• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL ÇERÇEVE: CİNSİYET VE MEKÂN

3.2. Araştırmanın Sınırlılıkları

Araştırmanın öncelikli sınırlılığı, Türkçe coğrafya literatürde coğrafyanın değişen anlamı ve feminist coğrafyaya ilişkin tartışmaların yeni başlamış olmasıdır. Araştırmaya başladığım 2015 yılında bir feminist coğrafya araştırmasının nasıl yapılacağı ile ilgili başvurabileceğim Türkçe kaynakların azlığı, araştırmanın ilk sınırlılığı oldu. Ayrıca araştırma sürecinde konuyu marjinalleştirenlerin yanı sıra bu araştırma sık sık, “Bunun neresi coğrafya?” sorusu ile de karşı karşıya geldi.

Feminist coğrafyanın Türkçe literatürde yeni görünmeye başladığı bir süreçte bu çalışmaya başladığımda konuyu marjinalleştiren söylemlerle de karşılaştım. Mesela feminizm üzerine tartıştığım bir meslektaşım, coğrafi araştırmalarda haberdar olduğumuz hiçbir teoride, feminist teorideki gibi bir “dallanıp budaklanma!”nın olmadığını, bu kadar çok feminizm türünün varolmasının aslında sorunun kadınların kendilerinden kaynaklandığını gösterdiği biçiminde alaycı bir tavırda bulunmuştu. Kendisine burada cevap vermem gerekirse, feminist teorideki bu çeşitlilik, kadınların kendi aralarında anlaşamadıklarını göstermenin aksine bu sorunun ne kadar derin bir sorun olduğunu göstermektedir. Ayrıca ikinci bölümde detaylı biçimde yer verdiğim gibi tüm feminizm türlerinin ortak hedefi, cinsiyete dayalı sömürüyü ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla yürütülen her mücadele bir öncekini daha ileriye taşıyarak farklılıkların zenginliğini oluşturmuştur.

Araştırmanın diğer sınırlılığı ise toplumsal hareketler ve kadının toplumdaki konumu ile ilişkilidir. “Kadınlar ve coğrafya: gözden geçirme ve tanıtma” (Women and geography: a review and prospectus) adlı makalelerine Zelinsky, Monk ve Hanson (1982: 318), “geçen on iki yılda kadın hareketinin meydana getirdiği

değişiklikleri görmemek için uyur gezer olmak gerekir” ifadesi ile giriş yapmışlar ve

Coğrafya bu entelektüel ve sosyal görünüme nasıl dahil olur?” sorusunu sormuşlardır. Bu soru, toplumsal değişimlerin üzerine inşa edilen bir araştırma sürecine işaret etmektedir. Bu araştırma ise, kadın hareketi ya da benzeri bir toplumsal değişme ile desteklenen bir sürece tekabul etmemesi bakımından da dezavantajlıdır. Bu bakımdan konu yer yer hem ilgili çevrelerce hem de kadınların kendileri tarafından küçümsenmiş ve gerekli görülmemiştir.

115

Örneğin önceleri dükkanından alışveriş yaptığım bir kadın, kendisine araştırmamdan bahsettiğimde “ben böyle şeyleri pek sevmem” yanıtını verdi. Kendisine sadece günlük hayat üzerine konuşacağımızı söylediğimdeyse “günlük

hayatta ne olsun işte işe geliyorum ev çamaşır bulaşık yorucu oluyor ama bunlar da güzel şeyler” yanıtını verdi. Benzer tepkiyi, (büyük ihtimalle kendi işletmeleri olan)

bir çanta dükkanında çalışan bir kadınla olan iletişimimde de yaşadım. 20’li yaşlarda evli bir kadına çalışmamdan bahsettiğimde, kendisinden aldığım yanıt “hayırlısı

olsun” oldu. Bu ve benzeri, görüşmeye isteksiz ya da araştırmayı gereksiz gören

tavırlar hem araştırma sürecinde motivasyonumu düşürdü hem de bu kişiler ile derinlemesine iletişim kuramayacağım hissi nedeniyle onlarla yeniden görüşme isteğimin önüne geçti. Bu açıdan araştırma sahasında, kendi hayatında ya da kadın kimliğinde bir sorun görmeyen ve bu yüzden bu konu üzerine konuşmayı gereksiz gören, kendilerine çalışmamdan bahsettiğimde “ben eşime o güveni vermişim,

istediğim saatte çıkarım” ifadeleriyle ataerkilliği yeniden üreten kadınlarla

karşılaştım. Kadınların araştırma konusunu bir problem olarak görmeyen, mesela bugün hâlâ evinden çıkamayan kadınların varlığından bahsettiğimde yüz ekşiterek “aaa yoktur” şeklinde karşılık veren, herkesi kendi gibi gören ve kendisinin de yeterince özgür olduğunu düşünerek bu konuyu konuşmanın gereksiz olduğunu düşünen kadınlar oldu. Bu karşılaşmalar ise, kadınların mekânsal hareketlerini kısıtlayıcı nedenleri belirleyerek bu kısıtlılıkları aşmaya yönelik yollar belirlemeyi amaçladığım bu araştırmanın gerekliliğini sorgulatarak, araştırma sahasında çok kere motivasyonumun düşmesine sebep oldu. Bu anlamda araştırmanın çıkmazlarından bir diğeri de kadınların benimle görüşme yapmayı bana iyilik olsun diye kabul etmeleriydi. Ben bu çalışmayı onlar için yaptığımı düşünürken, onlar görüşme yapmayı bana iyilik olsun diye kabul ediyorlardı. Bu da araştırma sürecinde bana bu araştırmanın gerekliliğini sorgulatan bir diğer nedendi. Bu deneyim bana bu çalışmayı onlar için mi yoksa kendim için mi yaptığım ikilemini yaşattı. Nitekim kadınların mekânsal hareketliliklerinin kısıtlanmasını bir sorun olarak görmeyen kadınların yanı sıra bunu bir sorun olarak görenler de bu çalışmanın kendilerine bir faydası olacağını düşünmüyorlardı.

Araştırmanın bir diğer sınırlılığı da kadınların kendilerini küçümsemeleri, kendi deneyimlerini yeteri kadar önemsememeleriydi. Örneğin kadınların bir tanesi görüşmenin başında “ne yapcaz şimdi biz”, bir diğeri de “ne yapacaz ki, ne görüşcez

116

ki” diye gülerek kendini öteki olarak konumlandıran bir yaklaşımda, bir diğeri de

görüşme bitince “inşallah faydası olmuştur” ifadesi ile, bir başkası da görüşme sırasında “eşim sizle konuştuğumu duysa bayağı güler bana”, “Niye güler

dediniz?”diye sorduğumda da “çok konuşuyorsun diyo, çok gereksiz konuşuyorum çok konuşuyorum diyo” ifadeleriyle kendini öteki olarak konumlandıran söylemlerde

bulundular. Yine görüşme yaptığımız sırada beni tanıdığı bir kadınla tanıştıran A kişinin, beni tanıştırdığı kadına, “sen mutlaka konuş bak sen bayağı kültürlü bir

insansın” demesi, böyle bir araştırmaya katılmanın kültürlü olmayı gerektirdiği

düşüncesini göstermektedir.

Çalışmanın sınırlıklarından bir diğeri de kadınların kentsel kamusal mekânda sadece dolaşmak için değil genellikle bir iş için bulunmaları, bu nedenle de yoğun ve iletişime kapalı olmalarıydı. Özellikle iş yaşamına katılan kadınların günlük yaşamda ev ve iş yükünün ortak ağırlığı ile mücadele ediyor olmaları onların, dışarıda kendilerine ya da başkalarına vakit ayırmalarını güçleştirmektedir. Çalışma sahasında tanıştığım kadınlardan biri “o kadar yorgunum ki, kafam yorgun” diyerek görüşmeyi ilerletmeyi reddetti, bir başkası, “annem var evde yatalak babam var” ifadesi ile onu yoran bakım görevlerine işaret etti, bir başkası “beni yorma zaten yorgunum

hayattan” ifadesiyle bir başkası da iş yeri için “çok yoğun oluyor çok, vaktim olursaa görüşürüz vaktim olmazsaa muhabettimiz böyle devam eder” ifadesiyle görüşme

yapmayı erteledi ve bazıları da görüşmeyi ancak iş yerinde ve iş saatlerine sıkıştırarak kabul etti, iş yerinden çıktıktan sonra mutlaka eve “yetişmesi” gerektiği yönünde açıklamalar yaptılar. Bu ifadeler bir yandan kadınlarla görüşme yapmayı güçleştiren birer sınırlılık olarak karşıma çıkarken bir yandan da kentsel kamusal mekânda çalışan kadınların gündelik yaşamdaki yoğunlukları ve hayatın onlar üzerindeki yüküne işaret etmesi bakımından da anlamlıdır. Nitekim birçok kadın, istedikleri herhangi bir zamanda bir saat kadar konuşmayı vakitleri olmayacağı gerekçesiyle reddettiler. Bu bakımdan hem günlük sorumlulukların yoğunluğu hem de kentsel kamusal mekânda bir iş için bulunuyor olmaları kadınlarla iletişim kurmayı zorlaştırdı. Kadınların çoğu çok yorgun olmaktan ve vakti olmamaktan şikayetçi iken kentsel kamusal mekânda başıboş dolaşan çok sayıda erkek olup ayrıca ben kadınlarla görüşme yapmak üzere çalışma hakkında konuşurken, “neden

sadece kadınlarla benle de görüşme yap” diyerek görüşmeye dahil olmaya çalışan

117

erkeklerin yanı sıra gözlem yaparken de gelip neden gözlem yaptığımı ya da ne yaptığımı ya da neden fotoğraf çektiğimi soran hiç bir kadın olmazken birçok erkek oldu. Gelip ne yaptığımı soranlar, merak eder bakışlarla bakanlar hep erkeklerdi.

Bu çerçevede kentin küçük-kapalı yapısı ve kenti kullananların daha çok erkek olması birçok konuda sınırlayıcıydı. Mesela gözlemlediğim yerleri fotoğraflamak üzere kentte her bulunuşumda rahatsız eden erkeklerin bakışları ve soruları ile karşılaştım. Bir kadın olarak şehirde öylece fotoğraf çekmek için dolaşmam, kentteki bazı erkekler tarafından sorgulandı. Fotoğraf çekmek için belki onuncu kez şehre gittiğimde, henüz Kurtdereli Mehmet Pehlivan heykelinin arkasında görünen otoparkın resmini çekerken, köşedeki erkek manav ne yaptığım ile ilgilenerek gözünü ayrımadan beni seyrederken, yan mağazadan da 60’lı yaşlarda bir erkek koşarak gelip neden fotoğraf çektiğimi sordu. Başka bir gün, bir ara sokağın resmini çekerken bir berber, dükkanından çıkıp gelip bana neden fotoğraf çektiğimi sordu. Kendisine, sokağın resmini çektiğimi, internet cafesi ile, çay ocağıyla, berberiyle o sokağın eril kullanımlara hapsedildiğini söyledim ve ayrıca eğer fotoğraf çeken bir erkek olsaydı gelip ona bu soruyu sormayacağını, beni yalnız bir kadın olarak gördüğü için gelip bu soruyu sorduğunu ve böylece gündelik yaşantıma da müdahale ettiğini söyledim. Araştırma süreci boyunca kentsel mekândaki erkeklerle benzer diyaloglar ile, gündelik yaşamda cinsiyete dayalı iktidar üzerine düşünmeleri için bir kapı aralamayı amaçladım. Araştırmanın sınırlılığı bakımından ise bu ve benzer deneyimlerle, fotoğraf çekme sürecim her defasında kentteki tanımadığım erkekler tarafından çok sık bölündü. Ayrıca bu davranışları nedeniyle, doktora tezim için çektiğim fotoğrafların neredeyse hiçbirini rahat ve sakince çekemedim. Aksine “aman şimdi yine soracaklar” düşüncesi ile alelacele çekmek zorunda kaldım. Pek çok yerde sokağın fotoğrafını çekebilmek için çok sık rastladığım bir görüntü de sokağın ortasında muhabbet eden erkeklerdi. Ben sokağın resmini çekecekken sanki onların resmini çekiyormuşum gibi bir durum ortaya çıkmasın diye çok kez fotoğraf çekmeyi ertelemek durumunda kaldım. Halbuki orada muhabbet halinde olan erkeklerin de araştırma kapsamında bir anlamı vardı. Yine de kişisel haklarını zedelemek kaygısıyla çok defa sokağın fotoğrafını çekmekten, orada durmakta olan erkekler yüzünden vazgeçtim. Fotoğraf çekme ya da sahada ne yaptığımı gelip soranların hep erkekler olması ile birlikte, ataerkil kültürün mahrem anlayışında kadınların, kentte fotoğraf çeken birinden rahatsız olacağı düşüncesine karşın hiç bir

118

kadının ne yaptığım ile ilgilenmemesi de aynı anlamı taşıyordu. Bu anlam, erkeklerin aksine kadınların sokağı, etraflarına bakmadan gelip geçerek, geçip giderek kullanmalarıydı.

Bununla ilişkili olarak araştırmanın bir diğer sınırlılığı da, kentsel kamusal mekânın veya tanımadıkları kişilerle iletişime geçmenin tehlikeli olduğu düşüncesi ile kadınların, kentsel kamusal mekânda iletişime kapalı olmalarıdır. Bunda hem kamusal mekân deneyimlerinin kısıtlı oluşu nedeniyle kamusal mekânda güvensiz hissetme hem de ailedeki erkeklerin baskısı yani genel anlamda eril tahakküm etkilidir. Örneğin görüşme yapmak istediğim kadınlardan bir tanesi benimle görüşme yapmayı doğrudan reddetmezken beni sürekli etrafındaki çalışan kadınlara yönlendirdi. Bu davranışı ile bu kişi, gerçekten de bir araştırma yapıp yapmadığımdan emin olmaya çalışmaktaydı. Bununla beraber aynı kadın rasgele bir gün işyerine uğradığımda eşi, bir diğer defasında da büyük oğlu işyerindeyken onların önünde çalışmadan bahsetmediğim için “iyiki söylemedin önünde” ifadesi ile böyle bir çalışmaya dahil olma konusunda, ailedeki erkeklerden çekindiğini belli etti.

Benzer bir tanışma deneyimim, Balpark (Balıkesir Otopark İşletmeleri) fiş kesimi işi ile, bütün gününü sokakta geçiren bir kadın ile oldu. 40’lı yaşlardaki kadın sokaktan geçen 50’li yaşlardaki kadınlarla sohbet ediyordu, iletişime açık biri olduğunu düşünerek yanına gittim, ona çalışmamdan bahsettim ve eğer mümkün olursa daha sonra da görüşebileceğimizi söyledim. Kadın bana “bizim yarım saat

iznimiz oluyor” dediğinde bir gün iş çıkışı da konuşabileceğimizi söyledim fakat

kadın, yine yoğunluk ve aile içi yükümlülüklere işaret ederek, “çıkışta beni eşim

bekliyor hiç vaktim olmaz” dedi. Bende kendisine benimle bu konuda konuşabilecek

bir balpark fiş kesimi yapan herhangi bir kadın tanıyıp tanımadığını sordum o da “evet var” dedi ve bir arkadaşının adını söyledi. Beni onunla tanıştırabilir mi diye sorduğumda ise kadın bana ertesi gün için randevu verdi. Ertesi gün yanına gittiğimde ise kadın, merhabama karşılık verip hızla karşı kaldırıma geçti. Bende belki bir nedeni vardır gelecektir diye biraz olduğum yerde bekledim. Bir iki dakika sonra kadın, yanında bir erkek ile beraber gelerek “bizim sizinle konuşmamız

yasakmış” cevabını verdi. Ben de zaten istemezlerse kendileriyle görüşmeyeceğimi

söyleyerek yanından ayrıldım. Fakat kadının karşı kaldırıma geçip sonra da oradan bir erkek eşliğinde yanıma gelmesi, kadının kentsel kamusal mekânda iletişim

119

kurmaya ilişkin çekimser davranışına ve bunun için bir erkekten yardım isteyen koruyucu ataerkil düşüncesine işaret etmektedir.

Kadınların kamusal mekânda olan şeyleri tehdit olarak algılamaları ve riskli bulmaları kentsel kamusal mekân deneyimlerinin kısıtlı olmasından kaynaklanan bir davranış olup aynı zamanda bu kısıtlılığı sürdüren bir çıkmaza işaret etmektedir. Nitekim kentsel kamusal mekân kullanımı büyük ölçüde kısıtlı olan kadınlar kamusal mekânda tanımadıkları kişilerle iletişime geçmeyi kesin bir şekilde reddederken, iletişim kurarak görüşme yapılabilen kadınlar az çok kamusal mekân deneyimi olan ve aile içi güç ilişkilerinde söz söyleyebilen kadınlar olmaktadır. Bu açıdan aile içi güç ilişkileri ile sınırlandırılan kadınlar yine sesine ulaşılamayan, madun kadınlar olarak kalmaktadırlar.

Araştırmanın bir diğer sınırlılığı da görüşmelerin ses kaydı ile kaydedilmek istenmesidir. İletişim kurduğum kadınlardan birçoğu ses kaydı ile görüşmeyi kabul etmedikleri için görüşme yapmayı reddetmişlerdir. Bunlardan biri ile ses kaydı olmadan not alarak görüşme yapmayı denediysem de etkileşimli bir konuşma ortamı sağlanamadığı için sonrasında ses kaydını kabul etmeyen kişilerle görüşme gerçekleştirmedim. Bu bakımdan kendileri ile randevulaşmamıza rağmen ses kaydı alınmasını istemediği için görüşme yapamadığım kadınlar oldu. Örneğin kadınlardan bir tanesi benimle görüşme yapmayı kabul edip buluştuğumuzda aslında görüşme yapmak istediğini ama ses kaydını istemediğini belirtti ve bunun üzerine de benden telefon numaram, soyadım gibi bazı bilgilerimi istedi ve daha sonra beni arayacağını söyledi fakat aramadı. Ayrıca ses kaydı alarak görüşme yapmayı kabul eden kadınlarla yaptığım görüşmelerde de, ses kaydı alıyor olmak, sınırlayıcıydı. Çünkü görüşme yaptığım kadınların hemen hepsi, ses kayıt cihazını kapattıktan sonra konuştuğumuz konular üzerine daha detaylı va daha derin anlatılarda bulundular. Ayrıca bazı deneyimlerini ses kaydını kapatarak konuşanlar ve bazı konularda sesini aşırı derecede kısarak konuşanlar da ses kaydının varlığından duyulan tedirginliğe işaret etmektedir. Sesin aşırı kısıldığı yerleri çözümlemek de hiç duyulmayan yerlerin eksik kalması problemini oluşturdu. Yanı sıra bazı görüşmelerin kafe gibi kentsel mekânlarda gerçekleştirilmesi nedeniyle çevredeki gürültülerin de görüşmeye dahil olması, bazı kadınların alçak ses tonları gibi nedenler de ses çözümlemesini zorlaştırması bakımından araştırmanın sınırlılıklarındandı.

120

Ayrıca kadınların vakti olmaması yada iletişim konusunda çekimser olmalarının yanı sıra araştırmanın kendisinden kaynaklanan bir güçlük de kadınlara (feminist metodolojinin gerekliliği bakımından) onlarla uzun süreli etkleşim kurma çabamı anlatmanın zor olmasıydı. Ses kaydı almak, yanı sıra uzun süreli görüşme yapmak ya da derinlemesine görüşme yapmak kadınların sorguladıkları bir durum oldu. Çünkü birçok kadın “sor cevaplayayım” ya da “sana 5-10 dk ayırabilirim” gibi ifadelerle anket benzeri ayaküstü bir iletişim beklemekteydi. Bu açıdan kadınların gündelik hayatlarını derinlemesine anlama çabası, onlar için alışkın olmadıkları, beklemedikleri bir araştırma biçimini ifade ediyordu.

Çalışmanın sınırlılıklarından bir tanesi de örneklemin (başlangıçta) MİA’da çalışan veya ikamet eden Balıkesirli kadınlarla sınırlandırılmasıydı. Örneğin MİA’da dolaşırken bir kişi ile tanışır tanışmaz ona nerede oturduğunu soramadığımdan önce onlara uzun uzun çalışmamı anlatıp ardından MİA’da oturmadığı ya da çalışmadığı veya Balıkesirli olmadığını öğrenip, araştırma örneklemine dahil edemediğim birçok tanışma deneyimim oldu.