• Sonuç bulunamadı

4.2 Kanaat Önderlerince Dile Getirilen İslamofobik Söylem ve Tezler

5.1.1 Avrupa Medya’sının İslam’ı Konu Ediş Şekli

Bugün bireyler, hangi topluma ait olurlarsa olsunlar, diğerlerini medya aracılığıyla algılamakta ve tanımlamaktadır. Başka bir deyişle “gerçek” medya aracılığıyla kurgulanmaktadır. Bu bağlamda özellikle doğrudan erişilebilir olmayan ve farklı kültürlere sahip toplumlar ve bireylerle ilgili kanaat medya aracılığıyla oluşmaktadır. Herhangi bir

56

ülkenin ya da toplumun değerlerini, bakışını ve tutumunu algılayabilmek için, o toplumun medyasına bakmak önemli bulgular ortaya koyacaktır.

Avrupa medyası, çok uzun süre İslam konusuna uzak durmuş, neredeyse hiç gündemine almamıştır. Bu tablo İran devrimi ile biraz değişmiş, 11 Eylül olayları ile medya algısında radikal bir değişim olmuştur. Avrupa Müslümanlarının yaşam biçimlerinde büyük bir değişim olmamasına rağmen medyadaki bu algı değişimi global politikaların İslam ve Müslümanlar konusundaki yeni planları ile anlaşılabilir. İslamofobik yapıya sahip olan medyanın İslam’ı ele alış biçimine uyguladığı strateji şu şekildedir:

Olaylar yalnızca belirli bir perspektiften ele alınarak sunulmaktadır (Burada kastedilen perspektif Müslümanların yaşam tarzı ve din hürriyetinin göz ardı edilerek bu farklı tarzın Avrupa kültürü için oluşturduğu tehlike ye vurgu yapmaktadır.)

Bilgi yerine bolca görüntü kullanılmakta ve bu şekilde zihinlerde mevcut yerleşik olan anlamlar ile kolayca bağlantı kuracak ve mevcut anlamları çağrıştıracak olay ve konular (tehdit, gayri medeni, şiddet sever, barbar, eğitimsiz, görgüsüz, istilacı) gündeme getirilmektedir.

Kamuoyunda yerleşik kurumsallaşmış konularla(terör, işsizlik, eksen kayması, örtünme, şiddet, soygun vb.) kolayca ilişkilendirilen konular seçilmektedir.

Metafor (efsane), klişeler ve stereotipler yoğun bir biçimde ele alınmaktadır(Gökçe, 2011: 17-21).

Bu tür bir haber stratejisine bir örnek vermek gerekirse Hollandalı yönetmen Van Gogh’un İslam’da kadına yönelik şiddeti konu alan Submission (İtaat) adlı film yüzünden 2004 yılında Faslı bir genç tarafından bıçaklanması haberinin medyada sunumu kullanılabilir. Burada işlenen cinayet her şekilde kınanmalıydı. Ancak bu haber Avrupa medyasında dramatize edilerek ve derin İslamofobik bir psikoloji yaratmak üzere şu tespitte olduğu üzere işlenmişti: “O dönemde özellikle Avrupa medyasında yönetmenin öldürülmesi kadar ilgi çeken bir diğer detay, Van Gogh’un son anlarında faslı katiline dönüp ‘bunu tartışamaz mıyız? diye sormasıydı (Özsöz, 2012: 5).” Bu örnekte görüleceği üzere, medya bu tür olayları ele alırken kullandığı dil, hikaye hatta görseller ile, konuyu bambaşka bir boyuta çevirebilmektedir. Medyanın gücü ile benzer olaylardan insanın bu tür detaylar ayıklanıyor ve bunlar Batıda “Bu olay bile Müslümanlarla müzakere edilemeyeceğini gösterir” şeklindeki yargıların oluşmasına sebep oluyor. Yani eser üretilme amacına kolaylıkla ulaşıyor. Dolayısıyla nefret söylemi içeren söylemlerin oluşumu ve sunulması da meydana gelen karşı eylemler yüzünden unutulmamalı, bu tür amaç güden söylemlere müsaade edilmemelidir. Hali hazırda Avrupa medyası, İslam’ın siyasal boyutu üzerine odaklanmakta önce köktendincilikle sonrasında ise aşırı hareketler ve terörizmle bağdaştırmakta ve halkta bu yönde bir algı oluşturabilmektedir.

57

Yukarıdaki tespitler ışığında, Avrupa medyasında İslam karşıtı tartışma ve tepkiler bir sıra içinde aynı şekilde meydana gelmektedir. Önce İslam’a karşı Müslümanların duyarlı olduğu bir konuda aşağılayıcı bir yayın yapılmakta, sonra da Müslümanların gösterdiği tepkiler gerekçe gösterilerek saldırganlar kendi tezlerini kanıtlamış olmaktadırlar.

Bu tür senaryolara örnek olarak Şeytan Ayetleri kitabıyla tüm İslam alemini üzen ve bu konuda şiddetli protestolara sebep olan Salman Rüşdi’ye verilen şövalyelik madalyası ve bu madalyaya tepki gösteren Müslüman grupların protestolarının

“Müslümanların ilkelliği ve barbarlığını” göz önüne sermek üzere Batı medyasında yer alması verilebilir (Salman Rüşdi Tartışması Büyüyor, 19 Haziran, 2007, http:// www.bbc.

co.uk/turkish/news/story/2007/06/070619_rushdi_update.shtml).

Avrupa medyasının İslam’ı şiddetle özdeşleştirme ve bu tür haberleri yoğun olarak ekrana ve gazetelere taşımasının tek nedeni İslamofobi yaratma stratejisi olarak değerlendirilemez. Zira medya kuruluşları, dahil oldukları pazarda daha çok talep yaratmak üzere popüler konulara yer vermek durumundadırlar. Konuya ilişkin Avrupa medyasından bir duayene sorulan soruya verilen yanıt şöyledir:

2004 yılında The Daily Telegraph’ın editörü Roger Coombs’a “Neden Müslüman dünyasını, terörle bağlantılı gösteren haberler yapıyorsunuz?” diye sormuştum. Bana,

“Gazetecilik ticari bir kuruluş. Her gün sayfalarımın yarısını bana reklam verenlere satıyorum, diğer yarısını da bu reklamları satmak için haberlerle doldurmam gerekiyor. Şu anda üç şey satışlarımı artırıyor; David Backham, Irak Savaşı ve İslami terör” diye cevap verdi (Uzun,2012: 82).

Avrupa demokratik sisteminde ifade özgürlüğüne geniş sınırlar tanımakla birlikte, bazen farklı toplulukların hassas olduğu etnik, dinsel konularda nefret söylemi boyutuna ulaşan ifadeleri ayırt etmesi gerekmektedir. Bu ayırt etme sürecinde Avrupa bir ikilemle karşı karşıyadır. İfade özgürlüğünün dokunulmazlığı evrensel bir doğruyken, nefret söyleminin eşitliğe, bütünleşmeye zarar verdiği ve mağdura yönelik şiddeti veya mağdurun bu söylemlere karşı oluşturacağı tepkisel eylemleri tırmandırabilecektir. Bu olaylara yakın tarihten örnek olarak ABD’de gösterilen ve video paylaşım sitesi youtube’da çok sonra fragmanı ve kesitleri yayınlanan “Müslümanların Masumiyeti” filmi verilebilir. Avrupa dahil tüm dünya Müslümanlarınca tepkiyle karşılanmış, hatta eylemlerin birinde ABD Libya büyükelçisi Chris Stevens ve üç güvenlik çalışanı elçilik binasında öldürülmüştür.

Bu olay sonrasında haklıyken haksız duruma düşme deyişi yerini bulmuş, film asıl amacına ulaşarak Batıda İslamofobiyi körüklemiştir. Bu örnekte görüldüğü üzere ifade

58

özgürlüğü bağlamında ele alınan bir konu insan ölümüne sonrasında da ırkçı bir tutum olan İslamofobiye dönüşmüştür. Batının demokratikleşmenin bir ayağı olarak, nefret söylemine varan ifade özgürlüğüne müsaade etmemesi gerekmektedir.

Prodüksiyonu ABD’de yapılan ve dünya çapında popüler bir animasyon dizisi olan South Park ünlülerle alakalı yaptığı gibi dinlerin kutsallarıyla, peygamberleriyle alakalı ağır espriler yapmaktadır. Birçok defa bu yüzden dava edilişmiş olan dizi buna rağmen tartışılmasından korkulan konuları gündeme taşımıştır. Dizi 14. Sezon 5-6. bölümlerinde dava edilişini konu alırken İslam dini peygamberi Hz. Muhammed’in dokunulmazlığı olduğunu, onu gösterirlerse bombaların peşi sıra patlayacağını ifade etmiştir. Dizide yüzü, vücudu ya da sesinin yayınlamaz olduğu, aksi halde Müslümanların büyük bir öfkeyle eylemler başlatacağı konusu yer almaktadır. Nihayetinde ise Hz. Muhammed dizide gösterilmemiş ve üzerinde “sansürlü” yazan bir siyah şeritle yer alarak Müslümanların aşırı tepkileri bu oto sansürle protesto edilmiştir. Dizi bu bölümlerinde Müslümanların bu konudaki tahammülsüzlüğü eleştirilmiştir. Müslümanların dini inanışları gereği resim ve heykel yasak olduğundan özellikle peygambere ait görsel unsurlara izin verilmediğinden bu konuda bir hassasiyet duydukları açıktır. Dünyanın da Müslümanların bu hassasiyetine saygı duyması gerekmektedir. Ancak çoğu kez aksi hareket edip hiciv espri konusu yapan ya da karalayan kuruluşlara karşı hukuki yollar izlenmekle yetinilmemiş, ölümlerle sonuçlanan eylemler başlatılmıştır ki bu da Müslüman kesimin bir hatası olarak kabul edilmelidir. Bahse konu rencide edici olaylar karşısında devlet bazında ya da uluslararası hukuki girişimler yasal İslami Örgütlerce ve Müslüman devletlerce yapılmalı ve Batıda oluşan “tahammülsüz, saldırgan Müslüman” imajına mahal verilmemelidir.

ABD başta olmak üzere kimi Batılı ülkelerde İslamofobiye konumuz Avrupa’da İslamofobi olduğundan değinilmedi. Ancak AB, kimi politikalarını ABD’ye rağmen gerçekleştirebilmesine karşın çoğu politikasında istemese de ABD ile eşgüdüm içinde hareket edebilmektedir. Bu konu da Avrupa’nın başta bünyesinde yaşayanlar olmak üzere Müslümanlara yönelik politikalarında sorunlar yaratabilmektedir. Örneğin Arap Baharı olarak adlandırılan Ortadoğu hareketlerinde iktidara gelen oluşumlar ABD ve müttefiki İsrail tarafından köktendinciliğe meyilli olarak algılandığından tereddütle karşılanmaktadır.

Bu yüzden bu tür oluşumlar demokratik yollarla gelmiş olsa bile tercih edilmemektedir.

Güncel bir örnek vermek gerekirse hem ABD hem AB, Mısır’da askerin yönetimi devralması hususunda ne söylem ne de faaliyet olarak etkin bir tepkide bulunmamıştır.

59

ABD başkanı Barack Obama: “Konuya ilişkin Mısır ordusunu kapsayıcı ve şeffaf bir süreç üzerinden mümkün olan en kısa zamanda tam otoriteyi tekrar demokratik yollardan seçilmiş bir sivil hükümete geri verme yolunda hızlı ve sorumlu şekilde hareket etmeye ve Mursi ve destekçilerine yönelik keyfi tutuklamalardan kaçınmaya çağırıyorum.” derken AB de yaşananları darbe olarak nitelendirmekten ve kınamaktan kaçındı. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, "Umarız yeni yönetim bütünüyle kapsayıcı olur (AB ve ABD Darbe Demedi, 04 Temmuz 2013, http://www.

aksam.com.tr/dunya/ab-ve-abd-darbe-demedi/haber-222053)”dedi. Bu tarz tutumlar ya da daha ileri boyutta mevcut askeri yönetime destek çıkabilecek açıklamalar Avrupa’da geçmişte Salman Rüşdi olaylarında olduğu gibi protestolarla karşılanır ve provokatörlere açık bu tarz eylemler medya tarafından aşırı ve saldırgan olarak servis edilirse yakın gelecekte bir İslamofobik politika ve sertleşen aşırı dinci cevap şeklinde bir başka kısır döngüye dönüşebilir.