanıyla tercüman olur!” (s.

822)

O akşam Mösyö Sauret de bu tarifteki gibi heyecana gelmiş, keman çalmıştır. Ona piyano ile eşlik eden ülkenin büyük musikişinaslarından olan zat ile birbirlerine en samimi lisanlarıyla teşekkür ve takdirlerini iletmişlerdir. Ardından orada bulunan diğer musikişinaslar da bahse dâhil olmuş, gece yarısına kadar durup dinlenmeden hem konuşmuş hem de çalmışlardır. Bu müzik ziyafeti Mösyö Sauret’in kemanda dört teli birden idare ederek çaldığı bir parça ile son bulmuştur. Bu parçanın ardından Mösyö Sauret tebrik ve teşekkürler arasında meclisten ayrılırken A. Ekrem ondan mülâkat talep etmiş; o da kabul etmiş ve ertesi gün için vakit belirlenmiştir. A. Ekrem, mülâkat öncesinde telaşlıdır. Böyle büyük bir üstada nasıl sorular sorulmalıdır? En sonunda aklına gelen bütün müşkülleri sormaya karar verir. Mülâkat vakti geldiğinde A. Ekrem bu kararında isabet ettiğini anlar. Endişeleri yersizdir. Mösyö Sauret A. Ekrem’i çok güzel karşılamış, sorduğu bütün soruları tabii görerek yanıtlar vermiş; A. Ekrem de söylediklerini yetiştirebildiği kadarıyla not etmiştir. Bu yazısında da mülâkat sonucunda varılan neticeleri yazacaktır.

Edebiyatta olduğu gibi musikide de Klasisizm, Romantizm, Realizm akımlarının hüküm sürdüğünü söyleyen A. Ekrem; bu ayrımın bizde tuhaf karşılandığını ama Avrupa’da herkes tarafından kabul edildiğini belirtir. Bu üç akımdan bugün tıpkı edebiyatta olduğu gibi musikide de Realizmin rağbet gördüğünü söyler. Bu duruma örnek olarak Servet-i Fünûn sanatçılarının da dinlemekten zevk aldığı Wagner’i98 gösterir. Onun eserleri her yerde takdir görmekte, bütün musikişinaslar onu taklit etmektedir. Hele ki Türk musikisinde bulunmayan ve tatbiki de mümkün olmayan “armoni” Wagner’in ortaya çıkışından sonra Avrupa musikisinin ruhu olmuştur. A. Ekrem, Wagner’e olan beğenisini şu sözlerle dile getirir:

“Wagner armoniyi sanatın pençe-i âhenînine almış, onu istediği şekle getirmiş.

Wagner’in fennen hiçbir hatası yoktur, fakat o kadar teceddüd ve tekemmül göstermiştir ki idrâkinde akıl-ı beşer mütehayyir kalır, kendisinin başka bir zihne

98 Richard Wagner(1813–1883) ,Alman opera bestecisi, tiyatro direktörü, müzik teoricisi ve yazarıdır.

121 başka bir dehâ-i ahenge malik olduğuna zâhib olur. Wagner’i anlamak herkes için

kabil değildir, fakat anlaşılınca da ulviyet-i kalp ü idrakine hayran olmamak kimsenin elinden gelmez.” (s. 823)

Wagner, Realizmde daha önce ortaya konan esasları kabul etmekle beraber pek çok yenilikler de ortaya koymuş, Realizmi kemale erdirmiştir. Üstelik musikide Realizmin yanında Romantizm de hükmünü sürdürürken bunu yapmıştır. Romantizm, musikide edebiyata göre daha baskın çıkmıştır. A. Ekrem, bunun sebebini şöyle açıklar:

“Lisan-ı musiki ayrı bir lisan olduğundan bunu tahsil etmeyenler musikide Realizmi anlayamazlar; Romantizmin musikideki lisanı ise doğrudan doğruya kalbe hitap eden, hissiyâtı teşrih eyleyen edâ-yı sâde-beyândır.”(s. 823)

Romantizmin, Avrupa’daki bu baskınlığına delil olarak “Carmen” operasını gösterir. Hatta Wagner’in de bu opera için “Romantizmin en büyük eseri” hükmünü verdiğini belirtir.

A. Ekrem, musikide Realizm ve Romantizm akımlarından bahsettikten sonra Emile Sauret ile yaptığı mülâkatı aktarmaya geçer. Ona yönelttiği ilk soru “Cavalleria Rusticana99” ve “La Bohéme100” gibi yeni operalar hakkındaki fikirleridir. Mösyö Sauret bu eserlerin Romantik eserler olduklarını, yeni İtalyan bestekârların Realizm yapmak istediklerini ama bunda başarılı olamadıklarını söyler. A. Ekrem, bu iki eserin İstanbul’da çok rağbet gördüğünü belirtir ve Mösyö Sauret’in bu eserleri takdir edip etmediğini merak eder. Mösyö Sauret’in bu eserlere dair fikirleri şöyledir:

Şüphe yok La Bohéme Cavalleria’dan yüksek bir eserdir. Bestekârı olan Puccini Cavalleria’yı yazan Mascagni’den çok muktedir bir artist. Eserinin her sahifesinden derece-i iktidârı tezâhür eder. Puccini’nin Tosca’sı da değerli bir eserdir. Mascagni ise esere benzemek üzere yalnız Cavalleria’sını vücuda getirebilmiş. Fevka’t-tabia bir can olarak bir adam ömründe bir kere yumurtalayabilir, evet buna katiyen muhaldir, olamaz diyemeyiz! Lakin ikinci yumurta? Artık o gelemez, ne kadar gayret edilse doğmaz! İşte Mascagni’nin hâli budur.” (s. 823)

A. Ekrem, Mösyö Sauret’in bu değerlendirmesinde yaptığı “yumurta” benzetmesine gülmekle beraber isabetini de kabul eder. Ardından sohbetleri bugün musikinin Avrupa’nın hangi taraflarında daha çok ilerleme gösterdiği konusuna kayar. Mösyö Sauret, A.

99 Cavalleria Rusticana (Köy işi şövalyelik), Pietro Mascagni tarafından bestelenmiş, libretosu kısa bir hikâyeye dayanarak "Giovanni Verga" tarafından yazılan bir oyundan uyarlanarak İtalyanca olarak

"Giovanni Targioni-Tozzetti" ve "Guido Menasci" tarafından hazırlanmış 1 perdelik bir operadır.

100 La Bohème, bestelerini Giacomo Puccini'nin yaptığı 4 perdelik operadır.

122 Ekrem’in de katıldığı gibi bu konuda Fransa’nın ilk sırayı aldığı görüşündedir. Hatta dünyanın en büyük musikişinası olarak da Saint Saens’ı101 gösterir. Bu “dahi-i musiki”nin eserleri sadece Fransa’da değil bütün dünyada büyük takdir toplamaktadır. A. Ekrem, Mösyö Sauret’in desteklediği bu fikrini kendi görüşlerini de katarak açıklar. Ona göre Saint Saens’in özellikle Almanya’da gördüğü rağbet “kendisinin Fransız olduğuna inanılamayacak” raddelerdedir. Almanlar sanata büyük bir sevgi ve saygı duymaktadırlar.

Kendi sanatçılarının güçlü eserleriyle musikide olgunluğa ulaşmış olsalar da Fransız musikisini severek dinlemektedirler. Aynı şekilde İtalya’da da en çok ilgi gören Fransız operalarıdır. İngiltere’de de galip gelen Fransız musikisidir. Viyana’da da Fransız musikisi Paris’te olduğu kadar rağbet görmektedir. Bu değerlendirmelerle Avrupa musikisini yakından takip ettiği anlaşılan A. Ekrem, şu sonuca varır:

“Hâsılı cihân-ı medeniyetin her kûşesinde Fransızlar bir umumî lisan-ı rûhânî olan musiki ile akvâm-ı muhtelifenin hissiyatına tercüman oluyorlar.” (s. 824)

A. Ekrem, bu açıklamalardan sonra Mösyö Sauret ile mülâkatını kaldığı yerden aktarmaya devam eder. Fransa’dan sonra bahis İngiltere’ye çevrilmiştir. Mösyö Sauret İngiltere’de yaşamaktadır. A. Ekrem de ondan İngiltere’de musikinin durumuna dair tafsilat ister. Mösyö Sauret söze İngilizlerden bahsederek başlar ve onların genel tavrının musiki için de söz konusu olduğunu söyler:

“İşte musiki bahsinde de o bildiğiniz İngilizler: Musikiye olan meyil ve muhabbetleri acîb ve garîp suretlerde tecelli eder, fakat ciddidir. Mesela tiyatroya muntazaman giderler, yerlerinde muntazaman otururlar, oyunu muntazaman dinlerler. Güya onlar insan değil, siyah esvâb giymiş heyâkil! Heykel ama, hepsinde bir kalp-i metîn bir rûh-ı rakîk mevcut.” (s. 825)

Musiki insanın hislerine etki ettiğinden kimi zaman güldürmekte kimi zaman ağlatmakta kimi zaman da dans ettirmektedir. Ancak Mösyö Sauret, İngilizlerin musiki dinlerken hiçbir heyecan belirtisi göstermemelerine, bir “heykel-i câmid” gibi kalmalarına hayret etmektedir. Bu hayretini şu sözlerle dile getirir:

“Ağlarlar, fakat gözlerinden yaşlar taştan su süzülür gibi akar! Diyebilirim ki yaş damlalarının arasındaki fâsılalar saniyeli saatle ölçülse mutlaka sabit bir vakit bulunur.”(s. 825)

101 Charles Camille Saint-Saens (1835 – 1921), Fransız besteci, orkestra şefi, orgcu ve piyanisttir.

123 Ama bu hâlden dolayı İngilizlerin musiki sevmediğini söylemek doğru değildir.

Londra’da üç opera takımı bulunduğunu ve en başarılı artistlerin de bu operalarda yer aldığını söyleyen Mösyö Sauret, bunun ciddi bir meblağ gerektirdiğini belirtir. Ayrıca dünyaca ünlü bir artist mutlaka Londra’ya gelmekte, bütün halka maharetini gösterene kadar –bu seneler alsa bile- sanatını icra etmektedir. Özellikle rağbet gösterdikleri dinî musikiler ve salon musikileridir.

İngiltere’de musikinin durumundan sonra A. Ekrem, Mösyö Sauret’e o tarihlerde yeni vefat etmiş olan “musiki-yi şehîr” Verdi102 hakkındaki fikirlerini sorar. Mösyö Sauret’ten aldığı bilgilere dayanarak şu sonuçları çıkarır:

“Verdi Romantizm mesleğinin reisidir, İtalya’nın en büyük musikişinâsıdır.

Rossini, Bellini, Donizetti bu üç büyük bestekâr bir araya gelseler Verdi’ye muâdil olamazlar. Mesleğinde daima terakki eden bu sâhib-i dehâ öyle zannolunuverdiği gibi mukallidlik derekesine hiç düşmemiştir. Güya Wagner’i taklit ettiğinden bahsederler, hayır: Bu nasıl olabilir? Wagner’e Realizm mesleğinin reisi, Verdi’nin hangi eserinde Realizm görülüyor? Tekâmül-i musikinin edvâr-ı muhtelifesinden geçmek tebdîl-i meslek addolunamaz. Verdi’nin âsârı arasında Aida, Un ballo in maschera, Rigoletto, Don Carlos daima mertebe-i kusvâ-yı istisnâda bulunacak âsâr-ı muhallidedendir. Son yazdığı Othello, Falstaff operaları sinnine hürmeten pek çok takdir olundu ise de hiçbiri mesela Aida hatta Rigoletto derecesinde değildir. Verdi’nin büyük meziyetlerinden biri ve belki birincisi daima milliyetini muhafaza etmesidir.” (s. 825)

Verdi hakkındaki fikirlerinden sonra A. Ekrem, bir kemankeşe mutlaka sorulması gereken kemanı sorar. Mösyö Sauret’e göre keman, kendine verilen görevleri ifa etmede son derece mükemmel bir sazdır. İyi kemanlar her yerde yapılmakla beraber en iyi kemanlar eski İtalyan kemanlarıdır. Mösyö Sauret dünyanın en meşhur kemankeşlerini sayarken araya giren A. Ekrem, kendisi alçakgönüllü davranıp aksini iddia etse de onun da büyük bir kemankeş olduğunu söyler:

“İngiltere’de her zaman en büyük artistler bulunduğunu söyleyen siz değil misiniz?

Elbette fevkalâde bir kemankeş de bulunacak… Şimdi de başka bir kemanînin ismini vermeye kalkışacaksınız! Lakin biz sizi kendinizden öğrenmeye muhtaç değiliz.” (s. 826)

Ardından ondan özel hayatı hakkında bilgi ister. Mösyö Sauret, sekiz yaşında keman çalmaya başlamıştır. A. Ekrem, onun şu an elli, elli beş yaşlarında göstermesinden yola çıkarak kırk yıldan fazla bir süredir keman ile uğraştığı sonucunu çıkarır. Mösyö Sauret kemana ilk başladığında günde mutlaka sekiz saat çalışırmış. Şimdi ise seyahatte

102 Giuseppe Verdi (1813–1901), 19. yüzyıl İtalyan operası ekolünden gelen ünlü İtalyan bestecidir.

124 bulunmadıkça en az iki saat çalışmaktadır. Telif eserleri de bulunan Mösyö Sauret, kendini

“armonist” olarak nitelendirir. Eserlerinin de halktan çok “erbab-ı fenn” tarafından takdir görmesini istemektedir ve bu takdiri gördüğünden emindir. A. Ekrem, biraz önce alçakgönüllü davranan Mösyö Sauret’in bu sözleri karşısında önce şaşırsa da sonra hakkını verir, ona hayranlığını dile getirir:

“Birkaç dakika evvel âsâr-ı mahviyet ibrâz eden zat şimdi… Şimdi kendini medh ediyor! Hayır öyle değil: Ciddi bir hünerverin hakiki bir beyan ile kendi hakkında verdiği hüküm-i temdîh-i nefis değil, izhâr-ı hakîkat maksadından münbaistir. O kadar ki hükmüne itiraz edilse hemen şahsını unutur, zât-ı meseleye intikâl ederek kemâl-i bîtarafî ile mübahaseye başlar. Ca’li mahviyet ise bir taazzum-ı câhilânenin eseridir ki neticesi bir iki “estağfurullah”a keşkûl-i iftikâr uzatmaktan ibaret kalır. Sauret ben ‘armonistim’ dediği dakika çehresinde öyle nuranî bir samimiyet, gözlerinde o kadar derin bir meal-i ulviyet dolaşıyordu ki bu hünerverin kendisinden bahsederken de fenninden bahsettiği, fenne ruhunun bütün kuvvetiyle sarıldığı onu idrâkinin bütün kabiliyetiyle anladığı bir sâhip-i nazar için görülmemesi kabil olamayacak hakâyık-ı bârizeden idi. Bu levha-i zî-hayata bakakaldım.” (s. 826)

A. Ekrem, bunları düşünürken bu sefer Mösyö Sauret ona Türk musikisi hakkında soru sormak ister. Ancak A. Ekrem alçakgönüllü davranarak şöyle cevap verir:

“Bizim musikimiz mi? Aman efendim, ben size malûmat verebilecek kadar bizim musikimize vâkıf değilim.” (s. 826)

Bu sözlerin ardından vedalaşırlar ve mülâkat sona erer.