• Sonuç bulunamadı

Devletin vatandaşına empoze ettiği üst kimlik olan kapsayıcı vatandaşlık kimliğinin dışında bireyin dini, etnik, cinsel, kültürel olmak üzere birçok farklı kimliği de vardır. Bu kimlik türleri genel olarak alt kimlik şeklinde tanımlanmaktadır.

Ulus devletin belirlemiş olduğu üst kimlik kriterinin, alt gruplar tarafından benimsenmemesi toplumdaki farklı toplulukların resmi üst kimliğe itirazını doğurmaktadır. Bu durum da toplumsal gerilimlerin artmasına, çatışma ve göçlere neden olabilmektedir. Bu alt kimlik gruplarının etnik, dini ve kültürel değerleri gibi topluluk olmalarını sağlayan ortak değerlerinin korunması ve gelecek nesillerine aktarılması önünde engel olmaması, toplumsal bütünlüğün sağlanmasında önemli olabilmektedir (Paksoy, 2005: 17- 18). Ulus devletin yeni kimlik yaratmadaki

başarısı, oluşturacağı üst kimliğin alt toplumsal grupları kapsayıcılığı ile yakından ilintilidir. Etnik, kültürel ve dinsel farklılıklar toplumdaki alt kimlik gruplarının üst kimlikte en yoğun itiraz ettiği alanlardandır.

Ulus devlet yaratımında, milletin inşa edilmesi sürecinde alt kimliklerin asimile edilme süreci hemen hemen tüm ulus devletlerin izlediği bir politikadır.

Özellikle milliyetçi azınlık grupları açısından kendine ait kültürel değerler, ulus devletin egemen kültürü ile yarattığı üst kimlikten daha önemli olabilmektedir.

Bireyin içinde doğup büyüdüğü kimlik olan alt kimlik, aynı zamanda bireyin objektif kimliğidir. Örnek olarak Türkiye’de Rum bir ana babadan doğan çocuk alt kimlik olarak Rum ya da Hristiyan olarak kendini tanımlayabilir (Oran, 2006: 17- 18).

Doğuştan getirilen biyolojik özellikler/etnisite, bireyin içinde yaşadığı grubun dinsel inançları ve gelenekleri bireyin alt kimliğini oluşturan temel etmenlerdir.

1.7.1. Kültürel Kimlik

İlk devlet yapılanmalarının ortaya çıkmasından günümüze, dünyevi ya da uhrevi efendinin yerini tutan cemaat ya da parti gibi toplulukların kültürel değerlerinden ideolojik kimlikler ortaya çıkmıştır (Weber, 2012b: 326). Kültürel değerler, bireyin içerisinde yaşadığı toplumdan aldığı öğretilerle şekillenerek bir kimliğe dönüşmektedir. Kültürel kimlik, bireyin içinde yaşadığı toplumun değerlerini taşıması açısından ulus devletin vatandaşlarında yaratmaya çalıştığı ortak değer/davranış bütünlüğü oluşturmasında önem arz etmektedir. Bu nedenle kültürel kimliğin içereceği değerler, ortak paydada değerlendirilerek tüm vatandaşlar için geçerli olacak şekilde düzenlenmeye çalışılmaktadır. Kültür unsurlarının özümsenmesi amacı ile bireyler değer rasyonel bir anlayış çerçevesinde, ulus devlet için ideal tip olarak toplumda yer almalıdır. Toplum; kültürel aidiyetine göre düşünür, davranır, yaşar ve ritüellerini bu doğrultuda oluşturur (Mora, 2008: 5).

Bireyin aile başta olmak üzere, sosyal çevresinden ve eğitim yolu ile edindiği kökenlerini sorgulanmadan kabul ettiği kültürel değerler, kişinin kültürel kimliğini ortaya çıkarmaktadır. Bireyin sosyalleşme sürecine yön veren okul, aynı zamanda siyasal sosyalleşme sürecinin en önemli parçasıdır. Okul binalarının şeklinden duvarlarındaki resim ve fotoğraflara kadar, bireyin görsel dünyasından başlayarak her yönüyle duygu ve düşüncelerine yön vermeye çalışan, sistematik zorunlu eğitim

58 ile bireyin kültürel kimliğinin oluşturmasında eğitim kurumları büyük önem arz eder.

Birey eğitim kurumlarında kültürel kimlik kazanırken aynı zamanda sosyalleşmektedir.

Sosyalleşme, psikolojik olarak bir öğrenme süreci şeklinde tanımlanabilir.

Kültürden gelen değerlerin, bireyin yaşam şekline nüfuz ettirilmesi ile yetiştirilen yeni nesil, onun yerleşik işlevlerine katılmayı ve rollerle birlikte onun toplumsal yapısını oluşturan kimlikleri kabul etmeyi de öğrenir (Berger, 2011: 70). Kültürel kimlik oluşturulurken ayrımcı bir politika yerine, bireysel ve sınıfsal farklılığın kültürel tabanına yeterli ölçüde duyarlı kalınarak onları da topluma dâhil etmekle kültürel çatışma ortadan kaldırılabilir. Her toplum, baskın kültürel değerlerin yanı sıra kapsayıcı bir politika üreterek, bünyesinde yaşayan farklılıkları ortak bir kültürel kimlikte birleştirmeyi başarması halinde toplumsal barışı ve huzuru yakalayabilir.

1.7.2. Teokimlik

Bireye toplumdaki görev, şeref, güzellik arayışı içinde; dini bir çağrı, kişisel bağlılık veya herhangi bir nedenle bir davanın önemi dayatılabilmektedir. Bu durumda insanlar; görünen inançlarını, kendilerine olası bedelleri ne olursa olsun, uygulamaya koyan insanların eylemlerini salt değere/ussal yönelişe örnek olarak verilebilir. (Weber, 2012a: 133). Teokimlik, bireyin değer rasyonel eylem tipi üzerinden inancı gereği kimliğini tanımlamada ön planda yer verdiği uhrevi kutsallığın bütünüyle oluşturduğu kimliktir. Bireyin içinde yaşadığı toplumun inanç birliği içerisinde ortak değerler üzerinden yarattığı kutsal aidiyet, kimlik bağlamında bireyin öncülünü oluşturabilmektedir. Kutsallaştırılan her değerin, teokimlik üzerinde etkinleşen değeri kolektif yaşamın odağına koyması halinde toplumsal bütünleşmede önemli bir etken olarak ortaya çıkabilir. Değer rasyonel eylem tipi bağlamında, bireyin inançları doğrultusunda kimlik edinimine yön veren rasyonalite teokimliktir.

Din, beşerî olarak üretilen bir olgu bağlamında dünyanın beşerî kurgusallığı içerisine inançları/ritüelleri yerleştirip sağlamlaştırmaktadır. Aynı zamanda din, bireysel bilinç ile içselleştirilip büyüselleştirerek toplumdaki yerini pekiştirir. Bir bütün olarak toplum içerisinde sosyalleştirilen birey ve kimliği, yine birey tarafından Tanrının yarattığı veya irade ettiği şekilde kutsal bir şeymiş gibi algılanabilir

(Berger, 2011: 183). Kimlik oluşturma sürecinde özellikle kutsallaştırılan ilahi ya da profan (din dışı) objeler, toplumda karşılık buldurulması süreci ile toplumsal bütünleşme ile toplumun kolektif değeri haline dönüştürülür. Bu amaç doğrultusunda yaratılan değer, birey açısından yeni kutsal olduğu gibi toplumsal dengelerin sağlayıcısı konumuna yükseltilebilir.

SSCB’nin dağılmasının ardından; dünyada bayraklar, haçlar, hilaller hatta baş örtüsü de dahil olmak üzere kültürel kimliğin sembolleri daha fazla görünür hale gelmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında en büyük pay, kültürün öneminin yeniden keşfidir. Birçok insan için kültürel kimlik, büyük öneme sahiptir. İnsanlar yeniden fakat çoğu zaman da eski kimliklerini keşfetmeye yönelmektedir. Yeniden keşfedilen bu kimlikler, eski düşmanlarıyla savaşlara yol açan, yeni ama çoğu kez de eski semboller etrafında toplanmaktadırlar (Huntington, 2015: 22). Bireyin teokimlik olarak ön planda yer verdiği değerler, toplumsal açıdan başka inanç ve değerlerin ötekileştirilmesine doğal zemin hazırlayabilir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrası ve 11 Eylül gibi dünya kamuoyunda dinsel değerlerin bir tehdit olarak değerlendirmelerin yoğun olarak yapıldığı tek kutuplu dünyada, islamafobi gibi toplumsal bütünleşmenin önünde handikap oluşturan yeni bir tehdit algısı ortaya çıkmıştır. Avrupa’da yükselen islamafobi gibi antisemitizm de Batı dünyasında teokimlik algısının yükselişte olduğu gerçeğini göstermektedir.

İslam dünyasında ise Avrupa’dakinin tersine mezhepsel çatışmalar ve dini değerlerin gerçek savunucu olduğu iddiasıyla ortaya çıkan terör örgütlerinin dini değerler üzerinden yarattığı nedenler çatışmalara neden olmaktadır. Bu süreçte Türkiye gibi kısmi seküler bir ülke de teokimlik değer yaratma süreci yoğun tartışma konusu olarak ülke gündemindeki yerini korumaktadır.

1.7.3. Etnokimlik

Ortak soydan gelen ve miras olarak aktarılabilen özellikler olarak düşünüldüğünde grup, bir ırk yaratır. Bu durum yalnızca ırksal olarak farklı insanlardan oluşan bir komşuluk ilişkisi ya da salt yakınlığın (çoğunlukla siyasal) ortak eylemin temeli olduğu ya da tam tersine aynı ırkın üyelerinin, bazı ortak yaşantılarının açıkça farklı bir grubun üyelerine karşı geliştirilen düşmanlıkla bağlantılı olduğu zaman meydana gelmektedir. Irkların sınıflandırılması ve öteki

60 yaratılması sosyal eylem olarak olumsuzdur (Weber, 2012a: 509). Antropolojinin fizyolojik boyutta insanları sınıflandırması ile tartışmalara konu olan etnisite, kimliğe de etki etmektedir. Uluslaşma sürecinde Alman Vatandaşlık algısı olarak da değerlendirilen etnik temelli değerlerin vatandaş olabilmek için ön planda tutulması etnokimlik algısıdır. Etnik kimliğin birincil etken olduğu vatandaşlık sistematiğine göre, ulus devletin ayrıştırıcı anlayışı, etnokimlik algısıyla hiyerarşik yapı oluşturmaktadır. Bu durumda özde ve sözde vatandaşlık gibi toplumda etnik kimliğin ön planda olduğu anlayış ortaya çıkabilmektedir. Bu anlayışın yaratabileceği toplumsal ayrışma, duygusal rasyonel eylem tipi olarak ortaya çıkabilir ve toplumda etnik çatışmaların zeminini hazırlayabilir. Alt kimlik değeri olan etnisitenin, üst kimlik olarak ortaya konduğu durumlarda etnik çatışma riskleri artmaktadır.

Etnik topluluklar, uluslardan daha doğal değildir. Her iki durumda da etnik topluluklar ve uluslar, değersizleştirmenin ya da zenginleştirmenin söz konusu olmadığı tarihsel olgulardır (Schnapper, 1995: 34). Kimliğin, etnik temeller üzerinden nitelendirilmesi olarak değerlendirilen etnokimlik, toplum içerisinde yaşayan bir bireyi ötekileştirme sürecinin başlangıç noktasını oluşturabilir. Bu durumda orta çıkabilecek “onlar” algısı, “bize” karşı doğal bir tehdit algısı olarak değerlendirilebilecek gizil bir toplumsal bölünme dinamiği oluşturabilir.

Türkiye’de özellikle bireyin eğitim sürecindeki öğretilerde Türklerin Orta Asya’dan gelip Anadolu’ya yerleşmesi süreci direkt etnik boyutta tanımlanmasından ötürü birey, Türklük algısını etnosantrik bağlamda değerlendirmektedir. Bu durumun ortaya koyduğu kimlik algısı, toplumun çokkültürlü yapısını uzlaştırıcı çokkültürcülük politikalarının geliştirilmesine de engel olabilmektedir.