• Sonuç bulunamadı

2.1. Araştırmanın kuramsal çerçevesi

Bu bölümde; bilişsel esneklik, psikolojik dayanıklılık, stres ve stresle başa çıkma kavramları ile ilgili kuramsal açıklamalar bulunmaktadır.

2.1.1. Bilişsel esneklik

Bilişsel esneklik, insanın iletişim seçeneklerindeki farkındalığını, bir duruma uyum sağlayabilme becerisini ve esnek davranma hususundaki özgüvenini kapsamaktadır (Martin ve Anderson, 1998)

Çuhadaroğlu (2011) bilişsel esnekliği, bireyin umulmadık bir olayla karşı karşıya kaldığında bu duruma uyum sağlayabilmesi, yeni ve alternatif çözümler üretebilmesi olarak tanımlamaktadır.

Bilişsel esneklik komplike bir bilginin basit hale getirilmesi biçiminde tanımlanmıştır (Spiro ve Jacobson, 1993). Spiro ve Jeng'e göre bilişsel esneklik, kişinin değişen durumlara uygun tepki verebilmek adına mevcut bilgilerini spontane bir şekilde yeniden yapılandırması olarak tanımlanmıştır (Akt. Çelikkaleli, 2014a).

Denis ve Vander Wal'a (2010) göre, bilişsel esneklik; zor durumları denetim altına alınabilir olarak algılama eğilimi; hayatı sürdürürken meydana gelen olayları ve insan davranışlarının birçok alternatif açıklamaları olabileceğinin farkına varma yeteneği; zor durumlar karşısında alternatif çözümler üretme yeteneği olmak üzere bu üç yönü kapsamaktadır.

Bilişsel esneklik kurallar ve kavramlar değişse de bunlar arasındaki geçişi yapma ve duruma uydurma yeteneğidir. Bilişsel olarak esnek olmak sorunlar karşısında yeni durumlara tam olarak uygun tepkiler verebilmek için gereklidir (Hurtubise ve Howland, 2016).

ani gelişen durumlara ve yeni oluşan çevreye karşı uyum sağlamaya yönelik gösterilen davranışlar bütünüdür.

2.1.2. Bilişsel esnekliği açıklayan kuramlar 2.1.2.1. Bilişsel davranışçı model

Bilişsel davranış terapisi insanların duygu, davranış ve fizyolojisinin yaşanan olaylar karşısında öznel algılardan etkilendiğini söyleyen bilişsel modele dayanmaktadır. Bilişsel model; durum/olay, otomatik düşünceler (bilişsel çarpıtmalar) ve tepki (duygusal, davranışsal, fizyolojik) içermektedir.

Bilişsel modele göre, insanların duygusal açıdan nasıl hissettikleri ve ne şekilde davrandıkları, bir durum hakkında düşünme ve yorumlama şekli ile ilişkilidir. Yaşanan durum kişinin hissetme tarzını veya durum karşısında yaptıklarını doğrudan belirlemez; verilen duygusal tepkilere kişinin algısı aracılık eder. Bilişsel davranışçılar kişinin açık şekilde belirttiği yüzeysel düşünme seviyesi ile beraber çalışan daha derin düşünme seviyesiyle ilgilenirler (Beck, 2018).

Bilişsel davranışçı terapi açısından bakıldığında ise bireylerin bilişleri, şemalar ve otomatik düşünceler olmak üzere iki düzeyde incelenir. Şemalar uyaranları eleyen, kodlayan ve değerlendiren bilişsel yapılardır. Şemaların esnek, açık ve geçirgen olması istenir bir durumken, tam tersi özellikteki şemalar da bireyin psikolojik sağlığını tehlikeye atmaktadır. Bochner ve Kelly’e (1974) göre bilişsel davranışçı terapide bilişsel esneklik bireylerin durumları çeşitli açılardan görmesi ardından da problemin ihtiyaç duyduklarına adapte olması şeklinde tanımlanmaktadır. Bilişsel esneklik, sert ve uyumsuz tutumların tersi bir yapıyı ifade eder.

Bilişsel davranışçı terapi depresyonda olan bireylerin düşüncelerinin katı olduğunu ve çeşitli bilişsel çarpıtmalarının olduğunu savunur. Özellikle “ya hep ya hiç” biçimindeki düşünme tarzlarının katı düşünceler olduğu belirtilmektedir (Moore, 1996). Bilişsel terapi bireylerin istikrarlı düşünce haline ulaşmasını amaç edinmektedir. Bilişsel esnekliğin geliştirilmesinde bilişsel terapiler kullanışlı ve yararlıdır (Dennis ve Vander, 2010). Ayrıca bilişsel davranışçı terapideki olumsuz otomatik düşünceler ve bilişsel çarpıtmalar da katı ve ısrarcı bir yapıya sahiptir ve uyumu zorlaştıran bu düşünme şekillerinin yıkılıp uyumlu yaklaşımlarla

değiştirilmesi hedeflenir (Beck, Rush, Shaw ve Emery, 1979).

2.1.2.2. Akılcı duygusal davranışçı terapi modeli

Ellis’in geliştirdiği akılcı duygusal davranışçı terapi, duygu ve davranış değişimi için mevcut inanç sisteminin değiştirilmesi gerektiği fikrini savunmaktadır. Akılcı duygusal davranışçı terapi, katı bir düşünce yapısına sahip olmanın fonksiyonel olmayan bilişsel yapılara sebep olabileceğini belirtmektedir. Akılcı duygusal davranışçı terapi’ye göre, bireyin ruhsal sağlığını olumsuz etkileyen ve uyumunu güçleştiren ekstrem inançlar, katı bilişlerden kaynaklanmaktadır. Düşünce, duygu ve davranışların bir çark gibi sürekli etkileşim halinde olduğunu ve yaşanan duygusal rahatsızlıkların nedeninin irrasyonel düşünceler olduğunu savunur (Ellis, 1975). Bu yaklaşım ruhsal hastalıkların zemininde katılık, ruhsal sağlığın zemininde ise esneklik olduğunu kabul eder. Akılcı duygusal davranışçı terapi, daha fazla doyum alma, yapıcı ilişkiler kurulabilme ve kendi benliğine daha gerçekçi bakabilmede bilişsel esnekliğin önemli bir rolü olduğunu belirtir (Ellis ve Dryden, 2007).

2.2.1. Psikolojik dayanıklılık

Gerek ülkemizde gerekse başka birçok ülkede araştırmalara konu olan “resilience” kavramının dilimize çevrilmesinde bir fikir birliği sağlanamasa da literatürde kavramın “kendini toparlama gücü” (Çetinkaya, 2018), “yılmazlık” (Çalışkan, 2017), “psikolojik dayanıklılık” (Basım ve Çetin, 2011) ve “psikolojik sağlamlık” (Akar, 2018) biçiminde kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmada ilgili alanyazını içinden “psikolojik dayanıklılık” terimi tercih edilmiştir.

Emmy Werner’ın 1950’de başlattığı boylamsal araştırma, psikolojik dayanıklılık kavramının oluşmasına ve geliştirilmesine öncülük eden çalışmalardan biridir. Bu araştırmada doğum öncesi travma, yoksulluk ve psikolojik sağlığı iyi olmayan ebeveyn gibi çeşitli risk faktörlerine maruz kalan çocukların gelişim ve uyumları izlenmiştir. Belli aralıklarla tekrarlanarak 40 yıl süren bu araştırmada, bazı çocukların maruz kalmış olduğu olumsuzlukların etkisinden kurtulmayı başarıp normal bir gelişim ve uyum gösterebildiği, fiziksel açıdan sağlıklı, sorumluluk sahibi ve benlik saygısı yüksek yetişkin bireyler haline geldiği gözlenmiş ve bu bireyler “dayanıklı” (resilient) olarak nitelendirilmişlerdir (Werner,

1993).

Psikolojik dayanıklılık bireyin stres yaşadığı durumdan galip çıkmasıdır. Hunter (2001), psikolojik dayanıklılığı başarı ve uyum sağlama süreci olarak ifade ederken, Luthans ve diğerleri (2007), bireyin pek çok negatif olguyla baş edebilme ve nihayetinde bu mücadele sürecinden galibiyetle çıkabilme becerisi olarak tanımlamışlardır. Masten (2001) ise psikolojik dayanıklılığı, kişinin ağır riske maruz kaldığında bu süreçten galip biçimde çıkabilmesi ve bu risk durumundan kurtulup en az etkilenme ile kısa sürede eski işlevselliğini kazanması olarak tanımlamıştır.

Dayanıklılık, bilişsel seviyede iyi niyetli bakış açısı ve kararlı biçimde başa çıkma eylemleri vasıtasıyla strese neden olan gündelik olayların etkilerini en aza indirgemeye yönelik kişilik temelli yönelimdir (Crowley ve diğ., 2003).

Masten, Morison, Pellegrini ve Teliegen (1990) psikolojik dayanıklılık kavramını tanımlarken; stres yaratıcı ve tehditkâr durumlara karşın başarılı bir adapte olabilme becerisine sahip olmak, bunu gerçekleştirebilmek için çaba sarf etmek ve nihayetinde başarıya ulaşmak ifadelerini kullanmıştır.

Ramirez (2007), psikolojik dayanıklılık kavramını; depresif ruh hali, hastalık, istenmeyen durumlar ve farklı geçişlere karşın süratle iyilik haline ulaşma becerisi ile birlikte; kendini toparlama, önceki iyi haline erişme, sıkıntılarını profesyonel biçimde arkasında bırakabilme biçiminde ifade etmiştir (Akt: Terzi, 2008). Psikolojik dayanıklılık, yaşanılan zor olaylar ve talihsizlikler karşısında başarılı olabilme becerisi olarak da ifade edilmiştir (Wagnild ve Young, 1993).

Block ve Kremen (1996)’e göre ise; olumsuz durumlar, engeller ve belirli olmayan durumlar karşısında adapte olma, başa çıkma ve başarı gösterme becerisidir.

Psikolojik dayanıklılık, stresin negatif tesirlerini minimuma indirgeyen ve hastalığa sebep olan gerginliği elimine eden bir özelliktir. (Klag ve Bradley, 2004).

Amerikan Psikoloji Derneği, psikolojik dayanıklılığı; yaşamsal zorluklar, travmatik durumlar, trajedi, tehdit, ailesel ya da sosyal ilişkilerde sorunlar gibi ciddi stres nedenleri, önemli sağlık sorunları, çalışma ortamından veya finansal sıkıntılardan kaynaklı stres durumlarına maruz kalındığında iyi uyum sağlama süreci biçiminde tanımlamaktadır (APA, 2019; Newman, 2005).

2.2.2. Psikolojik dayanıklılığı etkileyen faktörler

Risk faktörleri, koruyucu faktörler ve olumlu sonuçlar olarak üç başlıkta incelenebilir.

2.2.2.1. Risk faktörleri

Risk, canlının bir hasar alma durumuyla karşı karşıya olduğunu düşünme ya da zarar görme ihtimali bulunması anlamlarına gelmektedir. Genel itibarı ile risk faktörleri herhangi bir problemin devam etmesine neden olacak etkiler ya da olumsuz bir neticenin meydana gelme ihtimalini arttıracak unsurlar olarak tanımlanmaktadır (Gürgan, 2006, s.33).

Risk, mümkün görünen olumsuz neticeleri tahmin etme yeteneğine sahip bir değişken olmasıyla olumsuz yaşam şartlarını belirtmek amacıyla kullanılan bir terimdir. Bazı bilim insanları, çevrenin ve kişinin niteliklerine göre risk ile ilgili ayrıma gitmişlerdir. Risk unsurlarının miktarı ve yoğunluğu, risk unsurlarının doğası dışında psikolojik dayanıklılık tanımları bakımından yönlendiricidir. Söz konusu unsurlar; bireye ilişkin risk unsurları (zekâ düzeyinin yüksek olmaması, kaygılı kişilik yapısı, sağlık problemleri ile karşı karşıya olma, bireyin özgüveninin yeterli düzeyde olmaması, etkili baş etme yöntemlerini yeterince kullanamaması, kendini gerektiği gibi anlatamaması, saldırgan ve sinirli kişiliğin bulunması), ailevi risk unsurları (ailedeki bireylerin hastalıkları, anne-babanın boşanması, tek ebeveynle yaşama, ebeveyn-çocuk arasında sağlıklı ilişkinin oluşturulamaması, katı veya değişken disiplin anlayışı, kardeşlerin iyi anlaşamaması, ebeveynler arası anlaşmazlık ve kavga, ailenin önem vermemesi ve suistimal gibi) ve toplumla alakalı risk unsurları (düşük gelir durumu, evin ve eğitim kurumunun yeterli düzeyde olmaması, örnek alınacak kişilerin bulunmaması, uyuşturucu ve alkol tüketimi ve iş bulamama gibi) şeklinde üç grupta toplanmıştır.

2.2.2.2. Koruyucu faktörler

Riskin etkilerini en aza indirgeyen veya yok eden, adaptasyonu ve kişinin uygun olma durumunu artıran halleri belirtmektedir (Masten, 1994). Kişide ve kişinin içinde yaşadığı

çevrede koruyucu unsurların bulunması, bir yandan sorunu oluşmadan önlemeyi ve bir sorun davranışın meydana gelme ihtimalini minimuma indirmeyi sağlarken; öte yandan mevcut problemin etkilerini indirgeyerek kişinin ruhsal ve fiziksel iyi olma haline destek olacak davranış, tutum ve bilgileri geliştirmesine katkı sağlaması suretiyle, problemlere karşı koymasına yardımcı olur. Psikolojik dayanıklılık bağlamında yapılan araştırmalar koruyucu faktörleri, içsel faktörler (sosyal yeterlilik, sorunun üstesinden gelme kabiliyeti, öz benlik, amaç ve fark etme hissi) ve dışsal faktörler (ebeveynlerle iletişimin düzgün bir şekilde işlemesi, güven duyacağı anne ve babaların bulunması, ev ortamında var olan güzel bir iklim, düzenli bir ev ortamı, ebeveynlerin yüksek eğitim düzeyleri, aile içinde eğitimin desteklenen bir olgu olması, sosyoekonomik açıdan avantajlı konumda bulunulması, sorumluluk duygusuna sahip ve kurallara riayet eden arkadaşların olması, okulun iyi olması, sosyal etkinlikler ile iyi ve sürekli bağlantılar, bulunulan çevredeki insanların birbirine duyduğu güvenin yüksek olması) şeklinde incelemektedir.

2.2.2.3. Olumlu sonuçlar

Kişiye ait olan iç ve dış koruyucu etkenlerle, risk etkenlerinin üstesinden gelmesi neticesinde elde ettiği sonuçlardır. Bu yeterlilikler; kişinin gelişimini gerçekleştirmesi, eğitim sürecinde başarı sağlanması, çevresiyle pozitif etkileşim kurması, suç işleme olasılığının düşük olması, ruhsal sorunların veya belirtilerinin düzeyinin düşük olması, mutlu olması, eğitim hayatını sürdürmesi, sosyal sorumluluk ile ilgili etkinliklere dahil olması, ders dışı etkinliklere gönüllü katılması, kurallara uyması, arkadaşlar çevresinde onaylanması, psikopatolojinin bulunmaması, kendini sevmesi ve benimsemesi, uyumlu bir birey olması, kötü düşüncelerden uzak kalması, hayattan keyif alma şeklinde pozitif neticelerdir. Bu sebeple olumlu bir netice olarak yaşamdan zevk alma, kişinin risk faktörlerini yok edip kendisinde ve çevresinde var olan koruyucu unsurları dikkate alması ile sahip olduğu bir yeterlilik olarak düşünülebilir.

2.3.1. Stres

İnsanoğlu var olduğundan bu yana stres kavramının varlığını sürdürdüğü ve zaman içerisinde stres kavramının birçok araştırmaya konu olduğu görülmektedir.

Stres sözcüğünü bilimsel olarak açıklayan ilk kişi, 1600’lü yıllarda yaşamış fizik düşünürü Robert Hooke'dur. Hooke'a göre stres, elastik olan nesneye uygulanan dış gücün ağırlığının etkilediği alandır. Fizikteki stresin bu anlamda kullanımından sonra başka bilim dallarında anlamı değişse de 20. yüzyılda fizyoloji, psikoloji ve sosyoloji gibi bilim dallarında derin etkisi olmuştur (Lazarus, 1993).

Stres, canlının fiziksel ve zihinsel sınırları açısından tehdit altında olduğunu düşünmesi, zorlanması ile meydana gelen bir duygu durumudur (Baltaş ve Baltaş 2008).

Bir başka tanıma göre stres, bireyin kendisinden veya çevresinden kaynaklanan değişimleri aşamadığı, zorlandığı ve bu durumu tehdit edici algıladığında, fiziksel ve psikolojik açıdan su yüzüne çıkan aşırı uyarılma durumudur (Lazarus ve Folkman, 1984).

Stres, canlıyı etkileyen durum karşısında, canlının bedensel ve ruhsal sınırlarının zorlanması ya da tehdit öğesi olarak algılanması neticesinde ortaya çıkan tepki halidir (Yıldırım, 1991). Ertekin (1993, s. 5), stresin başlangıç durumunda ruhsal tabanlı bir kavram olmasına karşın, bir müddet sonra bu durumun devam etmesi halinde bedensel neticelerinin de ortaya çıkabileceğini belirtmektedir. Strese sebep olan faktörler aynı olmasa da biyolojik açıdan tepkisi her zaman aynıdır (Yates, 1986, s.29).

Lazarus ve Folkman (1984) stresi, kişinin karakter özelliklerini içeren, kişi ile çevre arasındaki ilişki ve çevresel etmenlerin kişi üzerinde yarattığı etki olarak tanımlamaktadır. Farklı bir tanıma göre ise stres, kişinin yaşadığı reel dünya ile var olmasını umut ettiği dünya arasındaki farklılıklara karşı gösterdiği tepkidir (Magnuson, 1990).

Stres; gerginlik, tahakküm, kaygı, tutarsızlık, sıkıntı ve kısıtlanma gibi kavramlarla bütünleşmektedir (Kaya ve Keskin, 2008). Fizik ve biyoloji kökeninde yüzyıllar öncesine kadar giden bu kavram en genel anlamıyla zorluk veya zorlanmadır (Graham, 1994; Lazarus, 1993). Benzer biçimde gerilim olarak da tanımlanmıştır (Koeske ve Kirk, 1993). Selye (1956) stresi, bedene yüklenen her türlü değişmeye karşı, vücudun göstermiş olduğu genel tepkisi olarak tanımlamıştır (Akt. Güçlü, 2001).

2.3.2. Stres belirtileri

Kişi stresli olduğu anlarda bazı belirtiler göstermektedir. Bu belirtilerin; uyku problemleri, sürekli endişe duyma hali, yetersizlik duygusu, sindirim sisteminde sorunlar, aşırı alkol

tüketimi ve sigara kullanımı, yüksek tansiyon, sosyal hayatta iletişim kurmada zorlanması ve ruhsal denge bozukluğu hali olduğu belirtilmiştir (Güçlü, 2001). Kişi strese kısa süreliğine maruz kalsa dahi sonuçların kalıcı olmasına sebep olacak gerginlik, kalp atımı sayısında artış, aşırı alkol ve sigara kullanımı ile aşırı yeme gibi durumlara yol açabilir (Güçlü, 2001). Stresin belirtileri dört grupta toplanmıştır.

1. Fiziksel Belirtileri: Fiziksel düzeyde stres tepkisi, stres vericinin türüne bakılmaksızın sabit şekilde ortaya çıkar. Otonom sinir sistemi devreye girmesi neticesinde "savaş veya kaç” tepkisi oluşur. Bu tepkinin sonucunda bireyde; baş ağrısı, yorgunluk ve enerji kaybı, düzensiz uyku, diyet yapma, diş gıcırdatma, enfeksiyon, kas ağrıları, sırt ağrıları, kabızlık, ishal, ülser, aşırı terleme ve yüksek tansiyon veya kalp krizi belirtileri görülür (Aydın, 2017; Baltaş ve Baltaş, 2016; Güçlü, 2001).

2. Sosyal Belirtiler: Stres kişinin sosyal hayatında da birçok alanda kendini göstererek problemlere yol açmaktadır. Bu problemler; insanlara karşı güvensizlik, insanların hatalarını aramak ve sözlü olarak rencide etmek, başkalarını suçlamak, birçok kişiye küsmek veya konuşmamak, telaş içinde olmak, randevulara gitmemek veya yaklaşan randevuları iptal etmek ve sosyal aktiviteleri azaltmak şeklinde sıralanmıştır (Güçlü, 2001).

3. Duygusal ve Ruhsal Belirtileri: Duygusal ve ruhsal yönden kişide stres kaynaklı olarak; duygudurumun çabuk ve devamlı değişmesi, özgüven kaybı, kaygı ya da kuşku hali, depresif davranma ya da birden ağlama, fazla hassas olma ve aşırı kırılganlık gösterme, sinirli gergin bir halde olma, düşmanca hisler, öfke kontrolünde zorlanma ve öfke patlamaları ve duygusal olarak tükenme hissi oluşabilmektedir (Baltaş ve Baltaş, 2016; Güçlü, 2001).

4. Zihinsel Belirtileri: Zihinsel yönden stres; karar vermede güçlüğe, konsantrasyon kaybına, iş hayatında performansın düşmesine, sık sık düşüncelere dalmalara ve aşırı hayal kurmalara, kişisel başarısızlıkları sürekli düşünmelere, unutkanlık ve yanlış anımsamalara, tek bir düşünceyle ilgilenmeye, muhakeme yeteneğinde zayıflama ve mizah anlayışında kayıplara yol açmaktadır (Güçlü, 2001).

2.3.3. Stres kaynakları

Antonovsky (1991), stres oluşumunda rol oynayan faktörleri yaşamsal olaylar çerçevesinde değerlendirmiş ve üç grupta toplamıştır. Bunlar; ani gelişen olaylar (kaza, deprem vs.), hayat boyunca yaşanılan önemli olaylar (anne olmak, baba olmak, evlenmek, mezun olmak vb.)

ve günlük hayattaki aksaklıklardır (Akt. Tekeli, 2010).

Pehlivan (1995) ise; kişinin kendisiyle ilgili olan stres kaynakları, kişinin çalışma çevresinin etkisiyle oluşan stres kaynakları ve kişinin yaşamış olduğu sosyal çevresinin oluşturduğu stres kaynakları olarak gruplamıştır (Akt. Güçlü, 2001).

Baltaş ve Baltaş (2016), bireyde stres tepkisinin oluşmasına neden olan durumları üç grupta toplamıştır;

1. Fiziki çevrenin yaşattığı stres kaynakları: Hava kirliliği, gürültü, insan yoğunluğu, teknolojinin gelişimiyle oluşan radyasyon, ısı dengesizliği, toz vb.

2. İş veya meşgul olunan durumdan kaynaklanan stres: İş şartlarının ağır olması, çalışma saatlerinden kaynaklı problemler, kısıtlı zamanda belirli sayıda üretim yapılan işler, aşırı yüklenilmiş ya da çok az iş, zaman baskısı, aşırı sorumluluk isteyen işler, katkı yapmanın zor olduğu veya yapılamadığı işler vb.

3. Psikososyal özelliklerden kaynaklanan stresler: Sosyal stresler kendi içerisinde üç gruba ayrılmaktadır:

a) Günlük stres: Günlük hayatta sürekli karşılaştığımız basit gerilimlerdir. İnsanların etkileşimleri sonucu ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanmaması veya girişimlerin engellenmesi durumunda ortaya çıkar. Sıkışmış bir trafik, evde ağlayan bir çocuk, yanan akşam yemeği örnek verilebilir.

b) Gelişimsel stresler: Kişinin kronolojik durumuyla ortaya çıkan gelişmelerdir. Gelişim sürecindeki bir çocuğun bulunduğu dönemi sağlıksız ve başarısız şekilde yaşaması olumsuz stres verici etkilere yol açar. Sağlıklı ve başarılı bir biçimde atlatması ise özgüven ve stresle mücadele etme yeteneğinin gelişmesine destek sağlar.

c) Ani gelişen hayat krizlerinin oluşturduğu stresler: Kişinin hayatına biçim verebilen olayların, krizlerin, travmaların yarattığı stresler. Ağır hastalıklar, doğum, yakının ölümü, işine son verilmesi vb. (Baltaş ve Baltaş, 2016).

Kanner ve Lazarus, kişilerin hem günlük yaşamlarında başa çıkmayı zorlaştıran hem de sağlığı olumsuz yönde etkileyen stres kaynaklarını şöyle sıralamıştır;

1.Sorumluluk yükünün ağır gelmesi 2. Dış görünüşle ilgili endişeler 3. Kısıtlı bireysel enerji

4. Kariyer hakkında endişeler

5. Çalışılan işten yeterince tatmin olmamak

6. Yeterince dinlenememe ve eğlenceye zaman ayıramama 7. Yapılacak işlerin fazlalığı

8. Yalnızlık

9. Reddedilmeye dair korku

10. Yaşamın anlamı ile ilgili endişeler (Baltaş ve Baltaş, 2016).

2.3.4. Stres türleri

Stres kavramı akıllara gelince genellikle olumsuz ve zararlı gibi düşünülmektedir. Fakat stresin kişi için yıkıcı yönleri olacağı gibi yapıcı yönleri de vardır. Tehlike anlarında kişinin hayatta kalmasını sağlayan bilişsel ve fizyolojik tepkilerin yapıcı (eustress) stres olduğu belirtilmiştir. Yıkıcı (distress) stres ise yaşanılan stres yoğunluğunun ardından kişinin bu durumla baş edememesi sonucunda bedensel ve ruhsal problemlerle karşılaşması olarak tanımlanmıştır (Wong ve ark., 2006; akt. Bektaş, 2015).

Stres durumunda yaşanan zorlanmaların insanı yeni arayışlara yöneltme, daha fazla çalışma, fikir üreterek yeni bir yol keşfetme gibi süreçlere zorladığı bilinmektedir. Bu zorlanmalar sayesinde bedensel koşulların ve zihinsel kapasitesini gören kişi en uygun çözüm yollarını belirlemesiyle birlikte sürecin kendisini ileriye götürdüğünü fark edecektir. Bu durum bizlere stresin bireyi geliştiren ve ilerleten bir gücünün olduğunu göstermektedir (Baltaş ve Baltaş, 2016). Okulda sınav döneminde yaşanan stres veya yetişkinlikte kariyer yaparken yaşadığımız stres hep kazandırıcı ve yarınlara yönelik vaat edicidir. Bu zorlanmalar kişiyi psikososyal açıdan geliştirici niteliktedir (Baltaş ve Baltaş, 2016). Psikososyal açıdan bizi geliştiren stres faktörleri olduğu kadar biyolojik gelişim ve değişimi sağlayan streslerin yaşanması da gereklidir. Çocuklarda 18-24. aylar arasında gerçekleşmesi beklenen konuşma becerisi o dönemde zorlayıcı ama bir o kadar zorunludur. Erinlik dönemi herkesin geçeceği bir hayat dilimidir. Fakat bu dönemde fiziksel, bilişsel, psikolojik, duygusal ve sosyal olarak birçok stresli durum içerir. Bunların aşılması insanlarda bir gelişim göstergesidir (Baltaş ve Baltaş, 2016). Sonuç olarak stresin olumlu ve olumsuz olarak ikiye ayrıldığı, olumlu stresin gelişim için faydalı ve gerekli olduğu, olumsuz stresin

ise kişide fiziksel ve psikolojik sorunlara yol açtığı söylenebilir.

2.3.5. Stres modelleri

Benzer Belgeler