• Sonuç bulunamadı

ANNELERİN EDEBİYATÇILAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

II. BÖLÜM

2.1. ANNELERİN EDEBİYATÇILAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

İnsan yaşamında ailenin, özellikle de annenin etkisi tartışılmazdır. Bu gerçeği Türk edebiyatının içinde de görürüz. Türk edebiyatında bazı şair ve yazarlar, annelerinden ısrarla söz etmişlerdir. Onların kişiliklerinin oluşmasında annelerinin etkisinin ne kadar büyük olduğunu bu edebiyatçılar, eserlerinde, konuşmalarında ve anılarında da açıkça ortaya koymuşlardır. Ancak bazı şair ve yazarlar eserlerinde dolaylı yoldan anneye yer vermişlerdir. İster doğrudan ister dolaylı yoldan olsun anneler, gerçektir; bir sanat eseri güzelliğindedir ve elbette edebiyatın konusu olur.

Biz bu bölümde, eserlere doğrudan ya da dolaylı biçimde yansıyan anne temasını bir nebze de olsa aydınlatacağından bazı edebiyatçıların annelerinden nasıl etkilendiğine değineceğiz.

Konumuzun Cumhuriyet dönemi ile sınırlı olmasına karşın genel olarak anne etkisini göstermesi ve Tanzimat ile Servet-i Fünûn Dönemlerinde başarılı bir kadın şairin varlığı bakımından Nigâr Hanım, önemli bir şahsiyettir. “Sekiz dilde okur- yazar, konuşur” bir baba ile şiir sever, ince ruhlu bir annenin yetiştirdiği önemli bir simadır.

Nigâr Hanım, döneminin yetişmiş bütün şairleri gibi ilk ilhamlarını Divan Edebiyatından alır. Ancak bu ilk ilhamların ona gelişini hızlandıran, annesidir. Annesinin özellikle hasta olduğu zamanlar okuduğu beyitler Nigâr Hanım’ı derinden etkiler. Elbette şairin tek etkilendiği annesi değildir; ancak annesi olmasaydı Nigâr Hanım’ın şairlik hayatında büyük bir eksik de olacaktı. Şairin yaratılışı, öncelikle babasından aldığı edebî, sosyal, kültürel eğitim, dönemin ünlü isimlerinin (Ahmet Mithat, Recaizâde Mahmut Ekrem) eserleri, babasının ona seçtiği hocaları (Celal

Sahir’in babası Şükrü Efendi) ve elbette vatanı, onun şairliğini besler. Fakat annesinin tamamlayıcı kimliği bu kadın şairin duyarlılığını artırmıştır.

“İlk yazılarım çıkmaya başladığı zaman ben on dört yaşımdaydım.

Diyebilirim ki şairlik zevkimi annemden almışımdır. Çünkü annem, efendim,

gayet çok şiir okurdu. Zavallı hasta olduğu zaman daima beyitler okurdu.” 6

Çoğu şairimiz özellikle annelerinin ölümünden duydukları acıyı şiirlerinde anlatmışlardır. Cumhuriyet dönemi şairlerinden olmasa da bizim modern şiirimizin hazırlayıcısı diyebileceğimiz Tevfik Fikret’e bu konuda yer vermek gerekiyor. Tevfik Fikret 12 yaşındayken annesi ölmüştür. Bazı şiirlerinde, özellikle Şermin’e yazdıklarında bu yoğun öksüzlük duygusunu görürüz. Onun bu şiirlerinde “anne” yerine “nine” sözcüğü kullanılır.

İçine kapanık bir çocukluk geçiren Fikret’in bir başka “Aşiyan”ı da konaklarındaki küçük odasıdır. Aksaray’daki evlerinde şairin kendisine ait odasında tüm eşyalarını, oyuncaklarını, kitaplarını topladığı kendine uygun bir dünyası olduğunu görmek mümkündür.

Böyle bir dünya kurmasında annesinin ölümü elbette çok etkili olmuştur. “Şairin annesi aslen bir Rum… Müslüman olup Hatice Refia ismini

alan bu kadın da kocası gibi oldukça dindardır. 1879 yılında kardeşi ile birlikte hacca gider, dönüşte koleraya yakalanır ve yolda ölür.12 yaşında öksüz kalan küçük Tevfik, Aksaray’daki konaklarında kendisine anne kadar

ilgi gösteren yengesi Naime Hanım’ın yanında yaşamaya başlar.”7

6- Ruşen Eşref Ünaydın, Diyorlar Ki, 2. Baskı, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Yay.,Ankara 1985, s.18. 7- Rıza Tevfik Bölükbaşı, Tevfik Fikret, Hayatı, San’atı, Şahsiyeti, Hazırlayan: Abdullah Uçman, Kitabevi Yay., İstanbul 2005.

Tevfik Fikret’in gerek “Şermin” adlı kitabında gerekse öksüzlüğü ile ilgili imgeler içeren başka şiirlerinde kendi öksüzlüğünü “vatanın öksüzlüğü” ile örtüştürerek işlediğini görürüz.

Rıza Tevfik Bölükbaşı da annesinin ölümüne şahit olmuş bu olaydan etkilenip olayın etkilerini şiirlerinde yansıtmış şairlerdendir. Rıza Tevfik’in anılarından şunları öğreniyoruz:

“İzmit bir yemiş memleketi idi. Fakat bu cennet gibi memleketi sıtma

berbat ediyordu. Anam Şapset kabilesinden genç bir Çerkez kadınıydı. Ömründe hastalık nedir bilmemiş bir kimseydi. İzmit’te sıtmaya tutuldu. Karaciğer hastalıkları almış yürümüştü. Hekim yoktu. Dalak kesen berberler vardı. Derken anam sarılık da oldu. İlaç milaç hak getire. Hâsılı bu genç kadın 28 yaşında öldü. Ben o vakit on bir yaşındaydım. Ölüm döşeğinde, anamın başucunda idim. Ölümünü gördüm. Beni zorla oradan kaldırdılar

Serâb-ı Ömrüm’deki birkaç şiirim onun mersiyeleridir.” 8

Süleyman Nazif’in anne imgesinin anneden öksüz kalışın biçim değiştirip vatan ve tarih yetimliğine dönüşmesi de yine annelerin edebiyatçılar üzerindeki etkisini görmek bakımından kayda değerdir.

Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinde elbette ailesinin ve ailesinden aldığı ilk din

î

telkinlerin etkisi çoktur. “Ne öğrendiysem kendisinden öğrendim.”dediği hem babası hem hocası İpekli Tahir Efendi’nin yanında tamamlayıcı annesi dinine bağlı bir kadındır.

8- Rıza Tevfik Bölükbaşı, Biraz da Ben Konuşayım, Derleyen: Abdullah Uçman, İletişim Yay. İstanbul 2008.

“Annem çok ibadet eden dindar bir hanımdı. Babam da öyle. Her

ikisinin de dine sağlam bir bağlılıkları vardı. İbadetin verdiği zevkleri heyecanla tatmışlardı. Bilhassa bu hususta evden dinî telkinler aldım. Annem çok hassas bir kadındı, babam da öyle. Şiir söylemezdi; fakat mensur şiire

aşıktı.” 9

Hüseyin Cahit Yalçın’ın da edebiyat zevkinin temellerinde ailesinin etkisi büyüktür. Özellikle annesinin, babasının, ablasının geceleyin okuduğu kitaplar sanatçının çocuk hayal dünyasını kurmasında temel teşkil eder. Âşık Garip, Kerem, Hazret-i Ali’nin Savaşları, Battal Gazi, Kara Davut, Ahmet Mithat’ın Felatun Beyle Rakım Efendi’si, Monte Kristo vb gibi eserler sanatçının ailece gece okumalarının tanıttığı eserlerdir.

Celal Sahir Erozan’ın annesi, Hacı Davut Han sülalesinden Fehime Nüzhet Hanım, şairi belirttiği gibi çok zarif ve ince duygulu bir kadındır. Tam bir öğrenim hayatı olmamasına rağmen yeteneği ile şair olmuş bu kadın gazellerden, şarkılardan oluşan küçük bir divan olabilecek manzum yazılar ve iki tiyatro piyesi kaleme almıştır. Hatta bazı şarkıları bestelenmiştir.

Şair, çocukken anne ve babasının ayrıldığını ve babasının saraydan çıkmış bir hanımla evlendiğini ve bu yeni çiftin üç çocuğu olduğunu öğreniyoruz. Şair babasını beş yaşından sonra görmemiştir. Ancak baba şefkatinden mahrum kalmadığını da öğreniyoruz. Çünkü babasından ayrıldıktan sonra annesi de evlenmiş üvey babası baba sevgisini aratmamıştır.

9- Ahmet Kabaklı, Sohbetler II Mehmet Akif/ Yahyâ Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, 2. Baskı, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., İstanbul 1992, s. 11.

İşte bu duygulu ve yetenekli kadın, Celal Sahir’e şairlik aşılamıştır. “Şiir yazmak merakı eğer irsî bir şey ise bu bana annemden geçti.”demiştir.

“İlk şiirimi ne zaman yazdım? Bunu öğrenmek istiyorsunuz öyle

mi? Anneme darıldım da ondan yazdım. On dört yaşında idim o zaman. Fakat neşretmedim tabiî. Bu şöyle bir şarkı idi:

Lerzan ediyor çarhı enünü nevhatım Hiç gelmeyecek mi acaba ânı mematım En sevdiğim barı giran oldu hayatım

Hiç gelmeyecek mi acaba ânı mematım” 10

Türk Edebiyatının vazgeçilmez şahsiyetlerinden biri olan Ahmet Haşim de annesinden etkilenen ve bu etkileri şiirlerine yansıtan sanatçıların başında yer alır. Haşim'in şahsiyetinin oluşmasında annesinin büyük rolü olmuştur. Ahmet Haşim sekiz yaşlarında iken annesini kaybetmiştir. Bu ölüm, şairin içsel dünyasının en büyük olayı olarak onda derin izler açmıştır.

10- Mecdi Sadrettin ile 10 Temmuz 1929’da yapılan ropörtaj. Zikreden: Mehmet Nuri Yardım,

Ahmet Haşim'in duygu dünyasını ve dolayısıyla şiirlerindeki dünyayı anlamak için onun hayatının özelliklerine ve inceliklerine dikkat etmek gerekir. Onun içindeki tezatların, hazin huzursuzlukların, çapraşık düğümlerin yavaş yavaş nasıl oluştuğunu görmek için, çocukluğunun ilk zamanlarına inmek yerinde olur.

“Ahmet Haşim,1887’de Bağdat’ta doğar. Soyu oranın ileri gelen

ailelerindendir. Babası Alûsizâdelerden Arif Hikmet Bey’dir. Annesi Kâkyazâdelerden Sârâ Hanımdır. Her iki aileden de birtakım bilginler, devlet adamları çıkmıştır…

Haşim doğduğunda babası Hulle’de kaymakamdır. Görevi dolayısıyla birçok yerleri dolaşır, onu da birlikte götürür. Bu yüzden Haşim düzenli bir ilkokul öğrenimi göremez. Ancak bir süre Afganlı halasıyla bir cami avlusundaki mahalle mektebine gidip gelir. Annesi duyarlıklı, hasta bir kadındır. Oğlunu çok sever, kucağından indirmez. Cılız ve sıska oğlu da ondan ayrılmaz Evin bahçesinde sincaplarla, ayı yavrularıyla oynamaktan, bazen sokağa kaçarak Çingenelerin çalıp söyleyişlerini seyretmekten hoşlanır.1893 yılına doğru Sârâ Hanım ölür. Haşim altı yedi yaşında öksüz ve yalnız kalır. Babası katı bir adamdır. Oğluyla pek ilgilenmez. Bundan ötürü Haşim, annesinin ölümüyle derinden yaralanır. Onunla geçirdiği mutlu

günleri bir türlü unutamaz. 11

Ahmet Haşim'de daha küçük yaşlarda başlayan kendi içine çekiliş zamanla büyür. Yabancılık duygusuna okul sıralarında takılan lakaplar, haddini aşan olaylar ve çirkin şakalar eklenir. Bunlar zamanla onun içine yerleşir. Bunların yanında kendi çirkinliğinden duyduğu rahatsızlık ve şiirini gereğince anlamayanların hücumları da onu ömrü boyunca huzursuzluğa sürükleyen sebepler arasındadır.

11- Asım Bezirci, Ahmet Haşim Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Seçme Şiirleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1986, s. 8.

Tüm bunların yansımalarını eserlerine taşımış olan Ahmet Haşim’in incelenmesini konumuzu daha iyi anlamak açısından gerekli görüyoruz. Ahmet Haşim, anne temasının derinliğine inmemizi sağlayacak inceleyeceğimiz anne temalı şiirleri Cumhuriyet dönemi Türk şiirindeki anne temasının gelişimine de rehber olacaktır.

Yahya Kemal’de de anne etkisi derindir. Yahya Kemal, çocukluk ve gençlik yıllarını anlattığı “Çocukluğum, Gençliğim, Siyas

î

ve Edeb

î

Hatıralarım” adlı eserinde derin duygularla bağlı olduğu annesini ayrı bir bölümde anlatmıştır. Yahya Kemal’in annesi Nakiye Hanım, Leskofçalı Dilaver Bey’in ve Ivranyalı Adile Hanım’ın üç kızında en büyüğüdür. 1883’te Nakiye Hanım, Yahya Kemal’in babasıyla evlenir. Orta boylu, kumral, güçlü bir bünyeye sahip, duygusal bir kadın olan Nakiye Hanım, okuma yazma bilmemesine rağmen oldukça görgülü ve anlayışlı bir kadındır. Dinine çok düşkündür.

Yahya Kemal, babasının ailesine çok bağlı olmadığını, alkole düşkün olduğunu, hatta her akşam içkisini ailesinin yanında içtiğini yazmıştır. Yahya Kemal’in babası daha sonra Selanik’e gidip gelmeye başlar. Annesi Nakiye Hanım bu gidişlerden rahatsızdır. Babası bir süre sonra Üsküp’ten ayrılıp Selanik’te bir memuriyet alıp orada yerleşmek ister. Ancak annesi yaşadığı topraklardan ayrılmak istemez. Bu duruma üzülen Nakıye Hanım verem hastalığına yakalanır.

Daha sonra Yahya Kemal, annesi, kardeşi Reşat, Rukiye, Arap halayıklarıyla beraber Üsküp’ten ayrılıp Selanik’e taşınırlar. Babası Selanik adliye müfettişliğine başlamıştır. Bu arada geceleri içki ve eğlence hayatı da sürer. “Ben de kendi heva-ü

hevesimle dolaşıyordum. Küçük biraderim ise ailemizin feci vaziyetini idrak edecek

yaşta değildi.”12 Annesi, babasının kendisine karşı merhametsizliğinden ve

ilgisizliğinden çok çocuklarına karşı kayıtsızlığına üzülmektedir. Bu nedenle Nakıye Hanım günden güne erir. Onun tek bir isteği vardır: “Bir Müslüman şehir olan Üsküp’e gitmek ve konu komşunun arasında ölmek”

12- Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, Baha Matbaası. İstanbul 1976, s.6.

Beyatlı’nın babası, annesinin bu perişan haline daha fazla dayanamaz ve annesi ile kardeşini Üsküp’e gönderir. Beyatlı, Selanik İdadisi’ne gideceği için babasıyla kalır. Ancak daha sonra babası Üsküp’e geri dönmeye karar verir. Döndüklerinde Nakiye Hanım’ı ölüm döşeğinde bulurlar. Annesinin tek tesellisi oğlu Yahya Kemal’i bir kez daha görmektir.

Annesinin ölümü Beyatlı’yı sarsar. Rüyasında ölümünü gördüğü annesini onun lirizminin temelinde görmek mümkündür. Annesinin dinî ve millî telkinleri ile onun ölümünden etkilenişini böylece Beyatlı’nın şiirlerine yansımıştır.

İlk şiirini 15 yaşında Namık Kemal adıyla yazan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in de hayatına baktığımızda ‘aile’ özellikle ‘anne’ kavramının önemini bir kez daha anlıyoruz.

Hamdullah Suphi, annesine çok bağlı bir çocuktur. Annesi de oldukça merhametli ve şefkatlidir. Şairin annesi gazetede okudukları bir tabur Rus askerinin bir göl üzerinden geçerken buzların altında kaldığı haberi karşısında bile evlat acısını hissedecektir.

Bütün annelere değer veren Hamdullah Suphi, onların hayatın devam etmesi ve düzenin ahenkle sürmesi bakımından büyük bir güce sahip olduklarına işaret eder:

“Anneler olmasaydı ovalar ıssız kalırdı, ormanlar sessiz kalırdı,

gökler kanatsız kalırdı. Kendimizi duyduğumuz anladığımız günden beri gözlerimizin seyrettiği o sayısız hayat mucizeleri annelerin içine doğuyor, annelerin verdiği feyizlerle yetişiyor ve üzerinde yaşadığımız dünyayı, fezanın

içinde kupkuru, ölü bir mezar taşı gibi savrulmaktan kurtarıyor.”13

13-Şevket Rado: “Abdülhak Şinasi Hisar’ın Dağınık Notlarından, Hamdullah Suphi Tanrıöver”, Hayat Tarih Mecmuası, Ağustos, 1966, Yıl 2, Sayı 7, s.4-9 Zikreden: Mehmet Nuri Yardım,

Şiirlerini Türk Yurdu, Resimli Kitap gibi dergilerde yayımlayan Hamdullah Suphi’nin en başarılı manzum hikâyelerinden biri “Annemin Derdi”dir. Bu şiirde annesinin, adeta ruh tahlillerine varıncaya kadar, hatta hayat hikâyesinin ve konağın mahremiyetini a çığa vururcasına son derece ayrıntılı açıklamalar vardır. Günebakan yazarının babası devrinin sayılı adamlarından olmakla birlikte annesi okuma yazması olmayan bir Çerkes kadınıdır. Şairimiz, annesine büyük bir sevgi beslemekte, onu hiçkimse ile değişmemektedir. Öyle ki bir gün hatıralarını anlattığı Mustafa Baydar’a “Belki de tercihimi garip bulacaksın, sana vasiyetimi söyleyeyim: Ebediyet uykusunu annemle birlikte uyuyacağım.”der. Ne var ki bu mümkün olmaz. Çünkü sonsuzluk uykusunu birlikte uyumak istediği ve annesinin mezarının yanındaki yere bir başkası gömülmüştür. Hamdullah Suphi, anne sevgisini şiirleştiren şair olarak da edebiyatımıza mâl olur.

Ailenin, özellikle annenin etkisini kişiliğinde ve eserlerinde gördüğümüz Abdülhak Şinasi Hisar da aile ortamından sıkça bahseder. Annesi, büyükbabası, eve gelen konuklar onun çocukluğunda ruh dünyasını şekillendiren etkenlerdir. Adı bile aile büyüklerinin sevgi duydukları Abdülhak Hamit Tarhan ile Şinasi’nin adlarının bir araya gelmesinden oluşmuştur.

Konumuzun Cumhuriyet dönemi şiirinde anne olmasına karşın bir nesir üstadı olarak bildiğimiz Refik Halit Karay’ı da annesinden etkilenen sanatçılar arasında vermeliyiz. Çünkü Karay, anılarında öncelikle yazmaya şiirle başladığını belirtir:

“Tam doğrusunu söylemek lazım gelirse, bende muharrirlik istidadı pek çocukken, henüz on bir on iki yaşlarında kendisini gösterdi; hem de çoğu kimsede olduğu gibi başlangıçta şiir şeklinde…” İlk manzumesinin çiçek, böcek, ipek, inek kafiyeli olduğunu belirten yazar, sıkıntılı addettiği bu devrenin kısa sürdüğünü, hemen nesre atıldığını belirtir. Biz Karay’ın şairliğinin her ne kadar kısa sürse de onun üzerindeki annesini etkisini belirtmeyi gerekli buluyoruz. Çünkü annesi Refik Halit’i yazılarından dolayı ilk destekleyen kişi olarak görüyoruz.

Refik Halit Karay, kendi evlerindeki mürebbiyeden etkilenerek mürebbiyesi tarafından bırakılma endişesi ve izzeti nefis yarası ve kıskançlık duygularıyla yazdığı

kendisinin daha sonra “basit ve “bozuk “diyeceği –bir sır gibi yazdığı ve defterinde sakladığı - bir hikâyeyi kimseye göstermez. Ancak annesine - belli ki o çocuk dünyasını açabileceği en güvendiği kişiye – açılır. Refik Halit’te bu konuda bir yetenek sezen ilgili anne oğlunu bu hikâyeyi gösterecekleri tanıklarına götürür:

“Defterimi ancak anama okuyabilmiştim. Başka kabahatlerimizi de

zaten ona itiraf etmekle başlamaz mıyız? Beni bir gün yanına aldı, civarda oturan ilim ve irfan ile tanınmış ahbaplardan bir gence götürdü ve defteri

tetkikine arz etti. …”14

Karay’ın annesi, onun da belirttiği gibi en özel duygularıyla yazdığı hikâyesini paylaşacak kadar güven duyduğu kişidir. Oğlunu desteklemiş, bağışlayıcılığı ile bir sırdaş olmuştur. Elbette bu yönleri sanatçıyı derinden etkilemiştir.

Yine Halit Fahri Ozansoy’un çok küçük yaşta annesini kaybetmesi eserlerindeki lirizmin temeline de işaret sayılır. Babası, ninesi, yengesi ve uşakları ile hareketli bir hayat sürmesine rağmen genç yaşta ölen annesini unutmayacaktır.

Babası yedi günlükken önlen Arif Nihat Asya, 4 yaşında iken annesi Filistinli bir subayla evlenir. Dedesi annesi ile gitmesine izin vermez ve Asya annesini ancak kendisi 47 yaşında iken tanır. Tezimizde ayrıntısı ile verdiğimiz bu olay şairin anne temalı şiirlerine doğrudan yansımıştır.

Necip Fazıl Kısakürek Kısakürek’in şiirleri ve hayatı incelendiğinde onun sanatında annesinden ve ailesinden gelen izleri görmek mümkündür. Annesinin sanatçı kimliği üzerindeki etkisini Necip Fazıl ünlü eseri “Çile”nin başında şöyle anlatır:

“Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır:

Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde siyah kaplı, küçük eski bir defter… Bitişikte yatan genç kızın şiirleri varmış defterde… 14-Hikmet Münir Ebci, Kendi Yazıları İle Refik Halit, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul, s.2.

Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp: -Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!

Annemin dileği bana içimde besleyip on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:

-Şair olacağım! Ve oldum…”

O günden sonra Necip Fazıl, şairliği “küçük ve adi hasisliklerin” üstünde görür, onu “idrakin en ileri merhalesi” sayar ve böyle hissetmesine sebep olan bu küçük bahaneyi ömrünün sonuna dek unutmaz.

Sait Faik Abasıyanık’ta ise sadece bir sebep değil edebiyat dünyası açısından birçok sonucun sebebi olan annenin ilginç, verimli uğraşısını görürüz: Sait Faik öldükten sonra ölümsüz çocuğunu daha da ölümsüzleştirecek Sait Faik öykü yarışmasının başlaması ve bu yarışmanın gelenekselleşmesi.

Bir insan için en büyük şanslardan biri sevgi dolu bir aileye sahip olmaktır. Anne ve babanın birbirine uygun olması, birbirlerini aynadaki akisleri gibi görmeleri, birbirlerini tamamlamaları bir çocuk için hele bulunmaz bir hazinedir. Tıpkı Samiha Ayverdi’nin hayatında olduğu gibi. Eserlerinde çocukluğunda yetiştiği muhiti, ailesinin verdiği terbiyeyi, geleneğe bağlılığını ve elbette anneliğin tüm özelliklerini her zaman gördüğü dışı gibi içi de güzel annesini yansıtmış olan Ayverdi, kişiliği, hayat görüşü üzerinde annesinin etkisini açıkça ifade eder.

“…çocukluğumda annem benim için sade analık vasıflarını bütün

kudretiyle temsil eden güzel bir kadındı. Hâlbuki sonradan anladım ki o, yüzü

kadar içi de güzel bir insanmış.” 15

Samiha Ayverdi’nin kendine annesini örnek aldığı açıktır. “Güzeller serefrazı” diye bilinen sarı saçlı, yeşil gözlü annesinin güzelliğini, güzel huylarını sık sık anar:

“Annem dedikodu ve mâlâyâniden hoşlanmayan bir mübarek insandı.

Meclislerinde gıybet eksik olmayan ailelerle temastan hiç hoşlanmaz, fakat ziyarete mecburiyeti olan kimselerle, soğukluğa meydan vermemek için,

arada bir görüşürdü. 16

Samiha Ayverdi’nin çocukluğunda yaşadığı konak hayatı ve tarihi çevresi ile Osmanlı Dönemi ve Rumeli Türklüğü ağırlıklı tarih kültürünü birleştirerek yazdığı birçok eserde, karakterlerinde annesinin izlerini bulmak mümkündür.

Ziya Osman Saba, Binbaşı Osman Bey’in oğlu Saba, annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve bu acı ayrılık Saba’nın şiirlerindeki derin duyarlığında haritasını çizer. Özellikle çocukluğa özlemini, eski İstanbul’u anışını, Allah’a sığınmayı küçük yaşta kaybettiği annesini anarken daha da yoğunlaştırır adeta.

“Ben sekiz yaşında iken annem o zamanlar o zamanlar pek salgın ve

meşhur olan İspanyol nezlesinden öldü Mütarekenin acı günleri ile beraber

Galatasaray Lisesine yatılı olarak girdim…”17

“Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini!/Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu/Annem vardı, babam vardı.” dizelerinin şairi Ziya Osman’ın ilk yazısını yazmasına annesi sebep olur. İlk yazısı annesinin ölümüne ve ardından gelen ikinci

Benzer Belgeler