• Sonuç bulunamadı

Allah’ın Başka Şeylere Hulûl Etmekten Münezzeh Oluşu

2. İLAHÎ SIFATLARIN PROBLEM OLARAK ORTAYA ÇIKIŞI

2.1. SELBÎ SIFATLAR

2.1.8. Allah’ın Başka Şeylere Hulûl Etmekten Münezzeh Oluşu

Hulûl, yerleşmek demektir. Sukûn ise varlığın bir mekânın içinde olmasıdır. Bundan dolayı sükûn ile hulûl mana bakımından eşittir. Nitekim insanların yerleştikleri yere hulûl kelimesinden türeyen “mahalle” tabirinin verilmesi de bu sebepledir.708

Razî el-Erbain’de hulûl kavramının anlamını zihinlere iyice yerleştirmek adına ilk olarak âlemin hakikatinden başlar. “Âlem, Allah Teâlâ dışında her mevcuttur” der ve mevcudu ikiye ayırır. Birincisi, yok olmaya kabil olmayan varlık. İkincisi ise yok olmaya kabil olan varlık. Yok olmaya kabil olmayan varlığı vacib li- zatihi olarak isimlendirir ki, o da Allah Teâlâ’dır. Yok olmaya kabil olan varlık da mümkün li-zatihidir. Mümkün li-zatihi ise üç kısma ayrılır. 1-Mütehayyiz, 2- Mütehayyiz içindeki hal, 3-Ne mütehayyiz olan ne de mütehayyiz içindeki hal olan.709

Mütehayyizden kasıt hissî işaretle kendisine burada ya da orada diye işaret edilmesinin mümkün olduğu şeydir. Mütehayyiz de ya bölünmeye (taksime) kabildir ya da değildir. Bölünmeye kabil olan mütehayyiz cisim olarak isimlendirilir. Buna göre cisim iki veya daha fazla cüzden müellef olan şeydir. Bölünmeye elverişli olmayan mütehayyize gelince, ona da cevher-i ferd adı verilir ki, âlimler gerçekte var

708 Ruğaym Semih, Mevsuatu Mustalahati İlmi’l-Kelam, Mektebetu Lübnan, Lübnan, 1998, c.1,

s.503.

709

Razî, el-Erbain Fi Usuli’d-Din, c.1, s.19.

165

olup olmadığı noktasında ihtilafa düşmüşlerdir.710

Razî, “mümkün varlığın ikinci kısmı mütehayyize yerleşen (hal olan) şeydir.” dedikten sonra “hulûl”ün tefsirini yapar. Ona göre hulûl şöyle bir durumdur ki, birbirleriyle ilişkili olan iki şeyden birine yapılan işaret diğerine yapılan işaretin gayrısı olabilir. Testinin içindeki su buna örnek gösterilebilir. Şöyleki, su testinin içinde olmasına ve testi ile su biribirleriyle temas halinde olmasına rağmen suyun kendisi testinin kendisinden ayrıdır. Bazen de o iki şeyden birine yapılan işaret tahkikî veya takdirî olarak diğerine yapılan işaret olur. “Renk”in renkli bir şeydeki varlığı gibi. Çünkü rengin kendisinin, renkli olan bir şeyden farklı olan bir zatı yoktur. Dolayısıyla renge yapılan işaret renkliye yapılan işaretin ta kendisidir. Bunlar bilindikten sonra Razî der ki, “iki şeyden biri diğeriyle ilişkili ise, onlardan biri var olmasında diğerine muhtaç olur ve diğeri de (kendisine muhtaç olunan) varlığında ona muhtaç olmuyorsa bu durumda muhtaç olan “hal” muhtaç olmayan da “mahal” olur.”711 Razî burada hal olan (yerleşen) her şeyin yerleştiği mekâna muhtaç olduğunu açıklamakla aslında Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını ve bir mekâna da hulûl etmediğini ispatlamaya çalışmaktadır.

Yukarıda zikrettiğimiz mümkünün üçüncü kısmı olan ne mütehayyiz ne de mütehayyizle kaim olan şeye gelince, Razî felefecilerin böyle bir varlığın mevcudiyetini kabul etiğini ancak kelamcıların cumhurunun ise inkâr ettiğini söyler. Kelamcıların bu konudaki en kuvvetli delili şudur ki, Allah Teâlâ’nın dışında bu sıfatlara haiz olan bir mevcud var olsaydı yani bu mevcud ne mütehayyiz olsaydı ne de mütehayyizle kaim olsaydı bu takdirde Allah’ın zatıyla müsavi olurdu. Ne mütahayyiz ne de mütahiyyizle kaim olma sıfatlarıyla Allah Teâlâ’ya müsavilik hâsıl olduğunda bu durum mahiyetin tamamında da hâsıl olur. Mahiyetin tamamında müsavilik hâsıl olursa bu durumda ya vacib, mümkün olur ya da mümkün, vacib olur ki, her ikisi de muhaldir.712

Şerhu Uyuni’l-Hikme’de de aynı şekilde hulûlun tefsirini yapan Razî, bir

710 Razî, el-Erbain Fi Usuli’d-Din, c.1, s.20.

711 Razî, el-Erbain Fi Usuli’d-Din, c.1, s.20.

712

Razî, el-Erbain Fi Usuli’d-Din, c.1, s.22.

166

şeyin diğer bir şey içindeki varlığının anlamının her ikisinin de hakikatinin birbirlerinin içine sirayet edip yayıldığını, bu bakımdan birine yapılan işaretin gerek hakikî gerekse takdirî olarak diğerine de yapıldığını belirtir. Elbisenin içindeki beyazlık bunun için en güzel bir örnektir. Çünkü burada beyazın zatı cisim olan elbisenin zatına sirayet etmiştir. Bu durumda cisme (elbiseye) yapılan işaret beyaza yapılan işaretin aynısıdır. Durumun her zaman böyle olmadığını, bazen iki şeyden her birinin zatının diğerinden farklı olduğunu ve bu durumun kendisine yapılan işaretle de ortaya çıktığını belirtir. Buna da testideki suyu örnek olarak veren Razî, gerçek anlamda hulûlun birinci kısımda gerçekleştiğini söyler. Çünkü yukarıda bahsi geçen iki şeyden biri ya vücutta kendisine tabi olunan (matbu’) olur, diğeri de ona tabi olur ya da böyle bir durum söz konusu olmaz, her biri birbirinden bağımsız olur. Eğer birincisi olursa tabi olan sıfat, araz ve hal olur. Matbu olan da zat, cevher ve mahal olur. İki şeyden her biri birbirinden bağımsız olması durumunda iki zattaki hal gibi olur ve onlardan her biri kendi nefsiyle kaim olur.713

Razî’ye göre Allah Teâlâ ne zat ne de sıfat bakımından hiçbir şeye hulûl etmez. Çünkü bir şeye hulûl ettiği takdirde bu hulûl ya zorunlu ya da caizdir ki, her iki kısım da batıldır. Şöyle ki, O’nun bir şeye hulûl etmesi zorunluluk (vücubiyet) bakımından olduğu takdirde zatının bu “mahal”e muhtaç olması gerekir. Başkasına muhtaç olan ise mümkün li-zatihi olur. Bu da vacib li-zatihinin mümkün li-zatihi olmasını gerektirir ki, bu bir çelişkidir.714 İkinci olarak, Allah Teâlâ zorunlu olarak bir yere (mahale) yerleştiğinde zatının kıdeminden dolayı bu mahalin de kadim olması ya da mahalin hudûsundan dolayı zatının da hadis olması gerekir ki, bu da muhaldir.715 Çünkü Allah’tan gayrı olan şeyler ya cisim ya da arazdır. Cisim ve araz hadis olduğuna göre O’nun zorunlu bir şekilde cisim ya da arazlara hulûlü ya O’nun da hudûsuna ya da cisim ve arazların da kıdemine götürür. Hâlbuki her iki durum da Allah için batıldır.716

Allah Teâlâ’nın bir yere hulûl etmesinin caiz olduğu kısım da batıldır. Çünkü

713 Razî, Şerhu Uyuni’l-Hikme, c.3, s.10.

714 Razî, el-Muhassal…, s.156; el-Metalibu’l-Aliye Mine’l-İlmi’l-İlahiyye, c.2, s.68.

715 Razî, el-Mesailu’l-Hamsun Fi Usuli’d-Din, s.40.

716

Razî, el-Muhassal…, s.156.

167

bir şeye hulûl edenin hulûl ettiği o şeye muhtaç olması gerekir. Bir şeye yerleşmeyen de o şeyden müstağni olur. Bir şey hakkında “Bir mahale girmemesi caiz olmakla beraber mahale yerleşir’ dediğimizde mana ‘bir şeyden müstağni olanın ona muhtaç olması caizdir” şekline dönüşmesi söz konusu olur ki, bu da muhaldir. Çünkü bir şeyden müstağni olanın ona muhtaç olmaya dönüşmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın ne zorunlu ne de caiz olarak bir yere yerleşmesi mümkün değildir ve Allah hakkında hulûl batıldır.717

Razî Allah için hulûl’ün imkânsızlığı meselesinde her ne kadar yukarıda vermiş olduğumuz bilgileri delil olarak kabul edip zikretse de gerek el-Muhassal’da gerekse el-Metalib’de bu delillere karşı öne sürülecek itirazların olabileceğini belirtir. Razî özetle şöyle der: “ Bir yere girmesi gerekli olmayınca o yerden müstağni olur. Bir yerden müstağni olanın da bir yere girmesi mümkün değildir” delili bizim için zayıftır. Zira bir yere girmesinin zorunlu oluşu niçin doğru olmasın? Denilebilir. “Eğer zorunlu olsaydı o yere muhtaç

olurdu” cevabını da kabul etmiyoruz. Çünkü Yüce Allah’ın zatının kendisine o yere girecek bir

nitelik gerektirdiğini söylemek niçin caiz olmasın? Kaldı ki, o sıfatı gerektirmiş olmasından ötürü ona muhtaç olması da gerekmez. Allah’ın âlim ve kadir olarak vasıflanmasının gerektiği görülmüyor mu?

Oysa bu niteliklerden hiçbirine muhtaç olması gerekmez. Burada da durum böyledir.”718

İkinci olarak Razî, yine hulûl ile alakalı olarak söylenilen “O’nun gayrının ya cisim ya da araz olduğu” sözünü de kabul etmediğini, bu konuda kesin bir delilin ortaya konulamadığını belirtir. Razî, Allah Teâlâ’nın kendisi için bir akıl veya bir nefis gerektirip, sonra da zatının o yere girmesini gerektirmiş olduğunu söylemenin neden doğru kabul edilmediğini sorar. Razî, bu problematiğin çözümünü yine hulûlün anlamlarından hareketle çözmeye çalışır. Ona göre hulûl kelimesi iki anlama gelir.719 Birincisi, arazın tabii olarak kendisi için hâsıl olan mekânda meydana

717 Razî, el-Metalibu’l-Aliye Mine’l-İlmi’l-İlahiyye, c.2, s.68.

718 Razî, el-Muhassal…, s.156.

719Razî tefsirinde Hıristiyan âlimlerinin hulûlu şu üç şekilde tefsir ettiklerini söyler:

1) Gül suyunun gülde; yağın, susamda; ateşin (yanmanın) kömürde bulunuşu gibi, "hulûl'', bir şeyin

başka bir şeyde olması demektir. Bu tarif yanlıştır. Çünkü bu ancak Allah Teâlâ'nın cisim olması halinde söz konusu olabilir. Hâlbuki Hıristiyanlar, Allah'ın cisim olmadığı konusunda bizimle aynı inançtadırlar.

2) Hulûl tıpkı cisimlerdeki rengin o cisimde bulunuşu gibi, birşeyde bulunmasıdır. Bu da Allah için

değil, ancak cisimler hakkında düşünülebilir.

3) Hulûl, bir şeyin tıpkı zatlara nisbet edilen sıfatların o zatlarda bulunması gibi, bir şeyde

168

gelmesidir ki, cisimlerdeki renk buna örnektir. Bu anlamı itibariyle hulûl cihetlerde ve mekânlarda olan eşyalar için makul olabilir. Allah Teâlâ mekân ve cihetten münezzeh olunca bu anlam O’nun için geçersiz olur. İkincisi ise, sıfatın mavsufa ihtiyacıdır. Tıpkı ilim ve kudretin âlim ve kadirde yerleşmesi gibi. Allah Teâlâ, zatı itibarıyle vacibu’l-vücud olduğu ve başkasına muhtaç olması mümteni’ olduğu için hulûlün bu anlamı da onun için müstehildir.720

Son olarak Razî, Allah Teâlâ için hulûlü caiz görmenin mahzurlu olduğunu şu sözleriyle ortaya koymaya çalışmıştır: “Allah’ın zatına hulûlü caiz gördüğünüz takdirde acaba

Allah; bite, karıncaya veya sineğe hulûl etmiş midir? Diye şüphe içinde olmanız lazımdır. Onun bu

hasis (hakir kabul edilen) varlıklara hulûl etmesi batıl olduğuna göre hulûl hakkındaki söz de batıl

olur.”721

2.1.9. Allah İçin İttihadın İmkânsızlığı

İttihad iki şeyin, zatın karışması ve bir tek şey olacak şekilde birbirleriyle birleşmesidir.722 İki ya da ikiden daha fazla şeylerin ziyadesiz ve noksansız olarak tek bir şeye dönüşmesidir.723

Hulûl ve İttihad düşüncesinin kökeni eski Yunan filozoflarına kadar dayanır. Yunan filozoflarından Parmenides var olanın hiçbir zaman değişmeyip aynı kaldığını, bu değişmeyen ve her zaman aynı kalanın da Tanrı olduğunu ve Tanrının da her şey olduğunu ifade etmiştir.724

Hıristiyan bilginleri de Allah Teâlâ’nın Hz. İsa’nın şahsında insan ile birleştiğini iddia etmişlerdir. Onlara göre baba olarak nitelendirilen Tanrı nurdur. İsa da onun oğludur. Tanrı, İsa’nın şahsında insan ile birleşmiştir. İsa’nın bedeni insan,

bulunmasıdır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Razî, Mefatihu’l-Gayb, c.21, s.211.

720 Razî, el-Metalibu’l-Aliye Mine’l-İlmi’l-İlahiyye, c.2, s.68-69.

721 Razî, el-Metalibu’l-Aliye Mine’l-İlmi’l-İlahiyye, c.2, s.69.

722

Cürcanî, Kitabu’t-Tarifat, s.8

723 Abdulhadi el-Fadli, Hülasetu İlmi’l-Kelam, Daru’l-Muverrihu’l-Arabî, II. Baskı Beyrut, 1993,

s.208.

724 Hüsamettin Erdem, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Sebat Ofset Matbaacılık, III. Baskı, Konya, 1998,

s.96.

169

ruhu ise Tanrı’dır.725

Razî’ye göre İslam dünyasında hulûl ve ittihadı savunanlar, bir kısım tasavvuf ehli, Ehlu’l-İbaha (Mubahiyye)726 ve Gulat-ı Şia’nın bazı kolları olmuştur.727 Razî, tasavvuf ehlinden bir grup ile Ehlu’l-İbaha’nın Allah’a olan muhabbetlerinden dolayı bazı vakitlerde Allah ile ittihad ettiklerini iddia ettiklerini söylemiştir. Bu bağlamda Ebu Yezid Bistamî’nin (v.874): “Kendimi takdis ederim. Benim

şanım ne yücedir” dediği, Hasan b. Mansur el-Hallac’ın (v.922) da: “ ben hakkım”

dediğinin rivayet olduğunu, ancak bu kimselerin Allah’ı tanıyan kimseler olduğunu, bu kimselerin hulûl ve ittihad görüşünden beri olduklarını belirtmiştir.728

Razî, Şiî fırkalar arasında hulûl ve ittihadı ilk olarak izhar edenlerin de Rafizîler olduğunu, çünkü onların imamları hakkında hulûlü iddia ettiklerini ifade etmiştir. Rafizîlerle beraber Nusayriyye ve İshakiye fırkalarının da bu görüşte olduklarını, onların da Allah Teâlâ’nın Hz. Ali’yle ittihad ettiğini kabul ettiklerini söylemiştir.729

Razî’ye göre bir şeyin diğer bir şeyle birleşmesi (ittihad etmesi) mümkün değildir. Çünkü ittihad anında ya ikisi de mevcut olarak kalır ya da onlardan hiçbiri mevcut olarak kalmaz. Ya da o şeylerden birisi mevcut olarak kalırken diğeri madum olur.730 Bu durumda iki şeyden biri diğeriyle ittihad ettiğinde eğer ikisi de önceki halleri üzerine kalmışlarsa bunlar iki ayrı şeydir ve birleşme gerçekleşmemiştir. Eğer her ikisi de yok olmuşlarsa, yok olmuşlardır ve o birleşmeden sonra varolan şey

725 Tümer, Küçük, Dinler Tarihi, s.283; Razî, el-Erbain Fi Usuli’d-Din, c.1, s.165.

726 Razî, el-Mesailu’l-Hamsun Fi Usuli’d-Din, s.41; Ehlu’l-İbaha, hakikati batılla karıştıran Allah

Teâlâ’ya muhabbet ettiklerini idaa etmelerine rağmen hakikatte bundan nasibini alamayan ve şeraite muhalif olanlardır. Bunlar hakikatte Mazdek dinine mensup olan fırkalardan en şerli

olanlardır. Bkz. Razî, İtikadatu Fireki’l-Müslimin ve’l-Müşrikin, s.113. Abdulkahir el-Bağdadî

de el-Fark’ta Ehlu’l-İbaha için şöyle der: “Bunlar iki sınıftır. Birinci sınıf haramları helal sayan

Mazdekiye gibi İslamdan önce de mevcut olanlardır. İkinci sınıf ise Hürremdiniyedir. İslam döneminde ortaya çıkmış olup Babekiyye ve Maziyariyye olmak üzere iki fırkadırlar. Geniş bilgi için bkz. Bağdadî, Abdulkahir, el-Farku Beyne’l-Firak, trc., s.206.

727Razî, İtikadatu Fireki’l-Müslimin ve’l-Müşrikin, s.91-92; Mustafa Öz, Başlangıçtan Günümüze

İslam Mezhepleri Tarihi, Ensar Yayınları, İstanbul, 2014, s.296.

728 Razî, el-Mesailu’l-Hamsun Fi Usuli’d-Din, s.42; Zerkan, Fahreddin Razî ve Arauhu’l-

Kelamiyye vel-Felsefiye, s.280.

729 Razî, İtikadatu Firekil-Müslimin, s.91; Abdulhadi, Hülasa İlmi’l-Kelam, s.209.

730

Razî, Nihayetu’l-Ukul Fi Dirayeti’l-Usul, c.3, s.193.

170

ikisinin de gayrısıdır. Eğer biri madum olmuş diğeri de mevcut olmuş ise bu durumda ittihad imkânsızdır. Çünkü madum olan, mevcut gibi olamaz ve mevcut olan madumla birleşemez.731

Allah için ittihadın muhal olduğunun ikinci bir delili de şudur ki, Allah Teâlâ bir şeyle ittihad etmiş olsaydı bu durumda şöyle söylenirdi: “Birleşmeden sonra O’nun zatı birleşmeden önceki haliyle ya aynı kalır ya da değişir. Eğer zatında bir değişiklik meydana gelmemişse bu durumda birleşme gerçekleşmemiştir. Eğer değişiklik meydana gelmişse bu durumda O’nun zatında değişikliğinin vukû bulması lazım gelir ki, bu da muhaldir ve Allah Teâlâ bundan münezzehtir.”732

Allah için ittihadın caiz olduğunu savunan birisinin “ittihad hakkındaki söz makuldur ve sahihtir. Şöyle ki, vücudun mahiyet üzerine zaid olduğu sabittir. Her bir mahiyetin kendi başına bir vücudu olduğu takdirde, bu durum ittihadı geçersiz kılar. Ancak her ikisine beraber bir vücud hâsıl olduğunda bu ittihad olur. Çünkü her birisi için ayrı bir vücud bulunup da sonradan, daha önce kendisiyle kaim oldukları bu vücudları zail olup (birbirleriyle karışıp) ikisinden de tek bir vücud hâsıl olunca bu ittihadın ta kendisi olur. Bu durumda onun fesadına delil getirilememiş ve ittihad hakkındaki söz de batıl olmamış olur” şeklindeki itirazına Razî, şöyle cevap vererek konuyu bitirir: “İttihad hakkındaki söz Allah için muhaldir. Çünkü bu iddia (Allah’ın) kendisiyle

kaim olduğu vücudunun zail olması ve de kendisinin hakikatinin tamamının diğerinin (kendisiyle

birleştiği şeyin) hakikatiyle beraber vücudun sıfatı olarak hâsıl olmasıyla ancak makul olabilir ki, bu

da muhaldir. Çünkü Allah vacibu’l-vucub li-zatihi olunca, bu vücudun kendisinden zail olması muhal

olur ve münferid olan bu vücud ile ittisafı vacib li-zatihi şeklinde olur. Hal böyle olunca da ittihad

hakkındaki söz batıl olur.”733

731 Razî, Mealimu Usuli’d-Din, s.47; el-Muhassal…, s.156.

732

Razî, el-Mesailu’l-Hamsun Fi Usuli’d-Din, s.42

733 Razî, el-Metalibu’l-Aliye Mine’l-İlmi’l-İlahiyye, c.2, s,70. Razî burada Allah Teâlâ’nın başka bir

şeyle birleşip vücutları bir olsa bile bu Allah ile beraber bir olan vücudun vacib li-zatihi olamayacağını bu yüzden de Allah hakkındaki ittihad sözünün batıl olduğunu söylemeye çalışmaktadır.

171