• Sonuç bulunamadı

Bulgar Kuvvetleri 1. 2. ve 3. Ordularıyla 18 Ekim 1912’de taarruza geçtiler. 21 Ekim 1912 günü 2. ordu Arda ve Tunca nehirleri arasından Edirne’nin 16-20 kilometre batısı ile Edirne kuzeyi bölgesine kadar ilerledi. Bulgar orduları Tunca nehrinin doğusundan Edirne-Kırklareli hattının 15 kilometre kuzeyine kadar yaklaştılar. İstanbul’da bulunan Mürettep 18. Kolorduya Kırklareli bölgesine, Tekirdağ’daki 17. Kolorduya Saray’ın güneyine yanaşması için emir verildi. Bulgar ordusunun dağınık vaziyeti ve kuvveti, doğu yanına bir taarruz fırsatını veriyordu. Ancak, Şark Ordusu’nun birlikleri de dağınıktı. Bunların toplanmalarının beklenmesi için zamana ihtiyaç vardı. 17 Ekim 1912’de Şark Ordusu karargâhı İstanbul’dan Lüleburgaz’a gelmişti. Şark Ordusu, Kırklareli-Edirne-Yenice hattında savunma kararını verdi. Başkomutan Vekili Nâzım Paşa’nın sürekli işe karışması ve baskısı neticesinde, takriben iki misli üstün bulunan Bulgar kuvvetlerine karşı taarruza karar verildi. O sırada Kırklareli-Edirne çevresinde 1., 2., 3., 4. Kolordular, Edirne’deki birliklerden teşkil edilen Mürettep Kolordu ve Atlı Tümeni vardı. 21 Ekimde, sıklet merkezi Kırklareli-Yanbolu genel doğrultusunda olmak üzere ileri harekâta geçildi (Görgülü, 2014: 6-7).

Abdullah Paşa kumandasındaki Şark ordusu Bulgarlar karşısında kısa sürede bozguna uğramış, 22-23 Ekim 1912’de Kırkkilise Muhârebesi’nin kaybedilmesiyle Lüleburgaz’a çekilmişti. Bir hafta sonra 28 Ekim 1912’de burada yaptığı ikinci muhârebeyi de kaybedince Çatalca hattına kadar çekilmek zorunda kaldı. Şark

Ordusu komutanı Abdullah Paşa, Bulgarlara karşı ordunun durumunu göz önünde bulundurarak savunmada kalmak istiyordu (Halaçoğlu, 2014: 14-50).

Aynı zamanda Osmanlı ordusunun seferberliği hâlâ tamamlanamamış, seferber edilen erlerin % 25’i daha birliklerine katılamamıştı. Zamansız terhis dolayısıyla orduda yeterli eğitim görmüş personelde azalmış; bu yetmiyormuş gibi, birliklerin toplanmaları ve hazırlıkları bitiremeden taarruza geçilmiş ve düşman karşısında parça parça ezilmişti. Bu hal, savaş azminin sarsılmasına ve moralin yıkılmasına yol açtı. Birliklerde disiplin kalmadı ve subaylar, birliklerine hâkim olamadılar. 28 Ekim 1912’de Bulgar taarruzları başladı. Dört gün süren Pınarhisar-Lüleburgaz kesimindeki muhârebede de ordu bozgun halinde geriye kaçınca, Çatalca’ya çekilmeye karar verildi. 13 Kasım 1912’de Çatalca mevzii önüne gelen Bulgarlar, 17 Kasımda taarruza geçtiler ise de muvaffakiyet sağlayamadılar; durmak zorunda kaldılar. 2. Bulgar ordusuna karşı 22-24 Ekimde Edirne’yi bir baskın ile ele geçirme teşebbüsü başarısızlığa uğradı. Şark Ordusunu, Lüleburgaz ve daha sonra Çatalca savaşlarını yaparken, Edirne’deki kuvvetler savunmaya devam ediyordu. 16 Kasım’da ablukayı kıran Bulgar ve Sırp askeri birlikleri, ayrı ayrı tahkimat yaparak, 21 Kasım’dan itibaren Edirne’yi top ateşine tuttular (Görgülü, 2014: 7-8).

Şark ordusunun yenilmesi ve Yunanistan’ın Ege’de üstünlük sağlaması ile Şark ordusunun Makedonya ve batıda bulunan Osmanlı Garb ordusuyla ile irtibatı kesilmiş oldu, Garb ordusu da 23-24 Ekim’de Kumanova’da Sırplara yenilerek Manastır’a çekilmiştir. Sırb Ordusu’nun Üsküp’e girmesinden sonra Balkan devletleri Makedonya’yı işgale başlamışlardır. Yunanlılar ise, 8 Kasım’da Selanik’i ele geçirdikten sonra, donanmalarıyla Bozcaada, Limni ve Taşoz adalarını hiçbir direnişle karşılaşmadan işgal ettiler. Rauf Bey’in (Orbay), Hamidiye kruvazörüyle Ege Denizi’nde Yunanlılarla tek başına savaşarak muvaffakiyet göstermesi neticeyi değiştirmemiştir. Sırbistan’ın genişleyerek, Arnavut bölgelerini işgal etmesi ve Adriyatik’e inmesi üzerine kaygılanan İtalya ve Avusturya’nın desteklemesi neticesi 28 Kasım 1912’de Arnavutlar bağımsızlıklarını ilan ettiler. Birkaç hafta gibi kısa bir süre içerisinde Osmanlı Devleti’nin durumu içler acısı bir hale gelmiştir. Bu geri dönüşü olmayan kaybetme sırasında sadece Edirne Bulgarların, Yanya Yunanlıların

ve İşkodra kalesi de Karadağlıların abluka etmelerine karşı savunmalarını sürdürmekteydiler. Bulgarların İstanbul kapılarına kadar dayanmış olmasından, kendi çıkarlarının tehdit altına girdiğini düşünen Rusya, Bulgaristan aleyhine bir politika izlemeye başladı. Meriç’in doğusunda kalan toprakların Bulgaristan tarafından ilhakını tanımayacağını bildirdi. Balkan Savaşı’nın başlamasından hemen sonra, Osmanlı Devleti’nin uğradığı bu ağır ve beklenmedik kaybetme, iç siyasette büyük reaksiyonlara yol açtı. Nitekim Osmanlı Devleti’nin bu çaresiz vaziyeti karşısında Ahmed Muhtar Paşa sadaretten çekildi ve yerine, 29 Ekim 1912’de dış siyasette İngiltere yanlısı denilen Kâmil Paşa yeni hükümeti kurdu. Ancak bu değişiklik de savaşın aleyhte seyrine mani olamadı.

17 Aralık 1912’de başlayan Londra Konferansı uzun sürmesine rağmen Arnavutluk, Ege adaları ve Edirne’nin bırakılmak istenmemesi sebebiyle dağıldı. Konferansın dağılması üzerine Büyük devletler, savaşın yine başlamaması için 17 Ocak 1913’te Osmanlı Devleti’ne ortak bir nota vererek, Edirne’nin Bulgarlar’a verilmesini, Ege adalarıyla ilgili kararın Büyük devletlere bırakılmasını istediler. Savaşın devam etmesi halinde Osmanlı Devleti’nin daha da zor vaziyete düşeceğini bildirdiler. Görüldüğü üzere, Balkan Savaşı’nın başlangıcında, savaş sonrasında Balkanlar’da statükonun değişmeyeceği garantisini veren Büyük Devletler, bu sözlerini unutmuşlardı. Balkan devletlerini desteklediklerini ve sınır değişikliğini kabul ettiklerini göstermişlerdir. Garb Ordusu 23-24 Ekim’de Kumanova’da giriştiği savaşta Sırplar’a yenildi ve Manastır’a çekildi. Bunun üzerine Sırplar ortaçağ Sırp Krallığı’nın başşehri olan Üsküp’e girdiler. Türkler, tarihinin hiçbir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamışlardı (Halaçoğlu, 2002: 299-300).

Ne yazık ki 1908’de meşrutiyet ilan edilirken duyulan heyecan, aradan dört yıl geçtikten sonra, Balkan toprakları ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kaldığında ne cemiyet, ne ordu ne de halk tarafından duyuluyordu. Hiçbir hazırlık emaresi yok, dağınıklık ve ayrılıklar rüzgârı esiyordu. Ziya Gökalp, daha 1911’de Genç Kalemler

Mecmuası’nda “Altın Destan” ismiyle yayınlanan uzun manzumesinde bu gerçeği acı

bir şekilde dile getirmişti. Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’a karşısında başlayan savaş, ilk birkaç hafta içinde hezimete dönüşmüştü. Osmanlı ordusunun

ansızın bir den çok cephede Balkan topraklarını savunma yeteneğini kaybettikleri ortaya çıkmıştı. Yunanlılar da Selanik’i bir mermi bile atmadan ele geçirdiler. Osmanlı Devleti, hiç kimsenin beklemediği bir mağlubiyetle karşı karşıya kaldı (Zeyrek, 2012: 201).

Benzer Belgeler