• Sonuç bulunamadı

Batılı Anlamda Türk Resminin Cumhuriyet Dönemine Kadark

Türkiye de batılı anlamda resim eğitiminin başlangıcı olarak, Mühendishane-i Berri Hümayun’un ders programına resim derslerinin konulduğu 1795 tarihi kabul edilmektedir. Okutulan dersler her ne kadar sanat yönünden çok, öğrencilere, istikam, haritacılık, topçuluk gibi dallarda yardımcı olması, teknik bilgi sağlaması amacıyla konulmuş olsa da, bu gelişme batılı anlamda Türk resminin başlangıcını oluşturmuştur (Dalkıran, 2006: 65).

Cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminde Batı ile yaşanan etkileşim daha çok Lale Devrindeki yenilik hareketleriyle başlar. Bu etkileşim Türk resminin minyatür kalıpları dışına çıkmasında çok etkili olamamıştır. Osmanlı'nın o dönemdeki siyasi sorunları da Batıya açılma ihtiyacını doğurmuştur. Batılılaşma hareketi, ordunun ıslahı, Batı tekniğinin kabul edilmesi, Batı ilminin öğretilmesi gibi reformlarla başlamıştır. II. Mahmut'un, yabancı ressamlara portresini yaptırıp okul ve resmi dairelere astırması, üzerinde portresinin bulunduğu sikkeler bastırması gibi yenilikçi hareketler resim sanatı açısından büyük kademeler olarak görülmektedir (Elmas, 2000: 37-39)

XIX. yüzyılın ilk yarısında batıya eğitim amaçlı öğrenci gönderilmesi de Türk resminin batılılaşmasındaki önemli etkenlerdendir.

Batı'da resim eğitimine gönderilen ilk gençler, subay ya da askeri okul öğrencileridir. 1835'de uygulamaya konan bu program gereğince, Viyana, Berlin, Paris ve Londra'ya iki yıl içinde on iki kişi gönderilmiştir. Bunlar arasında; Ferik İbrahim Paşa, Tevfik Paşa, Süleyman Bey ve Şeker Ahmet Paşa gibi ressamlarda vardır. Yetenekli biri olarak görülen ve kendisini geliştirmesi için Batı'ya gönderilmek istenen Hoca Ali Rıza ise kolera salgını bahanesiyle bu imkandan yararlanamamıştır. Osman Hamdi Bey ise babası tarafından hukuk öğrenimini tamamlaması için Paris'e gönderilmiştir. Ancak Boulanger ve Jean-Leon Gerome'nin atölyelerinde resim dersleri almıştır (Tansuğ, 2008: 54-55).

Yurtdışına eğitime gönderilen bu sanatçılar farklı kaynaklarda erken dönem sanatçıları, primitifler, ya da foto yorumcular diye anılmıştır. Bu sanatçılar, batı görüş ve tekniği ile çalışan ilk Türk sanatçılar olarak tarihe geçmiştir. Bu erken dönem sanatçılarından Ahmet Ali Paşa, Süleyman Seyyit, Osman Hamdi, Halil Paşa gibi batıda öğrenim görmüş olanlarla, Hüseyin Zekai Paşa gibi İstanbul dışına hiç çıkmamış olan sanatçılar arsında üslup farklılıklarına rastlanmamıştır. Ortak bir manzara duyarlılığında anlaşan primitifler, batıdaki perspektif, ışık-gölge ve hacim değerlerini yağlı boyanın verdiği imkanlarla eserlerinde oluşturmaya çalışsalar da minyatür sanatındaki ayrıntıcılıktan kopamamışlardır. Primitifler arsında bulunan Ferik İbrahim Paşa, Ferik Tevfik Paşa, Hüsnü Yusuf Bey batı tarzında çalışmış, renkten çok desen ve perspektife önem vermişlerdir. Nesneleri üç boyutlu bir şekilde resmetme dışında herhangi bir girişimde bulunmamışlardır. Yine Mühendishane çıkışlı Halil Paşa Türk resminde izlenimci anlayışı eserlerine yansıtan ilk isim olmuştur (İncel, 2004: 7).

Osman Hamdi Bey ise primitif sanatçılar içinde yer alan ama üslup olarak farklılık gösteren bir sanatçı olmuştur. Paris'te hukuk ve resim eğitimi gören Osman Hamdi Bey, atölye hocası Gerome'nun etsiyle Oryantalist yani doğu kültürünü yansıtan resimler yapmıştır. Hayali Oryantalist eserlerinde bazen kendisinin bazen de ailesinden birilerinin fotoğraflarını kullanmıştır. Osman Hamdi'yi diğer sanatçılardan ayıran bir başka özelliği ise eserlerinde büyük, devasa olarak nitelendirilen figürlere yer vermiş olmasıdır (Tansuğ, 1997: 138). Ayrıca Osman Hamdi Bey'in Sanay-i Nefise Mektebi adı verilen sanat okulunun açılmasında oynadığı rol büyük olmuştur (Güner, 2014: 54).

Sanayi-i Nefise Mektebi'nin 1882 yılında kurulması, Türk resim sanatının bir meslek anlayışı altında bir araya gelme sürecini de başlatmıştır. Daha sonra, II. Meşrutiyet'in ilanıyla oluşan, sosyal ve kültürel zeminde ise, sanatçılar bir meslek birliği etrafında birleşmiştir. Kimi kaynaklarda 1908, kimi kaynaklarda ise 1909'da kurulduğu belirtilmiş olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ülkedeki sanat faaliyetlerini sahiplenmek ve bu faaliyetleri yönlendirmek amacıyla kurulmuştur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin temelinde ortak bir sanat anlayışı bulunmamıştır. Ancak sanatçılara sanatsal etkinlikleri için ortak hareket etme imkanı sağlamıştır ve yine bu

cemiyetle birlikte Çağdaş Türk Resminin temelleri atılıp modern akımlara geçilmiştir (İncel, 2004: 8).

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey'in yönetiminde cemiyetin yayın organı özelliği taşıyan bir dergiyi Mart 1911 ile Temmuz 1914 arasında 18 sayı yayımlamıştır. Bu dergide, Hoca Ali Rıza gibi ustaların resim sanatından ne anladıklarını belirten yazılarla beraber, okuyucuda doğaya karşı özel bir ilgi uyandırmaya yönelik bir takım yazılar da bulunmuştur. Ayrıca dergide ünlü yerli sanatçıların peyzajlarına da yer verilmiştir (Tansuğ, 2008: 112-113).

Ayrıca Cemiyet üyeleri çağdaş Türk resim sanatını topluma tanıtmayı hedeflemiş olan 'Galatasaray Sergileri'ni de organize etmiştir. Bu grubun, sosyal ve kültürel zeminde birlikte hareket etme isteğiyle ortaya çıktıkları göz önünde tutulduğunda, açtıkları sergiler ve diğer etkinlikleriyle, ülkede resim sanatının değişme ve yenilenme sürecini bir adım daha ileriye götürdükleri gözlemlenmiştir. Cemiyet üyeleri sanatçılar II. Meşrutiyet'in ilanından sonraki iki yılda, çoğunluğu Paris olmak üzere, eğitim için Avrupa'ya gitmiştir (Elmas, 2012: 138).

Büyük bir kısmı devlet tarafından gönderilen bu sanatçılar, I. Dünya Savaşı'nın(1914) başlaması ile birlikte İstanbul'a dönüş yapmadan önce Avrupa'da Fernant Cormon, Jean Paul Laurens ve Albert Laurens atölyelerinde eğitim almıştır. Yukarda bahsi geçen bu sanatçılar Türk resim sanatı tarihi içinde kimi zaman Çallı Kuşağı, kimi zaman 1914 Kuşağı, kimi zaman ise Türk İzlenimcileri olarak adlandırılmıştır. Avrupa'dan dönen bu sanatçılar, orada almış oldukları akademik eğitimi bir yana bırakmış, daha çok akademi dışında gelişmiş bir sanat akımı olan Empresyonizmi (İzlenimcilik) benimsemiştir ve yine bu sanatçılar, Türk resim sanatına Empresyonist tarz resmi adapte etmeye çalışmıştır (İncel, 2004: 9).

Değişme ve yenileşme eğiliminin Çağdaş Türk resmine yansımasının net olarak algılandığı 1914'lerde, dikkati en çok çeken şey Empresyonizm ile birlikte gelen, tablolardaki yeni ruh, yeni duyuş, yeni teknik olmuştur. Artık Türk resmi, kristalleşmiş biçimlerden sıyrılmış, yeni bir tarza yönelmiş, Batı'daki sanat anlayışları Türk resminde yer bulmaya başlamıştır. Çallı ve arkadaşları açık havaya

çıkarak İstanbul'un çeşitli görünümlerini yorumlamışlar, bunun yanında, portre, enteriyör ve nü gibi konuları da Türk resmine katmışlardır (Elmas, 2012: 139).

Çallı (1914) Kuşağı teknik ve konu bakımından birçok yeniliği Türk resmine kazandırmış olmasına rağmen, bu kuşak sanatçıları biçimde Avrupa'daki Kübizm'de olduğu gibi bir değişikliğe gitmemiştir. Batıda eşzamanlık ve devinim kavramlarını resimlerine aktarmak isteyen sanatçılar bunu eserlerindeki öğeleri, biçimleri analitik olarak bozarak, yeniden yerleştirerek yapmıştır. Çallı kuşağı ise, gün içindeki anlık izlenimleri büyük fırça darbeleriyle tuvallerine aktararak sınırları ortadan kaldırmış, analitik, geometrik, keskin biçimlerden kaçınmışlardır. Bu nedenle 1914 Çallı kuşağında eşzamanlı devinimin kendini gösteremediği söylenebilir.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve Çallı kuşağı sanatçılarında görüldüğü üzere yurtdışına eğitim için öğrencilerin gönderilmesi gibi programlara yansıyan çağdaş yeniliklere açılma sürecinin köklü bir anlam kazanabilmesi cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra gerçekleşmiştir. Türk halkının benimsemeye hazır olduğu devrimlerin uygulanmaya konabilmesi, saltanat ve hilafet kavramlarının bıraktığı izlerin silinmesine de bağlı bulunmaktaydı. Ayrıca toplumsal tabakaların üst ve aşağı gelir düzeyi arasındaki uyuşmazlığa da cumhuriyet dönemi son vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden biri olan halkçılık ve bunun bir sonucu olan ulusal egemenlik, kültür ve sanat politikasının da yönelişini belirlemiştir. Sonuç olarak cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihi, 20. yüzyılın en büyük günlerinden biri olmuştur. Çünkü bu önemli günü izleyen aşamalarda gerçekleştirilen devrimlerin yanı sıra, her alanda bilim ve sanat eğitimi yapan kurumlarda da ileri çağdaş Batı uygarlığını örnek alan yenilikler gerçekleştirilmiştir (Tansuğ, 2008: 157-158).

Türk resminde araştırma kapsamında incelenen eşzamanlı devinim kavramı da yine Cumhuriyet sonrası dönem içinde ressamlar tarafından ele alınan ve farklı yorumlamalarla kendisini gösteren yeniliklerdendir.

Benzer Belgeler