• Sonuç bulunamadı

114

Nitekim BM, dünya üzerinde barış, huzur ve istikrarın korunmasından ekonomik, sosyal ve kültürel alanlara ve her bireyin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmesine kadar geniş bir yelpazede uluslararası işbirliğinin sağlanması için halihazırda en meşru ve kapsayıcı platformu teşkil etmektedir.

Bu anlayış doğrultusunda Türkiye, kurucu üyelerinden biri olduğu BM’e karşı son yıllarda çok daha aktif bir yaklaşım benimsemekte ve BM gündeminde bulunan tüm konularla yakından ilgilenmekte; gerek BM Genel Kurulu düzeyindeki faaliyetlere, gerek ilgili komitelerdeki çalışmalara olabildiğince etkin bir şekilde katkı sağlamaya çalışmakta, farklı grup ve örgütlere üyeliğimizden de istifadeyle, gündemdeki konularda yapıcı ve uzlaştırıcı bir rol oynamaya gayret etmektedir.

Başka bir ifadeyle, uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olarak Türkiye, örgütü her alanda desteklemekte ve çalışmalarına aktif bir biçimde katkı sağlamayı kendisine görev addetmekte; birçok alanda BM şemsiyesi altında ön alıcı bir rol üstlenmektedir.

Bunlar arasında arabuluculuk konusunda başlattığımız girişim ve En Az Gelişmiş Ülkelere (EAGÜ) yönelik olarak üstlendiğimiz sorumluluklar BM içinde farklı alanlarda oynadığımız öncü roller için çarpıcı örnekler teşkil etmektedir.

Keza, ülkemiz ile İspanya’nın öncülüğünde başlatılan ve halihazırda en geniş katılımlı BM girişimi niteliğini taşıyan Medeniyetler İttifakı’nın Dostlar Grubu da 141 ülke ve uluslararası örgütü bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye, tarihsel temellere dayanan uluslararası sorumluluğunun da bilinciyle, Medeniyetler İttifakı Girişimi’nin karşılıklı anlayış ve saygı ortamını güçlendirme çabalarına katkıda bulunmayı sürdürecektir.

Öte yandan dış politikamızın temel unsurlarından biri olan, bölgemizde ve dünyada barış ve istikrarın tesis edilmesine ve güçlendirilmesine katkıda bulunma hedefi doğrultusunda, ülkemiz, BM barışı koruma/destekleme harekatlarına da iştirak etmektedir. 31 Ekim 2014 itibariyle dünyanın çeşitli yerlerine konuşlandırılmış 10 BM barış operasyonuna ülkemiz 200 askeri personel, 88 sivil polis ve 2 uzman olmak üzere toplam 290 personel ile katkıda bulunmaktadır.

Türkiye aynı zamanda, BM’nin değişen dünya koşullarına ayak uydurabilmesi amacıyla devam eden reform çalışmalarına da aktif katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda ülkemiz daha geniş bir temsile dayanan, demokratik, şeffaf ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi oluşumunu ve BM’nin tüm organlarını içeren kapsamlı bir reform yapılmasını savunmakta; bu ilkelere en iyi hizmet

115

edebilecek formülün Güvenlik Konseyi’nin daimi üye sayısı ve/veya veto hakkına sahip ülke sayısı artmadan, üye sayısının daimi olmayan kategoride artırılarak sağlanması şeklinde olabileceğini değerlendirmektedir.

BM’yle ilişkilerimizde son yıllarda yaşanan ilerlemeler neticesinde, Doğu Avrupa, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika gibi bölgelere coğrafi yakınlığı, ulaşım kolaylığı, ekonomik, finansal, kültürel merkez olması gibi sebeplerle “hub” niteliği taşıyan İstanbul’un BM bakımından bir merkez haline dönüştürülmesi düşüncesi de BM’ye yönelik politikamızın ana unsurlarından biri olarak belirlenmiş olup, bu yönde ciddi adımlar atılmaktadır.

Bugüne kadar BM’yle yürüttüğümüz çalışmalar neticesinde, BM Nüfus Fonu UNFPA’nın Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ofisi’nin İstanbul’a taşınması sağlanmıştır. Ayrıca, BM Kalkınma Programı UNDP’nin Uluslararası Kalkınmada Özel Sektör Merkezi de İstanbul’da konuşlanmıştır. Bunlara ilave olarak UNDP Avrupa ve BDT Bölge Ofisi’nin ve BM Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi Birimi’nin (UN WOMEN) Avrupa ve Orta Asya’dan sorumlu bölgesel ofisinin İstanbul’a yerleşmesi sağlanmıştır.

BM’nin diğer bazı uzmanlık kuruluşlarının bu yöndeki ilgisi ışığında, çeşitli bölgesel birimlerin İstanbul’a yerleşmesi için de temaslar sürmektedir.

Türkiye’nin BM gündemindeki konularda üstlendiği rol ve sorumluluklar bağlamında, 48 yıllık aranın ardından 2009-2010 döneminde yer aldığımız BM Güvenlik Konseyi’ndeki çabalarımız özel bir yer tutmaktadır. Nitekim ülkemiz bu dönemde, uluslararası barış ve güvenliğin güçlendirilmesine, terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlarla mücadeleye, kalkınmaya ilişkin konularda uluslararası toplum tarafından daha etkin önlemler geliştirilmesine ve uluslararası hukuk temelinde şekillenecek bir uluslararası düzenin tesisine yönelik çalışmalara etkin katkılarda bulunmuştur.

Bölgemizde 2011 ilkbaharından itibaren yaşanan büyük değişimler ve gelişmeler ışığında uluslararası barış ve istikrara ilave katkılarda bulunabileceğimiz inancıyla ülkemiz, 2015-2016 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için adaylığını Mayıs 2011'de açıklamıştır. 16 Ekim 2014 tarihinde New York’ta BM Genel Kurulu'nda yapılan seçimlerde ülkemize önceden verilen bazı taahhütlere sadık kalınmaması nedeniyle, Batı Avrupa ve Diğerleri Grubu'na ayrılan iki yere İspanya ve Yeni Zelanda seçilmiştir.

Seçimlerin sonuçları, dış politikamızın ilkeli çizgisinde, demokrasi vurgusunda ve ülkemizin BM’ye yönelik vizyonunda herhangi bir değişikliğe yol açmayacak olup, ülkemizin BM’nin çatısı altında aktif ve yapıcı katkısı kesintiye uğramadan devam edecektir.

116

1952 yılında üye olduğumuz NATO, uluslararası güvenlik ve savunma politikamızın temel unsuru olma özelliğini sürdürmektedir. Avrupa-Atlantik bölgesi ve ötesinde istikrar ve barışın temini amacıyla, Kosova’dan Afganistan’a uzanan bir coğrafyada misyon ve harekatlar yürüten İttifak, ayrıca hemen her kıtada kurduğu ortaklık ilişkileri vasıtasıyla uluslararası güvenlik ve istikrara önemli katkılar sağlamaktadır.

Ülkemiz, İttifakın önde gelen üyeleri arasında yer almaktadır. Türkiye, uluslararası barışın sağlanması ve korunmasına verdiği önemin ışığında, NATO’nun gerek askeri gerek siyasi etkinliğinin muhafazası için çaba sarfetmeye, bu çerçevede NATO’nun tüm harekatlarında önemli rol oynamaya devam etmektedir. Keza ülkemiz, NATO’nun gündemindeki tüm konularda İttifak dayanışmasının ve kollektif savunmanın gereklerini yerine getirmeyi sürdürmektedir.

Ülkemizce talep edilmesi üzerine, 4 Aralık 2012 tarihli NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda, Suriye kaynaklı balistik füze tehdidine karşı hava savunma sistemlerimizin takviye edilmesi kararı alınmış ve bu bağlamda üç müttefikimiz tarafından ülkemizde Patriot sistemleri konuşlandırılmıştır.

NATO’nun savunma gereksinimlerimizin karşılanması açısından taşıdığı önemi bir kez daha ortaya koyan bu gelişme, aynı zamanda İttifak dayanışmasının da somut bir göstergesi olmuştur.

Türkiye, İttifakın genişlemesinin Avrupa-Atlantik alanının bütününde güvenlik ve istikrarın daha da pekişmesine katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Yeni üyelerin İttifaka katılımlarının aynı zamanda özgür ve birleşik bir Avrupa’nın oluşturulması amacına hizmet edeceği anlayışıyla ülkemiz, NATO’nun “Açık Kapı” Politikası’nı başından beri desteklemektedir. İttifak’ın bu politikasının teyidi bağlamında, üyelik perspektifi bulunan ülkelere açık, samimi ve teşvik edici mesajlar verilmesine önem atfetmekteyiz. Bu anlayışla, İttifaka üyeliğe istekli olan Gürcistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ'la 2014 Haziran ayındaki NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı çerçevesinde bir toplantı düzenledik. Sözkonusu toplantı, anılan ülkelere ulusal reformlarını devam ettirmek suretiyle, Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme çabalarını devam ettirmeleri yönünde olumlu ve teşvik edici bir mesaj oluşturmuştur. Bilahare 2014 Eylül ayında Galler’de düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde ülkemizin kararlı çabalarının da yardımıyla, Gürcistan’a NATO üyeliği yolunda destek verecek bir “Kapsamlı NATO-Gürcistan Paketi” kabul edilmiştir. Karadağ’ın İttifaka olası üyeliği bağlamında koşullu ve ileri tarihli bir davet niteliğindeki Dışişleri Bakanları kararı teyit edilmiştir. Bosna-Hersek ve

NATO

117

Makedonya’nın üyelik süreçleriyle ilgili olarak da, geçmiş NATO Zirvelerinin gerisine düşmeyen yazımların Galler Zirve Bildirisi’nde yer verilmesi sağlanmıştır.

Öte yandan NATO’nun Stratejik Konsepti’nde üç temel görevden biri olarak benimsenen “işbirliğine dayalı güvenlik” anlayışının doğal bir uzantısı olarak, NATO’nun ortaklarıyla ilişkileri de İttifak gündeminde giderek ön plana çıkmaktadır. NATO’nun küresel barış ve güvenliğe yapmakta olduğu katkılar bağlamında, ortaklık mekanizmaları İttifakın yumuşak gücü olarak önem kazanmıştır. Nitekim NATO’nun ortaklık çerçevelerinin ve ortaklarıyla işbirliğinin geliştirilmesi hususu, Galler Zirvesi’nde gündemin ana unsurlarından birini teşkil etmiş ve bu kapsamda NATO’nun ortaklarıyla birlikte çalışabilirliğini artırarak, mevcut ortaklık mekanizmalarına yeknesaklık getirecek adımlar atılmıştır. Bölgesel ve küresel güvenliğe yönelik genel yaklaşımımızla uyumlu olarak, NATO’nun ortaklık ilişkilerinin geliştirilmesinde yapıcı bir rol oynamaktayız.

2014 Galler Zirvesi’nde ayrıca NATO’nun savunma ve güvenlikle ilgili kapasite inşası alanındaki rolünün geliştirilmesi amacıyla yürütülen çalışmalar çerçevesinde hazırlanan “NATO'nun Savunma ve Güvenlik Kapasitesi Oluşturulmasıyla İlgili Rolünün Artırılması” (DCB) başlıklı rapor tasdik edilmiştir. Zirve’nin ortaklar bakımından diğer önemli sonuçlarından birini teşkil eden çalışma sonucunda, İttifakın ortaklarına tutarlı, etkin ve zamanlı şekilde savunma kapasitesi inşası desteği sağlaması, bu amaçla Özel Koordinatör ataması ve bir askeri merkez teşkil etmesi gibi tedbirler kararlaştırılmıştır.

Zirve Bildirisi’nde Gürcistan, Moldova ve Ürdün, DCB’den ilk aşamada yararlanacak ülkeler olarak sıralanmış olup, Libya’daki koşullar elverişli hale geldiğinde, bu ülkenin de DCB’den yararlanabileceği belirtilmiştir.

Ülkemiz açısından önem taşıyan ortakların da yararlanabileceği bu girişimin tarafımızdan desteklenmesi ve İttifakın bu alandaki rolünün geliştirilmesine yönelik çabalarımızın sürdürülmesi öngörülmektedir.

Küresel ekonomik kriz ve savunma bütçelerindeki kesintiler ışığında, yetenek geliştirme başta olmak üzere NATO-AB işbirliğinin her alanda ilerletilmesi, NATO gündeminde üst sıralardaki yerini korumaktadır. Türkiye bu anlayışla, NATO ile AB arasındaki stratejik işbirliğini ve ayrıca, AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasını (OGSP) desteklemektedir. Ülkemizin bu yaklaşımı NATO üyeliğinin, AB üyelik perspektifinin ve bunun da ötesinde uluslararası barış ve istikrarı pekiştirme yanlısı politikasının doğal bir sonucudur.

118

NATO-AB işbirliği bağlamında karşılaştığımız engellemelere karşın ülkemizin OGSP’ye katılımını, gerek Avrupalı bir NATO Müttefiki, gerek AB’ye katılım sürecinde olan aday ülke sıfatımızla ulusal güvenlik siyasamızın bir gereği olarak görmekteyiz. Bilhassa yakın çevremizdeki OGSP misyonlarına katkımızı sürdürmekteyiz. Türkiye halihazırda Bosna-Hersek’teki EUFOR-ALTHEA Misyonu’na ve Kosova’daki EULEX Misyonu’na iştirak etmektedir. EUFOR RCA harekatı ile EUTM Mali ve EUCAP Sahel Mali misyonlarına katılımımız konusunda yüce Meclis tarafından Hükümetimize yetki verilmiştir. EUBAM Libya misyonuna katılımımıza ilişkin işlemler ise devam etmektedir.

Ülkemiz OGSP misyonlarına en fazla katkıda bulunan ülkeler arasında olmakla beraber, Türkiye’nin katkıda bulunma yönündeki bu güçlü iradesi AB tarafından yeterince karşılık görmemektedir. AB, üyesi olmayan NATO müttefiklerinin OGSP faaliyetlerine daha etkin şekilde katılımı konusunda hala kısıtlayıcı, dar ve stratejik öngörüden yoksun bir yaklaşım sergilemektedir. Ayrıca GKRY’nin 2004’te AB’ye üye olmasının ardından, zaman zaman Yunanistan ve Fransa’nın da desteğiyle, OGSP’ye daha fazla dahil olma yönündeki çabalarımızı, AB’yle güvenlik anlaşması imzalamamızı ve Avrupa Savunma Ajansı’yla resmi ilişki kurmamızı engellemeye devam etmektedir. Ülkemiz bu konudaki görüşlerini her düzeyde gerek müttefiklerine, gerek AB üyesi ülkelere iletmektedir. Bundan sonraki süreçte, bazı ülkelerin arzu ettiği üzere, NATO ile AB arasındaki işbirliği bağlamında yeni bir sayfa açılmak isteniyorsa, bunun için öncelikle Kıbrıs sorununa tarafların ortak mutabakatıyla kapsamlı çözüm getirilmesi ve AB’nin ülkemize yönelik taahhütlerini yerine getirmek için somut adımlar atması gerekmektedir.

Bu çerçevede, geçtiğimiz bir yıl içinde yaptığımız girişimlerde, ülkemizin OGSP karar şekillendirme süreçlerine NATO ile AB arasındaki “Uzlaşılmış Çerçeve”de belirlenen boyutlarda müdahil kılınmasını amaçlayan önerimizi dile getirdik. Bu yöndeki çabalarımızı ısrarlı bir şekilde sürdürmekteyiz.

NATO, Ukrayna krizini yakından takip etmiş; Savunma Bakanları, Dışişleri Bakanları, Daimi Konsey ve Genel Sekreter tarafından yapılan çeşitli açıklamalarla krize tepki vermiş; gelişmeler karşısında aşamalı olarak bu tepkisini artırmıştır. Bu çerçevede, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığına destek teyit edilmiş; Kırım’ın ilhakı gayrıyasal ve gayrımeşru nitelendirilerek kınanmış; uluslararası hukuk, ikili anlaşmalar ve NATO-RF ilişkilerinin temelini oluşturan belgelerden kaynaklanan yükümlülükleri RF’ye hatırlatılmış ve bölgede gerginliği durdurma çağrısında bulunulmuştur.

RF’nin eylemlerinin ve Ukrayna krizinin İttifak güvenliği ve bölgesel istikrar üzerinde stratejik yansımaları olmuştur. 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen Galler Zirvesi’nde RF’nin Avrupa güvenliğini derinden

119

etkileyen eylemlerinin, Avrupa güvenliğine uzun vadeli olumsuz etkileri bulunduğu belirtilmiş, RF’den doğrudan tehdit algılayan Doğu Avrupalı müttefiklere kollektif savunma ve ittifak dayanışması kapsamında teminat veren acil güvence tedbirleri desteklenmiş, ilave katkılar ele alınmıştır. Bu tedbirlere ülkemizce, Romanya üzerinde havada yakıt ikmali (tanker uçağı), Konya Üssümüzün ileri harekat üssü olarak kullandırılması ve Karadeniz’deki NATO mevcudiyetine belirli parametreler dahilinde olumlu bakılması suretiyle katkıda bulunulmaktadır. Olabilecek ilave katkılarımız askeri makamlarımızla bilistişare değerlendirilmektedir.

NATO’nun, RF’nin Ukrayna’daki eylemleriyle ön plana çıkan kollektif savunma görevini daha kapsamlı caydırıcılık ve müttefiklere daha etkin bir savunma sağlayarak yerine getirebilmesi için orta ve uzun vadede ihtiyaç duyacağı uyarlama tedbirleri Hazırlık Eylem Planı adı verilen bir belgeyle belirlenmiş ve Galler Zirvesi’nde NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarınca tasdik edilmiştir. Bu çerçevede kurulacak, Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Gücü’ne ilişkin ayrıntılar ve ülkelerin katkıları önümüzdeki dönemde belirlenecektir. NATO askeri makamları bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir.

2014 Nisan ve Haziran aylarında yapılan Dışişleri Bakanları toplantıları ile 2014 Eylül ayında gerçekleştirilen Galler Zirvesi’ni müteakiben gelinen son aşamada, Büyükelçi ve üstü seviyede diyalog hariç, RF’yle sivil ve askeri pratik işbirliği askıya alınmış olup, bu ülkeyle siyasi iletişim kanallarının gerektiği ölçüde ve hallerde açık tutulmasına devam edilmektedir.

Ülkemiz krizin başlangıcından itibaren Ukrayna’ya gerek ikili çerçevede gerek NATO kapsamında destek ve yardım sağlamış; RF’yle de krize siyasi çözüm bulunmasını hedefleyen diyaloğunu sürdürmüştür.

2003 yılından beri Afganistan’da NATO liderliğinde icra edilmekte olan ISAF Harekatı 2014 yılı sonu itibarıyla tamamlanacaktır. Bunu sonrasında NATO’nun Afganistan’la ilişkilerinin üç temel unsurunu “Kararlı Destek Misyonu”

(RSM), Kalıcı Ortaklık ilişkileri ve NATO’nun Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerinin (ANSF) mali açıdan sürdürülebilirliğindeki rolü teşkil edecektir.

ISAF’ın ardından 1 Ocak 2015 tarihinde başlatılması öngörülen RSM’in muharip bir nitelik taşımaması ve Afgan makam ve kurumlarına eğitim, danışmanlık ve yardım sağlamak amacıyla icra edilmesi planlanmaktadır. RSM kapsamında ABD (güney ve doğu), Almanya (kuzey) ve İtalya’nın (batı) yanısıra ülkemizin (Kabil) “çerçeve ülke” görevlerini üstlenmeleri öngörülmekte olup, bu çerçevedeki kuvvet teşkil çalışmaları tamamlanma aşamasına gelmiştir.

Bugüne kadar RSM potansiyel operasyonel ortağı olarak belirlenen ülkeler Avustralya, Finlandiya, Gürcistan, İsveç, Ukrayna, Yeni Zelanda, Azerbaycan,

120

Karadağ, Ermenistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Avusturya, İrlanda ve Moğolistan’dır. NATO ile Afganistan arasında yaklaşık bir yıl süren müzakereler sonucunda 30 Eylül 2014 tarihinde imzalanan “Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması” (SOFA) RSM’nin hukuki çerçevesini oluşturacaktır.

Kabil Büyükelçimiz İsmail Aramaz, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg tarafından 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren görev yapmak üzere, NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi olarak atanmıştır. Kritik bir dönemden geçmekte olan Afganistan ile NATO arasındaki kalıcı ortaklığın daha da sağlam temeller üzerine oturtulması yönündeki çabalar bakımından büyük önem arzeden bu görevlendirme, Afganistan’la köklü ilişkilerimiz ve bu ülkeye yönelik siyasi, ekonomik ve güvenlik alanındaki katkı ve taahhütlerimizle de örtüşmektedir.

Son olarak 2 Aralık 2014 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen NATO Dışişleri Bakanları Sonbahar Toplantısına katıldım. Bu toplantıda, ağırlıklı olarak, Ukrayna’daki Kriz ve Afganistan ve ülkemiz sınırındakiler dahil olmak üzere Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik sınamalar ele alınmıştır. Bu çerçevede, Ukrayna’ya verilen destek teyit edilerek, Galler Zirvesinde bu ülkeye savunma kapasitesi alanında destek sağlamak amacıyla kurulması kararlaştırılan emanet fonları hayata geçirilmiş; Müttefiklere güvence vermek ve kollektif savunma taahhüdünü teyit etmek üzere, Galler Zirvesinde tasdik edilen Hazırlık Eylem Planının uygulanmasına yönelik çalışmalar gözden geçirilmiş; Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Ortak Görev Gücünün 2015 yılı başlarında ara yeteneğe kavuşacağı ilan edilmiştir. RSM hazırlıklarının da ele alındığı Toplantıda, NATO-Afganistan ortak açıklamasıyla, anılan Misyonun başlatılacağı ilan edilmiş, NATO ile Afganistan arasındaki Kalıcı Ortaklığın güçlendirilmesi kararlaştırılmış; Misyona Müttefikler ve ortaklarca yapılacak katkılar ile Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerinin mali idamesine yönelik evvelce açıklanan katkılar teyit edilmiştir. Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik sınamalar bağlamında ise, İttifak’ın doğusundaki ve güneyindeki tehditler stratejik bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Bu oturumda, tarafımızdan NATO Dışişleri Bakanlarının 2015 ilkbahar toplantısının ülkemizde yapılması önerilmiş; Daimi Konsey de müteakip gayrıresmi toplantısını yapmak üzere İzmir’e davet edilmiştir. Bu önerilerimiz gerek Müttefikler gerek NATO çevrelerinde büyük memnuniyet yaratmış olup; konunun önümüzdeki günlerde NATO’da resmiyete kavuşturulması beklenmektedir.

121

Karadeniz’de bölgesel işbirliği yoluyla istikrarın güçlendirilmesine önem vermekteyiz. Bu bağlamda, Karadeniz’e sahildar ülkeler arasındaki işbirliğinin artırılması gerekmektedir. Ukrayna krizinin Karadeniz’deki işbirliğini olumsuz etkilediği bir vakıadır. Bununla birlikte, sorunların diplomasi yoluyla giderilerek, sahildar ülkeler arasında işbirliğinin etkin bir biçimde yeniden tesis edilmesine önem atfetmekteyiz. Mevcut işbirliği mekanizmalarının korunması ve güçlendirilmesi gerektiği görüşündeyiz. Ülkemizin öncülüğünde oluşturulan ve esasen bölgesel sahiplenme anlamında en etkili işbirliği mekanizmasını teşkil eden Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu’nun (BLACKSEAFOR); şüpheli gemilerin izlenmesi amacıyla keza ülkemiz tarafından yaşama geçirilen

“Karadeniz Uyumu Harekatı”nın ve yine ülkemizin liderliğinde 2006 yılında tesis edilen “Karadeniz’e Sahildar Ülkeler Sınır/Sahil Güvenlik Teşkilatları İşbirliği Forumu”nun (BSCF) Karadeniz’de barış ve istikrarın tesisinde önemli bölgesel mekanizmalar olduğunu düşünmekteyiz.

Ülkemiz Karadeniz’de deniz güvenliğinin güçlendirilmesi amacı ve bölgesel sahiplenme anlayışıyla sözkonusu işbirliği mekanizmalarından etkin biçimde istifade edilmesi yönündeki gayretlerini sürdürecektir.

Bilindiği üzere, 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi Karadeniz’de barış, güvenlik ve istikrarın sağlanmasında asli unsurdur. Sözleşme’nin hükümleri, ülkemizce 78 yıldan bu yana tarafsızlık içinde, büyük titizlik ve özenle uygulanmaktadır. Bu çerçevede, Montrö Sözleşmesi’nin aradan geçen süre zarfında başarıyla uygulanmış olması Sözleşmeyle oluşturulan dengenin kalıcılığının bir göstergesi ve teminatıdır. Ukrayna krizinde de görüldüğü üzere, Sözleşme hükümlerinin ülkemizce yukarıda kayıtlı anlayış temelinde uygulanması, Karadeniz’de karşılıklı güven ortamının korunmasına önemli katkıda bulunmaktadır.

Montrö Sözleşmesi Türk Boğazları’ndan uluslararası seyrüsefere ilişkin olarak ticaret gemileri bakımından geçiş serbestisi sağlamakta, askeri gemilerin geçişi açısından ise bazı kısıtlamalar getirmektedir. Bu bağlamda, Karadeniz'e sahildar olan ve olmayan ülkeler bakımından bir ayrıma gidilmiş ve Karadeniz'e sahildar olmayan ülkelerin askeri gemileri hem tonaj hem de Karadeniz'de kalış süreleri bakımından bazı kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Savaş gemilerinin Türk Boğazları’ndan geçişi bu çerçevede gerçekleştirilmekte olup, Montrö Sözleşmesi hükümlerinin ihlali hiçbir şekilde sözkonusu değildir.