• Sonuç bulunamadı

TELGRAF ÖRNEĞİ

2. ÖRNEKLERLE MEKTUPLAR

2.3.7. BEHÇET NECATİGİL’İN YAZDIĞI MEKTUP

2.3.7. BEHÇET NECATİGİL’İN YAZDIĞI MEKTUP

Knokke-Le Zoute,

30 Ağustos 1974, Cuma

Sevgili Huriye, Selma, Ayşe,

Saat öğleden sonra dördü çeyrek geçiyor. Evvelki gün öğleüstü Brüksel'e gelmiştik. Bin bir telâş içinde, sora soruştura gideceğimiz yeri öğrendik. Valizleri hava alanında emanetçiye bırakmıştık, orta halli bir lokantada 200 franga bir kap yemekle iki bardak bira içerek gene havaalanına döndük trenle. Bavulları alıp tekrar Brüksel. Oradan başka trene binip Knokke-Le Zoute denilen yere geldik. Bize ayrılan oteli bulduk. Ayrı odalara yerleştik. Gece dokuz buçuğa geliyordu. Sokakları tarayıp lokanta vitrinlerindeki yemek fiyat listelerine bakarak, en ehvenini seçip karnımızı doyurduk.

Dün öğleden sonra Bienal Sekreterliğini bulduk. Geldiğimizi bildirdik, 500 frankımızı alıp bize birer dosya verdiler. İçinde katılanların listesi, hangi otellere dağıtıldıkları ve başka şeyler. Her milletten şöyle böyle dört yüz kişi. Gece, saat sekizde büyük bir salonda büfe vardı. Yakalarımızda adımızı, milletimizi belirten küçük plakalar, ellerimizde davetiyeler girdik içeri. Dörder kişilik masalardan birine çöktük. Masadaki öteki iki kişi Japon idi. Gece öyle geçti.

Şiir toplantıları bu sabah onda başladı. Açış konuşmaları saat 12:00' ye kadar sürdü.

Saat 3'te tekrar toplanılmak üzere öğlen tatili yapıldı. Konuşmalar Fransızca. Ben hep Avusturya heyetine bakındım, gece bulamamıştım kimseyi, öğle üzeri yakalara baka baka, on sene kadar önce birkaç şiirini çevirip Türk Dili dergisinde bastırdığım Ernst Jandl'ı yakaladım, iki de arkadaşı vardı. Tanıttım kendimi. Meğer onlar da Fransızca bilmezlermiş. Bunu öğrenince içim rahat etti.

Yol çok uzun, Beşiktaş-Ortaköy yolundan uzun. Tahsin'le döndük otele, ne verdilerse yedik çekildik odalara. Üçteki toplantıya dörtte katılırız diyorduk. Şimdi saat beşe

bakıyoruz hep. Tahsin mukayeseler yapıyor. Fransa'dan sonra en pahalı yeriymiş Avrupa'nın. 3170 franktan 1200 frank kaldı üç gün içinde. Ortada alınmış bir şey yok.

Gideriz, ederiz, Paris, Londra deyip duruyorduk. Şimdi arpacı kumrusu gibi düşünüyoruz. Tahsin önce şöyle şöyle diyor, sonunda benim dediğime geliyor, düşünmeye başlıyor. Hiç değilse ben her gece gömlek yıkıyorum, Tahsin onu bile yapmıyor. Hasılı boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor.

Dur bakalım!..

Gene yazarım.

Kimseye kart gönderemedim, üşeniyorum, içimden gelmiyor. Her şey önce iç rahatlığına bağlı. Siz benim için Beşiktaş'a kapanmayın, benim ne zaman döneceğim belli değil. Kumburgaz'da da bulurum sizi. Gene yazarım. Gün ola, hayrola!

Gözlerinizden öperim.

B. Necatigil (www.bilgipasaji.com/15.12.2009)

2.3.8. FALAKA

Büyükdere, 27 Eylül 1836

Şu anda çok hoşuma giden bir işle uğraşıyorum. Bu iş, Boğazın her iki yakasının resmini yapmaktan ibaret… Bunun için birçok dağları tırmanmam gerekiyor. Fakat eşsiz bir güzellikte olan tabiat, insanın yorgunluğunu fazlası ile gideriyor. Bir Avrupalının sarayın avlularında plan masası kurup çalışması belki de ilk kez olan bir şeydir. Pırıl pırıl bir sonbahar mevsimindeyiz. Dört aydır tek bir damla yağmur yağmadığı halde, denizden gelen nemli hava ağaçları ve bütün bitkileri yemyeşil tutuyor. Sahları çok erken kalkıyorum. İlk işim denize girmek oluyor. Paha biçilmez derde olan deniz banyosundan

hızlı giden kürekli bir kayıkta, ya da karada at üzerinde geçiyor. Günlük işim; 9 ile 10 saat sürüyor. Akşam yemeklerim çok mükemmel. Elimde Türkçe yazılmış açık bir izin belgesi var. Bununla bütün müstahkem mevkilere ve bataryalara girebiliyorum. İstediğim kadar askeri beraberime alabiliyorum.

Bugün Serasker Kapısında falakaya yıkılıp dövülen insanlar gördüm. Buna ilk kez şahit oluyorum. Falakaya yıkılan bu insanlar beş tane Rum idi. Her birinin ayağının altına 500’er değnek vurulması gerekiyormuş. Demek ki; bir zaptiye suçlunun göğsü üzerine diziyle bastırıp ellerini tutuyor, iki kişi de adamın ayaklarını uzun bir sırığa bağlayıp bu sırığı omuzlarına kaldırıyorlar. Diğer iki kişi de değnekle suçlunun ayaklarının altına vuruyor. Paşa benim hatırım için her adamdan, daha doğrusu her tabandan 200 değnek cezayı düşürdü. Fakat ben, geri kalan cezayı da çok buldum ve 25’er değnek vurulmasını teklif ettim. Nihayet 50 değneğe kadar indirmek mümkün oldu. “Bir Prusya Beyzadesinin “ ( kelime anlamı, asılzade demek ) bu merhameti, suçlulara özel bir dikkatle duyuruldu.

H.Von Moltke (Moltke, 1967: 39-40)

2. 4. DÜNYA EDEBİYATINDA MEKTUP

2.4.1. ROMA YAZININDA MEKTUP

Kent devletlerinden kurulu eski Yunan toplumunda siyasal birliğin bulunmaması nedeniyle mektuplaşma gereği pek duyulmamıştır. Buna karşılık Roma’nın üzerinde egemenliğini yürüttüğü Akdeniz’in en önemli noktası olması Romalılar için yazışmayı zorunlu kılmıştır. İş, öğrenim gibi çeşitli nedenler dolayısıyla dışarıda bulunanlar merkezle ilişkilerini mektupla sağlarlardı. Sonraları Augustus, eyaletlerle Roma arasında ana yollar üzerinde posta sistemini kurmuştur. Roma yazınında toplumsal hayatı anlatan siyasi yazıların yanı sıra, özel mektuplara da rastlanmaktadır. Roma yazınında mektup türünde ad yapmış yazarlar vardır. Cicero’nun (İ. Ö. 106-43) yazdığı mektuplar şu başlıklar altında toplanmıştır: Atticus’a 16 kitap, yakınlarıma 16 kitap, Brutus’a 2 kitap, kardeşi Quintus’a 3 kitap. İ.Ö. I. yüzyıl içinde Ozan Horatius (İ.Ö. 65-8) ile Ovidius (İ.Ö. 43-İ.S. 17) koşuk biçiminde mektup yazmışlardır. Horatius’un iki kitaptan oluşan mektupları toplum ile ilgili görüşlerini yansıtmaktadır. Ovidius’un sürgündeyken yazdığı “Karadeniz’den Mektuplar”

adlı yapıtında, karısına ve arkadaşlarına seslenir (Kefeli, 2002: 12).

Roma yazınında Devlet Konusunda Yaşlı Caesar’a Mektuplar adlı iki uzun mektuptan oluşan bir yapıt vardır ki yazarı belli değildir. Tarihçi Sallustius’un (İ.Ö. 87-36) diye anılmakta ancak bu konuda yapılan tartışmalardan onun olmadığı sonucu çıkmaktadır.

Seneca’nın mektupları da edebi ve siyasi açıdan önemli eserlerdir. Seneca türlü konulardaki yapıtlarının arasına, düşüncelerini açıkladığı, 124 mektup kapsayan Lucillius’a Aktöre Üzerine Mektuplar adlı kitabını katmıştır. İmparatorluk döneminde genç Pilinius’un (62-113) mektuplar adlı yapıtını biliyoruz. Yazar gerçekte mektubu bir çerçeve olarak kullanmış, birbirinden çok değişik konuları mektup biçiminde işlemiştir. Yazarın

“Traianus’la Pilinius’un Yazışması” adlı 122 mektup kapsayan yapıtı tarih açısından önemlidir.

İ.S. II. yüzyılda yaşayan Fronto’nun Marcus Aurelius’la yazışmasında öğrenimle ilgili konulara ağırlık verilmiştir. Çağdaşı Statius Ormanlar adlı kitabında koşuk biçiminde mektuplar yazmıştır (Varınlıoğlu, 1974: 392-393).