• Sonuç bulunamadı

2. KAYNAK ARAŞTIRMASI

2.2. Laboratuvar Çalışmaları

2.2.1. Bazı kalite bileşenleri ile ilgili yapılan çalışmalar

Erickson ve Wedding (1956), klorofil miktarının, bitki ve yaprakların büyüklüklerine göre farklılık gösterdiğini belirtmişlerdir. Araştırmacı Horner ve Frey (1957), bitki ıslahı çalışmalarında genotip x çevre interaksiyonunun seleksiyonu zorlaştırdığını, bu durumda probleme çözüm olarak ise çeşitli biyometrik metotların olduğu (Plaisted ve Peterson, 1959) belirtilmiştir.

Biyometrik metotların bitki ıslahçılarına doğru ve hızlı karar verilmesinde yardımcı olacağı (Finlay ve Wilkinson, 1963) ifade edilmektedir. Mungomery ve ark. (1974), biyometrik metotlardan olan cluster (kümeleme) analizinin çok sayıda faktörün ele alındığı çeşitli bitki genotiplerinin ayrımında önemli bir araç olduğunu ifade etmişlerdir Cluster metodunun, çalışmalarda kullanılan genotipler arasındaki yakınlıkları belirlemede etkili olduğu (DeLacy, 1981) benzer çalışmalarda da ifade edilmiştir.

Ferdinand (1964), beş yıl süre ile iki lokasyonda kuru fasulyede yaptığı araştırmada tohum büyüklüğü, olgunlaşma ve su absorbsiyonunun verim ile ilişkili

olmadığını ancak, olgunlaşma süresi ile tohum boyutu, su absorbsiyonu ve çiçeklenme süresi arasında önemli ve olumlu ilişki bulunduğunu belirtmiştir.

Wester (1964), toplam 242 lima fasulyesi kullanarak tohum iriliğinin bitki büyümesi ve tane verimi üzerine etkisini incelemişlerdir. Bu amaçla, fasulyeleri tane boyutlarına göre küçük (0.44 cm), orta (0.47 cm) ve büyük (0.5 cm) olmak üzere üç gruba ayırmıştır. Bitkideki boğum sayısının tohum iriliğini etkilemediğini, boğum aralarının iri tohumlularda daha uzun ve daha fazla sayıda bakla elde edildiğini saptamıştır.

Scroeder (1971) tarafından yapılan bir çalışmada baklagillerden yapılan yemeklerde krom miktarı 0.05 ppm olarak tespit edilmiştir. Borun fasulye için topraktaki 150 ppm’den yüksek seviyenin toksik etkisi olduğu bildirilmiştir (Bergmann ve Neubert, 1976). Byth ve ark. (1976); farklı bölgelerden gelen genotiplerin özelliklerinin ortaya konulmasının bitki ıslahının başlıca amaçlarından biri olduğunu ifade etmiştir. Wunderlich (1978), magnezyumun DNA sentezinde rol oynadığını bildirmiştir.

Kuru fasulye tanelerindeki protein oranının geniş bir aralıkta değişim gösterdiğini (% 14.6-35.1) ifade etmiştir (Şehirali, 1979). Makro elementlerden fosforun, bitkilerin sitoplazma ve kloroplastlarında gerçekleşen metabolik tepkimelerde temel işleve sahip olduğu (Woodrow ve Rowan, 1979) ifade edilmiştir. Kalsiyumun hücre membranlarını güçlendirdiği bilinmektedir (Caldwell ve Haug, 1981). Lynch ve Thompson (1982), demirin klorofil yapısında bulunduğunu bildirmişlerdir. Mizuno ve ark. (1982) ise, bakır elementinin bitkilerde karbonhidrat ve azot metabolizması üzerinde etkili olduğunu ifade etmişlerdir.

Ali ve Ali (1983) tarafından Hindistan’da yapılan bir araştırmada, bitki popülasyonundaki artışın tohumun fiziksel kalitesini ve pişme kabiliyeti üzerine etkisinin az olduğu, tohum ağırlığının ise ekimin erken yapılmasıyla arttığını ve ekimin gecikmesi durumunda devamlı olarak azaldığını; tohum kabuğu oranı, tohum ağırlığı ve pişme kabiliyetinin ekim zamanından önemli derecede etkilenmediği ortaya konulmuştur. Ayrıca araştırıcılar, tohum kabuğu oranının kuru fasulyede pişme üzerinde etkili bir faktör olduğunu bildirmişlerdir.

Sperrazza ve Spremulli (1983), magnezyumun canlılar için önemli bir makro element olduğunu ifade etmişlerdir. Araştırmacı Nable ve ark. (1984), manganın kolayca yükseltgenmesi nedeniyle fotosentezde elektron aktarımı ve oksijen içermeyen radikallerin zehir etkilerinin giderilmesi gibi redoks işlemlerinde görev aldığı, 35 kadar

enzimin aktivasyonunda kofaktör olarak görev yaptığı (Burnell, 1988) ve bitkinin klorofil içeriği ve kloroplastların yapısında ve fotosentezde rol oynadığı tespit edilmiştir. Kalsiyumunun ise bitki dokularını güçlendirdiği bilinmektedir (Konno ve ark., 1984)

Grotehusmann ve Röbbelen (1985), bazı bakla çeşitlerinde verim ve verim unsurları üzerinde yaptıkları iki yıllık çalışmada; büyük tohumlu çeşitlerin daha kısa sürede büyüyüp daha erken çiçeklendiğini, kısa ve küçük gövdeli çeşitlerden daha yüksek verime ulaştığını ve yüksek tohum veriminin yan dalların performansının daha iyi olmasından kaynaklandığını bildirmişlerdir.

Qiu ve He (1985), iki yıl süreyle bakla üzerinde yürüttükleri çalışmada, farklı tarihlerde hasat edilen baklanın kabuk oranının hasat tarihindeki gecikme ile arttığını, ayrıca tohumun protein içeriğinde azalma olduğunu saptamışlardır. Elde edilen baklaların % 66’sında rengin kahverengiye dönüştüğü, en uygun hasat zamanının bitki ve kabukta su içeriğinin % 61.8-77.4 arasında olduğu dönem olarak tespit etmişlerdir. Araştırıcılar, tohum kabuğu oranının kuru fasulyede bu durumun bakla bitkisinde de görüldüğü, hasat zamanının geciktirilmesi ile kabuk oranının arttığını bildirmişlerdir.

Sodyumun bitkilerde stomaların açılıp kapanmasına etki ettiği, dolayısıyla bitkilerin kuraklığıa tolerans sağlayabilmesi için önemli bir bitki besin elementi olduğu araştırmacı Tisdale ve ark. (1985) tarafından belirtilmiştir. Pushnik ve Miller (1989) ise demirin, bitkinin klorofil içeriği ile yakından ilgili olduğunu ifade etmişlerdir.

Sangakkaro (1989) ise, Srilanka’da yaptığı araştırmada fasulye genotiplerini tane boyutlarına göre dört gruba ayırmış, tohum boyutlarının canlılığı etkilemediği fakat % 75 oranındaki çıkışın büyük tohumlu genotiplerde 6.5 gün ve küçüklerde ise 10.2 gün sürdüğünü belirlemiştir. Araştırmacı, bitki başına verimin küçük tohumlularda 44.8 g iken, büyük tohumlularda 80.7 g olarak tespit etmiştir.

Kadminyum ve bileşikleri; elektrik, tekstil, boya (boyar madde ve mürekkep üretimi), cam, pil, fungusit, insektisit ve metal alaşımlar ile sentetik polimerlerin üretimi gibi birçok sanayi dalında kullanılmaktadır. Bu toksik metalin toprak, hava ve su yoluyla gıda maddelerine bulaşma riskinin olduğu ve bazı gıdalardaki miktarının yüksek olduğu bilinmektedir (Abu-Hilal ve Badran, 1990; Topçuoğlu ve ark., 1990).

White ve Gonzalez (1990) tarafından, toplam 57 kuru fasulye genotipi kullanılarak yapılan araştırma neticesinde, genel anlamda tohum büyüklüğüyle verim arasında negatif bir ilişki olduğu ifade edilmiştir.

Bergmann (1992), bor miktarının bitki türlerine göre farklılık gösterdiğini, buğday gibi tahıllarda kritik bor noksanlık seviyesinin 5-10 ppm iken, üçgül gibi çift çenekli baklagillerde ise bu miktarın 20-70 ppm değerine kadar çıktığını ifade etmiştir.

Graham ve ark. (1992) tarafından Avustralya’da, Takkar ve ark. (1997) tarafından ise Hindistan’da yapılan araştırmalar neticesinde topraktaki çinko eksikliğinin buğday üretim alanlarında verimde önemli düşüşlere sebep olduğu belirlenmiştir. Araştırmacılar, çinko noksanlığının dünya genelinde yapılan bitkisel üretimde önemli seviyede verim düşüşlerine sebep olduğunu bildirmişlerdir.

Loomis ve Durst (1992), çift çenekli bitkilerde tek çenekli olanlara kıyasla daha fazla bor elementine ihtiyaç duyulduğunu, bunun nedeninin ise hücre duvarı bileşenlerinin farklı olmasından kaynaklandığını belirtmiştir.

White ve ark. (1992) yaptıkları çalışmada, tohumun ölçülerinin bitki gelişmesinin tüm aşamalarında önemli bir etken olması nedeniyle, verim ve verim bileşenleri üzerine etkili bir faktör olduğunu belirtmişlerdir.

Barampama ve Smiard (1993), 4 adet kuru fasulye genotipini Burundi'nin 4 farklı bölgesinde yetiştirerek bazı kalite bileşenlerini incelemişlerdir. Araştırma sonucunda kuru fasulye genotiplerinin tanelerinde, % 22-26 protein, % 0.53 potasyum, % 0.05 kalsiyum, % 0.04 magnezyum, 7.63 ppm demir, 0.92 bakır, 7.33 çinko ve % 0.45 fosfor tespit edilmiştir. Araştırmacılar, istatistiki olarak genotiplerin ve lokasyonların kuru fasulye tanesindeki kalite bileşenlerine etkilerinin önemli olduğunu ifade etmişlerdir.

Sathe ve Deshpande (1993), tane renginin kuru fasulyede kaliteyi belirten önemli bir özellik olduğunu bildirmişlerdir. Ayrıca, araştırmacılar kuru fasulyede tohum kabuğu kalınlığının 0.04-0.05 mm arasında değişim gösterdiğini ifade etmişlerdir.

Önder ve Özkaynak (1994) tarafından Konya ekolojisinde 3 yıl süre ile toplam 10 farklı kuru fasulye genotipi ile yapılan araştırma neticesinde protein oranı % 20.04- 27.12 aralığında belirlenmiştir.

Marschner (1995) tarafından bildirildiğine göre, borun bitkilerde karbonhidrat ve protein metabolizmasında, doku farklılaşmasında, oksin ve fenol metabolizmasında, membran geçirgenliğinde, polen çimlenmesinde ve polen tüpü büyümesinde önemli rol oynadığı bilinmektedir.

Önder ve Akçin (1995) tarafından Konya ekoloijisinde 2 kuru fasulye genotipi (Yunus-90 ve Karacaşehir-90) kullanarak yapılan araştırmada, Yunus-90 çeşidinde % 19.40, Karacaşehir-90 çeşidinde ise % 21.63 oranında protein tespit edilmiştir.

Önder ve Akçin (1996) tarafından yapılan bir diğer çalışmada ise, Konya ekolojisinde farklı zamanlarda ekilen kuru fasulyede en yüksek protein oranı % 24.92 ile ilk ekim tarihinden (20 Nisan) elde edilmiş, ekim zamanlarının ortalaması olarak en yüksek protein oranı % 25.98 ile Karacaşehir-90 çeşidinde iken, Yunus-90 çeşidinde % 24.77 ve Yerli çeşidinde % 23.74 oranında protein tespit edilmiştir.

Fageria ve ark. (1997), besin maddeleri arasındaki interaksiyonun; tek yıllık bitkilerin verimini etkileyen önemli bir unsur olduğu ve bu interaksiyonun pozitif veya negatif olabileceği ifade edilmiştir. Kuru fasulyede tane renginin tüketicilerin tercihlerinde büyük rol aldığı (Maga ve ark., 1997) bilimektedir.

Sexton ve ark. (1997), tohum büyüklüğünün, bitkilerin büyüme ve gelişiminin tüm aşamalarında etkili bir faktör olduğu, bu nedenle verim ve verim bileşenleri üzerine etkili bir özellik olduğunu belirtmişlerdir. Beninger ve ark. (1998) tarafından, kuru fasulyede tohum kabuğu oranının % 6.5-9.8 arasında değişim gösterdiği tespit edilmiştir.

Kacar ve Katkat (1998), bir makro element olan potasyum elementinin bitkilerde fotosentezin gerçekleşmesi ve fotosentez sonucu elde edilen ürünlerin taşınmasında önemli bir element olduğu belirlenmiştir. Araştırmacılar, bitkilerde gereğinden fazla bulunan nikelin ise, klorofil sentezi ve yağ metabolizması üzerine olumsuz etki yapmasının yanında bitki köklerinin diğer besin elementlerini almasını önlediğini belirtmişlerdir.

Havanın serbest azotunu köklerinde simbiyotik olarak yaşayan Rhizobium bakterileri aracılığıyla toprağa fiske etme yeteneğindeki yegane bitki grubu olan baklagillerin kök nodülleri için kobaltın mutlak gerekli olduğu Chatel ve ark. (1978) ile Dilworth ve Bisselling (1984)’e ithafen Kacar ve Katkat (1998) tarafından ifade edilmiştir.

Araştırmacı Kelly ve Miklas (1998), navy, pinto ve büyük kuzey taze fasulyelerinde yapısal özelliklerin ve büyük tohum elde etmenin ıslah uygulamaları sonucu idiotip (bağımsız olarak işlev görebilen en küçük canlı birimi) amaçlı üretimde başarı sağlandığını belirtmişlerdir.

Balkaya (1999), Karadeniz bölgesindeki taze fasulye (Phaseolus vulgaris L.) gen kaynaklarının toplanması, fenolojik ve morfolojik özelliklerinin belirlenmesi ve taze tüketime uygun tiplerin teksel seleksiyon yöntemi ile seçimi üzerinde yaptığı araştırmanın neticesinde, fasulyede tane çapının 6.1-7.2 mm; tane boyunun ise 11.2- 15.3 mm aralığında olduğunu ifade etmiştir.

Park ve Maga (1999), 32 kuru fasulye çeşidinin tane rengini belirledikleri çalışmada, depolama süresinin tohum rengi skalası değerlerinden olan L (parlaklık), a (kırmızılık) ve b (sarılık) üzerine etkisinin olduğunu, pinto tipi fasulyelerde depolama süresinin uzaması durumunda L değerlerinin düşerken, a değerinin arttığını ve b değerinde önemli bir değişiklik olmadığını, Great Northern tipi fasulyelerde ise yine depolama süresinden rengin etkilendiğini ancak L değeri yerine a ve b değerinin renk değişimiyle daha yakından ilgili olduklarını belirlemişlerdir.

Velioğlu ve ark. (1999), Kütahya ve Ankara bölgelerindeki bor madeni havzalarındaki yerleşim birimlerinde üretilen bazı bitkisel ürünleri incelendiği araştırmada, kuru fasulye tanesinde 9.96-11.69 ppm aralığında bor bulunduğunu tespit etmişlerdir.

Beebe ve ark. (2000), 119 tanesi yabani ve 1031 tanesi kültür tipi olmak üzere toplam 1150 kuru fasulye genotipinin mineral içeriğini tespit etmişlerdir. Araştırma neticesinde tanedeki mineral madde miktarlarını: 10-58 ppm bor, 1466-6450 ppm kalsiyum, 6-14 ppm bakır, 55-96 ppm demir, 14782-21255 ppm potasyum, 1874-2705 ppm magnezyum, 15-74 ppm mangan, 12-50 ppm sodyum, 3684-7782 ppm fosfor, 2120-3078 ppm kükürt ve 29-54 ppm çinko aralığında tespit etmişlerdir.

Bozoğlu ve Gülümser (2000), Samsun’da 4 farklı ekolojide 2 yıl süreyle toplam 14 kuru fasulye çeşit/hat kullanarak yürüttükleri araştırmanın neticesinde, kuru fasulyede tohum kabuğu oranının değişim gösterdiğini ve bu değerin % 7.1-12.7 aralığında olduğunu tespit etmişlerdir.

Piergiovanni ve ark. (2000), İtalya’da yürüttükleri çalışmada, toplam 21 fasulye popülasyonunun tohum kalite özellikleri arasındaki farklılıkları araştırmışlar ve cluster analizi sonucunda 2 ana grup oluştuğunu belirlemişlerdir. Araştırmacılar, ortaya çıkan dendogramda sırık formlu ve bodur formlu popülasyonların belirgin kümeler oluşturdukları belirlemişlerdir.

Molibdenin, demir ile birlikte baklagillerde simbiyotik azot fiksasyonunda görev alan nitrogenaz enziminin yapısında yer aldığı bilinmektedir (Durrant, 2001).

Önder ve Babaoğlu (2001), toplam 7 kuru fasulye çeşidi (A-111 Pinto, Çalı, Yunus-90, Eskişehir-855, Şehirali-90, Karacaşehir-90 ve Romano) kullanarak Konya ekolojisinde yaptıkları araştırmada tanedeki protein oranını % 22.12 (A-111 Pinto)- 25.44 (Romano) arasında tespit etmişlerdir.

Bir ağır metal olan kadminyum miktarı ile ilgili yapılan çalışmalarda, çeşitli gıdalardaki miktarının 0.0009-0.0016 ppm arasında değiştiği bildirilmektedir (Anonymous, 2002).

Kuru fasulyenin pişme süresi üzerine etkili bir faktör olan tohum kabuğu kalınlığının incelendiği bir çalışmada (Yılmaz ve Elmalı, 2002), bu değerin 0.07-0.15 mm aralığında değişim gösterdiği belirlenmiştir.

Cabrera ve ark. (2003) baklagillerin mineral içeriğini inceledikleri çalışmada; 0.08-0.31 ppm krom, 0.37-0.69 ppm kurşun ve 0.0005-0.01 ppm kadminyum bulunduğunu belirlemişlerdir.

Gülümser ve ark. (2005) tarafından yapılan araştırmada, Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde 2 yıl süreyle Efsane kuru fasulye (Phaseolus vulgaris L.) çeşidine yapraktan ve topraktan uygulanan beş farklı bor dozunun etkilerinin incelendiği araştırmada, tanedeki protein oranının % 20.27-23.15, bor miktarının ise 35.55-48.92 ppm arasında değişim gösterdiği belirlenmiştir.

Mbaherekire ve ark. (2003), Kampala bölgesindeki orman toprağını kullanarak 2 yıl süreyle yetiştirdikleri fasulyede kurşun miktarını (kök, gövde ve tohum ortalaması olarak) 0.14-0.42 ppm aralığında tespit ettiklerini bildirmişlerdir. Mubarak (2005), Mısır ekolojisinde yetiştirdiği Phaseolus aureus (maş fasulyesi)'ta tanedeki bazı kalite bileşenlerini incelemiştir. Araştırmacı, tanedeki mineral bileşimini % 0.08-0.12 sodyum, % 0.23-0.39 potasyum, % 0.07-0.09 kalsiyum, % 0.36-0.41 fosfor, 0.04-0.06 magnezyum, 7.90-9.70 ppm demir ve 1.30-1.70 ppm mangan olarak tespit etmiştir.

Shimelis ve Rakshit (2005), ulusal fasulye araştırma merkezlerinden (Nazareth, Alemya, Awassa & Jimma) temin ettikleri toplam 8 farklı kuru fasulye genotipini Etiyopya'daki Nazareth Tarımsal Araştırma Merkezi'nde yetiştirerek tanenin bazı kalite özelliklerini incelemişlerdir. Araştırma sonucunda tanenin bileşimi ile ilgili elde edilen değerlere göre; fosfor % 0.15-0.17, kalsiyum % 0.09-0.19, demir 61.81-83.99 ppm, çinko 15.39-28.22 ppm iken, tane rengine ait değerler ise L= 28.82-73.97; a= 1.69- 14.39; b= 5.71-25.39 aralığında belirlenmiştir. Araştırmacı Vieira ve ark. (2005), Brezilya'da farklı lokasyonlarda yetiştirdikleri fasulye tanesindeki molibden içeriğine ait ortalama değerleri 0.32-5.50 ppm, bir diğer çalışmalarında (Vieira ve ark., 2009) ise 7.37-8.40 ppm olarak belirlemişlerdir.

Ceyhan (2006), Türkiye'de yaygın olarak yetiştirilen 6 farklı kuru fasulye çeşidini (Şehirali-90, Karacaşehir-90, Akman-98, Göynük-98, Öncüler-98 ve Yunus-90) kullanarak 1yıl süre ile Çumra-Konya ekolojisinde yetiştirmiştir. Araştırmacı tanede %

21.46 (Öncüler-98)-28.78 (Karacaşehir-90) oranında protein tespit ederken, tanedeki minerallerin miktarı: % 0.09 (Öncüler-98)-0.21 (Karacaşehir-90) kalsiyum, % 0.67 (Şehirali-90)-0.77 (Karacaşehir-90) fosfor, % 0.17 (Göynük-98)-0.19 (Akman-98) magnezyum, % 0.43 (Akman-98)-0.54 (Karacaşehir-90) sodyum, 0.67 (Göynük-98)- 0.88 (Öncüler-98) ppm demir ve 0.18 (Karacaşehir-90)-0.23 (Şehirali-90) ppm çinko aralığında değişim göstermiştir. Araştırmacı Chatterjee ve ark. (2006) tarafından ise, fasulye yapraklarındaki kobaltın 26-72 ppm aralığında olması durumunda bitkide toksik etkiye yol açtığı belirtilmiştir.

Gezgin ve Hamurcu (2006), bitki besin maddelerinin; bitkilerin büyümesi ve gelişmesi için gerekli olan ve kendi fonksiyonları yönünden başka hiçbir kimyasal elementin yerlerini dolduramadığı elementler olduğunu ifade etmişlerdir. Bitki beslenmesinde önemli bir yeri bulunan borun azot, kalsiyum, magnezyum, demir ve mangan ile antagonistik; fosfor, potasyum, kükürt, çinko ve ile de sinerjik etkileşiminin olduğu belirlenmiştir. Araştırmacılar, günümüzde entansif tarımın yaygınlaşması ve besin elementi eksikliğinin artması ile besin elementleri arasındaki etkileşimlerin öneminin de arttığını belirtmişlerdir. Hamurcu ve ark. (2006), bitkiye verilen demir miktarı arttıkça demir konsantrasyonunun belli bir noktaya kadar artış gösterdiğini, ancak belli bir seviyeden sonra düştüğü ifade etmişlerdir.

Madakbaş ve ark. (2006), üzerinde çalışılan genotiplerin performansını belirlemek için genotip x çevre interaksiyonunun ana belirteç faktör olduğu durumlarda, dendrogram oluşturulması ile ortaya çıkan sonuçların daha iyi yorumlanabileceği bildirilmiştir.

Önder ve Dursun (2006) tarafından Konya'nın merkez ilçelerinde hava kirliliğinin bitkilerdeki etkisini incelemek amacıyla yapılan bir araştırmada, bitkilerde kadminyum miktarı 0.01-0.21 ppm; kobalt miktarı 0.01-0.48 ppm arasında tespit edilmiştir.

Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından, insanların öncelikli olarak yaşına ve harcadığı metabolik enerjilerine bağlı olarak ihtiyaç duydukları mineral maddeler ve aminoasit miktarının değişim gösterdiğini, söz konusu ihtiyacın farklı ekolojilerde yaşayan insanlarda değişim gösterdiğini ve ihtiyacın suni olarak takviye edilmesi yerine gıdaların besinsel kalitesinin doğal yollarla artırmaya yönelik çalışmaların yapılmasına gerek duyulduğu ifade edilmiştir (Anonymous, 2007).

Ceyhan ve ark. (2008), Konya’nın Çumra ilçesinde, 2 yıl süreyle (2000 ve 2001) 6 farklı kuru fasulye genotipini (Şehirali-90, Karacaşehir-90, Akman-98, Göynük-98,

Öncüler-98 ve Yunus-90) 4 farklı zamanda (24 Nisan, 2 Mayıs, 9 Mayıs ve 16 Mayıs) yetiştirmişler, araştırma neticesinde yılların ve ekim zamanlarının ortalaması olarak tanedeki protein oranını % 21.40 (Öncüler-98)-27.29 (Karacaşehir-90), demir miktarını 0.65 ppm (Yunus-90) ile 0.84 ppm (Karacşehir-90)¸ sodyum miktarını % 0.45 (Öncüler- 98) ile % 0.51 (Karacaşehir-90), fosfor miktarını % 0.57 (Göynük-98)-0.79 (Karacaşehir-90), potasyum miktarını % 0.19 (Göynük-98)-0.22 (Akman-98 ve Göynük-98), magnezyum miktarını % 0.17 (Öncüler-98)-0.19 (Akman-98), kalsiyum miktarını % 0.11 (Göynük-98)-0.18 (Karacaşehir-90), çinko miktarını ise 0.17 (Akman- 98)-0.23 ppm (Yunus-90) aralığında tespit etmişlerdir. Araştırmada, yılların ve genotiplerin ortalaması olarak tespit edilen değerler ise; % 23.37 (28 Nisan)-23.82 (09 Mayıs) protein, % 0.68 (28 Nisan)-0.69 (16 Mayıs) fosfor, % 0.19 (04 Mayıs)-0.20 (16 Mayıs) potasyum, % 0.18 (16 Mayıs)-0.19 (28 Nisan) magnezyum, % 0.13 (28 Nisan)- 0.14 (16 Mayıs) kalsiyum, % 0.47 (16 Mayıs)-0.51 (04 Mayıs) sodyum, 0.71 (09 Mayıs)-0.75 (16 Mayıs) ppm demir, 0.18 (16 Mayıs)-0.20 (04 Mayıs) ppm çinko olarak saptanmıştır. İstatistiksel analizler sonucunda yıllar, ekim zamanları, genotipler, yıl x genotip interaksiyonu, yıl x ekim zamanı interaksiyonu, genotip x ekim zamanı interaksiyonu ve yıl x ekim zamanı x genotip interaksiyonu önemli çıkmıştır. Araştırmacılar, varyasyonun temel sebeplerinin çevre şartları ve ekim zamanlarından kaynaklandığını ifade etmişlerdir.

Yine Konya ekolojik şartlarında 6 farklı kuru fasulye genotipi ile yapılan bir diğer araştırmada, tanedeki bor miktarının 30.9-86.3 ppm aralığında değiştiği (Harmankaya ve ark., 2008) belirlenmiştir. Borun bitkilerde organik madde üretimi üzerine önemli etkilerinin olduğu (Kastori ve ark., 2008) bilinmektedir. Piechalak ve ark. (2008) tarafından yapılan bir araştırmada, besin çözeltisi bulunan hidrofonik ortamda yetiştirilen fasulyeye 3 ayrı dozda (0.1, 0.5 ve 1.0 mm) kurşun (Pb(NO3)2

uygulanmış, araştırma neticesinde bitkideki kurşun içeriği 0.002-0.070 ppm düzeyinde tespit edilmiştir.

Kahraman ve Önder (2009b) tarafından bölgede yaygın olarak tarımı yapılan 41 adet bodur kuru fasulye genotipinin (4 tescilli çeşit ve 37 popülasyon) materyal olarak kullanıldığı Konya ekolojisinde yapılan araştırmanın neticesinde, tanedeki protein oranını % 20.11-28.59, fosfor oranı % 0.09-% 0.51, potasyum oranı % 0.12-% 2.03, kalsiyum oranı % 0.01-% 0.19, magnezyum oranı % 0.01-% 0.13, demir miktarı 2.02- 53.83 ppm, mangan miktarı 0.12-95.76 ppm, bor miktarı 1.03-16.10 ppm, çinko miktarı

3.10-30.88 ppm, bakır miktarı 0.94-10.00 ppm ve molibden miktarı ise 0.00-16.54 ppm arasında tespit edilmiştir.

Yılmaz ve Alagöz (2009), organik materyal olarak meyve suyu fabrikası atıklarından olan elma posasını, killi tekstüre sahip saksı toprağında yetiştirilen fasulyeye 4 ayrı dozda uyguladıkları çalışma neticesinde bitkideki demir miktarını 130.40-203.20 ppm; bakır miktarını ise 90.80 ppm olarak tespit etmişlerdir. Hamid ve ark. (2010) fasulyede kurşun için toksite düzeyinin 100 ppm’den sonra başladığını ifade etmişlerdir.

Konya yöresinde yetiştirilen kuru fasulyelerden izole edilen toplam 94 adet

Rhizobium bakterisinin etkinliklerinin incelendiği araştırmada, sera koşullarında

yetiştirilen Yunus-90 kuru fasulye çeşidinin tanesindeki protein oranının % 20.78-26.27 arasında değişiklik gösterdiği belirlenmiştir (Karaca, 2010).

Luqueno ve ark. (2010) Meksika'da yaptıkları araştırmada, toprağa 5 farkı formda azot uygulamışlar (kontrol, üre, yüksek miktarda atık su, düşük miktarda atık su, vermikompost), kuru fasulye bitkisinin yaprağındaki klorofil değerinin 10-45 spad aralığında değişim gösterdiğini belirlemişlerdir. Araştırmacılar, kontrol grubuna kıyasla klorofil değerine ürenin etkisi olmadığını, en fazla artışın ise vermikompost ile sağlandığını ifade etmişlerdir.

Pinheiro ve ark. (2010) tarafından, Portekiz'de yaygın olarak yetiştirilen 155 farklı kuru fasulye genotipinin tanesindeki protein oranı % 21.1-30.0 arasında tespit edilmiştir. Yavuzaslan (2010) ise, Konya bölgesinde yaygın olarak yetiştirilen Kanada isimli yerel bodur fasulye popülasyonunu materyal olarak kullandığı araştırmada, iki dozda kükürt ve yedi farklı dozda besin elementleri uygulayarak sera şartlarında yürüttüğü denemede, tanedeki protein oranının % 21.02-27.25 arasında değişiklik gösterdiğini belirlemiştir. Araştırmacı, toprağa uygulanan kükürt miktarı arttıkça tane protein içeriğinin arttığını ifade etmiştir.

Akbulut (2011), Burdur bölgesinde yaygın olarak yetiştirilen 11 fasulye genotipi ile 1 adet standart çeşit kullanarak yaptığı tarla çalışmasının neticesinde, kuru fasulye tanesindeki protein oranını % 22.46-29.17 arasında belirlemiştir. Güneş (2011), Van- Gevaş ekolojik koşullarında, 21 adet yerel Gevaş Fasulyesi hatlarını kullanarak yapılan arazi çalışması neticesinde, kuru fasulye genotiplerinde 100 tane ağırlığının 20.60-69.61 g ve protein oranının ise % 18.5-30 arasında değişiklik gösterdiğini belirlemiştir. Önder ve ark. (2011), çevresel faktörlerin bitkiler üzerindeki etkilerini olumlu yönde değerlendirebilmek için genetik çeşitliliğin belirlenmesinin gerektiğini ifade etmişlerdir.

Yıldız ve ark. (2011) tarafından, endüstride çok sayıda alanda kullanılan krom bileşiklerinin aşırı kullanımı nedeniyle çevre kirliliğine yol açmasının endişe uyandırdığı ifade edilmiştir. Araştırmacılar, kromun toksik etkisinin oksidasyona ve bitkilere göre değişim gösterdiğini, bitkiler tarafından fazla alınması durumunda fotosentez ve solunum gibi aktiviteleri olumsuz yönde etkilediğini belirtmişlerdir.

Başçiftçi (2012), 2009 ve 2010 yıllarında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

Benzer Belgeler