• Sonuç bulunamadı

B. İnsan Bedeni ve Âlem: Âlem-i Asğar ve Âlem-i Ekber

V. Azîz Nesefî’de Mârifetullah

Allah, insanoğlunun O’nu idrak etmesi için mümkün olduğu kadar önce kendisini olduğu gibi gösterir. Bu seviyeye ulaşmak, kendini bilen yolcunun nihaî maksadıdır. Çünkü bu noktadan sonra bunun ötesinde başka bir seviye olan Ahadiyet seviyesi olduğunu anlar. Taşköprizâde Ahmed Efendi (v. 968/1561) mârifetullahın önemini şu sözlerle ifade etmektedir: ‘‘Bu ilim yani Allah Teâla’yı tanıma ilmi, ilimlerin en şereflisi olduğu herkesin ma’lûmudur. Bir ilmi elde etmek ve ona vâkıf olmak, birçok ilimleri elde etmeye bağlı olduğundan, din âlimleri, müctehid din

imamları ruh ve beden riyâzetleri ile ince ve garip ilimleri çıkarmışlardır.’’435

433Nesefî, Zübdetü’l-Hakâik Hakikâtin Özü, s. 194. 434Nesefî, a.g.e., ss. 195-196.

435Taşköprülüzâde Ahmed Efendi, Mevzuatü’l-Ulûm, çev. Mümin Çevik, Üçdal Neşriyat, İstanbul,

Azîz Nesefî tarafından en yüce maksat ve ulu hedef olarak

mârifetullah/Allah’ı bilme gösterilmiştir.436 Tasavvuf düşünce sisteminde sûfîlerin

büyük bir çoğunluğu Allah’ın özüne ulaşılmasının ve Allah’ı bilmenin imkânsız olduğu fikrini savunurken Keşfü’s-Sırat adlı eserin yazarı olduğu düşünülen Azîz Nesefî eserinde bu konuda farklı fikirlere sahip iki sûfî grubun görüşlerini anlatmaktadır. Ayrıca bir bilgi notu olarak ifade etmek gerekirse Keşfü’s-Sırat’ta yer alan bu pasaj Azîz Nesefî’nin bir diğer eseri olan Keşfü’l-Hakâik’te de yer

almaktadır.437 Keşfü’s-Sırat adlı eserde müellif sûfîlerden bir grubun Allah’ın özünün

bilinebilmesinin mümkün olmadığına inandığını belirtmektedir:

‘‘Kendini bilen Rabbini bilir’’ ve ‘‘Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.’’438

hadîsleri için herkesin bir te’vil/yorumu olduğunu bilin. Hüccetü’l-İslâm Şeyh Şehâbeddin Sühreverdî, Aynülkudât el-Hemedânî (v. 525/1131) ve Yusuf el- Hemedânî (v. 535/1140), Yüce Allah’ta olduğu gibi insanların, peygamberlerin ve Allah dostlarının hakîkatte Yüce Allah’ı bilmelerinin mümkün olmadığını savunuyorlar. ‘‘Kendini bilen Rabbini bilir.’’ hadîsinin tefsirinin, kimsenin kendini gerçekten öz olduğu gibi bilmesinin mümkün olmadığını çünkü Yüce Gerçek’i Yüce Gerçek gibi tanıyamayacağını söylüyorlar. Dolayısıyla Hakîkat’in Bilgisi yani Allah’ı bilme bu öğretiye göre benliğin bilgisinde gerçekleşmektedir. Aynı şekilde şu hadîsin yorumunu

da anlamalısınız: ‘‘Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.’’439 Her ikisini de

gerçekte tanımak mümkün değildir. Ayrıca insan dünyasının bir şeyin formunun kavramsallaştırılması olduğu ve zihindeki bilinen (ma’lûm) ile uyumlu olduğu söylenmiştir. O halde bilinenin bu kişi tarafından görülmesi ya da duyulması ya da kavramsallaştırılması mümkündür. Böyle bir şey duyusal algının nesnesi değilse onun için bir cins veya benzerlik (insan) olması gerekir. Öyleyse benzeri, cins veya tür olmayan ve duyu algısının nesnesi olmayan bir şeyi kavramsallaştırmak nasıl mümkün olabilir? Gerçek olanı kavramsallaştırmak mümkün değildir. O halde O’nun özünün

436Nesefî, Zübdetü’l-Hakâik Hakikâtin Özü, s. 25. 437Nesefî, Keşfü’l-Hakâik, ss. 159-160.

438Buhârî, İsti’zan, 79.; Müslim, Birr, 115; Cennet, 28. 439Buhârî, İsti’zan, 79.; Müslim, Birr, 115; Cennet, 28.

gerçekliğinin bilgisi mümkün değildir. O’nun varlığını işaretler ve göstergeler yoluyla niteliklerini düşünmek için bir yol vardır. Peygamber Efendimiz (sav) ‘‘Allah’ın yarattıklarını düşünün. Allah hakkında düşünmeye kalkmayın.’’

buyurmuştur. Ayrıca Allah’ın özünden bahseden kişi aptaldır.’’440

Yukarıda anlatılan perspektiften bakıldığında Azîz Nesefî’nin kendini bilmek kavramıyla vahdet-i vücûd düşüncesini aynı kavram gibi kullanmıştır. Burada diğer sûfî grup ise, bu aşamanın ötesine geçip Allah’ın özüne ulaşmanın mümkün olduğunu iddia etmektedir:

Şeyhlerin şeyhi Sa’deddîn-i Hammûye İbnü’l-Arabî ve İmam Ahmed Gazzâlî (v. 520/1126) de dâhil olmak üzere diğerleri ise -Allah ruhlarını yüceltsin- insanın gerçekte Yüce Gerçek’i Yüce Gerçek gibi bilmesinin mümkün olduğunu kabul eder. Hz. Muhammed (sav)’in Hakîkat hakkındaki bilgisinin, Yüce Gerçek’in Yüce Gerçek hakkındaki bilgisi kadar olduğunu söylüyorlar. Hz. Muhammed dışında kimsenin kendisini tıpkı benliği tanıdığı gibi tanımadığını da söylüyorlar. Demek ki bu hadîsin anlamı (Rabbini tanıyan) onlara göre zâhir/açıktır. Zira kendini tıpkı benliği gibi tanıyan kişi, Yüce Gerçek’i Gerçek olduğu gibi tanır. Böylece yukarıdaki hadîsin manasını ve

‘’Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.’’441 hadîsinin anlamını başka bir

deyişle talimatla anlamış oldunuz.

Bazı sûfîler bu hadîsin apaçık olduğunu ve bu aşırı apaçıklık sonucunda insanların yanıldıklarını söylemişlerdir. Bu hadîsin manası, kendisini tanıyan kişinin Rabbini tanımasıdır. Çünkü birden fazla varlık yoktur. Muvahhid bir şeyi anlayan ve gören kişidir ve iki şeyi görür veya bilirse Allah ile birlikte başkalarının vekili (müşrik) olur. Öyleyse varoluşun bir olduğu düşüncesine

dayanarak kendini tanıyan Rabbini de tanır.442

440Nesefî, Keşfü’s-Sırat, vr. 208a. 441Buhârî, İsti’zan, 79.

Azîz Nesefî’nin burada îzâh ettiği mertebe kişinin Rabbini bilmesi için ön koşul mahiyetindedir. Bu, kendini bilme makamına ulaşmak için ise yukarıda açıklanan bilgi edinme mertebelerini geçmek gerekmektedir. Yukarıda zikredilen sûfîlerin ikinci grubunun inançları, insanın her şeyde Allah’ın yüzüne şahit olduğu ancak özüne ulaşamadığı tasavvufî düşünce yapısının yorumunu takip etmez.

Keşfü’s-Sırat dışındaki eserlerinde Azîz Nesefî, en yüksek manevî konum olarak

insanın Allah’ın özünü sonsuz yüzleriyle tezâhür ettiği haliyle gördüğü seviye olarak açıklamaktadır. Azîz Nesefî’ye göre istikrarlı bir yolcunun yolu Allah’a benzer. Tıpkı Allah’ın arzuladığı her şeyi yaratması ve arzuladığı her şeyi tezâhür ettirmesi gibi kendini bilen yolcu da kendi benliğinin efendisi olabilir. Başka bir ifadeyle kendini bilme seviyesine ulaşan bir yolcunun ruhu saf ışık gibidir ve bedeni tüm

renkleri bu saf ışıktan ayıran bir prizma gibidir.443

Azîz Nesefî’ye göre Allah ile kendini bilen kimse arasındaki özdeşlik sorunu bulunmaktadır. Bu sorunun yanıtı hem olumludur hem de olumsuzdur. Kendini bilen kimsenin yüreğine yansıyanın Allah’ın görüntüsü olduğu gerçeği açısından olumludur, ancak aynı zamanda olumsuzdur, çünkü yansıma yalnızca bir biçimdir. Yani yalnızca Allah’ın kendi kendini açığa çıkarmasıdır. Bu noktada Azîz Nesefî’nin

Tenzîl’in girişinde Hakîkatin saf özünün bir bireyin zekâsının O’nu kuşatamayacak

kadar büyük olduğu yönündeki uyarısını hatırlamak gerekmektedir.444

Azîz Nesefî’nin tasavvufî düşünce sisteminde akıl ve mantıksal argüman İlâhî Hakikat olan Allah’ın gerçek gerçekliğini kavramak için yetersiz olsa dahi Azîz Nesefî, her şeyde çokluğa tanıklık eden yolun başında olan yolcuyu, yolun nihayeti olan Rabbini bilmesine kadar götüren sistematik bir algı hiyerarşisi tasvir etmektedir. Söz konusu bu hiyerarşide dört seviye bulunmaktadır: Bunlardan ilki ‘‘zikir’’, ikincisi ‘‘fikr’’, üçüncüsü ‘‘ilham’’ ve dördüncüsü de ‘‘tefekkür’’dür. Azîz Nesefî, Rabbini bilme gayesinde olan seyr ü sülûk yolcusunun bu merhaleleri geçmediği

sürece hakiki bilme eylemini kimsenin anlayamacağını ifade etmektedir.445 Azîz

443Nesefî, Keşfü’l-Hakâik, ss. 141-142. 444Nesefî, Tenzîl, vr. 38a.

Nesefî’nin kurmuş olduğu bu sisteme göre insan önce kendini bilecek ve akabinde nihaî gayesi olan Rabbini bilecektir.