• Sonuç bulunamadı

Annelerin Doğum Sonu Depresyon Puan Ortalamaları ile ĠliĢkili Bulguların

4. TARTIġMA

4.2. Annelerin Doğum Sonu Depresyon Puan Ortalamaları ile ĠliĢkili Bulguların

Okuryazar ve ilköğretim mezunu anneler ile lise ve üzeri eğitime sahip olan annelerin birinci ay EPDS puan ortalamaları birbirlerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklıdır (p<0,05). Doğum sonu depresyon puan ortalaması lise ve üzerinde eğitim almıĢ annelerde diğer gruba göre daha yüksek bulunmuĢtur. Dördüncü ay EPDS puan ortalamaları arasında okuryazar ve ilköğretim mezunu anneler ile lise ve üzeri eğitime sahip olan anneler arasında fark istatistiksel olarak anlamlı düzeyde olmamakla birilikte (p>0,05), doğum sonu depresyon puan ortalaması okuryazar ve ilköğretim mezunu olan annelerde diğer gruba göre daha yüksek bulunmuĢtur. Birinci ay ölçümlerinde lise ve üzeri eğitim alan annelerde daha yüksek bulunan depresyon ortalaması zamanla hızlı bir Ģekilde düĢmüĢtür (Çizelge 3.7.). Hem eğitim hem de kadınların çalıĢma durumlarında birinci ayda eğitimi lise ve üzeri olan kadınlar ile çalıĢan kadınların EPDS puanlarının daha yüksek olduğu ancak dördüncü ayda her iki grupta depresyon puanlarının düĢtüğü görülmüĢtür. Bu durum eğitim seviyesi yüksek annelerin doğum sonu kendi ve bebeklerinin bakımı konusunda kaygı düzeylerinin daha yüksek olduğunu, ilerleyen aylarla birlikte baĢ etmenin artmasına bağlı depresyon semptomlarının azaldığını düĢündürmüĢtür. ÇalıĢan

41 anneler için de benzer sonuçların olması bu durumu desteklemektedir. ÇalıĢmada dördüncü ay bulguları ile paralel olarak Sünter ve ark (2006), kadınların lise altı eğitim görmesi ile lise ve üstü eğitim görmesi arasında postpartum depresyon sıklığı açısından fark olmadığını belirlemiĢlerdir. Diğer taraftan; annenin öğrenim düzeyinin Postpartum Depresyon sıklığını etkilemediğini belirtenlerin yanında annenin öğrenim düzeyi yükseldikçe Postpartum Depresyon semptomatolojisi sıklığının azaldığını belirleyen çalıĢma bulguları da bulunmaktadır. (Yamashita ve ark 2000, Dündar 2002, Ekuklu ve ark 2002, Ġnandı ve ark 2002, Dindar ve Erdoğan 2007, Efe ve ark 2007, Salgın ve ark 2007, Ege ve ark 2008, Özdemir ve ark 2008). Ġncelenen çalıĢmalar ıĢığında ulaĢılan sonuçların farklılık göstermesi eğitimin PPD semptomatolojisi görülme sıklığı üzerine etkisini değerlendirecek karĢılaĢtırmalı çalıĢmaların yapılmasının yararlı olacağını düĢündürmüĢtür.

Annelerin, çalıĢma durumu, gelir algısı, aile tipi ve sosyal güvence gibi tanıtıcı özellikleri ile birinci ay postpartum depresyon belirtilerinin görülmesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢki olmadığı saptanmamıĢtır. Ayrıca annelerin gelir algısı, aile tipi ve sosyal güvence gibi tanıtıcı özellikleri ile de dördüncü ay postpartum depresyon belirtilerinin görülmesi arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢki olmadığı saptanmıĢtır. Ekuklu ve ark (2002) ile Ege ve ark (2008)‟ de benzer biçimde gelir düzeyinin PPD semptomatolojisi sıklığı ile iliĢkisinin istatistiksel olarak anlamlı olmadığını saptamıĢtır.

Sosyal güvencesi olmayan annelerin birinci ay doğum sonu depresyon puan ortalaması, sosyal güvencesi olan annelerden daha yüksek ancak istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). Bu sonuç sosyal güvencesi olmayan annelerin kendileri ve bebekleri ile ilgili gelecek kaygısı yaĢıyor olması ile yorumlanabilir (Çizelge 3.7.). Sünter ve ark (2006) ile AktaĢ (2008) sosyal güvence olmamasının PPD semptomatolojisi sıklığını artırdığını belirtirken, aksi yönde sosyal güvencenin etkili olmadığını belirten çalıĢmalar da bulunmaktadır (Dündar 2002, Özdemir ve ark 2008).

GeniĢ aileye sahip olan annelerin birinci ve dördüncü ay doğum sonu depresyon puan ortalaması, çekirdek aile tipine sahip olan annelerden daha düĢüktür.

Ancak ortalamalar arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). Buradan hareketle geniĢ ailesi olan annelerin, aile içindeki büyüklerden destek alarak doğum sonrası dönemi depresif bir olguya katılmadan atlattıkları yorumu getirilebilir (Çizelge 3.7.). Yapılan çalıĢmalarda benzer Ģekilde aile tipinin PPD semptomatolojisi sıklığını etkilemediğini belirlemiĢlerdir. (Dündar 2002, Ekuklu ve ark 2002, Özdemir ve ark 2008, Efe ve ark 2009). Aile tipi ile anlamlı fark olmamakla birlikte doğum yapan anneler için sosyal destek kaynaklarının yeterli olmasının depresyon semptomolojisi üzerine önemli etkisinin olduğunu düĢünülmüĢtür.

EĢlerin eğitim düzeyi ile kadınların birinci ve dördüncü ay EPDS puan ortalamaları arasında anlamlı fark saptanmıĢtır (p<0,05). EĢi lise ve üzeri eğitime sahip kadınların birinci ay EPDS puanları daha yüksek bulunurken, dördüncü ayda EPDS puanları daha düĢük bulunmuĢtur (Çizelge 3.8.).

Nur ve ark (2004), eĢleri üniversite öğrenimi almamıĢ kadınların, almıĢ kadınlara göre postpartum depresyon sıklığının 2,2 kat fazla olduğunu belirlemiĢlerdir. Sünter ve ark (2006), eĢlerin lise altı öğrenim görme, lise ve üstü öğrenim görmeye göre postpartum depresyon sıklığının 2 kat artırmakta olduğunu belirlemiĢlerdir. Gülseren ve ark (2006), eĢlerin beĢ yıldan az eğitim görmenin postpartum depresyon sıklığını artırdığını belirlemiĢlerdir. Bu sonuçların yanında Dündar (2002) ve Özdemir (2008) yayınlarında eĢin eğitim düzeyinin kadının postpartum depresyon sıklığını değiĢtirmediğini belirten sonuçlara ulaĢmıĢlardır. Ancak çalıĢmada eĢin eğitim düzeyi yüksek olanlarda postpartum depresyon puanlarının, eğitim düzeyi düĢük olanlara göre daha yüksek olması, benzer Ģekilde kadınlarda eğitim seviyesi yüksek olanlarda birinci ay yüksek, dördüncü ay düĢük olmasına paralel görünmektedir. Bu sonuç eğitim seviyesi yüksek olan çiftlerin doğum sonu bakıma yönelik kaygılarının yüksekliği ile açıklanabilir.

AraĢtırmaya katılan annelerin eĢlerinin çalıĢma durumu, annelerin doğum sonu depresyon puan ortalamaları arasında farklılık göstermektedir. Bu farklılık istatistiksel olarak da anlamlıdır (p<0,05). Ayrıca istatistiksel olarak anlam taĢıyan bu farklılık; birinci aydaki serbest olarak çalıĢan babalardan, dördüncü aydaki ise memur olarak çalıĢan babalardan kaynaklandığı tespit edilmiĢtir (Çizelge 3.8.).

43 Yapılan bazı çalıĢmalarda eĢi iĢsiz olanların PPD semptomatolojisi sıklığının arttığı (Ġnandı ve ark 2002, Nur ve ark 2004, Ekuklu ve ark 2005, Serhan ve ark 2012) tespit edilirken eĢlerin çalıĢma durumu ile postpartum depresyon sıklığı arasında bir iliĢki olmadığı (Dündar 2006, Eren 2007 ) sonucuna ulaĢanlarda bulunmaktadır.

AraĢtırma kapsamında annelerin gebelik dönemine iliĢkin bulguları; düĢük öyküsü, kürtaj öyküsü, planlı gebelik ve doğum Ģekli ile birinci ay postpartum depresyon belirtilerinin görülmesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢki olmadığı saptanmıĢtır (p>0,05). Bunun yanı sıra dördüncü ay postpartum depresyon belirtileri ile geçmiĢteki kürtaj öyküsü ve gebeliğin planlı oluĢu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttur (p<0,05) (Çizelge 3.9.). Benzer Ģekilde Atasoy ve ark (2004), Sünter ve ark (2006), Kitamura ve ark (2006) yaptıkları çalıĢmalarda düĢük öyküsü ile postpartum depresyon sıklığı arasında anlamlı bir iliĢki saptamamıĢtır. DüĢük yapmıĢ olmanın Postpartum depresyon sıklığını etkilemediği yönündeki bulguların yanında Lee ve ark (2001), Atasoy ve ark (2004) ve Ege ve ark (2008) yaptıkları araĢtırmalarda annede düĢük öyküsünün depresyonu artırdığı yönünde bulgulara ulaĢmıĢlardır. Yapılan çalıĢmada düĢük öyküsü ile EPDS arasında her iki uygulamada da anlamlı fark olmamakla birlikte, kürtaj öyküsü ile EPDS arasında anlamlı fark bulunmuĢtur. Bu sonuç önceki gebeliğini kürtajla sonlandırmanın annede suçluluk duygusuna neden olabileceğini düĢündürmüĢtür. Ayrıca annelerin planlı gebe kalmalarının doğum sonu döneme uyumlarını olumlu etkilediği düĢünülmüĢtür. Ekuklu ve ark (2002), istenmeyen gebeliklerde, diğer gruba oranla daha sık PPD semptomatolojisi görüldüğünü saptamıĢlardır. Ġnandı ve ark (2002) planlanmayan gebeliklerin PPD semptomatolojisi sıklığını artırdığını belirlemiĢler, Sünter ve ark (2006), Dindar ve Erdoğan (2007), Salgın ve ark (2007), Ege ve ark (2008) benzer sonuca ulaĢmıĢlardır. Türkkan ve ark (2007) bebeğini istememe durumunun PPD semptomatolojisi sıklığını artırdığını saptamıĢlardır. Bunun yanında Uyar (2005), Ayvaz ve ark (2006), Gonikadis ve ark (2008), Özdemir ve ark (2008), Efe ve ark (2009), Serhan ve ark (2012) yaptıkları çalıĢmada gebeliğin planlanma durumunun PPD semptomatoloji sıklığı üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkide bulunmadığını saptamıĢlardır. AktaĢ (2008) çalıĢmasında doğum sonu, gebeliği istemeyen kadınların EPDS puan ortalamalarını isteyen kadınlara göre anlamlı derecede yüksek bulmuĢtur. Bu sonuçlar yapılan çalıĢma ile benzerlik

göstermektedir. Ayvaz ve ark (2006) ise çalıĢmalarında annelerin gebeliği isteme durumu ile depresyon arasında anlamlı bir iliĢki olmadığını vurgulamıĢtır. Ġki yaĢın altında bebek varlığı ile EPDS puan ortalamaları arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıĢtır (p>0,05) (Çizelge 3.9.). ÇalıĢmanın aksine Gülseren ve ark (2006), doğum yaptığında üç yaĢından küçük çocuğu olmanın postpartum depresyon sıklığını artırdığını saptamıĢtır.

AraĢtırmamızda postpartum depresyon sıklığı ile doğum Ģekli arasında birinci ay ve dördüncü ay EPDS puanları arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıĢtır (p>0,05) (Çizelge 3.9.). Yamashita ve ark (2000), Ekuklu ve ark (2002), Atasoy ve ark (2004), Dündar (2006), Salgın ve ark (2007), Gonikadis ve ark (2008) ile Efe ve ark (2009) çalıĢmayı destekler biçimde doğum Ģeklinin postpartum depresyon sıklığı açısından anlamlı olmadığını saptamıĢlardır. Sünter ve ark (2006), postpartum depresyon belirtileri gösteren kadınlarda vajinal normal doğum yapmıĢ olmanın 2,2 kat daha fazla risk olduğunu saptamıĢlardır. Türkistanlı ve ark (2005), normal vajinal doğum yapanlarda postpartum depresyon belirtilerinin daha sık olduğunu belirlemiĢlerdir. Hannah ve ark (1992) sezaryen doğumun ile Postpartum Depresyon sıklığını anlamlı Ģekilde etkilediğini saptamıĢtır. Doğum Ģekli ile Postpartum Depresyon sıklığı arasında farklı sonuçların olması, doğum Ģeklinden çok kadının doğum eylemi için kendini ne kadar hazır hissettiği ile iliĢkilendirilebilir.

AraĢtırmada bebeğin cinsiyetinin PPD semptomatolojisi sıklığını etkilemediği saptanmıĢtır (p>0,05) (Çizelge 3.10.). ÇalıĢmayı destekleyen verilerin yanında (Dündar 2002, Ġnandı ve ark 2002, Dindar ve Erdoğan 2007, AktaĢ 2008, Ege ve ark 2008, Arslan 2012, Serhan ve ark 2012); Xie ve ark (2009) Çin‟de yaptıkları çalıĢmada kız bebeği olan kadınların %24,6‟sında, erkek bebeği olan kadınların %12,1‟inde PPD geliĢtiğini farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu saptamıĢtır.

Bebeğinin yeterince anne sütü aldığını düĢünen annelerin birinci ay EPDS puan ortalamaları, bebeğin yeterince anne sütü almadığını düĢünen annelerden daha yüksektir. Ayrıca iki grup puan ortalamaları arasındaki farklılık istatistiksel olarak da anlamlıdır (p<0,05). Bebeğinin yeterince anne sütü almadığını düĢünen annelerin dördüncü ay EPDS puan ortalamaları ise, bebeğin yeterince anne sütü aldığını

45 düĢünen annelerden daha yüksektir ve arasındaki farklılık istatistiksel olarak da ilk ayda olduğu gibi anlamlıdır (p<0,05) (Çizelge 3.10.). Birinci ayda sütünün yeterli olduğunu düĢünen annelerde depresyon puanı yüksek olmakla birlikte dördüncü ayda yetmediğini düĢünenlerde daha yüksektir. Bu durum birinci ayda annenin kaygılarını arttıran faktörlerin çokluğu ile açıklanabilir. Dördüncü ayda bebek bakımı ve bireysel bakımı konusunda güveni artan anne daha objektif değerlendirme yapmıĢ olabilir. Çünkü birinci ayda ek gıda veren annelerde depresyon puan ortalamasının yüksek olması ve ek gıda vermeyenlerle aradaki farkın anlamlı olması da sonucu desteklemektedir.

Bebek bakımı konusunda doğum öncesi ve sonrasında eğitim alan annelerin birinci ay EPDS puan ortalamaları, eğitim almayan annelere göre daha düĢük olup gruplar arasında anlamlı fark olduğu saptanmıĢtır. Eğitim aldığını söyleyen annelerin EPDS puan ortalamalarının daha düĢük olduğu görülmüĢtür. Dördüncü ayda ise doğum öncesi eğitim alma durumu ile EPDS puan ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmazken (p>0,05), doğum sonu eğitim alanlarda anlamlı fark olduğu saptanmıĢtır (p<0,05). Gebelik ve doğum sonu dönemde profesyonel destek alan annelerin bebek bakımı ile daha iyi baĢ ettikleri söylenebilir.

Annelerin tek baĢına bebek bakımını üstlendiği ve desteklenmediğinde anneliğe uyum ve bebekle arasındaki bağın geliĢmesinde güçlükler yaĢadığı, doğum sonu ilk zamanlarda bağımsız olarak bebeklerine bakım vermekte zorlandıkları, kendilerini yetersiz ve yalnız hissettikleri ve bu yüzden bebeği emzirmeyi reddettikleri belirtilmektedir (Doğaner 2005, Aslan ve Uzun 2008). AktaĢ (2008) ile Serhan ve ark (2012) bebek bakımında güçlük yaĢayan annelerin yaĢamayanlara göre EPDS puan ortalamalarının yüksek olduğunu bildirmiĢtir. Dündar (2003) ve Serhan ve ark (2012) yaptıkları çalıĢmalarda EPDS puanı 12‟nin üzerinde olan annelerin %26,9‟unun bebeğine yeterli ilgi gösteremediğini, EPDS puanı düĢük olan kadınlarda bu oranın %10,7‟olduğunu saptamıĢtır.

Ġnandı ve ark (2002) yaptığı çalıĢmada çalıĢma bulguları ile benzer Ģekilde planlanmamıĢ gebelik ve gebelik sırasında medikal takip yokluğu ile depresyon arasında anlamlı fark bulmuĢtur. Annelerin doktor takipleri sırasında fiziksel ve

psikolojik yakınmalarını birebir hekime ve diğer sağlık çalıĢanlarına aktarması, sağlık problemlerinin daha erken aĢamada teĢhis edilerek tedavi edilmesine olanak sunmaktadır. Sağlık çalıĢanlarının yakın, destekleyici ve bilgilendirici tutumları, annelerin sosyal ve psikolojik uyumlarına katkı sağlayabilir. Ayrıca annenin annelik rolüne adaptasyonunu kolaylaĢtırabilir ve ek olarak yenidoğan bakımı, sosyal yardım, pratik bilgiler ve eĢ desteğinin artırılması yönünde olumlu sonuçlar sağlayabilir (Aydemir 2007). Doğum öncesi gerekli izlemlerin olmayıĢı veya yetersizliğinin depresyonu belirtilerini tetiklediği belirtilmektedir (Özdemir ve ark 2008). ÇalıĢma bulgusundan farklı olarak Ekuklu ve ark (2004) yaptıkları çalıĢmada, annelerin %95,0‟ı gebelikleri süresince en az bir kez doğum öncesi bakım aldığını, ancak doğum öncesi bakım sayısı ile postpartum depresyon sıklığı arasında anlamlı bir iliĢki olmadığını belirtmektedir. ÇalıĢma bulgularından farklı olarak Josefsson ve ark (2002) yaptıkları çalıĢmada gebelik süresince doğum öncesi bakım sayısının çok sayıda olması, Postpartum depresyon için kuvvetli bir risk faktörü olarak saptanmıĢtır. Bu durum riskli gebeliklerde izlem sayısının artmasının ikincil sonucu olarak yorumlanabilir.

EĢinin bebek bakımında kendisine destek olmadığını düĢünen annelerin birinci ay EPDS puan ortalamaları, eĢinden yeterli desteği gören annelere kıyasla oldukça yüksektir. Bu farklılık istatistiksel olarak da anlamlı bulunmuĢ olup babanın, annenin duygusal ve psikolojik hali üzerindeki etkisini açıkça gözler önüne sermiĢtir (p<0,05). Dördüncü ay ise bebek bakımında eĢ desteği ile EPDS puan ortalamaları arasında fark bulunmamıĢtır (p>0,05). Ulusoy (2010)‟ un yapmıĢ olduğu çalıĢmada doğum sonu dönemde destek veren kiĢinin kim olduğu (eĢ/anne/kayınvalide/anne ve kayınvalide) PPD semptomatolojisi sıklığını etkilememiĢtir. Sünter ve ark (2006) ve Serhan ve ark (2012), yaptıkları çalıĢmada benzer sonuca ulaĢmıĢlardır. Efe ve ark (2009) ise sadece eĢin destek verdiği grupta diğerlerinden daha sık PPD semptomatolojisi görüldüğünü, ancak istatistiksel olarak anlamlı bir farkın bulunmadığını saptamıĢtır. Bu sonuçlar doğrultusunda doğum sonu ilk bir aylık dönemin annede depresyon bulgularının ortaya çıkmasında kritik bir dönem olduğu görülmektedir. Annelerin özellikle eĢleri tarafından olmak üzere sosyal desteğe ihtiyacının yüksek olduğu görülmüĢtür. Çünkü dördüncü ayda annelerin depresyon puanlarının düĢtüğü eĢ desteğine olan gereksinimin azaldığı görülmektedir.

47 Bebeğinin uyku düzeninde herhangi bir sorun olmayan annelerin doğum sonu depresyon puan ortalamaları, bebeklerinde uyku problemi olan annelerin puan ortalamalarından daha yüksek bulunmuĢtur. Ortalamalar arasındaki bu farklılık istatistiksel olarak da anlamlı düzeydedir. Ancak bu bulguya çeliĢkili yaklaĢılabilir. Nitekim normal Ģartlarda bebeğinin uykusu düzenli olan annenin depresyondan uzak kalması beklenir fakat bulgularımız bu beklenti ile uyuĢmamaktadır. Bu durumda bebeğinin uykusu düzenli olmakla birlikte annelerin depresyon semptomlarını etkileyen farklı faktörlerin olabileceği düĢünülmüĢtür. Çünkü dördüncü ay EPDS puan ortalamaları ile bebeğin uyku düzeni karĢılaĢtırıldığında uykusu düzensiz bebeklerin annelerinde EPDS puan ortalamaları daha yüksek ve aradaki fark anlamlı bulunmuĢtur (p<0,05).

Anne yaĢı, baba yaĢı evlilik süresi, aile geliri, doğum sayısı, gebelik sayı ile birinci ay EPDS uygulaması arasında istatistiksel bir iliĢki söz konusu değilken; aile geliri, doğum sayısı ve gebelik sayısının dördüncü ay EPDS puanları ile arasında istatistiksel olarak anlamlı iliĢki bulunmuĢtur (p<0,05). Ġnandı (2002)‟nın çalıĢmasında ev kadınlarında özellikle eĢleri iĢsiz olan kadınlarda depresyon oranı oldukça fazla tespit edilmiĢtir. DüĢük ekonomik statüdeki kadınlarda kötü yaĢam koĢullarının depresyon riskini artırdığı saptanmıĢtır. Özellikle ekonomik gelirleri eĢ çalıĢmasına bağlı olan kadınlardaki düĢük gelir düzeyinin neden olduğu kötü yaĢam koĢulları depresyon için risk faktörü olabilir. Gebelik ve doğum sayısının yüksek olması, bakmakla yükümlü olunan çocuk sayısının artıĢına paralel olarak annede baĢ etme güçlüğüne neden olmuĢ olabilir.

AraĢtırmaya katılan annelerin Maternal Bağlanma Ölçeği ile Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği bulguları birinci ay ve dördüncü aylar için kendi aralarında ayrı ayrı değerlendirilerek, ilk ayda maternal bağlanmanın artıĢına paralel depresyon semptomlarının arttığı sonu saptanmıĢtır. Söz konusu iki ölçek arasındaki iliĢki istatistiksel olarak da anlamlıdır (p<0,05). Dördüncü ayda ise depresyon puan ortalamalarının hızlı düĢüĢüne paralel olarak maternal bağlanma puanları da düĢmüĢtür. Puan ortalamaları arasında anlamlı bir iliĢki saptanmamıĢtır (p>0,05). Doğum sonrası dönemde bebeğin dünyaya gelmesi ile baĢlayan yakın iliĢki annenin güvensiz bağlanma biçeminin bileĢenleri olan iç çatıĢmaları uyandırabilir ve depresif

duygulara yol açabilir (Sabuncuoğlu ve Berkem 2006). Bu durum birinci ayda MAI ve EPDS‟ nin puan ortalamasının yüksek olmasını, annenin dördüncü ayda bebeğine, fizyolojik, sosyal değiĢime adapte olması ile düĢme eğilimi göstermesini açıklayabilir.

49

5. SONUÇ VE ÖNERĠLER

5.1. Sonuçlar

AraĢtırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda Ģu sonuçlara ulaĢılmıĢtır;  AraĢtırmaya katılan annelerin, yaĢ ortalamaları 28,04±5,61 olup, evlilik

süreleri ortalama 7,26±5,46 ve annelerin evlilik yaĢ ortalamaları ise 20,88±3,07 olduğu saptanmıĢtır.

 ÇalıĢma kapsamına alınan annelerin % 31,1‟i lise ve üzeri eğitim seviyesine sahipken, % 88,8‟i ise her hangi bir iĢte çalıĢmadığı tespit edilmiĢtir.

 ÇalıĢma kapsamına alınan annelerin % 81,6‟sının gelirlerini orta ve kötü düzeyde algıladığı, % 78,1‟inin sosyal güvencesi olduğu, % 72,4‟ünün çekirdek aileye sahip olduğu tespit edilmiĢtir.

 ÇalıĢmaya katılan annelerin eĢlerinin; yaĢ ortalamalarının 29,85±6,06 olduğu %56,1‟inin lise ve üzeri eğitim seviyesine sahip olduğu ve % 37,8‟inin iĢçi, % 39,8‟inin ise serbest olarak çalıĢtığı belirlenmiĢtir.

 Annelerin % 16,3‟ ünün iki yaĢından küçük çocuğu olduğu, % 9.2‟ sinin gebeliği süresince kontrole gitmediği, %96,4‟ünün doğumunu hastanede vajinal yolla (%69,9) doğum yaparak sahip olduğu tespit edilmiĢtir.

 ÇalıĢmaya katılan annelerin % 43,4‟ ü bebeklerini doğum sonrası bir saat içinde, % 55,6‟ sı gündüzleri iki – üç saatte bir, % 65,3‟ ü ise geceleri her ağladığında emzirdikleri tespit edilmiĢtir. Ayrıca annelerin % 90,3‟ ü bebeğin yeterince anne sütü aldığını düĢünmektedir.

 Doğum öncesi, bebek bakımı konusunda eğitim alan annelerin oranı sadece % 39,3 iken, doğum sonrası dönemde aynı oran % 54,1‟e ulaĢmaktadır. Ek olarak; annelerin, %56,1‟i eĢlerinin bebek bakımı ile ilgili kendilerine yeterince destek olduğunu, %78,1‟i bebeklerin uykusunun düzenli olduğunu belirtmiĢtir.

 ÇalıĢmaya katılan annelerin birinci ay MAI puan ortalamasının 97,10±6,01; dördüncü ay MAI puan ortalamaları ise 87,15±8,55 olarak bulunmuĢtur. EPDS ölçeği birinci ay puan ortalamaları 16,77±6,66, dördüncü ay puan ortalamaları ise 4,75±4,09 olarak tespit edilmiĢtir. Kesme puanı 13 alındığında birinci ayda %75‟ inin, dördüncü ayda ise %5,6‟ sının riskli grupta yer aldığı tespit edilmiĢtir.

 Annelerin birinci ay çalıĢma durumu, gelir algısı, sosyal güvence, aile tipi gibi tanıcı özellikleri ile postpartum depresyon belirtilerinin görülmesi arasında istatistiksel olarak iliĢki saptanmazken (p>0,05), lise ve üzeri eğitime sahip olanların EPDS puan ortalamaları diğer gruba göre daha yüksek ve aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüĢtür (p<0,05).  Annelerin dördüncü ay eğitim durumu, gelir algısı, sosyal güvence, aile tipi

gibi tanıcı özellikleri ile postpartum depresyon belirtilerinin görülmesi arasında istatistiksel olarak iliĢki saptanmazken (p>0,05), ev hanımı olanların EPDS puan ortalamaları diğer gruba göre daha yüksek ve aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüĢtür (p<0,05).

 Doğum sonu birinci ayda eĢi lise ve üzeri eğitime sahip kadınlar ile dördüncü ayda eĢi okur-yazar ve ilköğretim mezunu olan kadınların EPDS puan ortalamalarının daha yüksek ve aradaki farkın hem birinci ayda hem de dördüncü ayda istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıĢtır (p<0,05).  AraĢtırmaya katılan annelerin eĢlerinin meslekleri ile, annelerin EPDS puan

ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı fark göstermiĢtir (p<0,05). Farklılığı yaratan grupların birinci ay eĢi serbest meslek, dördüncü ay memur olan kadınlardan kaynaklandığı görülmüĢtür.

 Annelerin gebelik ve doğum sonu dönem özellikleri ile EPDS birinci ve dördüncü ay puan ortalamaları incelendiğinde; annelerde düĢük öyküsü, kürtaj öyküsü, iki yaĢın altında baĢka bir bebeğin varlığı, gebeliğin planlı olup olmayıĢı ve doğum Ģekli gibi tanımlayıcı özellikleri ile birinci ay EPDS

Benzer Belgeler