• Sonuç bulunamadı

2007 tarihinde Vakıf Eserleri Müzesi olarak açılan binada üst katlarda sergi salonları, idare odaları kütüphane ve sinevizyon olarak kullanılan seminer odası yer alırken bodrum katta ise, depolar, temizlik ve konservasyon bölümü ile galeri olarak kullanılacak çok amaçlı bir sergi salonu bulunmaktadır. Müzede; Geleneksel Türk El Sanatlarından halı, kilim, Ģamdan, kandil, çini, ahĢap, hat, el yazma eserler, saatler ve fotograf makineleri gibi çok çeĢitli vakıf eserleri sergilenmektedir.

Müzenin; birinci katında vitrinlerde yer alan el yazmaları, merdivenlerin karĢısındaki bölümde bulunmaktadır. GiriĢten itibaren; sağ ve sol taraflı sıralanmıĢ, cam teĢhir yerlerinin içinde bulunmaktadır. Bunlar silsilename, çoğu padiĢah vakfiyesi olan vakfiyeler ve Kur‟ an-ı Kerim‟lerden oluĢan eserlerdir. Toplam 32 adettir. Ayrıca bu vitrinlerde 2 adet mühür, 1 adet gülsuyu ĢiĢesi, 1 adet kitap kapağı bulunmaktadır. Bu salonda bulunan 3 adet camekanın birinde sedef kakmalı ahĢap Ģamdan, diğer ikisinde de 3 adet sedef kakmalı sakal-ı Ģerif kutusu sergilenmektedir.

Bu salonda 6 adet hat levha sergilenmektedir. Bunlardan birinin hattatı Abdülmecit‟tir. Ayrıca orta kısımda iki ayrı Ģekilde, küçük camekanlar içinde sergilenen birkaç Kur‟ an-ı Kerim‟de bulunmaktadır. Sergilenen platformlarda gerekli koruyucu ıĢık ve diğer önlemler alınmıĢtır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından cumhuriyetin ilk yıllarında bir eğitim yapısı olarak inĢa edilen binanın, bugün müze olarak kültürel amaçla kullanılması, hem bu tarihi yapının korunması ve yaĢatılması, hem de Ankara‟nın yeni bir müzeye kavuĢması açısından geçmiĢte olduğu gibi günümüzde de, Vakıflar Genel Müdürlüğünün yaptığı çok önemli bir çalıĢmadır. (Avem, 2008: 28)

4.3. VAKFİYELER VE TARİHİ

4.3.1. Tarihte Vakıflar

Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandıktan sonra 2 Mayıs 1920 yılında "Büyük Millet Meclisi Ġcra Vekillerinin Suret-i Ġntihabına Dair Kanun" çıkartılarak 11 kiĢilik Ġcra Vekilleri Heyetine ġer' iyye ve Evkaf Vekaleti de alınarak vakıf iĢleri bu Vekâlet tarafından yürütülmüĢtür. ġer' iyye ve Evkaf Vekaleti' nin 3 Mart 1924 gün ve 429 sayılı Yasa ile kaldırılmasıyla görevleri BaĢbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilmiĢtir.

Vakıflar Ġdaresinde asıl değiĢiklikler, 5 Haziran 1935 tarihinde yürürlüğe giren "2762 sayılı Vakıflar Kanunu" ile yapılmıĢtır. Bu Kanunun 1. maddesine göre vakıflar; yönetim biçimine göre, Mazbut, Mülhak, Cemaat ve Esnafa Mahsus Vakıflar olmak üzere üç kategoride toplanmıĢtır.

1- Mazbut Vakıflar: Söz konusu 2762 Sayılı Kanunun 1. Maddesinde Genel Müdürlük tarafından idare edileceği gösterilen, bu Kanunun neĢrine kadar mazbutiyet altına alınmıĢ olan ve on seneden beri mütevelliliği kimseye tevcih edilmemiĢ bulunan vakıflar ile Kanunen veya fiilen hayrî hizmeti kalmaması üzerine, idaresi doğrudan Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlanan vakıflardır. Ayrı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip olmakla beraber bu vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından temsil ve idare edilir. Bütün iĢ ve iĢlemleri Genel Müdürlükçe yürütülür.

2- Mülhak Vakıflar: Soydan gelenlere Ģart edilmiĢ, mütevellilerince idare ve temsil edilen tüzel kiĢiliğe haiz vakıflardır. Vakıf senedinde yazılı Ģartlara göre vakfın evladından olan mütevellilerce idare edilir ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce de denetlenir.

3- Cemaat ve Esnafa Mahsus Vakıflar: Cemaat ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kiĢi veya kurullarca yönetilir. Ġlgili Makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından teftiĢ edilir ve denetlenir.

Türk Medenî Kanununa Tâbi Yeni Vakıflar: Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Ģahısların isteği üzerine, bağımsız mahkemeler tarafından kurulup, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kuruluĢ senedine uygunluk yönünden denetlenen vakıflardır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün, 21.5.1970 tarihli 1262 sayılı Kanunla sınaî, ticarî, ziraî yatırımlara girmesi sağlanmıĢ; 8.6.1984 tarihli 227 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de bazı birimlerin ismi değiĢerek, devlet standardı içindeki yerine oturmuĢtur.

Vakıflar Genel Müdürlüğüne bir görev olarak tevdi edilen vakıf eski eserlerimizi korumak, kollamak, gelecek nesillere ulaĢtırma görevi, bu eserlerin bütün insanlığın kültürel mirası olduğu düĢünüldüğü zaman, baĢta mülkî amirler, belediyeler olmak üzere bütün vatandaĢlarımız tarafından top yekûn korunması gereken eserlerdir. Tarihimizin ve kültürümüzün bir parçası olan vakıf eserlerin korunması, bir kurum ve kuruluĢa emanet edilemeyecek derecede ortak sorumluluk gerektirmektedir. Fert fert bu sorumluluğu paylaĢtığımız taktirde, tarihi vakıf eserlerimiz sonsuza kadar yaĢayacaktır. (http://www.vgm.gov.tr/)

Vakfiye: Vâkıfın (vakfedenin) malını verdiğini gösteren ve hâkimin vakfa dair hükmünü içeren belgedir. Vakfiyeler genellikle Ģu fıkraları ihtiva eder:

1. Allah'a hamd u senâ (Ģükür ve övgü) ile vakfetmenin sevâbı hakkındaki ayet ve hadisler

2. Vakfedilen mallar

3. Vakfedilen malların nasıl idare edileceği 4. Gelirlerin sarf yeri

5. Vakfın kimler tarafından idare edileceği

6. Hâkimin, vakfın sıhhat ve lüzumuyla ilgili hükmü 7. Nihayet tarih ve belgenin üst tarafında hâkimin mührü (http://www.vgm.gov.tr/arsiv/vakfiye.html)

PadiĢah vakfiyeleri, tezhibin en güzel örneklerini verdikleri sanat örneklerimizdir. Yüzyılların üstünden geçtiği, en kıymetli değerlerimizdendir.

Vakfiye Tezhibi: tezhibin uygulandığı belgelerden biride vakfiyelerdir. Vakfiyelerin büyük çoğunluğu kağıda yazılmıĢtır. Nadiren taĢa hakkedilmiĢ olanlarına da rastlanır. Bunlar, daha çok vakfiyedeki ana esasların, kitabe biçiminde vakfın giriĢine konulmasıyla oluĢmuĢtur. Vakfiyelerin bir bölümü, kağıtların birbirine eklenmesiyle düzenlenmiĢ ve rulo yapılmıĢtır. Kimi vakfiyeler defter biçiminde düzenlenmiĢ ve ciltlenmiĢtir. Bu biçimde hazırlananlar arasında sayfa sayısı 300‟ e ulaĢan çok uzun vakfiyeler vardır. Vakfiyelerde öncelere rıka‟ ve tevkı gibi yazı çeĢitleri kullanılırken, sonraları nesih ve sülüsün tercih edildiği görülmektedir. Bunların kimisinde yazı çerçeve içine alınmıĢ ve çerçevesi tezhiplenmiĢtir. Bu bezemeler döneminin, süsleme özelliklerini gösterir; mesela, XVIII. Yüzyıl sonlarına kadar görülen rumi ve hatayiler, XIX. yüzyılda yerlerini barok ve rokoko üslubunda yapılmıĢ motiflere bırakmıĢlardır. ( Acar, 1998: 128)

4.4. KUR’AN-I KERİM’İN TARİHÇESİ

Kur‟ an-ı Kerim Ġslam dininin kutsal kitabıdır ve ilahi kitapların en sonuncusudur. Kur‟ an-ı Kerim, Ġslam dini peygamberi olan Hz. Muhammed‟e (s.a.v.) 40 yaĢına bastığı sırada “bin aydan hayırlı” kadir gecesinde nazil edilmiĢtir. Kur‟ an-ı Kerim Hz. Muhammed‟e büyük meleklerden Cebrail aracılığı ile vahyolunmuĢtur. (Demirağ, 2007: 20)

Allah katından insanlığa indirilen en son ve en yüce kitap olan Kur‟ an-ı Kerim‟e “ Mushaf-ı ġerif ” veya “ Kelam-ı Kadim ” de denilmektedir.

1400 yılı aĢkın zamandan beri gönülleri nurlandıran, insanlara iyiliği, doğruluğu gösteren, Kur‟ an, Arapça olarak indirilmiĢtir. Ġnsanların ve toplumun maddi, manevi, dünya ve ahiret hayatı, mutluluğu için, zamanın ihtiyaçlarına göre, her türlü sosyal hayat ve ahlak kurallarını kapsayan Kur‟ an-ı Kerim ayetlerinin ana konularını, büyük Türk Ġslam bilgini ġeyhülislam Ġbni Kemal (kemal paĢazade Ahmed ġemsüd‟din Efendi, 1468-1533)yazmıĢ olduğu Ģiirde Ģöyle belirtmektedir:

1000 Ayet Vaat 1000 Ayet Vait

1000 Ayet ibadete ait emirler 1000 Ayet Nehiy ve tehdit 1000 Ayet misaller ve ibretler 1000 ayet Haberler ve kıssalar 500 Ayet Helal ve haram 100 Ayet tespit ve dua 66 Ayet nasih ve mensuh

Toplam 6666 Ayet (114 sure). (Gündüz, 1978: 344-345)

Kur‟ an-ı Kerim‟in en iyi biçimde yazılıp, bezenmesi, tüm Ġslam dünyasında özellikle Türkler de adeta ibadet sayılmıĢtır. Kur‟ an‟ a verilen önem kitap ve hat sanatlarının alabildiğine geliĢip yücelmesine neden olmuĢtur.

DeğiĢik ebatlarda Kur‟ an-ı Kerim yazmak, onları bezemek, ciltlemek değerli bir sanat kolu haline gelmiĢtir.(Özsayıner, 1999: 11)

Kur‟ an-ı Kerim Hz. Muhammed‟e fasılarla yaklaĢık 23 senede indirilmiĢtir. Bu süre 22 sene, 22 ay, 22 gün sürmüĢtür. Hz. Muhammed‟in Mekkeli ve KureyĢ kabilesine mensup olduğu ve Ġslam öncesi Mekkeli ve Medineli Araplara tebliğ edildiği için, Kur‟ an-ı Kerim Arap diliyle ve bu dilin KureyĢ lehçesiyledir. Ancak Kur‟ an-ı Kerim‟in Arapça olarak inmesi, yalnız Arap milletine indirildiğini göstermez. Kur‟ an-ı Kerim bütün insanlara ve bütün alemlere indirilmiĢ bir Allah kelamıdır.

Kur‟ an-ı Kerim‟in pek çok ismi ve sıfatı vardır. Bunların sayılarının 90‟dan fazla olduğu bilinmektedir. Bazı itaplarda 50 kadarı kaydedilmiĢtir. MeĢhur olan isimlerden bazıları Ģunlardır: el-Kitap, el-Fürkan, ez-Zikr, en-Nur, el-Hüda, eĢ-ġifa, el-Mecid, Ümmü‟l-Kitap, et-Tenzil. Kur‟ an-ı Kerim‟e iki kapak arasında toplanıp kitap haline getirildikten sonra “iki kapak arasındaki sayfalar” anlamında, Ġbn-i Mes‟ud‟ un teklifi ile Mushaf ( Mushaf-ı ġerif ) da denilmiĢtir. Fakat en yaygın isim, Ġslam‟ın mukaddes kitabı olan ilahi kelamın özel ismi Kur‟ an-ı Kerim‟dir. (Özcan, 1990: 10)

Kur‟ an-ı kerim vahyolunduğu zamanlarda ya ezberlenmiĢ ya da farklı malzemelere suretiyle günümüze kadar ulaĢmıĢtır.

Peygamberimiz zamanında yazı yazmak için baĢlıca Ģu malzemeler kullanılıyordu:

Deri (edim); bu bilinen deri olup, ondan daha kıymetli olan parĢömen değildir. Rivayetlere göre deriler, ekseriya kırmızı veya koyu bir renge boyanmıĢ olurdu.

Asib; bu kelime daha ziyade, hurma ağacı dallarının takriben 50 cm uzunluğunda ve 4-5 cm geniĢlik arz eden alt kalın kısmını ifade etmektedir.

Deve kemikleri (azm); develerin bilhassa kaburga ve kürek kemikleri üzerine yazılırdı.

Çanak çömlek parçaları ( hazef ); daha ziyade kısa kayıtlar için kullanılırdı.

Lihaf; yumuĢak beyaz taĢ, bu taĢlara da kısa yazılar yazılırdı.

Tahta levhalar; kaynaklarda ayrıca bahsedilmiĢ olmakla beraber, bunların da yazıda kullanılmıĢ olması çok muhtemeldir.

ParĢömen (rakk, cild) ; bu pahalı bir malzeme olduğundan, yalnız mahdut nispetle kullanılmıĢtır.

Papirüs (kırtas); Mısır‟dan bütün dünyaya yayılan papirüs, Arabistan‟da da biliniyordu. Bu Abbasiler devrinin baĢlangıcına kadar Ġslam memleketlerinde yazı için kullanılan maddelerin baĢlıca teĢkil etmiĢtir.

Peygamberimizin vefatından sonra, halifeliğe Hz. Ebubekir seçildi. Peygamberimizin vefatıyla büyük bir Ģok yaĢayan Müslüman Arap toplumunu Hz. Ebubekir kısa sürede toparladı. Bu sırada Ġslam dinine karĢı geliĢen tehditler de Müslümanların cihat etmelerine sebep oldu. Bu esnada büyük kayıplar verildi. Bu kayıpların içinde Kur‟ an-ı Kerim‟i ezberleyen hafızlar da bulunuyordu.

Ancak Hz. Peygamberin öğrettiği Ģekilde Kur‟ an-ı Kerimi ezberleyenlerin hepsi tükenmemiĢti. Ayrıca Hz. Peygamberin yazdırdığı veya O‟nun zamanında yazılmıĢ sayfalar elde ve Kur‟ an-ı Kerimi okuyup yazmada bir güçlük yaĢanmıyordu. Yinede son semavi dinin kutsal kitabı olması ve bütün insanlığa gönderilmesi sebebiyle, sayfaların bir araya getirilip kitap haline kavuĢması gerekliydi.

Bu anlamda ilk teklif Hz. Ömer‟den geldi. Dönemin halifesi Hz. Ebubekir‟ e bu görüĢlerini bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ölmeden önce vahiy katipliği yapan, zeki ve bilgin bir kimse olan Zeyd bin Sabit Kur‟ an-ı Kerimi toparlayıp, kitap haline getirmekle görevlendirildi. (Özcan, 1990: 11)

“Kur‟ an‟ın çoğaltılması fikri hat ve kitap sanatlarının büyük ölçüde geliĢmesine neden olmuĢtur. DeğiĢik boyutlarda Kur‟ an yazmak, bezemek ve ciltlemek önemli bir sanat kolu haline gelmiĢ, özellikle Ġstanbul‟da hazırlananlar büyük ün kazanmıĢtır. “(Taviloğlu, 1994: 11)

Sonraki yıllarda da Ġslamiyet‟in Araplar dıĢında, baĢka medeniyetlere de yayılmasıyla Kur‟ an-ı Kerim nüshaları çoğaltıldı. Özellikle Türkler, Kur‟ an-ı Kerim‟e büyük değer vermiĢ ve O‟nu harikulade güzellikteki kompozisyonlarla tezyin etmiĢlerdir. Bizde bu araĢtırmada, hem Türk sanatı hem de Ġslam sanatı adı altında geçen geleneksel sanatlarımızdan biri olan tezhip sanatını inceleyeceğiz. (Demirağ, 2007: 23)

5. GELENEKSEL TÜRK KİTAP SANATLARIMIZ

5.1. CİLT SANATI

Türk cilt sanatı, baĢta deri ciltler olmak üzere pek çeĢitli malzemeden, zengin bezemelerinin de pek çeĢitli oluĢuyla dikkati çeken bir sanat koludur. Deri, cildin ana malzemesidir. En dayanıklı ciltler deriden yapıldığı için günümüze gelme Ģansları da fazlaca olmuĢtur ( Demiriz, 1982 ).

Koruma ve süsleme amaçlı kitap kapları çoğunlukla deriden yapıldığı için cilt adını almıĢtır. Bilindiği gibi, Türkçe`ye Arapça` dan geçen cilt kelimesi (deri) demektir. Teclid (ciltleme) iĢini yapanlara ise mücellid (ciltçi) denilmiĢtir.

Türk cilt sanatı gerek kullanılan malzeme ve gerekse süslemeleriyle, ustalık isteyen önemli bir sanattır. (Özsayıner, 1999: 16)

Cildin ana malzemesi deridir. Tipik bir Osmanlı cildi, geniĢ bir bordür içinde ortada “Ģemse” adı verilen, genellikle oval bir madalyon, köĢeler ise, “köĢebent” adlı bölümlerle bezenmiĢtir. Cildin sırt ve sertab kısımlarında basit süslemeler görülmektedir. Cildin, ağız kısmını koruyan, “miklep” denilen kapağı bulunmaktadır. Miklepler de bezenmektedirler.

Kaliteli deri ciltlerdeki Ģemse ve köĢebentler kabartma süslemelidirler. Bol altının yanı sıra, farklı renklerin kullanıldığı da görülür.

Cildin tüm yüzeyinin sonsuz desenle süslendiği örneklere “yekĢah”, küçük baklavalara bölünmüĢ desenlere ise “zilbahar” denir.

Erken cilt örneklerinde kullanılan malzemenin deri olduğu ve Ģemse köĢebent Ģemasının geliĢmediği görülür. Osmanlı ciltlerinde kalıpla yapılan gömme tekniği, erken devirde henüz uygulanmamıĢtır.

15. yüzyıl`da Fatih dönemine ait ciltlerde, hataî, rumî, bulut motiflerinin kullanıldığını görmekteyiz. Ciltlerin içlerinde, aynı Ģemaya uygun süslemeler yapılmıĢtır.

Ciltler altınla süslendiği gibi, kağıt tekniği ile derinin oyularak, farklı renkteki zemin üzerine yapıĢtırıldığı da görülmektedir.

Bazı ciltler ebru veya renkli kağıtada yapıĢtırılırdı.

XVII. yüzyıl` daki cilt örneklerinde, tüm cilt altın varakla kaplanarak, üzeri kıymetli taĢlarla süslenirdi. Bu devirde de ciltlerin içlerine oyma tekniği ile bezemeler yapılmıĢtır.

Ciltler üzerinde, farklı tekniklerde süslemeler görülür. Bunun dıĢında, değiĢik renkli motiflerle canlandırılan deri ciltlere de rastlamaktayız.

XVII. yüzyıl` dan sonra, deri üzerine iĢleme, ciltlerin süslenmesinde kullanılmıĢtır. Sim ve renkli ipliklerle yapılan iĢlemelerde, natüralist çiçek motifleri görülür.

Geç tarihlerde ise, kumaĢ üzerine iĢleme ciltler görülür. Bu iĢlemelerde iğne ardı, sarma gibi teknikler kullanılmaktadır.

XVIII. ve XIX. yüzyılların ciltleri kadife üzerine sırma ve simle iĢlenerek bezenmekte idiler. Bazı ciltlerde devrin moda kumaĢlarının, doğrudan doğruya cilt malzemesi olarak kullanıldığını görmekteyiz. Bütün ciltler deriden bir çerçeve içine alınarak, dayanıklı olmaları sağlanmaktadır. Aynı Ģekilde kağıt ve ebru ile yapılan, bu tür ciltler “Cihar-guĢe” olarak isimlendirilirler.

Lake ciltler, Osmanlı ciltlerinin önemli bir grubudurlar. Öncülerine Ġran`da rastlanan lake ciltler, XVII. yüzyıl` dan itibaren görülürler. Bezemelerinde daha çok koyu renk zeminde, altın ve çeĢitli renklerde rumî, hataî, bulut, natüralist üslupta çiçeklerden oluĢan motifler kullanılmıĢtır.

XVII. yüzyıl`ın ilk yarısındaki klasik motiflerin yanı sıra, üst ve iç kapaklarında manzara, çiçek ve buket süslemeleri, XIX. yüzyıl`a kadar sevilerek kullanılmıĢlardır ( Demiriz, 1982 ).

Cilt sanatında, deri üzerine yapılan tezyinatta yerleĢtirilen süslemelerde değiĢik teknikler kullanılmıĢtır. Bunlar: Gömme Ģemse, alttan ayırma Ģemse, üstten ayırma Ģemse, mülevven Ģemse, mülemma Ģemse, müĢebbek (kat‟ı`a) Ģemse, soğuk Ģemse, yek-Ģah Ģemse, yazma Ģemse, lake Ģemse, zilbahar Ģemse, zerduz Ģemsedir.

5.1.2. Klasik bir kitap cildin bölümleri

Eski kitap ciltlerimiz dört bölümden meydana gelir.

1- Alt ve üst kapak: Kitabın alt ve üst kısmını örter.

2- Dip veya sırt; kitabın arka yüzünü örter. Türk kitaplarında bu kısım bezemesiz ve özellikle düz olup asla bombe yapılmaz.

3- Miklep: Bu kısma “Miklab” veya “Cilt Kanadı” da denir. Sol kapak üzerindedir. Ucu genelde üçgen olup bazen de yamuk dörtgen Ģeklinde yapılır. Kitabın en son sahifesiyle kapak arasına sokulur. Sertabın kapalı tutulmasını sağlar.

4- Sertap: Miklebin kapağa bağlandığı yerdir. Bu kısım aynı zamanda miklebe hareket edebilme imkanı sağlar. Bazen bu kısma kitabın adı boya veya altın yaldızla yazılır. Desenli olanlarına da rastlarız. (Özcan, 1990: 5)

5.1.3. Cilt Sanatında Kullanılan Bezeme Türleri

Cilt kalıpları oyulurken devirlere göre değiĢiklik gösteren belli baĢlı tezyinat olarak; geometrik (hendesi), Rumi, Hatayi (nebati), Yazı (hat), Bulut, Ģükufe (çiçek buketi) motifleri ile figürlü desenlerin hazırlandığı görülür. (Küçük, 2008: 32)

Geometrik Tezyinat: Yatay, zikzak, münhani çizgiler, daire parçası gibi geometrik çizim elemanlarının kullanılmasıyla meydan getirilmiĢ süslemelerdir. Özel olarak hazırlanmıĢ kalemler ve çizgi demirleri ile Ģekiller yapılarak, dağlama ve soğuk baskı tekniği kullanılarak desenler meydana getirilir. ( Özcan, 1990: 7)

Rumi tezyinat: Rumi, hayvani Ģekillerin bezeme mahiyetinde üsluplaĢtırılmasından meydana gelmiĢ, Türk tezyinatının en klasik unsurlarından biridir. Kelime manası, Anadolu‟ya ait demektir. Vaktiyle Roma Ġmparatorluğu‟ nun hüküm sürdüğü ve Ġran yaylalarına kadar uzanan Anadolu Yarımadası‟na Diyar-ı Rûm denmesi sebebiyle motif bu adı almıĢtır. (Küçük, 2008: 35-36)

Stilize Çiçek Tezyinatı: Önceleri Orta Asya‟da ve Türkistan‟da kullanılan, oradan da bütün Türk- Ġslam ülkelerine yayılan, Klasik Türk tezyinatında sıklıkla tercih edilen bir bezeme tarzıdır. ( Özcan, 1990: 8)

Bulutlu Tezyinat: Kökeni Çin olarak düĢünülen motif, bulut motiflerinin kullanılmasıyla oluĢur.

Yazılı (Hat)Tezyinat: Yazının tezyinat olarak Ģemselerin iç ve dıĢında zencireklerde, köĢebendler de, Sertab da ve kapaklarda yer aldığı görülür.

Natüralist Çiçek Tezyinatı: ġemse süslemelerinin içerisinde yer alır. Lale, gül, nergis, sıklamen, sümbül, hasekiküpesi, papatya, düğün çiçeği gibi çiçekler tek tek veya bir kompozisyon içerisinde vazolu veya vazosuz, kurdela ile buketlendirilmiĢ olarak süslemede yer alır. (Küçük, 2008: 35-36)

5.2. EBRU SANATI

Ebru yoğunlaĢtırılmıĢ sıvı üzerine renklerin sınırsız değiĢimlerle birbirleriyle kucaklaĢması, kaynaĢması, dans etmesidir. Ebru Sanatını yüzyıllar boyu gizemli kılan, Sanatçıyı ebru teknesinin baĢında dünyanın bütün gizlerini, kaoslarını aĢmaya iten; akıcı tekniği, daima dinamik, değiĢken, kendini aĢan sonsuz teknikleri deneme fırsatı veren bir kağıt boyama Sanatı olan ebru, tezhip ve hat ile birlikte kitap sayfalarında, murakka kenarlarında, ciltlerde, yazı boĢluklarında ve koltuklarında kullanılmakla birlikte günümüzde baĢlı baĢına bir sanat eseri olarak düĢünülmekte ve sergilenmektedir.

Ebru su yüzünde yapılan bir sanattır. Ebrunun kökeni olarak kabul edilen “ab-ru”, farsça su yüzü anlamına gelir. Ebru sanatının da en kısa tarifi budur: “ su yüzü resmi ”. Sığır ödü ile hazırlanmıĢ suda erimeyen boyalar, kitre ile yoğunlaĢtırılmıĢ su üzerinde yüzdürülerek desenlendirilir, kağıda veya baĢka yüzeylere aktarılır. Ancak burada aktarılan, sadece boyar maddeler değildir. Ebruzenin gönlünden gelen yansımadır. Çünkü amaç, boyalı veya renkli kağıt yapmak değil, ilahi güzelliğe yaklaĢmaktır. Ebru, yöntemi ile suyun yüzeyinde oluĢan desenler tabiatta zaten var olan görüntülerdir. (Barutçugil, 2008)

Orta Asya Sanatı ve kağıt bezeme sanatlarının en mühimlerinden biri olan ebruculuğun hangi tarihten beri bilindiğini kesinlikle söylemek bugün için imkansızdır Böyle bir belgeden mahrumuz. Eski tarihli kitap ciltlerinde bile yan kağıdı (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) olarak ebruyu görmekteyiz. Yine eski bir murakkanın (albüm) içindeki yazı kıtalarının etrafında pervazlara yapıĢtırılmıĢ ebru kağıtlarına da rastlamamız mümkündür Ancak, bu eserlerin yazıldıkları tarih bilinse bile, bizim için ebruya dair bir belge sayılmaz. Çünkü böyle eski yazmalar bir kaç defa tamir görüp yenilenmiĢtir. Tarihi en eski olan ebru kağıdı 962. H.(1554) yılına ait bir malik-i Deylemi yazısıdır. Yazı hafif ebru üzerine yazıldığı için yazı tarihinden ebru kağıdının tarihi öğrenilmiĢtir.

Ebru Sanatı batıda Türk Kağıdı veya Türk Mermer kağıdı adını almıĢtır. Avrupalılar ebru kağıdına mermer kağıdı ( pupier marbre, marmar pupier, marbled paper..) demektedirler. Ebru kağıdı üstünde buluta benzeyen renk kümeleri meydana gelmektedir. Bu yüzden bulutumsu, bulut gibi manasına gelen Ebri kelimesi kullanılmıĢtır. Tarihimizde bilinen meĢhur ebrucular, Ayasofya hatibi Mehmet Efendi, (Nisan 1773) ġeyh Sadık Efendi (11 Temmuz 1846), Hezarfen Edhem Efendi (1829-1904)NecmeddinOkyay(1883-1976)…(Aksu,2008)

5.2.1. Ebruculukta Kullanılan Malzemeler

Boyalar: Eskiden beri ebruculukta toprak boya dediğimiz tabiattaki renkli kaya ve topraklardan elde edilen madeni boyalarla, nebati asıllı bazı suda erimez boyalar kullanılmıĢtır.

Kitre: Üstüne boya serpilecek suyun içine lüzucet (yapıĢkan bir koyuluk) vermek için kullanılan bitkisel zamk.

Sığır ödü: Kitreli suyun yüzeyindeki boyaların çökmeden yayılmasını temin için, satıhta aktif (yüzde gerilim sağlayan) safra asitleri ihtiva eden hayvansal madde kullanılır. Bozulmasına engel olmak üzere, öd suyu önceden kaynatılır ve bu Ģekilde saklanır.(Aksu,2008)

Fırça: Kullanılan fırçalar geleneksel ebrucuların kullandığı Ģekilde atkılı ve kuru ağaç dallarından (genelde gül ağacı kullanılabilir) imal edilebilir ya da ebru için satılan fırçalardan alınabilir. Fırça uçları atın kuyruğundaki kıllardan yapılmaktadır.

Tarak ve Bız: Evde imal edilebilir ya da tığ ĢiĢ gibi birçok araçla ikame

Benzer Belgeler