• Sonuç bulunamadı

Animizm (Ruhçuluk, Atalar Kültü)

1.1.2. Primitif Kültürlerde İnanç

1.1.2.2. Animizm (Ruhçuluk, Atalar Kültü)

Animizm, dinler tarihinde ruhsal varlıkların mevcudiyetine olan inancı ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Animizm teorisini ortaya atan ve sistemli bir hale getiren Edward B.

Tylor’dır. Tylor, ruhi varlıklara inanış olduğunu düşündüğü animizmin, insanlığın ilk dini

olduğunu varsayar. Ona göre bu inanış tüm ilkel ırklarda görülür.38

Comte’un dini evrim kavramını onaylayan Tylor, önemli bir değişiklik yaparak onun fetişizmi yerleştirdiği yere “animizm” kavramını koyar. Comte’un fetişizmini ise “taşlara ve ağaç

gövdelerine ibadet” olarak tasvir ettiği ikinci kısma indirger. Buna göre animizm, bir üst

gelişim aşamasına ulaşıncaya kadar kendi içinde beş basamağa ayrılır.39

Bunlar; insandaki maddi olmayan tarafın yani ruhun varlığının keşfi, ruhun ölümden sonra da varlığını sürdürdüğüne olan inanç, ruhun rüya veya trans halinde bedeni geçici olarak terk etme becerisine sahip olduğunun keşfi, hayvanların ve hatta cansız varlıkların da ruha sahip olduklarına inanç ve hayaletlere olan inançtır. Tylor’ın animizminin temelinde ruh inancı yatar. İnsanlar kendilerini canlı kıldığını düşündükleri bir ruh inancına sahip olduktan sonra buna benzer bir varlığı dışarıdaki nesnelere de atfetmişlerdir.

37 Pritchard, s.123-124 38

Yusuf Ziya Yörükan, Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri: Şamanizm, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2009, s.54

16 Tylor’a göre, insanlık ruh inancına rüya aracılığıyla varmıştır: İnsan rüyasında çeşitli olayları yaşamakta, uzak ve değişik yerlere gitmekte, tanımadığı kimselerle karşılaşmakta, bunlarla birlikte avlanmakta, dostluk kurmakta ya da savaşmaktadır. Oysa rüyayı gören kimse, bütün bunlar olup biterken kulübesinde yatmaktadır. O halde uyuyan kimseyi kendi başına buyruk, istediği gibi hareket edebilen bir “şey” terk etmektedir. Bu ise uyuyanın biraz uçucu, biraz bulanık olan benzerinden başka bir şey değildir; yani ruhudur. Aynı durum ölüm için de söz konusudur. Ölen birinin hiçbir yaşama belirtisi göstermeden yatmasının nedeni o kimseye canlılık veren şeyin, yani ruhun bedeni terk etmesidir. Ancak ruh rüyada, insanı belli bir süre, ölümde ise tamamen terk etmektedir. İlkel insan, rüya ve ölümün dışında vizyon, kendinden geçme, ateşli hastalıklar gibi ruhsal ve fizyolojik yaşantılarla da ruh kavramına varmış, bunu

bedenden ayrı ve canlı bir ilke olarak tasarlamışlardır.40

Tylor’un bu varsayımına katılan İngiliz düşünürü Spencer de ruh düşüncesinin oluşması yolunda “cadı teorisi”ni ileri sürmüştür. Tylor ve Spencer’e göre insanın ölümünden sonra bedenden tamamen ayrılan ruhlar primitif inanca göre, özgürce insanlar arasında gezmeye başlamışlardır. Hatta yaşayan insanların bedenlerine de girip çıkmışlardır, bu nedenle yaşayan

insanların başına gelen tüm iyilik ve kötülüklerin nedeni bu ruhlardır.41

Tylor ve Spencer din düşüncesinin oluşmasını da bu inanca bağlamaktadırlar. Zira insanlar kötülüklerden korunmak ve iyiliklere kavuşmak için bu ruhlara duaya ve kurban kesip adak vaat etmeye başlamışlardır. Dua, kurban ve adak, dinin temel unsurlarıdır. Ruh, bedenden kurtulduğunda tine dönüşmüş, zamanla da put ve tanrı olmuştur. Ruhun tin oluşunu sağlayan ölüm olgusu olduğu için, ilk dinsel inançlar ata ruhlarında ortaya çıkmıştır. İlk kurban, ölüm olayının gerçekleştiği mezarlarda kesilmiş ve atalara tapma ritüeline başlanmıştır. Bu ruhlar ya da tinler, canlı insanlara girebildikleri gibi taşa, toprağa, ağaca, bitkiye girerek onların ruhlarını da oluşturmaktadır. O halde her şey canlıdır, yani ruhludur. Atalara tapınmadan sonra doğaya

tapma da böylelikle başlamıştır.42

Dinin kaynağının atalara tapma ile başladığı düşüncesini savunan, Herbert Spencer, dinin evrimsel bir süreç içinde biçim kazanan bir kurum olduğunu ileri sürer. Spencer’a göre evrim, temelde canlılar dünyasını ilgilendiren organik bir yasadır ve tüm fenomen çeşitlerinde tek

40 Örnek, s.25-26 41 Örnek, s.25 42

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, İstanbul, 2006, s.57-59

17 biçimli olarak kendisini gösterir. Diğer taraftan toplumları, biyolojik organizmalara benzer

biçimde düşünmek mümkündür.43

Spencer ölmüş ataların ruhlarının teskin edilmesi ameliyesinin aslında daha onların hayattayken sahip oldukları birtakım meziyetlere bağlı olduğunu belirtir. Ona göre ilkel insan, sıradan olanı aşan her şeyi doğaüstü ve kutsal saydığı için, öbürlerinin arasında sıra dışı yeteneklere sahip bir insanı da aynı şekilde görür. Sıradan olmayan bu kişi kabilenin kurucusu, güç veya cesaretiyle ün kazanmış bir kabile reisi, mucit, sanatçı ya da egemen ırktan bir kahraman olabilir. Sağlığında korkuyla saygı duyulan böyle bir insana, öldükten sonra daha da artan bir korkuyla hürmet edilmeye devam edilir. Zamanla da onun ruhunun sükunete ulaştırma işlemi bir ibadet şekline dönüşür, ruhunun hoş tutulması için kurbanlar ve adaklar sunulur. İlkellerde atalara tapınma düşüncesinin varlığını Hume da kabul eder. Ona göre ilkel insanlar, güç, cesaret ya da anlayış bakımından üstün bazı ölümlüleri tanrılaştırırlar ve kahramanlara tapınırlar.

Eski Türk inanç sisteminde de en önemli unsurlardan biri atalar kültü idi. Türklerde pederşahi yani baba egemenliğine dayalı bir aile sisteminin var olduğunu ölmüş ataları için kurbanlar kesilmesinden anlıyoruz. İnanışa göre baba ve umumiyetle atalar, öldükten sonra dahi ruhları vasıtasıyla aile efradını korumaya devam ettiklerinden onlara karşı duyulan minnet hissi türlü şekillerde ortaya konmuştur. Bununla birlikte, atalar kültünde ölen her atanın ruhu ve dolayısıyla da mezarı kült olarak kabul edilmemekte yalnızca saygıdeğer olanlar buna erişmektedirler. Bu anlamda “ölüler kültü” ile “atalar kültünü” de birbirinden ayırt etmek gerekmektedir.44

Ölünün daha mutlu yaşayacağına inanılan bazı Hint-Avrupa kavimlerinde ölünün mezarına eşyaları konulmakla yetinilmez önemli ölülerin akrabaları da öldürülerek yanına gömülürdü. Ayrıca yine Kuzey Avrupa topluluklarının kutsal hayvanları domuz için yaptıkları törenlerde insan kurban ettikleri de bilinmektedir. İnsanın kurban edilmesi aslında Sami kavimlerinde büyük önem taşıyordu. Arabistan’ın kuzey bölgesinde berekete ilişkin olarak doğayı yöneten tanrılara insanlar kurban edilirdi. Tanrının gazabını yatıştırmak için cahiliye devri Arapları tarafından en değerli evlat olan erkek çocuk sunulurdu. Eski Türklerde ise durum böyle

43 Pritchard, s.71-72 44

Harun Güngör, “Eski Türklerde Din ve Düşünce” Türkler Ansiklopedisi, C.III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s.264

18 değildi onların en büyük kurbanı en çok kıymet verdikleri hayvan olan at idi. Orta Asya’nın

Türk bölgelerinde özellikle Altaylardaki kurganlarda, birçok at iskeleti bulunmuştur.45

Öldükten sonra öte âleme geçtiklerine inandıkları atalarına, Türkler çeşitli biçim ve zamanlarda, Asya Hunları ise her yıl Mayıs ayının ortalarında atalarına kurbanlar

sunmaktaydılar.46

Göktürkler ve Uygurların da Hunlar gibi yılın beşinci ayında kutsal

dağlarında Tanrı’ya ve atalara kurban sundukları bilinmektedir.47

Eski Türklerde Atalardan yardım dilemek son derece yaygın bir inanç olarak dinsel uygulamalarda bugüne dek gelmiştir. Eski Türklerdeki bu ruhsallık inancı daha sonraları Şamanizm inancıyla da bütünleşmiştir. Bu inanç Türklerin yaşamlarının her alanında ruhlarla bağlantı kurulmasına da zemin hazırlamıştır. Bütünüyle ruhsal bağlantıya dayanan Şamanizm’in Türkler arasında kolaylıkla benimsenmesinin en önemli nedenlerinden biri de, Türklerin daha önceki dönemde eski inançlarında yaşattıkları atalar kültü inancı sayılmaktadır. Atalar kültünün diğer dinlere olan etkisine bakıldığında, sonraki dönemlerde de Tanrı hiçbir zaman tek başına olmamış, tam

tersine melek, ruh ya da ilah denilen varlıklar tarafından kuşatılmıştır.48