• Sonuç bulunamadı

2. YAPILARINA GÖRE ZARFLAR

2.1. Basit Zarflar

Türkçe yapım eki almayan sözcükler basit değerlendirilirken Türkçe yapım eki alan veya çekim eki alıp kalıplaĢarak yeni sözcük türetenler türemiĢ kabul edilmiĢtir.

2.1.1. “Hancı” Mensur Şiirinde Basit Zarflar

Hiç: Hele hasret, hiç çıkmaz ordan, çıkmaz ordan. (H, s. 7)

Hele bir hancı vardır, hiç çıkmaz ordan, çıkmaz ordan. (H, s. 7)

ĠĢte buna gülesim geldi Yesriblim! Kâh mürîdin, kâh murâdın olduğumu onlara söyler miyim hiç? (H, s. 9)

ĠĢte buna gülesim geldi Yesriblim! Kâh mürîdin, kâh murâdın olduğumu onlara söyler miyim hiç? (H, s. 9)

YoldaĢım var, çift kiĢiyim, günah benden hiç ayrılmaz… (H, s. 14) Didik didik etmek hünerindir ama, bu acıyı hiç çektin mi sen? (H, s. 49)

34

O güneĢ ki hemĢehrimdir, ben istemedikçe ıĢığını dünyâya salıp da, çatısını duvarını karanlıklardan ördüğüm kalemi yıkar mı hiç? (H, s. 58)

Çok defâ susayım artık susayım… bir daha hiç ağzımı açmayayım… dediğim de oldu. (H, s. 64)

Allah‟ım, ya benim için için yanıp tütüĢüm, gözüne hiç iliĢmedi mi? (H, s. 83)

Henüz: Onu ne zaman tanıdın? dediler. Dünyâya gelmeden çok evvel, dünya henüz

Ģekillenip sûret bağlamadan, dedim. (H, s. 12)

Tez: Kande isen tez gel… gel de hayâline izin verip, seni onun yerine oturtayım.

(H, s. 15)

Bâzen: Bâzen gizliden gizli olur, bâzen âĢikârdan âĢikâre çıkarım. (H, s. 19)

Tam: Ben dertliyim, Ģifâmı ver. Parça değil tam isterim. (H, s. 27)

Daha: Yorgun gün, bir aĢk telâĢı ile son ıĢıklarından soyunup baĢını yastığa

bırakmak istiyor da, sen daha, dilek ümit nedir bilmeyecek misin? (H, s. 34)

Ödenmez borcum var bu âlem halkına; Verdikçe, daha ver, daha ver! diyorlar. (H, s. 37)

Senin methinden gayrisine dudaklarım bağlı olduğunu daha öğrenmedin mi? der gibi sitemlerin en acısıyla yüzüme bakıp baĢını yana çevirdi… (H, s. 46)

Daha küçül! dedin. Âzamdan âzam oldun; yetmez, daha büyü! dedin. (H, s. 48) Söylesem de, sussam da, gece gün, akĢam sabah demeyip sana hicret etmekte, yerimi yuvamı arar olmakta, bir kanatlı mahlûktan daha mı az ferâset göstermeliyim? (H, s. 63)

Bilirsin, daha kendimi mânâ âleminin emekleyen bir çocuğu bulmaya baĢlarken, dilimin döndüğü, gücümün yettiği kadar, seninle bu cihan ortasında aracılık etmeyi, önüne geçilmez bir heyecanla yaĢar oldum. (H, s. 64)

Hangi semâvî inkıraz, hangi kıyâmet, senin hasretinden daha korkunçtur. (H, s. 80) Ama bir çıkrığım daha var ki gizlice zamânı sarıyor, tez bitsin, tez tükensin, göçmeklik günü tez gelsin diye durmadan çeviriyor, çeviriyorum. (H, s. 113)

Hep: Sen hep osun. (H, s. 44)

Senden uzaklara düĢeli, günüm gecem hep yolculukla geçiyor. (H, s. 62)

Göz alabildiğine uzayıp giden ormanları yetiĢtiren, sulayıp büyüten hep sensin. (H, s. 75)

35

Boş: BoĢ komadın bu dünyâyı… Ne ki dünya kemlik etti. (H, s. 44)

Geri: Peki ama ödünçtür, az sonra geri alacağım, râzı mısın? dedi ve demesiyle de

ufukta, bir tâvus kuĢuymuĢ gibi, elvan elvan yelpâzelenen kuyruğunu bırakıp kayıplara karıĢtı. (H, s. 50)

Çok: Buluta sözüm geçmez ama, güneĢin memleketlisi olduğum için, hatır gönül,

naz niyaz yolunda karĢılıklı cilveleĢtiğimiz çok olur. (H, s. 58)

Zor: Sanki bir görünmez dudak da, bu zor hecelenir yazıyı sökmek için kendi

kendine mırıldanıp duruyor. (H, s. 58)

Çabuk: Ne fayda ki, tuzak olup av olmayan bir sevgili misâli, çabuk kaçtı; ne

dediğini anlayamadım. (H, s. 58)

Zîra gözyaĢı çabuk hasede uğrar. (H, s. 87)

Tekrar: Nasıl edip de tekrar bulup sormalı? (H, s. 58)

Acabâ mihmânım, bunun, tekrar güneĢten müjdeler getiren rüzgârın sesi olduğunu neden bilmek istemiyor? (H, s. 59)

Ne: Sırtımda ne de çok ağırlığım varmıĢ. (H, s. 62)

ġaĢarım hâlâ, ne seçtin beni?

Ne seçtin beni bu âlem içinden. (H, s. 92)

ġaĢarım, ĢaĢarım ne seçtin beni? Ne seçtin, nice seçtin bu garîbi cihan içinden? (H, s. 92)

Az: Yoksa bu mahkûmiyette, irâdenin irâdesini görmek için mi, hayretleri

hikmetleri az bulur oldum? (H, s. 79)

Hâlâ: ġaĢarım hâlâ, ne seçtin beni? Ne seçtin beni bu âlem içinden. (H, s. 92)

Yapraklarda yumak yumak yuvarlanan güneĢin kulağına eğildim: Ne bu telâĢ, bu saklanıĢ? Bir özge tasan mı var? dedim. (H, s. 126)

Acı: Yaralandım, berelendim, paralandım, acım acı gelmedi; tek seni göreyim,

göreyim diye… (H, s. 99)

Tek: Yaralandım, berelendim, paralandım, acım acı gelmedi; tekseni göreyim,

göreyim diye… (H, s. 99)

36

2.1.2. “Ateş Ağacı” Romanında Basit Zarflar

Hep: Bakan göz hep aynı göz, çevrilen sahifeler hep aynı kitabın sahifeleridir.

(AA, s. 17)

Hasat zamânı mahsulsüz kalınca ağlayıp bağırmayın. Benim dilim ve sözüm tektir; hep aynı Ģeyi tekrar eder dururum: Benden baĢka her Ģey hayal; sizinle kalacak tek dost yalnız benim! (AA, s. 24)

Fakat Ģu muhakkak ki hoĢlandığımız da, hoĢlanmadığımız da, hep o notaların evrilip çevrilmesinden ibâret! (AA, s. 30)

ġu etleri heybe gibi sarkan ĢiĢman karı yok mu, iĢte kıskançlığından manevra çeviren hep o… ne yapıp yapıp kocasının yanına kimseleri sokmuyor… diyor. (AA, s. 38)

Fakat iç yapılarına gelince, belki de asırlar onu bir adım ilerletmemiĢ; hep o zâlim hep o hunhar hep o hîlekâr ve gaddar insan olarak kalmakta devam etmiĢtir. (AA, s. 61)

Binâenaleyh ġermin de ne kadar değiĢse, hoĢluk ve sevimlilik kazanmıĢ olsa, hep o ġermin, hep o tek su damlasıdır. (AA, s. 81)

Hep Ġzmir‟den konuĢuyoruz. (AA, s. 83)

Sâlih, yazılarımı ve kitap sandıklarıyle sıkı münâsebetimi, hatta Ġzzet Efendi'nin dükkânından alıp getirdiğim kitapları, hep mektep meĢgalelerinin îcaplarından zannederek bu mütemâdî çalıĢmaya sebep olduğunu farzettiği mekteple arası hiç iyi değildir. (AA, s. 102)

KarĢımda, uzun yâsemin ağızlığının ucundaki cigarasını içen bir köylü var; gözleri donuk bir ıĢık gibi fersiz ve yorgun, hep aynı noktaya bakıyor. (AA, s. 130)

Köy çocukları hep böyle, hayvanlara, aralarına karıĢan bir yabancıdan daha muhabbetli ve alâkalıdırlar. (AA, s. 132)

Gidiyor, gidiyor; hep gidiyor korkulu acâyip, ölçüsüz bir gidiĢ. (AA, s. 142) Hep üç pencere arasındaki sedirdeyiz. (AA, s. 150)

Bursa bizi kucaklamıĢ gibi… Saatlerin nasıl geçtiğini bilmiyorum hep karanlıkta konuĢuyoruz; yalnız derecesine bakarken ve pansumanını yaparken Sâlih'in Ģamdanını yakıyorum. (AA, s. 150)

Herkesin onu gördüğü gözden bende de olmasını ne kadar isterdim; yazık ki benim için Kadriye, hep o Kadriye… (AA, s. 160)

37

Dünyânın en ücra köĢesinde zincire bağlanmıĢ olsa, ölse, yıllar asırlar da geçse, gene seni, hep seni isteyeceğine inanıyorum. (AA, s. 174)

Evvelâ: Benim evvelâ Avrupa‟nın, sonra da Ġstanbul‟un salonlarından kaçıp,

Bursa‟nın bir köĢesine sığınıĢım gibi. (AA, s. 18)

EniĢtem bu tepeden inme teklifim karĢısında, evvelâ alay ettiğimi zannederek ses çıkarmadı ve gözlüğünün üstünden acâyip acâyip yüzüme baktı. (AA, s. 33)

Bunu evvelâ birçok yerleri çatlamıĢ sıvalardan bir parça zannettim. (AA, s. 56) AnlaĢılan, çocuğumu görmem için evvelâ baĢımın, karımın baĢıyla birleĢmesi lâzımdı… (AA, s. 82)

Evvelâ çocuğun resmini istememi söyledi; sonra karımın resmi olup olmadığını sordu. (AA, s. 83)

Evvelâ ben iniyorum ve elimi genç kadına uzatıyorum; fakat bu muâĢeret kâidesine riâyet ettiğim için âdeta nedâmet hissediyorum. (AA, s. 99)

Yarın evvelâ vâliyi, sonra târihî âbideleri ziyâret edeceğiz ve Ģehrin içinde bir gezinti yapacağız. (AA, s. 106)

Ben, diyor, evvelâ pek kısa bir zaman için olsun arkadaĢlık ettiğim kimselerde yanlıĢ intibâ bırakmak istemem. (AA, s. 106)

Evvelâ evlerinizin tahtalarını ovuyor, sonra kapılarınızın tokmağını parlatıyor, yâhut olduğu biri bırakıyorsunuz. (AA, s. 112)

Genç kadın evvelâ su sesini duyarak dinliyor, sonra suyu görünce canlı bir yay gibi kendini hemen attan atarak o tarafa doğru öyle hızlı koĢuyor ki, gri at kostümünün içinde, sanki koĢarken, uçup kaybolacak bir bulut parçası gibi… (AA, s. 130)

Hiç: Ben, babamı üç, annemi de on iki yaĢında kaybettikten sonra, hiç evlâdı

olmayan amcama mal oldum. (AA, s. 18)

Hele reddetmiĢ olduğum o koltukta hiç oturamazdım. (AA, s. 22)

Fakat gene günün birinde amcam, bambaĢka, hiç beklemediğim yeni bir hücum planıyla tekrar karĢıma çıktı: Beni evlendirmek istiyordu. (AA, s. 22)

Hasebinden nesebinden hiç söylemiyor. (AA, s. 27) KıĢ uzasa, çok uzasa, baharı hiç istemiyorum. (AA, s. 31)

Teyzemle annem, belki de dünyâda birbirine hiç benzemeyen iki kardeĢtir. (AA, s. 33)

38

Zîra beni kendi dâmâdı olarak görmeyi belki Ģimdiye kadar hiç düĢünmemiĢti. (AA, s. 33)

Gerçi rahmetli annen, daha Kadriye ufacıkken böyle bir arzuda bulunurmuĢ, ama ben hiç münâsip görmem. (AA, s. 33)

Hiç sesi çıkmıyordu yâhut çıkamıyordu. (AA, s. 34)

O, yalandan hiç hoĢlanmadığımı o kadar çabuk öğrendi ki, ne söylesem derhal inanır. (AA, s. 38)

Fakat o, ĢiĢmanlığı yüzünden, yokuĢa hiç gelemez. (AA, s. 47) Hiç konuĢmadan SetbaĢı‟na geldik. (AA, s. 48)

MeĢgul olduğum zamanlar hiç konuĢmaz. (AA, s. 56)

Artık yerde hemen mi hiç kar kalmadı gibi bir Ģey; bugün sokağa, daha doğrusu Hüdâvendigâr avlusuna gitmek istiyorum. (AA, s. 63)

Hani meĢhur hikâyedir, hiç fil görmemiĢ birkaç kiĢiyi karanlıkta bir filin yanına sokmuĢlar. (AA, s. 72)

Böyle olmakla berâber, evlilik iddianıza karĢı hiç hürmetsizlik etti mi? (AA, s. 79) Aynı gece, o Ģimdiye kadar hoppa cüretkârlığı, hatta erkekçe küstahlığı ile hiç hoĢuma gitmeyen ġermin, sanki istihâlesinin uyku devresine giren bir mahlûk gibi sâkinlemiĢ, çekme ve itme kânûnunun zıt tesirleriyle muallakta kalmıĢ bir cisim gibi idi. (AA, s. 81)

Sâlih mektubu bitirinceye kadar da gene karĢımda oturdu ve hiç konuĢmadı. (AA, s. 84)

Râsim Bey, husûsî hayatında beni ne kadar arar ve isterse, resmî iĢlerinde çok saygılıdır, herhangi bir mükellefiyete sokmayı hiç düĢünmez. (AA, s. 95)

Kuluçkanın sıcak ve yumuĢak tüyleri altındaki yumurta bile daimî bir intizaz ve faâliyette olursa, hilkatin Ģuurla teçhiz ettiği insan için, Sâlih'in tasavvur ettiği sükûn ve istirâhat cihânı hiç olur muydu? (AA, s. 103)

Bu kadar süratle değiĢebilen his maskesine hiç tesâdüf etmedim. (AA, s. 105) Genç kadın o kadar canlı ve heyecanlı konuĢuyor ki, bu tatlı sesi susturmamak için yalnız dinledim, hiç cevap vermedim. (AA, s. 109)

Esâsen kanâatlerini her önüne gelene ısrarla tekrarlamak, bunu bir illet hâline sokmak, hiç hoĢuma gitmez. (AA, s. 116)

39

Hiç olmazsa bahar, çiçek kokan bu serin geceden kaçsam… (AA, s. 125)

Bereket bu salonda hiç eksik olmayan misâfirler, bana cevap vermek, Râsim Bey'e de uzun sualler sormak fırsatını vermediler. (AA, s. 136)

Fakat duymamıĢ gibi hiç aldırıĢ etmedi ve ısrarla önde gitmekte devam etti. (AA, s. 140)

Tekrar yarasının ıztırap vermediğini, mutlaka yarın hareket etmek istediğini söylüyor ve nihâyet benden, hiç beklemediğim bir Ģey istiyor. (AA, s. 146)

Ġstersen bir hafta kal Sâlih, ben yemeklerimi otelde yerim, sen hiç merak etme; diyorum. (AA, s. 147)

KarĢıdan tek lambasını yakmıĢ bir otomobil geliyor; ben mehtaplı havalarda sun‟î ıĢıkları hiç sevmem, kâbil olsa bütün aydınlıkları söndürürüm. (AA, s. 148)

Bir haftalık misâfirliğinizi karıma îzah etmek hiç de müĢkül olmaz; o beni çok sever, binâenaleyh sevgisinden ferâgat değilse bile fedâkârlık bekleyebilirim. (AA, s. 154)

Aramızda bir kadın ve çocuk baĢı olduğunu biliyordum; fakat karınız, kocasıyla kendi arasında bir baĢka kadın olduğunu hiç bilmemelidir. (AA, s. 154)

Haydi söyleyin karınız beni hiç tanımayacak, bu kâbusu hiç hissetmeyecek değil mi? (AA, s. 154)

Vâkıâ bundan vazgeçmedim; fakat ne yolda ne de ayrılırken hiç konuĢmayalım birbirimize bir Ģey söylemeyelim, diyor. (AA, s. 156)

Fakat Ģunu söylemek isterim ki, hiç de dürüst görünmeyen bu hareketimle, yeğenimin esrârına el uzatmıĢ olmuyorum; zîra onun hiçbir sırrı yoktur ki, çeĢmenin bütün suyu içinden akan bir oluk gibi, benden gelip geçmiĢ olmasın... (AA, s. 161)

Fakat vâzifesini hiç benimsemedi; mensup olduğu makam bu tembel gencin nazına ancak altı ay tahammül etti, nihâyet vazifesinden çıkardılar. (AA, s. 167)

Gerçi evvelce de ilim sâhibi idim, fakat Ģuna kâni oldum ki, ilim, sâde cehli törpüleyip eritiyor; fakat hiç hayâtını allak bullak eden Ģüpheyi silemiyor. (AA, s. 171)

Emniyetle: Âilem, daha doğrusu amcam, istikbâlime, emniyetle bel bağlamıĢtı.

(AA, s. 18)

+ lA eki tartıĢmalı eklerden biridir. Yapım eki mi çekim eki mi olduğu noktasında araĢtırıcılar tarafından irdelenmiĢtir. Musa Duman +la eki ile ilgili makalesinde “Eski Türkçe‟de de kullanılan +lA yapım eki Eski Türkiye Türkçesi‟nde belli eserlerde kullanım yaygınlığı kazanmıĢ bir yapım ekinden çok kelimeleri zarf görevine sokan çekim eki

40 görüntüsüne girmiĢtir.” der.73

Buradan hareketle bu sözcüğü basit yapılı zarflarda almak uygun görülmüĢtür.

Dâima: Bu duygu züğürtlüğüne rağmen, beni müstesnâ ve büyük bir alâka ile

dâima tatmin etmeye gayret etti. (AA, s. 19)

Sâlih iskemlelere oturmayı saygısızlık addettiği için, bavulu kendi mevkiine daha uygun bularak dâima onun üstünde oturur. (AA, s. 25)

Yalnız vâlinin evine her gidiĢimde, genç ve güzel yeğeni dâima karĢıma çıkar, yanımıza gelir. (AA, s. 38)

Biz insanlar, yorgunluksuz olduğu için dâima iniĢleri, sukutları, yükseliĢlerin, çıkıĢların zahmetlerine tercih ederiz. (AA, s. 48)

Oldukça geveze olmasına rağmen, saygı hissi, meĢrefinin bu zaafına dâima âmirdir. (AA, s. 56)

ĠĢte hayat ve dünya görüĢü telakkîsi de, onu yalnız bir cepheden mütâlaa edenler için dâima yanlıĢ netîceler verir. (AA, s. 72)

Ne ise; ben patırdının sonuna gelmiĢtim; jandarmalarla suçlu daha köĢeyi dönmeden vâli de, birdenbire kesilen bir fırtına gibi duruldu ve dâima mütebessim olan yüzü tabiî tatlılığını bularak benimle konuĢmaya baĢladı. (AA, s. 77)

Fakat kabı, dâima yarım… bir türlü tamamlanıp dolamıyor. (AA, s. 85)

Hey Ģeyde atılacak fazla bir kısım, bir çöp var; öz, dâima içte, derinlerde. (AA, s. 122)

Zavallı muhâsebeci akıllı olduğuna Ģiddetle îtimâdı bulunmasına rağmen, dâima kafese giren tiplerdendir. (AA, s. 137)

Yüzünü göremiyorum, atının baĢı dâima ilerde. (AA, s. 141)

Bu genç adam hiçbir zaman varlığımın tehlikeli, derin sularına girmeye cesâret edemez; ancak bu suları, bir köprü gibi dâima üstten ve açıktan aĢar ve bu âvâre aĢıĢla da, beni baĢtan baĢa kuĢattığını zanneder. (AA, s. 165)

Fakat bu vaziyeti az çok yumuĢatan temiz hisleri, doğru niyetleri, ona çok yardım etmiĢ, sokulgan ve çalıĢkan olmamasına rağmen gerek hocaları, gerek arkadaĢları tarafından dâima sevgi, yardım ve müsâmaha görmüĢtür. (AA, s. 166)

73 Musa Duman “Eski Türkiye Türkçesi Devrinde +lA Eki Üzerine” Turkish Studies, Volume 3/3, Spring

41

Çok: KıĢ uzasa, çok uzasa, baharı hiç istemiyorum. (AA, s. 31)

Vilâyetin en büyük memuru benimle, mektebin müdürü benimle, kitapçı, talebe, hademe benimle… herkesi çok sevdiğim için mi, nedir, herkeste de bana sonsuz bir sevgi ve alâka var. (AA, s. 46)

Kararsız ve Ģüpheci ruhlar beni çok yorar. (AA, s. 84) Bu yakîni bana çok mu görüyorsun Sâlih? (AA, s. 105)

Çok sevdiğini bildiğim için, ellerimi dalayan dikenlerin rağmen, ona böğürtlen topladım; o ise bu meĢgûliyetimden istifâde ederek küçücük vücûdu ile çalıların, fundaların arasına saklanır… (AA, s. 119)

Hakîkaten Cemil Bey çok sararmıĢsınız. (AA, s. 136)

Bir haftalık misâfirliğinizi karıma îzah etmek hiç de müĢkül olmaz; o beni çok sever, binâenaleyh sevgisinden ferâgat değilse bile fedâkârlık bekleyebilirim. (AA, s. 154)

Yollarda kimse yok, yalnız Çoban Hasan, ağılının kapısını açmıĢ koyunlarını sayıyor; ben bu adamı çok severdim, fakat Ģimdi daha ziyâde seviyorum; zîra aramızda iki hemdert yakınlığı var. (AA, s. 155)

Çok takdir ettiğim Platon'un Ģu sözünü dinle: “Sevmek demek, kendinin yarısını aramak demektir.” Sevmek ve tamamlanmak… Bu ne doğru söz. (AA, s. 164)

Fakat bu vaziyeti az çok yumuĢatan temiz hisleri, doğru niyetleri, ona çok yardım etmiĢ, sokulgan ve çalıĢkan olmamasına rağmen gerek hocaları, gerek arkadaĢları tarafından dâima sevgi, yardım ve müsâmaha görmüĢtür. (AA, s. 166)

Fakat son zamanlarda oldukça derin ve ince Ģeylerden konuĢur olduk; bana olan sevgisi bu genç adamı çok iĢledi, baĢkalaĢtırdı. (AA, s. 167)

Amcam, bu dâvâdan ilk haberdar olduğu zaman iĢimden çıkacağımı, yeis ve ümitsizlikten gelme bir bıkkınlıkla hayattan uzaklaĢacağımı zannederek çok telâĢlandı; gerçi bunları açıkça söylemiyordu, fakat sîmâ gibi için gammazlayan hangi ayna vardır? (AA, s. 168)

ĠĢte bu muhâsaranın en Ģiddetli zamanında Türkiye'ye seyâhat edip de, yıkılmaz bir burç zannettiğim gönlünde taĢ taĢ üstünde kalmamıĢ olarak avdet ettiğini görünce, hayret, hiddet ve korku ile titredim ve onu çok sevdiğim için, mes‟ûliyeti yalnız size tevcih ettim. (AA, s. 175)

42

ĠĢte bu yüzdendir ki bir müddetten beri mürekkepten basite geri dönmek isteyen iç kuvvetlerim Ģahlanıyor ve amcamın etrâfımı muhâsara ettirdiği kadınlara Ģiddetle karĢı koyuyordum. (AA, s. 32)

Sesimin kısık ve heyecanlı tonunu değiĢtirmek için bir adım geri çekildim ve: ġermin Hanım, dostluğunuza ve samîmiyetinize teĢekkür ederim. (AA, s. 79)

Elinde bir kağıt vardı; vermek istiyor, uzatıyor, gene geri çekiyor, mütemâdiyen: -Beyefendi, Ģey beyefendi… diyordu. (AA, s. 81)

Bunun iç yüzünü bilmek için adım adım geri gitmek lâzım: Kereste, ağaç, anâsır ve anâsırın da iç yüzü henüz bilinmemiĢ ve bilinmeyecek olan bir madde. (AA, s. 104)

Yola çıktığımızdan beri söylediğim sözleri, duymayan bu baĢ, Ģimdi, aldanan bir lâdesli hırçınlığı ile geri döndü. (AA, s. 141)

Fakat biraz sonra konuĢamayacak hale geldiğini ve hiçbir Ģeyin farkında olmadığını hissederek geri döndüm. (AA, s. 148)

Hem bu sabah erken olmayacak; yağmurdan sonra baĢlayan sis, sabahı bir müddet geri itebilir. (AA, s. 151)

Bu seslerden, bu uyanıĢtan inciyorum, bu ağaran günü itip gene geceyi geri getirmek istiyorum. (AA, s. 155)

Daha: Benim endîĢe ve fikrim, çiftçinin pratik bilgisinden daha mı kıt ki, onu taĢlık

bir zemîne ekmeye niyetleniyorum? (AA, s. 46)

ġu, raf raf kitaplar bana o ipi koparmak ilmini daha öğretemedi. (AA, s. 85)

Halbuki ağırlığını kaybeden mevzû, nisbeten daralmıĢ ve Ġzzet Efendi‟nin elinden kurtulmam daha kolaylaĢmıĢtı. (AA, s. 86)

Söylediğine piĢman mı, yoksa daha söyleyecekleri var mı? (AA, s. 141)

Eğer Ģu aziz vücûda topumu bulmadan evvel tesâdüf etseydim, benim için o da kayıplar sırasına geçmiĢ olacaktı; halbuki aramızdaki mesâfe geniĢledikçe o bana daha yaklaĢıyor. (AA, s. 158)

Ġki gündür Juliette‟in kâğıtları cebimde geziyorum; daha bir sahifesini bile okumadım. (AA, s. 162)

Henüz tahsîli, meslek seçme zamânına varmadan, ne olmak istiyorsun Max, diyenlere, sâkin, duru gözleriyle bakar, ona daha vakit var, derdi. (AA, s. 166)

Fazla: Zengin bir adam olduğu için maddî fedâkârlığına fazla yer ayırmıyorum.

43

Ancak benimle iliĢiği olan her Ģeye fazla kıymet vermektedir, iĢte bu meraktır ki onu devamlı araĢtırmalara sevkeder durur. (AA, s. 83)

Nihâyet ne benim sual sormama ne de kendisinin fazla îzâhat vermesine meydan bırakmamak için haftanın programını akĢama konuĢmayı teklif ederek sözünü bağlıyor ve birkaç saat evvel, bir nas ezberler gibi seyrettiğim çiçekli yollara bakmaya baĢlıyor. (AA, s. 100)

Fazla yormamak için atını getirmek istiyorum. (AA, s. 145)

Kolay: Fakat bu emrivâkii de oldukça kolay geçiĢtirdim. (AA, s. 21),

Bâzen iki insan arasında, bostanları birbirinden ayıran çitler gibi kolay aĢılan sathî mâniler olur. (AA, s. 109)

Ne tuhaf, insanın henüz kendinin bilmediği öyle Ģeyler vardır ki karĢısında bunları ezberlemiĢ kadar kolay okur. (AA, s. 121)

Tamâmen: Oldukça hodbin ve tamâmen mekanik bir adam olmasına rağmen, beni

yetiĢtirmek için, kâbiliyetlerini çok aĢan husûsî bir alâka ve himmetle hareket etmiĢti. (AA, s. 21)

Eğer tamâmen erirse buz eridi denir ki, o vakit onun da ismi su olmuĢ olur. (AA, s. 127)

Pek: Fakat nedense hepimiz çok mu ağırbaĢlı insanlarız, yoksa ekseriyetle ağırbaĢlı

mevzûları mı tercih ediyoruz da onun için kadınlar bize pek rağbet etmiyorlar. (AA, s. 38) Pek söylemez ama, beni buralara sevkeden sebebi kendince îzah edemediği için amcama meyillidir ve bizi birleĢmiĢ görmeyi için için arzu eder. (AA, s. 83)

ġundan bundan, bilhassa kendi kafasında olmayan kimselerden Ģikâyet etti, netîcede, pek alâkadar olmadığım mevzûunu Ģu sözlerle bağladı:

-Herkesten utanmasam yapacağımı bilirim! (AA, s. 88)

TanıĢmak pek merâsimsiz olduğu için biz de hemen arkadan yürüyoruz. (AA, s. 99) Bu meĢhur ressam sizin için der ki: “Türk‟ün yüzünü, zarif tavrını, kibar gülüĢünü fırça ile göstermek mümkündür; müĢkül, pek müĢkül olan, onun özünü göstermektir. Bu öz, ay ıĢığı gibi görülür, lâkin gösterilemez.” (AA, s. 112)

Pek tabiî olarak bizi berâber yemek yiyecek zannederek masaya iki takım koymuĢ. (AA, s. 121)

44

Daha neler söylediğimi pek bilmiyorum; fakat beni mutlak bir sessizlikle, cevapsız olarak dinliyor ve iyileĢinceye kadar Bursa'da kalması lüzûmundan bahsettiğim zaman da aynı sükûnu muhâfaza ediyor. (AA, s. 150)

Gerçi ĢiĢman vücûdu pek zayıflamadı, hep yusyuvarlak. (AA, s. 167)

Nihâyet: Nihâyet kapının yanında, odanın son eĢyâsı olarak, Sâlih‟in üstüne otura

otura bir hayli çökerttiği bavulum durur. (AA, s. 25)

Pek münâsebetsiz bir Ģey söylemiĢim gibi gözlerimin içine dalıp kaldı ve nihâyet: -Aman beyim, hiç uĢak efendisinin eĢyâsını kullanır mı? dedi. (AA, s. 26)

Kaybettiği topunun arayıcısı olanlar da zâten güneĢini kendinde taĢıyanlar, güneĢ

Benzer Belgeler