• Sonuç bulunamadı

4. AVRUPA MÜZİĞİNDE DÖNEMLER

4.2. Emel Çelebioğlu

4.4.5. Barok Çağ

Yaklaşık tarihlerle operanın doğuşundan (1600) Bach’ın ölümüne kadar süregelen (1750) dönemi Barok çağ olarak adlandıran Say, “Sanat tarihinde dönemler kesin çizgilerle ayrılamaz. Aslında her dönem, kendisinden sonraki dönemin hazırlayıcısıdır. Dönemler, “karşıtlıklar” bağlamında belirginleşir. Müzik tarihinin asıl amacı, başkalıkları saptayarak bunları birbirine karşı konuşturmaktır.” cümleleri ile müzik tarihi ve dönemleri ile ilgili düşüncelerini ortaya koymuştur (Say, 2003: 173).

Say, sanat tarihinde yaklaşık 150 yılı kapsayan ve soylu kesimin beğeni karakterine göre gelişen Barok stilin, resim, heykel, mimarlık gibi sanat dalları için de geçerli olduğunu ve buna şiiri de katmak gerektiğini ifade etmektedir.

Barok çağı sürekli bas çağı ve konser stili çağı olarak betimleyen Say, barok’un özünde saray sanatı olduğunu ve Rönesans ile klasik dönem arasında, soyluların estetik anlayışını yansıtan bir duyarlılık kategorisi olduğundan söz etmektedir. Başka bir açıdan barok çağını, Rönesans dönemindeki toplumsal ve ekonomik bunalımdan sonra, soyluların kültürel alanda egemenliğini ilan etmesi şeklinde de yorumlamaktadır.

Say, barok sanatının özelliklerini şöyle özetlemiştir: “varlıkların güzelliğinden duygusal bir etkilenim ön plandadır ve barok anlayış bu etkiyi ince ayrıntılarıyla göz alıcı bir biçimde işler. Dolayısıyla gösteriş ve görkeme düşkündür, abartmalı bir biçimcilikten yanadır; işçiliğe, sanata ustalığa önem verir. Yaşamdan tat alma isteğini yansıtan ayrıntılı süslemelerle devinim duygusu arasında dinamik bir gerilim vardır. İnsanın ölümlü bir varlık, ya da evrende bir noktacık olması, Barok sanatı başlıca çelişkisine götürür: Hiçlik duygusu. Bir yanda gösteriş ve görkem merakı, öte yanda yaşamın kısalığı ve insanoğlunun evrende bir zerrecik olarak yer alışı” (Say, 2003: 174).

17. yüzyılın ortalarında iki dev müziksel adımın atıldığını bunlardan birincisinin oratoryo ve kantat’ın ortaya çıkışı, ikincisi olarak ise operanın kendi sanatsal kimliğine yeni bir yön vermesi olduğunu belirten Say, 17. yüzyılın son çeyreğinde Barok müziğin Avrupa’nın tüm ülkelerinde yaygınlaşmış ve gelişmiş olduğunu ifade etmektedir.

Barok sanatını, soyluların beğenisini yansıtan saray sanatı olarak tanımlayan Say, 18. yüzyıla gelindiğinde, saray geleneğinden kopmalar başladığını bu yüzyılın sanat anlayışının, soyluların törensel, görkemli ve ağır havasına duyulan eğilimi yumuşatmış, içtenliği ve inceliği ön plana çıkarmış olduğunu belirtmektedir. Mimarlıkta bu sanat anlayışının “Rococo” müzikte ise rokoko, style galant adını aldığı belirtilmiştir.

Rokoko sanatını, aristokrasi ile burjuvazinin üst kesiminin sanatı olduğunu belirten Say, rokokonun daha pahalı ve değerli, daha parlak, şen ve keyfince davranan bir sanat durumuna gelirken, duygusallık, incelik, yumuşaklık ve tinsellik kazandığını ifade etmiştir. Bir bakıma yetkin bir “sosyete sanatı”na dönüşmesine karşın, bir yandan da orta sınıf beğenisine yaklaştığını, büyük bir ustalık ve hüner gerektiren bu süslemeci sanatın, narin, etkileyici ve gerilimli havası, kitlesel, yontusal ve geniş mekânlar gerektiren barok sanatının yerini almış olduğunu belirtmektedir.

17. yüzyıl ile 18. yüzyılın ilk yarısı, klasik çağa kadar olan sürecin genelde “barok” olarak adlandırılmasına karşın, barok ile rokoko arasındaki sanat anlayışının ayrımları oldukça değişik olduğuna dikkat çeken Say, Rokoko’da renk ve ifade farklarının, Barok dönemin belirgin ve kalın çizgisine yeğlendiğini, duygusallık ve duyumsallığın öne çıkmış olduğunu belirtmektedir.

“Özellikle 19. Louis’nin ölümünden sonra (1715), Rokoko bir “sosyete sanatı”na, açıkçası, orta sınıfın zengin kesiminin beğenisine dönüşmeye başlamıştır” (Say, 2003: 224). Günlük yaşamın sınırlarını patırtılı bir biçimde aşmaya çalışıp onları zorlayan yabanıl ve heyecanlı barok görüntülerle karşılaştırıldığında, Rokoko’da her şeyin hafif, olağan ve hoppaca gibi göründüğünü vurgulayan Say, rokokonun, Rönesans ile başlayan ve dinamik çözüm getiren, özgürlüğe yönelik ve kendisini durağan, geleneksel ve örneksel olan ilkeye karşı devamlı olarak korunması

gereken bir ilkenin zafere ulaşması ile sonuçlanan gelişimin son evrelerini temsil ettiğini düşünmektedir. Rönesans’ın sanatsal amaçlarının ancak Rokoko devrinde gerçekleşebildiğini, artık nesnel anlatımların, doğalcılığın amacı olan rahatlık ve gerçeğe bağlılıkla yapılabildiğini belirten Say, Rokoko’dan sonra, hatta bir bölümü Rokoko’nun ortasında başlamış olan orta sınıf sanatının, bu sıralarda, Rönesans’tan ve ondan sonra gelen evrelerden tümüyle değişik, yepyeni bir sanat durumuna geldiğini ve bu sanatın öznellik ve demokratik düşünce ile şartlanmış olan bugünkü kültür çağının başlangıcını oluşturduğunu ifade etmektedir.

“Rokoko, saf bir “sanat için sanat” anlayışını geliştirmiştir. Rokoko gerçekten güzellik ilkesinin kesin olarak egemen olduğu bir beğeni kültürünün son evresi, güzelin ve sanatsal olanın eşanlamda tutulduğu son üsluptur” (Say, 2003: 227).

4.4.5.1. Barok Çağın Başardıkları

Say, en başta sayılması gereken ilerleme olarak, makamsal sistemden “tonal sistem”e dolu anlamıyla geçilmesi ve bu gelişimin müzik tarihinin dönüm noktalarından olduğunu, belirtmekte, böylece 12 majör ve 12 minör tondan oluşan dizge içinde hareket yeteneğinin artmış olduğunu, bir tondan başka bir tona geçebilme olanağıyla (tonal sistemin standartlaşması ve ton değiştirim tekniklerinin yerleşmesiyle) armoni dünyasının sınırsız duygusal, dramatik ifade yollarına ulaşan kapıları açıldığını vurgulamaktadır.

İkinci dönüşüm olarak ise, yaşamın çeşitliliğini ve enginliğini yansıtmaya yönelen opera ve öteki dramatik büyük formların (oratoryo, kantat) bulunup geliştirilmesiyle daha geniş çevrelerin kucaklanması olayını göstermektedir.

Üçüncü olarak ise bütünüyle çalgısal olan yeni formların (Konçerto) yaratılması olayını barok çağın başardıkları olarak vurgulamaktadır.

4.4.6. Klasizm (1750 - 1791)

Benzer Belgeler