• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL BİLGİLER VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.3. Kulak Eğitiminin Kısa bir Tarihçesi ve Yakın Dönemlere Ait Uygulamalar

2.3.1. Batı Uygarlıklarında Kulak Eğitiminin Kısa Tarihçesi

Eski müzik eğitimi sistemlerine yönelik araştırmalar yoluyla günümüz uygulamalarının eğitimicilerin eski dönemlerdeki hedeferine zıt biçimde geliştiği açıkça görülmektedir.

Müzik eğitiminin gelişimi ve kulak eğitiminin müzik eğitimi dahilindeki çeşiti pedagojiler içerisindeki yeri incelendiğinde kulak eğitiminin yararlılığına ilişkin algı değişikliklerini belirlemek ve bu eğitimin günümüz eğitim sistemi içerisindeki yerini belirlemek daha kolay olacaktır. Müziğin toplumun kültürel ve ruhani etkinliklere katılımını arttırmak için eğitime dahil edilmesi antik Yunan uygarlığına kadar dayanır (Mark, 2008: 1).

Lir ve aulos aracılığıyla seslendirilen çalgı müziğinin yanı sıra şarkı söyleme de bir müzisyenin gelişiminin önemli bir gerekliliği olarak bu dönemde vurgulanmıştır. Resmi törenlerden kabileler arası şarkı söyleme yarışmalarına kadar çoğu toplumsal etkinlikte şarkı söylemek beklenen-umulan bir davranış haline gelmiştir. Bu tür yarışmalarda rekabete dayalı tutumların artmasıyla birlikte şarkıcıların standartları da yükselmiş ve beşinci yüzyıl itibarı ile bu tür etkinliklerde müzik icra etmek elit bir davranış alanı haline gelmiş ve Yunanistan’da halka ve popülizme yönelik müzik eğitimi düşüş dönemine girmiştir. Antik Roma’da ise müzik matematiksel bir bilim (yedi özgür sanatın en üst düzeydeki ilk dördünden-quadrivium- biridir. ) kabul edilmiş ve büyük oranda Boethius’un

De Insitutione Musica Treatise isimli eseri ile öğretilmiştir (Mark, 2008: 3). Boethius bu eserinde musica mundana (müziğin her yeri saran evrensel bir güç olması), musica humana (insan vücudunun uyumu), ve musica instrumentalis (çalgılarda varolan müzik) ilkelerini izlemiş, aralıkları uyumlu ya da uyumsuz olarak nitelendirmek için matematiksel ilkelerden yararlanmış ve daha önceki dönemlere ait modal kuramların temel öğelerini ele almıştır (Bower, 2013). Orta Çağ’da da müzik eğitimi özellikle de müzik yazısının icadına kadar şarkı söyleme becerisine odaklanmıştır. Müzik yazısının gelişimiyle müzik eğitiminde bir değişim başlamış, özellikle dokuzuncu yüzyılın başlangıcı civarında harf isimlerinin kullanımıyla nota okuma önem kazanmıştır. On birinci yüzyılda Guido d’Arezzo’nun ortaya koyduğu solfej sisteminin ortaya çıkışıyla müzik yazısı, müzik eğitimine köklü değişiklikler getirmiştir. Bu yazı biçimiyle müziğin seslendirilmesi istendiği gibi yazılması imkanı doğmuş ve var olan ezbere dayalı öğrenme yöntemiyle birlikte nota okuma mümkün ve kullanışlı bir hale gelmiştir. Müzik yazısı çok sesliliğin ve besteciliğin bir eğitim alanı olmasını sağlayarak müzik eğitiminde önemli gelişmeleri desteklemiş olup Aydınlanma Çağı’nın entellektüel gelişiminde de önemli bir faktör haline gelmiştir. Müzik eğitimind ki bu tarihsel gelişimlerin günümüz uygulamalarına yansımaları en iyi biçimde İngiltere ve anakaralı Avrupalı grupların sömürgecilik döneminin başlarında göç ederek etkilediği Amerika ‘da görülebilir (Mark, 2008: 4-5). Yeni dünyaya yerleşen bu öncü gruplar beraberlerinde zengin bir dini ve din dışı müzik birikimini de getirmişlerdir örneğin dini törenlerde cemaatle topluca şarkı söyleme geleneği Amişler, Menonitler ve Moravyalılar için oldukça önemliydi. Fakat bildiğimiz haliyle günümüz Amerikan müzik eğitimi üzerinde müziği ibadet amaçlı kullanım biçimleriyle en büyük etkiye sahip iki grup Sarikler (Pilgrims) ve püritanlar (muhafazakar protestanlar)dı. ((Mark, 2008:9). Her iki grup da kiliselerinde profesyonel müzisyen kullamayıp mezmurları cemaat halinde okumayı bir ibadet aracı olarak kullandılar. Başlangıçta kullandıkları kalvinist metinler yazılı müzik içermemekle birlikte dokuzuncu basım itibarı ile (1698) Bay Psalm Kitabına onüç yazılı şarkı eklendi. Gelenek dışı elmas biçimindeki nota başlıkları ve solmizasyon heceleri (notalara verilen hece isimler, örn. Do , re...vs.) daha sonra başlıklı notlar yoluyla şarkı söyleme biçiminde oldukça yaygın bir öğretim aracı haline geldi. Bu sistemde nota başlıklarındaki farklılıklar yarım ses aralıklarının dizide nereye denk geleceğini belirtiyordu.

On dokuzuncu yüzyılda yaşamış müzik eğitimcisi ve kilise müzisyeni Lowell Mason Amerikan devlet okullarında kullanılması gereken bir müzik müfredatının ilk

savunucularındandı. Mason o dönemde oldukça popüler olan şarkı söylemeye yönelik akşam kurslarında gerçekleştirilen uygulamalarının Avrupadaki köklü müzik eğitimi geleneklerinden yararlanarak yeniden planlanmasında oldukça faydalı olmuştu (Mark, 2008:25-52). 1833 yılında Mason ve İş Arkadaşı George James Webb Boston, Massachusetts’de (muhtemelen türünün ilk örneği olan) bir müzik akademisi açmıştır (Harry vd., 2013). Söz konusu akademinin ses eğitimini ve bu eğitimin önemli ilkelerini temel alması kısa sürede binlerce öğrencinin bu okula akın etmesini sağladı ve 1834 yılında Vokal Müziği eğitiminde Pestalozzi sistemini temel alan Boston Müzik Eğitimi rehberi yayınlanmıştır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Johan Heinrich Pestalozzi eğitimin alt sınıfları yükseltmenin tek yolu olduğuna inanan ve eğitim çabaları yoluyla ulusal ahlak ve vatandaşlık bilincini arttırmanın yollarını arayan İsveçli bir eğitimciydi (Mark, 2008: 31-34).

Mason tarafından yorumlanarak müzik eğitimine uyarladığında bu ilkeler:

1. Simgelerden önce sesleri öğretmek-çocuklara yazılı notaları ya da isimlerini öğrenmeden önce şarkı söyletilmesi.

2. Çocuğu, dinleme ve taklit etme yoluyla, sesleri, aralarındaki benzerlik ve farklılıkları kabul edilebilir ve edilemez etkilerini gözlemlemeye teşvik ederek bu bilgileri ona direk açıklamaktan kaçınmak. Bu ilke ile çocuk pasif konumdan çıkarılıp aktif öğrenen haline gelmektedir.

3. Her seferinde tek bir şey öğretmek-ritim, ezgi ve ifade biçimleri önce ayrı ayrı ele alınıp daha sonra hep bir arada sunulmalıdır.

4. Çocuğun her bir aşamada bir sonraki safhaya geçmeden önce yeterince çalışarak uzmanlaşmasını sağlamak.

5. İlke ve kuramları uygulamadan sonra ve uygulamadan kaynaklandıklarını belirterek vermek.

6. Telaffuz edilen sesleri çözümlemek ve içerdiği unsurlar üzerine çalışmak yoluyla bu sesleri müzik içerisinde kullanmak (Mason, 1834:14).

7. Nota isimlerini çalgı müziğinde kullanılanlarla eşleştirmek.

Bu yedi ilke daha karmaşık materyalleri ele almadan önce bilginin özümsenmesini teşvik ederek ve buna zaman tanıyarak giderek artan bir başarı düzeyinin elde edilmesini

temel alan sistematik ve aşamalı bir yaklaşıma karşı duyulan arzuyu göz önüne sermektedir.

Bu yaklaşım öğrencilerin bir beceri ya da müzikal bir kavramı tam anlamıyla öğrenmesi durumunda edindikleri bu kavramın bilgisini karşılaştıkları yeni müziksel durumlarda da kullanabileceği varsayımına dayanır (Haston, 2007: 29).

Lowell Mason’un kitabı ülke çapında birçok şarkı okulu eğitmeni tarafından hızla benimenmiştir. Ön sözünde de belirtildiği gibi bu kitabın amaçlarından birisi de müziğe eğitimde aritmetik veya coğrafya dersi gibi bir önem –ağırlık kazandırabilmektir. Ön sözde aynı zamanda bu kitaptaki ses ve kulak egzersizlerinin doğru bir şekilde uygulanması halinde bu organların iyi bir gelişim düzeyi yakalamada başarısız olmasının çok zor olduğu belirtilmiştir. Mason müzik kulağının oluşumu ve gelişiminin bir çocuğun müzikal sesleri ayırt etmesine takdir etmesine ve taklit etmesine imkan tanıyacağına derinden inanmakta ve aynı zamanda tıpkı konuşma sesi gibi müzik kulağının da deneyimle gelişerek bireyi daha gelişmiş bir duyarlılığa ve müziksel mükemmeliyete götürebileceğini düşünmekteydi (Mason, 1834: 16).

Müzik eğitimindeki hızlı gelişimler açısından Lowell Mason’un yirminci yüzyıl İngilteresindeki dengi ise özellikle müziksel öğrenmenin altında yatan bilişsel süreçleri incelemeyi hedef edinmiş olan James Mainwaring’dir (Woody, 2012: 84). Tıpkı Mason gibi Mainwaring’de müziksel öğrenmede ilerlemenin görüntüden sese değil sesten görüntüye doğru olması gerektiğini savunmuş ve müzik eğitimine nota ile başlamanın genel eğitime tanımlarla başlamak gibi olduğunu ve bu durumun doğal öğrenme sürecine aykırı olduğunu ifade etmiştir. Mainwaring sözlü tasvir ve tanımların sadece bu kelimelerin içeriğini anlamlandıracak düzeyde deneyime sahip olunması durumunda uygun olduğuna inanmıştır (Mainwaring, 1951: 11).

2.4. Kulak Eğitimi İle İlişkili Kavram ve Uygulamalar