• Sonuç bulunamadı

Bilindiği üzere bankalar olası en düĢük özkaynak tutarı ile faaliyet göstererek en yüksek özkaynak karlılık oranlarını elde etmeye çalıĢmaktadırlar. Ancak çok düĢük ya da yetersiz sermaye ve likidite oranları ile faaliyet göstermek bankaları kredi temerrütlerinden ve diğer yatırımlardan kaynaklanan olası zararlar karĢısında iflasa kadar gidebilecek bir sürece sokmaktadır (BDDK, 2010: 8). Basel uygulamalarının baĢlaması ile firmaların ve kullanılacak kredinin risk seviyesi doğrudan kredi maliyetini etkileyecektir. Bu noktada firmalara bağımsız denetim kuruluĢları ve bankalar tarafından verilen derecelendirme notu önem kazanmaktadır. Kredi verilen firmanın derecelendirme notu düĢtükçe banka daha çok risk alacak, karĢılık olarak daha çok sermaye tutacak dolayısıyla daha çok kaynağını getiriden mahrum bırakacaktır. Bunun sonuncu olarak kredi notu düĢük firmalara kullandırılacak kredinin maliyeti artacaktır (Arslan, 2008: 64).

Basel II UzlaĢısına iliĢkin yayımlanan ilk istiĢare metni ile beraber Yeni UzlaĢının geliĢmekte olan piyasalar üzerinde olası etkileri konusunda çalıĢmalar baĢlamıĢtır. Öncü çalıĢmalardan bir tanesi, Griffith-Jones ve Spratt (2001) tarafından yapılmıĢtır. Söz konusu çalıĢma, içsel derecelendirme yaklaĢımını uygulayan uluslararası bankaların Basel II‟ye geçmesi halinde, geliĢmekte olan piyasalara açılan banka kredisinin önemli ölçüde azalacağını ve/veya uluslararası borçlanma maliyetinin ciddi Ģekilde artacağını ileri sürmektedir. GeliĢmekte olan ülke bankaları bir süre standart yaklaĢımları kullanacaklarından daha fazla sermayeye ihtiyaç duyacaklar, buna karĢın uluslararası faaliyet gösteren bankalar daha az sermaye gerektiren karmaĢık yaklaĢımları benimseyeceklerdir. Bu nedenle, ulusal bankaların rekabet açısından zorlanacakları, bunun sonucunda ise ulusal bankacılık sektöründe uluslararası bankaların baskın olacağı bir konsolidasyonun gündeme geleceği söz konusu çalıĢmada ifade edilmektedir (Yayla ve Kaya, 2005: 20).

“Literatürde, geliĢmekte olan ülkelere fon akıĢının azalacağı hususu sayısal olarak gösterilmektedir. “Sermayenin maliyeti (cost of capital)” kavramı kullanılarak geliĢmekte olan ülkelere iliĢkin muhtemel etkiler hesaplanmaya çalıĢılmıĢtır (Reisen, 2001). Bu tür yaklaĢımlarda üç önemli varsayım mevcuttur;

Sermayenin getirisi (required return on capital) sabittir (banka getirileri sabit tutacak Ģekilde fiyatlandırma yapmaktadır),

ÇeĢitlendirme (diversification) etkisi yok varsayılmıĢtır,

Yasal sermaye yeterliliği bağlayıcı kısıttır (binding constraint), diğer bir ifadeyle, ekonomik sermaye yasal sermayeye eĢittir.

Bu yönteme göre, mevcut düzenleme altında (Basel I) notu BB olan bir ülkeye (hazineye) uluslararası bir bankanın 100$ kredi vermesi durumunda 8$‟lık bir sermayeye ihtiyaç duyulmaktadır. Standart yaklaĢım altında bu “maliyet” değiĢmemektedir. Ancak, temel içsel derecelendirme yaklaĢımı (Internal Ratings Based Approach-IRB) kullanılması durumunda, Reisen (2001) tarafından yapılan hesaplamalara göre, 100$ kredi için alacaklı banka 30$ sermayeye ihtiyaç duymaktadır ve borçlu ülkenin spreadinin 1.115 baz puan artması beklenmektedir.” (Yayla ve Kaya 2005: 21).

Basel komitesi muhtemel bu etkileri görebilmek için uluslar arası sayısal etki çalıĢmaları (QĠS) yapmıĢtır. Ayrıca BDDK aynı etkileri araĢtırmak için QĠS-TR1 ve QĠS-TR 2 çalıĢmalarını Türkiye kapsamında gerçekleĢtirmiĢtir.

QĠS-TR1 çalıĢması senaryo analizlerine göre SYO %8‟in üzerinde gerçekleĢmiĢ olması, sektörde mevcut konsolide sermaye tutarının standart yaklaĢım (SY) ve basitleĢtirilmiĢ standart yaklaĢım (BSY) kapsamında hesaplanan sermaye yükümlülüklerini karĢılayacak seviyede olduğunu, dolayısıyla sektörün genelinde ilave sermaye ihtiyacının ortaya çıkmadığını göstermektedir. Sonuçlar banka bazında değerlendirildiğinde ise genelden az da olsa farklı sonuçlara ulaĢılabilmektedir (BDDK, 2004: 39).

Sonuç olarak senaryo analizleri elde edilen bulgularla birlikte değerlendirildiğinde, portföylere iliĢkin artıĢ senaryolarının sermaye yeterliliğini sınırlı seviyede azalttığı ancak oranın %8‟in oldukça üzerinde sürdürüldüğü, yabacı para (YP) kamu menkul kıymetlerindeki artıĢın önem arz ettiği, ülkemiz Hazinesine ait YP derecelendirme notunun BB veya daha iyi olması durumunda sermaye

yükümlülüğünün önemli ölçüde azalacağı ve derecelendirilmemiĢ Ģirketlerin ileride alabilecekleri derecelendirme notlarına yönelik senaryoların sermaye yeterliliğini önemli düzeyde etkilemeyeceği değerlendirilmektedir (BDDK, 2004: 43).

Yapılan sayısal etki çalıĢmalarında Türkiye‟deki bankaların SYO‟ları Basel UzlaĢısı standartlarının üzerinde kalmasından dolayı bankaların ayrıca ek sermaye ihtiyacı duymayacağı anlaĢılmıĢtır. SYO hesaplamalarında hesaplama yöntemleri geliĢtikçe bankaların SYO‟ları da düĢmektedir. Türkiye‟nin kredi derecelendirme notu yükseldikçe alınan riskler için ayrılması gereken sermaye tutarının da azalacağı bu çalıĢmalarda ortaya çıkmaktadır.

Yapılan Basel III UzlaĢısı hazırlıklarında sermaye hesaplamaları içerisindeki katkı sermaye tutarı ve üçüncü kuĢak sermaye tutarları kademeli olarak kaldırılması düĢünülmektedir. Bu bağlamda Avrupa bölgesi bankaların toplam ek sermaye ihtiyacı 1,5 trilyon ABD doları olarak hesaplanmıĢtır (BDDK, 2010: 8). Türkiye açısından bakıldığında bankların sermaye yapısının %91,2 ni çekirdek sermaye oluĢturmakta ve %9,9‟u ise katkı sermayesinden oluĢmaktadır. Bu verilere göre Basel III uzlaĢısı Türkiye‟deki bankalara ek sermaye maliyeti getirmemektedir (BDDK, 2010: 11).

Yapılan sayısal etki çalıĢmalarında (QIS-TR1 ve QIS-TR2) Türkiye‟nin SYO açısından ek sermayeye ihtiyacının olmadığı anlaĢılmaktadır ancak Türkiye dıĢında özellikle AB bölgesi ve ABD bankalarında Basel III UzlaĢısı çerçevesinde ek sermayeye ihtiayacı duyulacağı düĢünülmektedir. Basel UzlaĢıları, bankaların alacakları risklere göre sermaye miktarında standartlaĢmayı sağlayarak düĢük SYO yapısındaki bankaları iflas riskinden korurken sermaye maliyetlerini arttırmakta, yüksek SYO yapısındaki bankaların sermaye fazlalıklarını ortaya çıkararak sermaye maliyetlerini azaltması için imkân sağlamaktadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BANKALARDA FĠRMA DEĞERĠ ve SERMAYE YAPISI ĠLĠġKĠSĠ, RĠSK YÖNETĠMĠ ve OPTĠMĠZASYON MODELLERĠ

GeçmiĢte iĢletmeler için amaç karın arttırılması olarak düĢünülürken günümüzde iĢletmelerin amacı firma değerinin arttırılması olarak tanımlanmaktadır. Bulundurulan sermaye miktarına ve sermaye maliyetine bağlı olarak firma değeri de doğrudan etkilenmektedir. Özellikle finansal sektör temsilcileri olan bankalar için gerçekleĢtirilen her faaliyette alınan riskler ve bunların karĢılığında risklere bağlı olarak ayrılması gereken sermaye tutarı önemli olmaktadır. Bankalar risk, sermaye ve firma değeri konularında hassas yönetim ve optimizasyon modelleri ortaya koymak zorunda kalmaktadırlar.

ÇalıĢmanın bu bölümünde banka yönetimi tarafından en önemli konulardan biri olan firma değeri üzerinde durulacaktır. Ayrıca firma değeri ve sermaye yapısı etkileĢim incelenecektir. Firma değerini en iyileĢtirme çabalarına bağlı olarak ilk önce risk yönetim modelleri anlatılacak ve daha sonra firma değeri en iyileĢtirmesi için optimizasyon sistemleri araĢtırılarak, bunun içerisinde uygulama bölümünde de kullanılan genetik algoritma çözümlemesi detaylandırılarak anlatılacaktır.

3.1. Değer Kavramı

Değer; para dıĢındaki iktisadi varlıkların değerinin para olarak belirlenmesi, bir iĢletmenin bina, arsa, makine-teçhizat, mal stoku, vs. Ģeklindeki toplam aktiflerinin değerinin takdir ve tahmini Ģeklinde açıklanmaktadır (Seydioğlu, 1992: 142). Değerin göreceli bir kavram olması ve tam olarak saptanmasının güçlüğü sebebiyle, firma değerlemesi finansal yönetimin en karmaĢık konularından biri olarak karĢımıza çıkmaktadır (Ercan, vd., 2003: 1).

Değer yaratma firma amaçları arasında ilk sırayı almadan önce, firma amacı daha farklı boyutlarda idi.1930 lu yıllarda firma amacının kar maksimizasyonu olarak tanımlanmıĢtır. Bu amaç uzun süre kabul görmüĢtür. Robert Anthony, Harward Business Review dergisinin 1960 Aralık sayısında yazdığı "The Trouble With Profit Maximization" isimli makalesinde firma amacının kar maksimizasyonu olamayacağını savunmuĢtur. Her Ģeyden önce kar kavramı, tek baĢına bir anlam ifade etmemektedir (Ercan, vd., 2003: 13). Daha sonraki dönemlerde iĢletmeler firma değerlerini arttırmaya yönelik yönetim modellerini oluĢturmaya çalıĢmıĢtır. Buna bağlı olarak değerleme iĢlemi sadece eldeki bir varlığın değerini tespit için değil, aynı zamanda performans ölçüm aracı olarak ta kullanılmaya baĢlanmıĢtır.

3.1.1. Değer Türleri

DeğiĢik değer kavramlarından söz edilebilir. Değerleme bu sebepten dolayı farklı tanımlar alabilmektedir. (Seydioğlu, 1992: 142). Bu değer kavramları tespiti birbirinden farklı olmakla beraber farklı değer sonuçları da sunmaktadır.

Nominal Değer Defter Değeri Tasfiye Değeri Piyasa Değeri

Gerçek (Olması Gereken) Değer ĠĢleyen TeĢebbüs Değeri

Nominal Değer: Hisse senedinin veya benzeri bir varlığın üzerinde yazılı olan değeridir. Emisyon gerçekleĢtirildiğinde menkul varlıkların üzerine gerçekte geçerliliği olmayan nominal değer yazılır.

Defter Değeri: Bilançoda yer alan aktif toplamdan borçlar toplamı çıkarıldıktan sonra kalanın hisse senet sayısına bölümünden elde edilen sonuçtur ve defter değeri kesin bir rakamdır.

Tasfiye Değeri: Bir hisse senedinin tasfiye değeri, cari fiyatlarla varlıklarının satılması, borçlarının ödenmesinden sonra kalacak olan paranın hisse sendi sayısına bölünmesiyle bulunur.

Piyasa Değeri: Piyasa değeri, bir hisse senedinin arz ve talebe göre alınıp satıldığı fiyattır. Kote edilmiĢ firmanın hisse senedinin piyasa değeri, hisse senedinin borsada satıldığı fiyattır.

Gerçek (Olması Gereken) Değer: Bir pay senedinin gerçek değeri etkin piyasada, bir pay senedinin ait olduğu firmanın varlıkları, karlılık durumu, dağıtılan kar payları, sermaye yapısı gibi değiĢkenlerin belirlediği değerdir.

ĠĢleyen TeĢebbüs Değeri: Bir iĢletmenin piyasa değeri ile defter değeri veya tasfiye değeri arasındaki fark, genellikle iĢleyen teĢebbüs değeri olarak ifade edilir.