• Sonuç bulunamadı

Anonim (anonyme), Fransızca adı bilinmeyen, adsız anlamında kullanılan bir kelimedir. Edebiyatta söyleneni yazanı belli olmayan edebi eser anlamındadır. Halk edebiyatımızda, Âşık edebiyatı dışında kalan ürünler, anonim halk edebiyatı içinde ele alınır. Doğan Kaya, bu konuyu manzum ve mensur olarak iki ana gruba ayırır. Manzum grupta mani, türkü, ağıt, ninni ve düzgüye; mensurda ise bilmece ve tekerlemeye yer verir (Kaya 1999:3). Biz, romanlarda yer alması sebebiyle anonim türlerden ağıtlar üzerinde duracağız.

3. 1. Ağıtlar

Anonim ürünlerden ağıt, ninni ve bilmeceler, şekilden ziyade konusu itibarîyle birbirinden ayrılır. Ağıtlar genellikle sekiz heceli dörtlüklerden oluşur. Değişik kafiyelere sahip ağıtlar, yanık ezgilerle terennüm edilir. Şekilleri ne olursa olsun onların yapısını asıl aksettiren özelliği acı ile vücuda getirilmeleridir.

Çok eski bir gelmişe dayanan ağıtlar, ölenler için söylenen methiyelerdir. Halk şiirinin başlangıcı kabul edilen ağıtlarda, duygu yoğunluğu ön plândadır. Bu şiirlerde, ölen kişilere duyulan özlem, acı ve vefa duyguları dile getirilir.

Ağıtlar, milletimizin en zengin kültür hazinelerindendir. Yüzyıllardır önemi pek anlaşılamamış ağıtlar, yurdumuzun her yerinde yaşamakla birlikte, özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu ile Doğu Akdeniz bölgelerimizde daha canlı bir gelenek olarak yaşamaya devam eder. Zengin bir ağıt geleneği içinde yetişmiş olan yazarımız, gençliğinde ağıtların çok önemli kültür zenginliğimiz olduğunu fark etmiş ve malını kurtarma sevdasına düşerek, çocuk yaşlardan itibaren Çukurova bölgesinde ağıtlar toplamıştır.

Yaşar Kemal’in ilk kitabı, bir folklor derlemesi olan Ağıtlar’dır. Çukurova kadınları arasında her kadının ağıt yaktığını söyleyen yazar, ağıt derlemeye on altı yaşında başlar. Birinci dünya savaşında, on beş on altı yaşındaki çocukların askere alınması üzerine Vay Anam Kurası ağıtının söylendiğini belirtir. Bu ağıt, romanlarda da yer alır (Gürsel 1999: 90).

Yaşar Kemal, ağıt toplarken 1940’da Abidin Dino’yla tanışır. Ağıtların bir kısmını ona verir. Yazar, kendisinden önce ağıt toplayan ilk kişilerden ikisinin Ferit Celâl Güven ve Bela Bartok olduğunu söyler. Üçüncü ağıt derleyicisi de Yaşar Kemal’dir. Jandarma baskınına uğrayan yazarın evinden, ağıtlarla birlikte diğer yazıları

da götürülür. Yazar, Gerçek sayıyı bilmiyorum ama bine yakın ağıtın gittiği inancındayım, der ve bu baskından kurtarabildiği ağıtların bir kısmını, halk evinde bir kısmını da Türk Dil Kurumu’nda yayınlar (Çalışlar 1995).

Yaşar Kemal, 1939–42 yılları arasında ağıtlar derler. Çocukluktan beri ağıt yakma geleneği içinde bulunduğunu, yetişme döneminde Çukurova’ya tarlalarda çalışmak için Toroslardan Avşarların indiğini, onların içinde ağıt yakma geleneğinin yaşadığını, Avşarlara mensup Telli hatun ile Hasibe hatun adlı kadın âşıkların, ağıt yakmada çok ünlü olduklarını, onlardan ağıtlar derlediğini, ilk ağıtı ise yaşadığı köyde Kara Zeynep adlı kadından derlediğini belirtir. Köyleri dolaşıp ağıtlar derleyen yazar, ilk kitabını Ağıtlar I adıyla Adana halk evinde yayınlar (Ağıtlar I: 11–12). Burada bahsedilen ağıtçı kadınlara romanlarda yer verilir.

Telli hatun ile Hasibe hatunu, Anacık sultan ile İsmail ağanın ölüsüne ağıt yakarken görürüz (İM IV: 523–527; KK: 34–39).

Ağıt söyleme geleneğinin Çukurova’da çok yaygın olduğunu belirten Erman Artun, Yaşar Kemal’in ağıtları kullanarak anlatımına lirizm kattığını, ayrıca ağıtlardaki anlatım kalıplarını, diyaloglarda kullanılarak olayların gerçeğe yakın anlatımlarının sağlandığını, ayrıca ağıtların nazım şeklini kırarak nesre dönüştürdüğünü belirtir (Artun 1999: 27–31).

Genellikle kadınlar tarafından söylenen ağıtlarda, ölen kişilerin yaptığı işlerin iyi yönleri ve güzel tarafları anlatılır. Ağıtta hiçbir zaman ölen kişiyi küçük düşürecek veya onu yerecek sözler kullanılmamıştır. Bazı ağıtlarda ise, kişi ölmemiş gibi düşünülerek yaptığı işlerden, giyinişinden, atından bahsedilir (Şimşek 1993:1).

Romanlarda her ölüye ağıt yakmak bir gelenektir (İM III: 118). Türkmen kadınları, bir düzene ve geleneğe göre ağıt yakar (YY: 111). Ölü yakınları tabutun karşısında el bağlayarak sabaha kadar durur. İnsanlar, sabah olunca cenazeye gelmeye başlar. Ak başörtülü, kara çatkı bağlayan, bayramlık kıyafetlerini giyen ve takılarını takan kadınlar, ölünün yöresine dizilir. Önce baş ağıtçı kadın, ağıta başlar. Onun sağında solunda önem sırasına göre ağıtçı kadınlar dizilir. Baş ağıtçı, ağıttan bir dörtlük söyler. Halkadaki bütün kadınlar, baş ağıtçı kadının söylediklerini tekrarlayıp ağlar (İM IV: 523–527).

3. 1. 1. Yemen Ağıtları

Derviş bey ile Mustafa bey mücadelesi, hayvanların birbiriyle mücadelesiyle sembolleştirilerek anlatılır. Mustafa beyin adamlarından Mustan’ın üç oğlu ve kardeşi, ağaların mücadelesinde, karıncalar misali öldürülür. Mutsan bey de Yemen’de dokuz yıl askerlik yapar, ömrünün kalan yetmiş yılını da Mustafa beyin çiftliğinde çalışmakla geçirir. Mustafa beyin adamlarından Ali bey, artık ihtiyarlayıp iş göremez hale gelmiş olan doksan yaşındaki Mustan’ı kapı önüne koyar.

Yaşar Kemal, Yemen’e giden askerler ile feodaliteye hizmet eden isçiler arasında bağlantı kurar. Ölümün ve bitişin sembolü olan Yemen, devletler mücadelesinde asker için ne anlam ifade ediyorsa, beylerin emrinde çalışanlar için de çiftlik, aynı anlamı ifade eder. Bu bağlantı, ihtiyarlamış ve artık iş göremez hale gelmiş olan Mustan ile ağanın adamı Memed Ali bey arasındaki şu ifadelerinde açıkça ortaya çıkar: Nereye gideyim Memed Ali bey? deyince: Bilmeeem! İstediğin… / Yemene git Emmi, Yemene (DÇC: 285), karşılığını alır. Yemen’e giden askerler, çölde karıncalara yem olur: Günden yanı soldumola? Yerden yanı uldumola? Memedimin ala gözün, karıncalar oydumola... Gitme Yemene Yemene, Yemen sıcak kahve pişer, asker talime çıkınca aceminin aklı şaşar. Gitme Yemene Yemene, gitme Yemene, Yemene... (DÇC: 316).

Yemen, gidip de gelmeyen askerlerin gittiği yerin ortak adıdır. Yemen, askerlik için gidilen bir yer değil, ölüm toprağıdır. Başka yerlerde askerlik yapıp ölenler de, Türkmen kültüründe, yemene gitmiş sayılır. Yemen türküsü, gidip gelmeyenlerin ortak türküsüdür.

3. 1. 2. Vay Anam Kurası Ağıtı

Yaşar Kemal, Nedim Gürsel’le söyleşisinde, büyük bir olay olunca, Birinci dünya savaşını örnek vererek, bu dönemde on beş on allı yaşındaki çocukların askere alınması üzerine Vay Anam Kurası ağıtının söylendiğini belirtir. Çocuklar, kendilerine askerlik çıkınca Vay anam! nidasıyla ağlayarak askere gittiği için ağıtın adı da Vay Anam Kurası ağıtı, kalır (Gürsel 1999: 90). Bu ağıt, TH romanında âşıkların dilinden anlatılır. Artvin’den bir genç Âşık, Vay Anam Kurası ağıtını söyler (TH: 208).

3. 1. 3. Iraz’ın Ağıtı

Iraz, çok sevdiği kocası ölünce, kucağında dokuz aylık bebeğiyle yirmi yaşında dul kalır. Kocasının ölüsü başında, Hüseyinin üstüne, erkek bana haram olsun, sözünden sonra aşağıdaki ağıtı söyler: İndirdiler Heletenin düzüne / Kellesi yokkine bakam yüzüne / Benden selâm söylen Nukrak kızına / Neneyle neneyle Iraz neneyle (İM I: 199). Iraz, kocası öldükten sonra, onun bıraktığı yerden tarla işlerinde çalışmaya başlar.

3. 1. 4. Kozanoğlu Ağıtı

Yaşar Kemal, Ağıtlar isimli kitabında bu ağıtı yayımlar. Ağıtın ikinci dörtlüğü romandaki ağıtın ilk dörtlüğü ile aynı diğerleri farklıdır. Yazar, ağıtla ilgili şu bilgileri verir: Seksen sene önce Kozanoğlu Ahmet Paşa ile kardeşi Yusuf ağa, devlete isyan eder. Bunların tenkiline Derviş paşa görevlendirilir. Yusuf ağa, askerlerce sürgün edilir, Ahmet Paşa da esir düşer. Bu ağıt akraba kadınları tarafından yakılır: Çıktım Kozanın dağına / Karı dizleyi dizleyi / Yarelerim göz göz oldu / Cerrah gözleyi gözleyi (İM I: 280– 281).

Osmanlı, Ramazanoğulları’nı Çukurova’ya yerleştirir, yaylaya çıkmalarını engeller. Çukurova’da sıtmadan, sıcaktan kırılan aşiret üyeleri, Osmanlının vermiş olduğu ağaçların köklerini yaktıktan sonra toprağa diker. Osmanlı, aşiretin tamamının kırılmak üzere olduğunu görünce, yazın yaylaya çıkmalarına izni verir. Zamanla aşiret, Çukurova’ya yerleşip ekin ekmeye başlar, aşiret bozulur, töreler kalkar ve Osmanlı amacına ulaşır (İM I: 280–281).

3. 1. 5. Anacık sultan Ağıtı

Ağıtçı kadınlar, Kırkgöz ocağının piri Anacık sultanın ölümüne ağıt yakar. Bunların baş ağıtçısı Hürü anadır. İlk olarak ağıta başlar. Onun solunda hak âşığı Hasibe hatun yer alır. Önce Hürü ana, ağıttan bir dörtlük söyler. Halkadaki diğer kadınlar, onu tekrarlar. Ardından da birlikte ağlarlar. Hürü ana, ölünün önüne gelir, el bağlar, boyun büker, eğilip, niyaza durur, üç kez ölünün elini öper. Eyyubi kılıçlar, Hasan dağındaki şehitler, yeşil donlular, görünmezler, dedeler, Hacı Bektaşî Veli, Dede Kargın, Balım Sultan, Abdal Musa, Hz. Ali, Hz. Hızır, Pir Sultan Abdal, Pir Sarı Saltık, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Koca Yunus, Mülâyim Baba, Köroğlu, Genç Osman ve Hz. Muhammet üstüne ağıt yakarlar (İM IV: 525 –527).

3. 1. 6. İsmail Ağa Ağıtı

İsmail ağa ölünce çevreden ünlü ağıtçılar gelip ağıt yakarlar. Yazar bunları önem sırasına göre verir: Telli hatun, baş ağıtçıdır. Ağıtçı kadınların en ünlüsüdür. Her ölüye ağıt yakmaz, ağıt yaktığı ölü, bir daha unutulmaz ve Telli hatunun ağıtıyla birlikte dilden dile dolaşır. Telli hatun, kocası ölünce günlerce ağıt yakar, sonra da ünlü bir Maraş beyinin ölüsü dışında kimseye ağıt yakmaz. Telli hatun, bunca yıldan sonra, İsmail ağanın ölüsüne ağıt yakar. Zala hatun, aşiret kavgasında üç oğlunu yitirmiştir. Ölmüş her yiğidin başına gelir, oğullarıyla birlikte ölüye de ağıt yakar. Eşe hatun, Payastandır. Bir ağıtı bir cennet eden Eşe hatunun ağıt yaktığı ölü, ölü sayılmaz. Zeynep ana, Hürüuşağındandır. Döne karı, Yılankale altındandır. Erkek Hüsne, Akçasaz çiftliğinin sahibidir. Yeşil Anşa hatun, evini basan altı tane ünlü eşkıyanın elini kolunu bağlayıp suya atan biridir. Hasan, kardeşinin üstüne kapanarak ağıtlar yakar. Konağın sofasında döşekler üst üste konularak yatak hazırlanır. Ölüyü bu yatağa yatırıp üstüne çarşaf örterler. Ölünün başı dışarıda kalır. Telli hatun ölünün sağına oturur. Yeşil Anşa hatun, Telli hatunu yanına oturur. Önce Telli hatun, ölünün beyaz mendilini sallayarak, uzun bir çığlık atar. Sonra oradaki bütün kadınlar çığlığa katılıp birden susar. Her kadının elinde ölünün bir eşyası vardır. Zero, ince uzun bir ağıt söyler. Diğer kadınlar da ağıtları, birbirinin ağzından alarak söylerler. Ölünün dostluğu, güzelliği, yardımı, kardeşliği övülür. Bazı kadınlar, niye öldün, öldün de Mustafa’yı öksüz koydun? diye ağıtlar yakarlar ve turnalar vasıtasıyla Van gölüne, oradaki kavak ağacına, dağlara selâm söylerler (KK: 34–39).

Konağa ağıt yakmaya gelen kadınların önüne, İsmail ağanın kanlı giysilerinin bulunduğu bohça konulur. Ağıtçı kadınlar, eşyaları ellerine alır, sallayarak ağıt yakar. Göksunlu Veli dede, mezarlığa gider, mezar taşına oturur ve saz çalarak gün batımına kadar ağıt söyler (KK: 57).

3. 1. 7. Taşbaşoğlu Ağıtı

Taşbaşoğlu’nun tarlada güneş altında ölmesi üzerine karısı, çığlık atarak ağıt yakar: Ne yatarsın sevdiceğim kuşluklayın ısıcakta, Seni bekliyorum, gene gel. Ne yatarsın sevdiceğim kuşluklayın ısıcakta? Hazerine hüzerine. Taşbaşoğlu’nun karısının yanına bir kadın daha gelir ve sırayla ağıtlar söylerler (ÖO: 344–345). Romanlarda yer verilen ağıtlarda, ağıt geleneğinin önemli özellikleri, icra ediliş şekilleri, dönemin önemli ağıtçıları vb. bilgiler verilir.

Benzer Belgeler