• Sonuç bulunamadı

Amerikan Sargısı‟nda Sosyal ve Sosyolojik Olgular Temi

4. YANSIMALAR

4.2. Amerikan Sargısı‟nda Sosyal ve Sosyolojik Olgular Temi

4.2.1. Göç - GecekondulaĢma - KentleĢme

Türkiye‟de 1950‟li yıllara yüzümüzü döndüğümüzde, toplumsal olarak karşımıza çıkan en belirgin sorunlardan biri göç ve göçün ardından şehirlerde ortaya çıkan gecekondu yapılarıdır. Göçün sonucu niteliğindeki bu çarpık kentleşme başlangıcı, eserdenfarklı yerlerde bir sorun teşkil ettiği fikriyle işlenmiştir. Köylünün gözünden göç meselesinin nasıl irdelendiğini görmek adına köyün bekçisi Temeloş‟un şu cümleleri önemlidir:

“…bu köy Hazreti Atatürk gününden beri böyle durur. Güzel köydür; ama kopan gidiyor. Beşikteki bebeler, “Inga! Inga!” diye ağlamıyor şimdi; “Anga! Anga!” diye ağlıyor. Yani Ankara diyorlar. Köyü öyle gözelleştirmeli ki, palazlanan uçmasın!” (Baykurt, 2016, s. 45) Görüldüğü gibi köylerden göçün sıklığını göstermek adına benzetme ve kelime ironileriyle durumun vahametinden bahsedilmiş ve en küçük bebekten başlayıp her bir köylüyü sardığına dikkat çekilmek istenmiştir. Burada önemli görülen bir nokta daha vardır. O da Temoloş‟un sözleriyle varlığı ima edilen, göçmek isteyen köylünün yanında bilinçli olan ve toprağında kalmayı isteyen köylünün olmasıdır.

Göç sorununun, dönemde şehirli cephesinden nasıl göründüğünü biraz olsun resmedebilmek için Melih Dalyan ve sevgilisi Nilüfer‟in şu diyaloglarına göz atmak faydalı olacaktır:

- Bu apartmanın kapıcısı kim şimdi biliyor musun? Deliviran köyünün muhtarı! Muhtarlığı bırakıp gelmiş, kapıcılık ediyor! Esenboğa yanlarında bir köymüş! Köylerin muhtarları bile göçüp geliyor; ötesini anla!

- … Bizimkiler seviniyor şimdi buna. “Sermaye akını artıyor dışardan. Yeni fabrikalar… Montaj endüstrisi genişliyor. Naylon, gazoz… İşçi bulma zorluğu olmaz!” diyorlar (Baykurt, 2016, s. 10-11).

Satırlarda görülen tablo şudur: Şehre göç, belirli bir kesim açısından -üst kademedekiler, yönetici sınıfı ve zenginler- işgücü, emek ve işçi sermayesi olarak tanımlanmaktadır. Yeni yeni gelişmeye ve büyümeye başlayan fabrikalara işçi tedarikinde

93

en birincil kesim, köyden kente göçen ve maddi yokluklarla boğuşan köylü olmuştur. Köylünün, kendi işini bırakıp kente göçüp, fabrikaya tabiri caizse vasıfsız eleman sıfatıyla girmesinin sonuçları, ileriki on yıllarda Türkiye‟nin her dönemecinde önüne çıkacak bir sorun olacaktır. Bu sorun o zamanlarda öngörülememiş ve topraktan anlayan köylü, bilmediği yabancı makinelerin önüne oturup kendi üretimini yapmaktan yoksun kalmıştır. Ayrıca konuşmalarda muhtarların bile köyden göçer olması, köylünün toprağı gözden çıkardığını ve kent hayatına heveslenerek göç ettiğini düşündürebilir.

Söz konusu eserde göçün kentlere etkisi, karşımıza ilk önce somut şekliyle gecekondulaşma ile çıkar. Köyden göç edenler, kendilerine yaşam koşulları sağlayabilmek için evler inşa ederler. Bu yapılar şehirlerin kenarlarında, merkezleri çevreleyecek şekilde oluşturulur. Bir gecede dikilen derme çatma evler, adını bu özellikten almıştır. Eserde, Ankara‟da gecekondulaşmanın şehirli açısından nasıl görüldüğü ve gecekonduların tasvirleri yer almaktadır. Nilüfer‟in “Dört bir yanı gecekondular sardı. Köylerin baskınına uğradı Ankara. Kapıcısı, satıcısı…” (Baykurt, 2016, s. 9) sözlerinden, yine kente göçün ne kadar yoğun bir şekilde yaşandığını ve gecekonduların şehrin her bir yanından gözlenebildiğini anlamaktayız. Melih Dalyan‟ın iç sesinde ise Ankara‟nın gecekondularının betimi daha somut olarak verilmektedir: “Bulutların altında gibi Ankara. Gecekondular dört yanından sarmış. Gölbaşı‟na giden yolun oralarda kireç ocakları ve gecekondular. Dikmen sırtlarında, Balgat‟ın oralarda gecekondular. Gecekondular mıh gibi, çakılı! …” (Baykurt, 2016, s. 12) Bu satırlarda gecekonduların, yavaş yavaş şehrin bir parçası olmaya başladığı hissedilebilir. Göçün bir temsili gibi düşünülebilen bu yapılar, o dönemde yoksulluğun, çaresizliğin bir görünümüdür. Şimdilerde ise, tarihi, etnik, sosyolojik ve kültürel dokular olarak kimi kesimler tarafından sahiplenilen ve korunmaya çalışılan alanlardır.

Eserde gecekondulaşma izleri bir kez daha, romanın sonlarına doğru Temeloş‟un hastalığından dolayı Ankara‟ya gitmesi ve gördüklerini anlatması ile fark edilmektedir: “Çok “bebe” var gecekondu sokaklarında. Taşlarla, teneke kutularla oynuyorlar. … Evlerin üstünü tenekeyle, eski kiremitle örtmüşler. Duvarlarını, kapılarını eski sandık tahtalarından, kontrplak parçalarından, kutu mukavvalardan uydurmuşlar” (Baykurt, 2016, s. 230). Temeloş bize gecekondunun kentteki fiziksel görünüşü ile ilgili bir tablo

94

çizmektedir. Yeni oluşmayan başlayan bu yapıların şehir içindeki durumları ve yoksunlukları resmedilmeye çalışılmıştır.

Romanda kentleşmeye örnek olarak da Melih Dalyan‟nın, arabada Amerikalılar ile buluşacağı yere giderken şehirden küçük ayrıntılar verdiği satırları gösterebiliriz: “Maltepe Camisi‟nin minareleri küçülmüş mü? Yeni yapılar çıkmışlar: Yüksek çok yüksek yapılar” (Baykurt, 2016, s. 8)! Şehirleşmenin oluşumu ve etkileri, eski bir caminin koca binaların arasında kalması ile gözler önüne serilmek istenmiştir. Betimlemesi yapılmaya çalışılan durum, günümüzde artık aşina olduğumuz ancak o dönemde yeni bir oluşum halinde olan yapılaşmalardır.

4.2.2. Eğitim

Romanda eğitimle ilgili çeşitli arka planlar, üzerinde durulması gereken biçimde dikkat çekicidir. Eserin ilk sayfalarında göze çarpan konu Melih Dalyan‟ın şoförü Kerim ile konuşmasında mevcuttur. Kerim‟in ablası ve ailesinin köyden Ankara‟ya göç ederek yeni düzenlerine alışmaları ile ilgili yaptığı anlatımında, bir noktada durum eğitim ile birleşir: “Köyler… Daha da zoralıyor! Hem de durmuyor artık insanlar! Yani durmak istemiyorlar! Bir kez sökülünce ucu. … Öyle bir şey. Gene de fena sayılmaz ablamgilin rahatı. Yeğenler okuyor. Kızların okumasına karışan görüşen yok” (Baykurt, 2016, s. 13). Burada köylerde artık istihdamın eriyip gittiği ve insanların kente göç ettikleri vurgusu bulunsa da bizce asıl önem arz eden nokta, kızların şehirde okuma ile ilgili bir sıkıntı yaşamamalarının belirtilmesidir. En değerli olan kısım ise köy kökenli Kerim‟in kız çocuklarının eğitim görmesi ile ilgili hassasiyetinde saklıdır. Yazar tarafından son cümlelerin bu probleme parmak basmak adına eklendiği düşünülebilir.

Eserde Amerikalı uzmanlar ve Türk yöneticilerin köyü ilk ziyaretleri esnasında, Kaymakamın durumu anlatmak için yaptığı konuşma sırasında Muhtar İzzet‟in içinden geçirdiği düşünceler, köylünün eğitim vurgusu açısından önemlidir: “Kaymakam Bey‟imiz, Vali Bey‟imizin yanında duruyor. Kafa kafaya verip bıdırdaştılar. Sonra Kaymakam Bey‟imiz kalktı. Bir nutuk atmaya başladı; bu nutuğu bizim anlamamızın oluru olanağı yok! Dünya okumuşların dünyası, bizim gibi cahillerin değil…” (Baykurt, 2016, s. 40). Burada muhtarın fikirlerinden çıkarılabilecek birkaç sonuç vardır; Biraz sitemkâr bir

95

tavır okuyucunun gözünden kaçmamalıdır ancak dünyada söz sahibi olabilen insanların okumuş kesime mensup kişiler olduğu düşüncesi köy muhtarının aklında yer etmiş bir durumdur. Bu yaklaşımdan köylünün eğitime verdiği değer ve aslında eğitim ile önemli yerlere gelinebileceğinin farkında olduğu varsayımında bulunulabilir. Bir diğer mesele ise kendileri ile şehirli okumuşlar arasında bir uçurum olduğuna inandıklarının bu satırlarda belirgin biçimde göründüğüdür ve bu farkı muhtarın yine eğitimi sebep göstererek belirttiğini düşünmek yanlış bir kanı olmayacaktır.

Kızılöz köyünde başlarda köyde hizmet veren iki öğretmen bulunmaktadır. Önceki bölümlerde de çeşitli konular çerçevesinde anlatılan bu öğretmenlerden Cemal Hoca, bazı sebeplerden dolayı -siyasi söylemleri, yardımlar ile ilgili eleştirel tutumu gibi- köyden sürgün edilir. Yerine gelen öğretmen ise Tülay adında okuldan yeni mezun acemi bir hocadır. Köye ilk geldiği zaman köyün içi ve okulun kendisine gezdirilmesi esnasında Temeloş‟un öğretmene söylediği sözler önemlidir: “Aha okul, aha bebeler! Aman kızım dikkatli okut! Okumadığımız için biz iki yakamızı bir araya toplayamadık. Onun için de bizi adam yerine koymuyorlar” (Baykurt, 2016, s. 191). Görüldüğü gibi Temeloş‟un cümleleri okumaya verilen önemi, eğitimin insanın saygınlığı adına ne gibi faydalar sağladığının bilindiğini ve köylü adına eğitimsizliğin çok şeyler kaybettirdiğinin bilincinde olunduğunun göstergesidir. Bu açıdan eserin içinde, okumaya köylü bakımından da destek verilebildiği, her taşralının bağnaz ve gelişime karşı olmadığı gibi düşünceler yerleştirilip serpilmeye çalışılmış, bazı önyargıların kırılması hedeflenmiştir.

4.2.3. Adalet

Romanın sonunda olaylar iyice karışmış ve köylü, yapılanlardan hiçbir fayda görmediği için her şeyi yıkıp Aktepelerini eski haline döndürme eylemine geçmiştir. Yapılan ahır, kümes ve benzeri yerler boşaltılır. Bu esnada köye -son gelişleri olacaktır- yetkililer ve uzmanlar gelir. Ortalığı yıkık gördüklerinde Vali‟nin tepkisi tehditkâr ve sinirli olur. Valinin sözleri üzerine muhtarın cevabı adalet ve hak hukuk bağlamında bu çalışmaya eklenmesi gerekecek ölçüde önemli görülmüştür: “Bunu size bırakmayacağım! … Akşama jandarmaları göndereceğim! Akşama kadar yapıp tamam edin tepenizi! … Olup bitenleri yargıçlara anlatırız! … Eğer Türkiye‟de cük kadar adalet varsa, yargıçlar derdimiz anlar! Anlamazsa… girer cezaevine yatarız! Yatmadığımız cezaevleri mi Vali

96

Bey‟im” (Baykurt, 2016, s. 303-304)? Başına gelmeyen iş kalmayan köylü yine umudunu ve hakkını adalet ile arama yoluna gitmiştir. Buradaki önemli nokta yaşanan tüm olumsuz ve haksız süreçlere rağmen Türkiye‟deki yargıya olan güvenin gösterilmesidir. Köylünün adalete başvurması ve yaşadığı sıkıntıları yargı önünde göstermek istemesi hem kararlılığını ve cesaretini gözler önüne koymaktadır ve de olan biteni güvendiği en yüksek kurum olan yargı önünde hesaplaşarak sonuca erdirmek istediği fikrini akıllara getirmektedir. Pek çok karmaşık, sıkıntılı, trajikomik olayların yaşandığı Kızılöz köyündeki serüven, köylü ve kendini temsil eden yöneticilerinin yargı karşısında hesaplaşması ile son bulacaktır.