• Sonuç bulunamadı

başka ressamların

başka bilinmeyen

yapıtlarının da

katılacağını

bekleyebiliriz.

Çıplak Mezarlık 32 33

desenin Osman Hamdi’nin elinden çıktığına inandığını be­ lirtiyor.

Edgü’ye gelince, ona göre orientalist resimlerinden “ çok daha plastik öğelere sahip” olan ve “ şaşırtıcı bir tazelik” taşıyan yağlıboya portreler gi­ bi, desenler de Osman Ham­ di’nin elinden çıkmıştır.

DESENLERE, EVET!

Burada bizi ilgilendiren, söz konusu resimlerin teknik ve anlatıma ilişkin özellikleri olabilir. Desenlerin tümü, ana­ tomik doğrulukları, çizimdeki titizlikleri ve bir atölye çalış­ masının ciddi yaklaşımlarını içermeleri bakımından, bu işe gönül vermiş bir kişinin dam­ gasını taşımaktadır. Bu kişi, Osman Hamdi midir? Büyük bir olasılıkla, evet. Prof. Ce- zar’ın, bu resimlerin Nevin’e ait olabileceği varsayımını doğ­ ru bulmadığımızı belirtmek zo­ rundayız. Bir heveskâr olabi­ leceğini sandığımız Nevin’in, Osman Hamdi’nin bir bölümü Cezar’ın kitabında da yer al­ mış olan başka desenleriyle dü­ zey farkı göstermeyen bu çıp­ lak figürleri çizmiş olabileceği­ ne ihtimal vermiyoruz. Desen­ den, hele klasik beğeninin, akademik kökenli etüt ve işçi­ liğin tüm gereklerini yerine ge­ tirmiş olan bu çizimlerden, “ Üslup” yorumlarına yönel­ menin doğru olamayacağını düşünmek gerekiyor. Çünkü bu çıplak desenler, söz gelişi Halil Paşa’nın aynı konulu etütleriyle kalite yönünden eş­ değerlidir. Gerçekten ciddi bir akademik kariyeri yansıtan ki­ taptaki desenler, koleksiyonun geldiği kaynağın sağlıklı oluşu da göz önüne alınırsa, işin mut­ fağım bilen bir kişinin elinden çıkmıştır. Osman Hamdi’nin gene öğrencilik yıllarında Lip- • pi’den ve Cain’den yaptığı orientalist figür kopyaları, onun daha sonra bilinçli bir bi­ çimde yöneleceği bir türün bel­ ki de ilk örnekleridir. Osman Hamdi, daha ilk gençlik yılla­ rında, Doğu yaşamına ve tari­ hine girebilecek konulara ya­ kınlık duymuş olsa gerekir.

YAĞLIBOYA TABLOLAR

Yağlıboya resimlere gelin­ ce, bunları kitaptaki baskıla­ rından değil, aşıtlarından ince­ lemek, kuşkusuz daha doğru olacaktır. Kanımca, portrele­ rin tümü ve bu arada “ Yeni-

Çıpiak Çıplak

cami” ile “ Mezarlık” ve çıp­ lak figür, Osman Hamdi’nin olgunluk dönemi yapıtlarına oranla bazı acemilikler içer­ mektedir. Kitapta sanatçının eşi Naile Hanım’ın portresi olarak geçen resim, Osman Hamdi’nin aynı konulu öteki portreleri yanında fazla inan­ dırıcı görünmüyor. Bunu, Os­ man Hamdi’nin ilk öğrencilik yıllarındaki olağan tereddütle­ rine bağlamak mümkün. Oy­ sa şimdi Ankara Müzesi’nde bulunan ve kıyaslama için Ed- gü’nün kitaba aldığı Naile Ha­ nım portresi ile bu resim ara­ sında dört yıllık bir zaman far­ kı var. Üstelik Yücel Mene- mencioğlu koleksiyonundaki portre, eğer kitapta belirtilen tarih (1890) bir tahmin değil­ se, bu sözünü ettiğim portre­ den de dört yıl sonra yapılmış­ tır. Buradg dört yıllık farkın, sanatçının gelişimini olumsuz yönde etkilemiş olabileceği varsayımı elbette geçerli bir gö­ rüş olamaz, öteki portreler, uygulama biçimleri ve konuyu

ele alış yöntemleriyle, tipik atölye çalışmalarıdır. Osman Hamdi’nin bu resimleri, Paris dönüşü Türkiye’ye getirerek saklı tuttuğu düşünülebilir. Bereli Genç Kız Portresi ise, Osman Hamdi’nin üslubunu düşündürebilecek yönler açı­ sından, en “ makûl” resim gi­ bi görünmektedir.

Resimlerin Osman Ham- di’ye ait olabileceği varsayımı­ nı haklı gösteren en tipik ör­ nekse, Cezar’m kitabında fi­ gürlü bir versiyonuna tanık ol­ duğumuz Mezarlık kompozis­ yonudur. Büyük bir olasılıkla Osman Hamdi, aynı yıllarda aynı doğa dekorunu konu alan iki resim yapmış, birincisini mezar ziyaretçisi olan figürler­ den ayıklamış, İkincisinde ise bu figürlerle kompozisyonu yeni baştan ele almak gereğini duymuştur. Dikkatle bakıldı­ ğında, mezarlık dekorunun ay­ rıntılarının her iki resimde de ortak olduğu görülecektir. Bu ortaklık ve anlatım benzerliği,

iki tablonun aynı sanatçı elin­ den çıkmış olduğunun kesin kamtı olsa gerek.

Bu “ bilinmeyen resimler” grubuna, başka ressamların başka bilinmeyen yapıtlarının da katılacağını bekleyebiliriz. Nitekim bu olay, bir gelişme­ nin ilk halkası değildir. İmza­ sız ve kuşkulu resimler, bugün Türkiye’de bir “eksper” ya da eksperler yokluğunun ortaya çıkardığı sorunla birlikte, her zaman varlığını duyuracaktır. Ferit Edgü, belki bir galeride sergilendikten sonra tümüyle el değiştirmesi ihtimal dahilinde olabilecek bu resimleri, bir ki­ tapta toplamakla, çok yerinde bir iş yapmıştır. Bu yolla, hiç değilse konu ve yapıtlar, ka­ muoyunun ilgisine sunulmuş, olumlu ya da olumsuz görüş­ lerin öne sürülmesine olanak

tanınmıştır.

m

(1) “ O sm an H a m d i- Bilinmeyen Resimleri” , Prof. M.Cezar, F.Edgü, Ada Yayınla­ rı, 1986.

506. Gün

Gençlik Kitabevi’ndc Osman Şa­ hin 'in iınza günü. Osman ’/ görürüm, belki bir iki arkadaşa da rastlarım di­ ye oraya gittim; Nevin Çokay ’m re­ simleriyle karşılaştım. Simurg ordan, köylü adamla kadın ordan; bakıyor­ lar! Hayret ve ısrar var Çokay ’da. Ya­ pıtları benim için bu nitelikleriyle, da­ ha çok da onları ele alış biçimiyle, unutulur gibi değil. Sergiyi sonsuz do­ landım. Güzelle yetinmeyen sanatçı; ve kakma, hatta çakma sanatı... Ta­ rihsiz bir anıtın duvarlarına resim dü­ şüyor Nevin Çokay. Birikmiş emeğin büyük parıltısı bende çağrışımlar uyandırdı. Turgut Uyar’m öldüğü (aynı zamanda ANSA'dan toptan atıldığımız) gün gittiğim EDPA gale- resindeki karma sergide Leyla Gam­ sız’ın bir ”beyaz”ı geldi aklıma; o res­ mi de ömrümde unutamam; dizeleri­ ni bulabilir miyim diye günlerce uğ­ raşmıştım. Sonra nasıl olmuş, unut­ muşum. İşte, o da. Nevin Çokay'la yeniden gündeme geldi. Aslında çok ayrı sanatçılar. Ama, kişi, bir anda Hançerli Hanım ’dan Arap üzengi’ye geçebiliyor.

Ehramlar ve Nevin Çokay’da.

508. Gün

Kaç yaşındayım ve gezmek için Kasımpaşa’ya bin yıldır ilk kez gidi­ yorum. Haliç kıyısını, ordaki parkı, iç sokakları hiç bilmezdim. Nuri’yle önce Galata Kulesi’nin yanındaki kahveye gittik. Daha sonra da Tepe- başı 'ndan aşağı Kasımpaşa ’ya yürü­ dük. Cezayirli Haşan Paşa’nın ve as­ lanının önünden geçtik. Tepede Pat­ rikhane. Sonra iç sokaklara daldık, Patrikhane yok oluverdi; bir daha gö­ remedik onu.

Yap taşlarına birer atlayarak ki­ reç sürülmüş ve üstünü “viran” söz­ cüğünü adamakıllı sevdirecek biçim­ de ot bürümüş bir duvar ve ufak bir dam. Kasımpaşa’yı bu duvarla da ka­ rışık düşüneceğim. Bir de kapısının önünde köşk gibi duran bir kadın var­ dı, onunla.

Aydın Emeç’in ölümünden, Ferit Edgü’den, Füruzan’dan, maliye mü­ fettişlerinden konuştu; boşaltılırken yıkılır kaygısıyla boşaltılmıyormuş görünümünde evlerin önünden geçtik. Haliç’te gerçekten bir ışıltı başlamış.

Sonra dolmuşla yukarı çıktık. Bir yerde iki satır konyak içtik.

506. Gün

Benzer Belgeler