• Sonuç bulunamadı

Başvuru şekli ve teknik detayları

B- Metodoloji

3. Başvuru şekli ve teknik detayları

Tezimizin önceki bölümlerinde ortaya koyduğumuz hedeflerin hepsinin tek bir dava ile gerçekleşmesi beklenmemelidir. Kıbrıs Türk toplumu ve mensuplarının hukuki statüsünü iyileştirme çabası uzun yıllar alacak bir mücadeleyi gerektirmektedir. Kıbrıslı Rumların 1970’lerden beri yaptıkları gibi davaların adım adım inşa edilmesi gerekir.

Türkiye ilke olarak AİHM’de GKC aleyhine devletler arası dava açmamaktadır. Bu tür davalar açmanın Türkiye’nin GKC’nin 1960’da kurulan KC olmadığı iddiasına ters düşeceği düşünülmektedir. Bu yaklaşımın hukuki ve siyasi gerekliliği tartışılabilir. Ancak Türkiye’nin bu konudaki tutumunun kısa ve orta vadede değişmesi beklenmemektedir. Bu durumda Kıbrıs Türk toplumunun tüm mensuplarının AİHS haklarına ilişkin davalar bireysel ya da grup olarak açılmalıdır.

GKC’nin adanın kuzeyi ile ilgili sorumsuzluk beyanının geçersizliğinin iddia edilmesi tek başına bir AİHM davası olamaz. Bu konu AİHS’nin bir maddesinin ihlali ile ilgili bir başvurunun kabul edilebilirlik aşamasında AİHM tarafından ele alınacaktır. Örneğin, GKC yönetiminin kuzeye yönelik herhangi bir uygulamasının AİHM’nin Ilascu içtihadına dayalı olarak dava edilmesi sırasında konu doğal olarak gündeme gelecektir. Davanın sonucunda ihlal kararı çıkması şart değildir. GKC yönetiminin davaya sorumsuzluk beyanını gerekçe göstererek ön itiraz yapması ve bu ön itirazın geçersiz bulunması yeterli olacaktır.

Zorunluluk doktrininin uygulama şekli ile ilgili şikayetler geniş kapsamlı ve uzun bir süreç olacaktır. KC Anayasasının zorunluluk doktrini gerekçe gösterilerek uygulanmayan onlarca maddesi vardır. Bu maddelerin her biri için GKC yargı organları önünde ayrı ayrı şikayette bulunulması gerekir. Konunun AİHM önüne

gitmesinin GKC yönetimi için oluşturacağı risklerin büyüklüğü göz önüne alındığında şikayetlerin bazılarının GKC yargı organları tarafından çözüme ulaştırılması da sürpriz olmaz. Ancak muhtemelen GKC yargısının olumsuz kararları sonrasında AİHM başvurularına imkan sağlayacak pek çok madde kalacaktır.

GKC yönetiminin kuzeye yönelik uygulamaları konusunda da benzer bir strateji uygulanabilir. Öncelikle GKC vatandaşı olan Kıbrıslı Türkler, Moldova’nın Trans-Dniester bölgesine yönelik uygulamaları örnek göstererek GKC hükümetinden benzer önlemler talep ederler. Reddedilen talepler GKC yargı organlarında dava edilip, reddedilen ya da aleyhte sonuçlanan davalar AİHM’ye taşınabilir.

GKC yönetiminin Annan planını kabul etmeyerek AİHS 1. maddeyi ihlal ettiği iddiası geniş kapsamlı bir hukuki tartışma başlatmakta kullanılabilir. Annan planının reddedilmiş olması AİHS ihlali olarak tescil edilemese dahi AİHM’nin Ilascu kararında pozitif yükümlülüklerle ilgili olarak yaptığı yoruma dayanarak Annan planın reddedilmesi sonrasında GKC yönetiminin planı kabul eden ve GKC ile birleşme (ki buna planın hukuki yapısı itibarıyla “KC’ye tekrar katılma” da denebilir) yönünde irade gösteren Kıbrıslı Türklerin fiiili durumunu planın öngördüğü şartların gerisinde kalmayacak şekilde iyileştirmeye yönelik adımlar atması gerektiği savunulabilir.

Başta Türkçe’nin AB resmi dili olması ve AB Parlamentosunda temsil hakkı olmak üzere AB ile ilgili konularda biraz farklı bir yöntem tasarlanabilir. GKC yasama ve yürütme organlarına yapılacak başvurulara paralel olarak şikayetler AB Komisyonu, AB Parlamentosu ve AB üyesi ülkelerin hükümetleri nezdinde doğrudan gündeme getirilmelidir. AB organları GKC yönetiminin rızası olmadan bu konularda bağlayıcı kararlar alamayacaktır. Ancak tavsiye kararı ya da görüş niteliğinde bile olsa Kıbrıs Türklerinin şikayetlerine hak veren beyan ve yorumlar GKC yargı organları ve AİHM’deki davalarda destekleyici unsurlar olarak kullanılabilir. AAD’de de AİHM’ye paralel davalar açılmalıdır.

AİHM’de açılacak her türlü davada GKC yönetimi iç hukuk yollarının tüketilmediği ve davanın iyi niyetle açılmış olmadığı savunmalarını kullanacaktır. Bu itirazları aşmak için GKC yargı organlarındaki süreci sembolik değil ciddi ve iyi hazırlanmış olarak yürütülmesi şarttır. GKC ile KKTC arasındaki sınırın açık olması Kıbrıslı Türklerin iç hukuk yollarını tüketme yükümlülüğünün AİHM tarafından yumuşatılmadan uygulanması sonucunu doğuracaktır.

GKC içindeki yargı sürecini vakit kaybı olarak düşünmemek gerekir. Aksine, GKC içindeki tüm süreçlerde Kıbrıslı Türk başvurucuların Türkçeyi kullanma hakkı GKC üzerinde ilave bir yük ve baskı unsuru oluşturacaktır.

Başvurunun hazırlanmasında teknik detaylara çok dikkat etmek gerekecektir. AİHM’nin pozitif hukuk odaklı ve teknik açıdan detaycı bir yaklaşıma sahip bir yargı organı olduğu unutulmamalıdır. Bu noktada Baybora144 ve Karabardak145 davalarında alınan kabul edilmezlik kararları ilginç birer örnek teşkil etmektedir. Bu davalarda AİHM kabul edilmezlik kararının gerekçesi olarak olayın gerçekleşmesinin ardından geçen ilk yirmi yılda GKC makamlarına bir başvuru yapılmamış olması ve kayıplar komitesine yapılan başvuru ile AİHM başvurusu arasında on iki yıl geçmiş olmasını gerekçe göstermiştir.

AİHM’nin Kıbrıslı Türkler ve Rumların şikayetlerini aynı kriterlerle ele almadığı açıktır. Bu durumun adil olmadığı ve Kıbrıslı Türkler için ciddi bir dezavantaj yarattığı söylenebilir. Ancak adil bulmasak da AİHM’nin yaklaşımının tutarlı bir hukuki gerekçesi vardır. AİHM Kuzey Kıbrıs’ı Türkiye’nin fiili kontrolünde olarak gördüğü, Kıbrıslı Rumlar Türkiye’nin tanımadığı bir ülkenin vatandaşı olduğu ve adadaki sınırlar uzun yıllar kapalı olduğu için Türkiye’nin Kıbrıslı Rumlara etkili iç hukuk yolları sunmadığına karar vermiştir. Öte yandan Kıbrıslı Türkler GKC vatandaşı oldukları için ve GKC yargı organları Kıbrıslı Türklerden gelen başvuruları 1964’ten beri değerlendiregeldiği için (GKC yargı organlarının

144 AİHM, Baybora / Kıbrıs Kabul Edilebilirlik Kararı, Başvuru no. 77116/01, 22 Ekim 2002.

önyargılı olduğu ya da adil olmadığı kabul edilse bile) Kıbrıslı Türklerin iç hukuk yollarını tüketme zorunluluğu konusunda daha sıkı kriterler izlenmektedir. Bu çerçevede mümkün olduğunca süregelen ihlallere odaklanılması ve GKC yargı organlarındaki davaların özenle savunulması gerekmektedir.