• Sonuç bulunamadı

Başgil’in Doğal Düzen ve Piyasa Ekonomisi Anlayışı

BÖLÜM 3: ALİ FUAT BAŞGİL’İN LİBERALİZM ANLAYIŞI

3.4. Başgil’in Doğal Düzen ve Piyasa Ekonomisi Anlayışı

Liberalizmde ekonomiye dair uyulması gereken kuralların başında bireysel fayda ve çıkarlar gelmektedir. Ancak bunun nedeni ekonomik hayatı tamamıyla bireysel çıkarlara bağlama veya bireysel ekonomik faydayı tüm insanlığın amacı haline getirme düşüncesi değildir. Bunun altında yatan gerçek sebep, bireylerin faaliyetleri sonucunda elde ettikleri faydaların bütün bir çerçeve içinde değerlendirildiğinde toplumsal faydayı da beraberinde getireceği düşüncesidir. Çünkü bireysel çıkarın başkasının bireysel çıkarıyla karşılaştığı noktada ikisinin de büyümesi durur ve birbirlerini sınırlarlar. Bu noktaya kadar bireyler kazanırken, bireysel çıkarların birbirlerini sınırlandırdığı noktada ise toplum kazanmaya başlar. Çünkü Başgil’e göre bu vesile ile ekonomik ve toplumsal hayatta kendiliğinden ve başka bir şekilde sağlanması zor olan doğal bir denge kurulmuş olur (Başgil, 2007: 65-66). Laissez faireci anlayışın özünde yatan nokta da buradan ileri gelmektedir. Bu nedenledir ki, Başgil’in görüşüne göre bireylerin ekonomik sahada serbest bırakılmaları toplumsal açıdan da önem arz etmektedir ve Başgil bireysel çıkarların piyasada serbestçe hareket etmesini ekonomik özgürlük olarak tanımlamaktadır. Ayrıca toplumsal çıkarlara en uygun olan cemiyet düzenini ekonomik özgürlük olarak belirtmektedir. Bu düzende birey, hayatını istediği şekilde yönlendirme, maddi ve manevi mutluluğunu istediği yöntemle arama hak ve imkânlarına sahip olmalıdır. Çünkü toplumsal servet ve refah, bireysel servet ve refahların birleşmesinden meydana gelmektedir. Yalnızca belirli ülkelerin değil tüm insanlığın ilerleme ve gelişme şartını da bireyin istediği zaman ve istediği kadar çalışması, kazandığını dilediği şekilde harcaması veya yatırım yapması özgürlüğüne bağlamaktadır.

Bireyler, yalnızca kendi çıkarları için çalışarak netice itibariyle toplumsal çıkarların birer hizmetçisi halini almaktadır. Başgil bu durumun tek açıklayıcısını serbest piyasa ve rekabet kanunları olduğunu belirtmektedir. Bu dengeyi sağlayarak bireylerin aynı zamanda hem kendi çıkarları hem de toplumsal çıkarlar için gönüllü olarak çalışmasını piyasada var olan serbest rekabet kuralı sağlamaktadır. Serbest rekabetin önemini Başgil şöyle vurgulamaktadır:

101

“…İktisadi hayatın nazımı ve cemiyet sübabı budur. Bu rekabeti kaldırır veya engellerseniz, işte o zaman şahsi menfaat bir zehir olur ve insanların içine akar. Şahsi menfaat, serbest rekabet sahnesinde hareket etme şartıyla, bir panzehirdir. Bu sahneyi kapatmakla insanlardan şahsi menfaat duygusu silinmez. O duygu kalır, fakat cemiyette hayat ve hareketi öldürücü bir zehir olur. Hastaya yerinde ve zamanında verilen zehir, sıhhat sağlayıcıdır. Yersiz ve zamansız alınan zehir öldürücüdür” (Başgil, 2007: 67).

Bir ekonomide serbest rekabet anlayışının varlığından söz edebilmek için öncelikle serbest piyasa ekonomisine geçilmiş olması gerekmektedir. Bu ekonomi anlayışında bireyler pazar için üretirler ve ürettiklerini özgürce piyasaya sürme hakkına sahiptirler. Piyasa ekonomisinin tarifini kendisine göre yapan Başgil, bireylerin ürettikleri ürüne göre, neye sahiplerse onu satmaya hakkı olduğunu ve bu satışı da ortak bir değer ölçü birimi olan para ile belirlenen fiyat üzerinden yaptığını söylemektedir. Öte yandan ekonomik ürünler yani bireylerin piyasaya satmak üzere sürdüğü her ürün, biri giderdiği ihtiyaca göre belirlenen kullanış değeri diğeri de değişme değeri olmak üzere iki değere sahiptir. Para ile ölçülen değişme değerine modern ekonomilerde fiyat denilmektedir. Bir ürünün değişme değeri ki bu ürün parayla satın alındığı için de dolayısıyla fiyatı, toplumda o ürüne duyulan ihtiyacın etkisi altındadır. Bir ürüne olan ihtiyaç arttıkça, piyasada ona olan talep de artar ve bu da fiyatı yükseltir. Fiyatı yükselen bir ürün de üreticisine sabit maliyetli olduğu için daha fazla kâr bırakmaya başlar. İşte doğası gereği insan kendi kârını en yüksek düzeye ulaştırmak istediği için, sermayesini ve kuvvetini piyasada o an için en fazla talep gören işleri yapmaya ve ürünleri üretmeye yatırmak isteyecektir. Çünkü bu işlerde ve ürünlerde elde edebileceği kâr oranı, pazardaki en yüksek kâr miktarıdır. Her üreticinin aynı ürünü üretip aynı piyasaya sürmesi bir rekabet ortamının varlığını gerektirmektedir. Kârını artırma peşinde koşan sermaye sahipleri, pazarda o mal veya hizmete olan talep düşünceye kadar birbirleriyle olan rekabetlerine devam edeceklerdir. Ne zaman talep düşmeye başlarsa, işte o zaman piyasadaki sermayenin bir yöne doğru akışı da yavaşlayacaktır (Başgil, 2007: 69-71). İşte Başgil’in bahsettiği bu arz ve talep dengesi sayesinde ekonomik hayatta kendiliğinden doğan bir düzen kurulmaktadır.

Başgil’in ekonomi anlayışı gereğince bu dengenin kurulabilmesi için pazarda serbest rekabet anlayışının sağlanmış olması şarttır. Başgil’e göre rekabette serbestlik sağlanmadıkça ekonomik hayatta düzenin sağlanıp istikrarın yakalanması olanaksızdır. Çünkü rekabet, üretimi ihtiyaçla uyumlu hale getirerek, bireyin kendi ürününü pazarda

102

olması gerekenden daha pahalıya satmasını engelleme özelliğine sahiptir. Ayrıca rekabet, fiyatları uygun bir seviyede tutarak üreticinin fazla kâr elde etmesinin de önüne geçer. Bir piyasada serbest rekabet anlayışı benimsenmişse, fiyatlarda ve kâr sınırlarında doğal bir denge sağlanır. Belli bir mal üzerinde piyasada üretim yetersizliğinden ileri gelen bir fazla kâr etme durumu gerçekleşirse, rekabet devreye girerek bu durumun önüne geçer (Başgil, 2007: 71).

Öte yandan Başgil, rekabeti gelişmenin de bir şartı olarak görmektedir. Bu anlamda üretici yine nihai amaç olan kendi kârını en yüksek düzeye çıkarabilmek için maliyeti düşürmek, malı ucuza satmak ve piyasada kendi ürününe olan talebi artırmak amacıyla bir takım araştırma ve geliştirme faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Bu araştırma ve geliştirme faaliyetlerinden kendi işletmesinin yanı sıra toplum da faydalanma şansı bulmaktadır. Ancak yine toplumun bu yolla faydalanabilmesi için Başgil iki önemli şartın gerekliliğinden bahsetmektedir. Bunlardan bir tanesi devletin pazara ve serbest piyasaya müdahale etmemesi, belli bir ayrıcalıklı grup için diğer grupları baskı altına almaması, diğeri ise özel mülkiyetin devlet güvencesi altında tutulmasıdır (Başgil, 2007: 71-72). Bu anlamda devletin ekonomik hayata müdahalesi yalnızca pazarda güvenliğin sağlanması konusuyla sınırlı olmalıdır. Devlet serbest piyasanın işleyişine en ufak bir müdahalede bile bulunmamalıdır.

Özel mülkiyet konusu liberalizm anlayışında ekonomik özgürlükle olan ilişkisi bakımından önemli bir konudur. Çünkü liberalizm gereği bireylerin ekonomik özgür bireyler olması demek aynı zamanda elde ettiği birikimini istediği şekilde yatırıma dönüştürmesi demektir. Bu yatırımlar sermayenin yanı sıra özel mülkiyet edinme konusunda da yapılabilir. Birey kendi emeği, üretimi ve çalışması sonucunda yaptığı birikimi hiçbir yatırım yapmadan elinde tutma özgürlüğüne de sahiptir ve bunu elinden devlet dâhil kimse almamalıdır. Bireyin sahip olduğu mülklere dışarıdan gelebilecek bir müdahale, mülkiyet hakkı bilincini zedelemektedir. Liberal doktrinde bireysel çıkar, serbest rekabet ve özel mülkiyet hiçbir yasadışı eyleme dayanmamalı; tamamıyla meşru, dürüst ve yasal yollarla varlık göstermelidir. Bu anlamda liberalizmde her türlü haksız rekabet, haksız kazanç ve suiistimaller kabul edilmemekte ve bunların yaşanmaması için devletin teminatı aranmaktadır (Başgil, 2007: 72). Dolayısıyla ekonomik anlamda da liberalizmi anarşizm ile karıştırmamak gerekmektedir. Liberalizm devletin pasif bir şekilde kenarda durmasını veya var olmamasını değil, devletin kesinlikle var olmasını ve

103

serbest piyasayı güvencesi altına alarak piyasanın düzgün şekilde işlemesini sağlamasını öngörmektedir.