• Sonuç bulunamadı

AK Parti’nin Siyasal Kimlik Tanımı: Muhafazakâr Demokrat

AK Parti, kurulduğu günden itibaren Milli Görüş Hareketi’nin devamı olduğu yönündeki iddiaları reddetmiştir (Hayal, 2015, s.169).

Konumunu meşrulaştırmak adına İslami geçmişine yönelik özeleştiri geliştirmiş ve büyük bir söylem değişikliğine gitmiştir (Çayır, 2008, s.62). AK Parti’nin önde gelen isimleri, kendilerinin Milli Görüş Hareketi’nin devamı niteliğinde bir parti olduklarına dair dile getirilen söylemlere şiddetle karşı

çıkmışlardır. Özellikle parti, iktidarının ilk dönemlerinde sıklıkla bu tür söylemleri bir “itham” olarak karşılamak durumunda kalmıştır (Hayal, 2015, s.169).

28 Şubat sürecinde İslamcılara karşı kati bir zafer kazandıklarını düşünen ve RP iktidarı döneminde gördükleri kâbusu bir kez daha görmek istemeyen Kemalist kesimler, İslamcı köklere sahip AK Parti’nin başarısı karşısındaki tedirginliklerini açığa vurmakta gecikmemişlerdir. AK Parti’nin gizli bir ajandaya sahip olduğu ve “takiyye” yaptığı iktidarının ilk yıllarında sıklıkla dile getirilmiştir. Bu iddialara karşın, AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan veciz bir ifade ile şöyle demiştir: Milli

Görüş gömleğini çıkardık (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=100157).

AK Parti’nin kurucu liderlerinden, 2007 senesinde cumhurbaşkanı olmuş olan Abdullah Gül, kendilerine yöneltilen “takiyye” suçlamalarını reddetmiş, “gayet gerçekçi olduk, hayalci değiliz, çok gerçekçiyiz, ikincisi rasyonel olduk, üçüncüsü de çok şeffaf olduk” diyerek İslamcı köklerine rağmen büyük bir dönüşümü gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Benzer bir şekilde AK Parti’nin bir diğer önemli ismi, meclis başkanlığı görevinde bulunmuş olan Bülent Arınç, iktidara geldikten sonra rejime dair ön yargılarının kırıldığını, “kaygı, beklenti, vehim, korku, mesafeli durumlar, ne kadar yanında olursanız olun, orada buzdan duvarların olduğunu şimdi daha net görüyor ve hissediyoruz” diyerek rejim ile çatışma içerisinde olacaklarına dair endişeleri giderdiklerini söylemiştir. Bunun yanı sıra, Atatürk’e düşmanlık içerisinde bir yaklaşıma sahip olduklarına dair ithamları ise “Kemalizm, Atatürkçülük bir tarafa, Atatürk’ün kendisi bir tarafa” diyerek reddetmiştir (Hayal, 2015, s.169-170).

AK Parti için “üstünü örtmek ve müesses nizama kendilerini daha fazla kabul ettirmek istiyorlar” şeklinde bir değerlendirme yapan Murat Belge, partinin “takiyye” yaptığına dair ithamlara rağmen AK Parti’yi Türk İslamcılığı’nın “evcilleşme” sürecinin bir parçası olarak gördüğünü belirtmiştir (Hayal, 2015, s.170).

Akdoğan, AK Parti’yi kökeni itibariyle İslamcılık ile özdeşleştirenlere karşı, 3

Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti’nin başarısı İslamcılığın başarısı değildi

demiştir. Ona göre AK Parti, daha önceden DP’den AP’ye ve ANAP’a kadar merkez-sağ partilerin sahip olduğu ve hatta kimi sol partilerde salt bir eğilim olarak

bulunan muhafazakârlığı, siyasetin ana gövdesi ve lokomotifi haline getirmiştir. Bu bağlamda AK Parti, kimlik politikalarını, siyasal hareketleri marjinalleştirdiği, toplumsal kutuplaşma ve çatışmayı arttırdığı gerekçesiyle reddeden, tüm siyasal ve toplumsal eğilimleri, belli bir siyaset tarzı etrafında bir araya getirmeyi amaçlayan kuşatıcı bir kimliğe sahiptir (Hayal, 2015, s.170).

Ali Bulaç, AK Parti’nin İslamcı bir parti olmayışının nedenlerini iki başlık dâhilinde ortaya koymuştur (Bulaç, 2014, Zaman).

a) Kurulurken dinî referans almadıklarını, İslamcı olmadıklarını açıkça iç ve dış kamuoyuna deklare etmişlerdir.

b) Benimsedikleri siyasi kimlik, programları, 2002’den bu yana takip ettikleri sosyal ve iktisat politikaları, kültür ve medeniyet tasavvurları, din anlayışları ve dini kamusal hayat içinde konumlandırma biçimleri, bölge ve uluslararası politikaları İslamî değildir. Mesela bütün hatalarına rağmen Müslüman Kardeşler, Cemaat-i İslamî İslamcı partiler, İslamcı siyasî hareketlerdir; bunu açıkça deklare etmektedirler, genel politikaları da İslam dairesi içinde şekillenir. Ama AK Parti ne İslamcı partidir ne siyasal İslam’ın temsilcisidir. Muhafazakâr demokrat kimliğiyle liberalizmden, sosyal demokrasiye ve milliyetçiliğe kadar her kaptan bir kaşık alıp bir harita çıkarmıştır.

AK Parti’nin ideolojik dönüşümü, parti programında, seçim beyannamelerinde kendisini göstermektedir. İnsan hakları, demokrasi, sınırlı hükümet, hukuk devleti, çoğulculuk, farklı olana hoşgörü ve saygı gibi uluslararası arenada kabul gören değerlere partinin programlarında ve seçim beyannamelerinde sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Partinin temel haklar ve özgürlükler ile ilgili olarak Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin standartlarını uygulamaya geçireceği taahhüt edilmektedir. Diğer yandan Atatürk ilkeleri ve inkılâpları ile Cumhuriyet’in temel ilkelerinden laikliğe dair tutum, Milli Görüş’e nazaran çok daha tarafsız ve olumlu ifadeler ile ortaya koyulmaktadır (Ak Parti Tüzüğü, 2002): Partimiz, Atatürk ilke ve

inkılâplarını, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmanın en önemli vasıtası olarak algılar ve bunu toplumsal barışın bir unsuru olarak görür. Partimiz, dini insanlığın en önemli kurumlarından biri, laikliği ise demokrasinin

vazgeçilmez şartı, din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak görür. Laikliğin, din düşmanlığı şeklinde yorumlanmasına ve örselenmesine karşıdır. Laikliğe yönelik

bakış açısı ise şu şekildedir: Esasen laiklik, her türlü din ve inanç mensuplarının

ibadetlerini rahatça icra etmelerini, dini kanaatlerini açıklayıp bu doğrultuda yaşamalarını ancak inançsız insanların da hayatlarını bu doğrultuda tanzim etmelerini sağlar. Bu bakımdan laiklik, özgürlük ve toplumsal barış ilkesidir.

Bununla ilintili olarak partinin dine ve dindarlara yaklaşımını ortaya koyan bir başka paragraf şöyledir: Partimiz, kutsal dini değerlerin ve etnisitenin istismar edilerek

siyaset malzemesi yapılmasını reddeder. Dindar insanları rencide eden tavırları ve uygulamaları ve onların, dini yaşayış ve tercihlerden dolayı farklı muameleye tabi tutulmalarını anti-demokratik, insan haklarına ve özgürlüklerine aykırı bulur. Öte yandan dini, siyasi, ekonomik veya başka çıkarlara alet etmek veya dini kullanarak farklı düşünen ve yaşayan insanlar üzerinde baskı kurmak da kabul edilemez.

Böylece öncelikli olarak AK Parti, anayasanın din ve vicdan hürriyetine ilişkin 24. maddesi ve Siyasal Partiler Kanunu’nun siyasal partiler ile ilgili yasaklara ilişkin 78. 79. 80. 81. 82. 83. ve 84. maddeleri ile tutarlı bir yaklaşım benimsemiştir. İkincil olarak, dini özgürlükler insan hakları ve demokrasi temelinde ele alınmıştır. AK Parti’nin selefleri ile ayrışmaya gittiği temel nokta, laikliğe yönelik tutumudur. Alıntılandığı şekliyle AK Parti, Kemalist kurucu ideoloji ve takipçisi CHP’nin “saldırgan ya da katı laiklik” anlayışına karşı, tarihsel olarak merkez-sağı oluşturan DP, AP, ANAP, DYP gibi “pasif ya da ılımlı laiklik” anlayışını benimsemiştir. AK Parti’nin, dini özgürlüklerin tanınmasını ve güvence altına alınmasını ifade eden pasif laiklik anlayışını benimsemesi, bir başka açıdan toplumu devletin zor araçlarını kullanmak suretiyle İslamileştirmeyi amaçlayan İslamcı dünya görüşünü terk ettiği şeklinde yorumlanabilmektedir (Hale, Özbudun, 2010, s.22). AK Parti, Her şey

Türkiye İçin başlıklı 2002 genel seçimleri beyannamesinde, kendisini “demokrat,

muhafazakâr, yenilikçi ve çağdaş bir parti” olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlama içerisinde özellikle dikkat çeken nokta, “demokrat” ve “muhafazakâr” kavramlarının bir arada kullanılmasıdır. Nitekim beyannamenin ilerleyen satırlarında partinin, muhafazakâr-demokrat siyaset felsefesini benimsediği açıklıkla ortaya koyulmaktadır. Parti, 2012 yılında yayınladığı “2023 Siyasi Vizyonu” programında,

kendisini “siyasetin merkezinde konumlandıran muhafazakâr-demokrat bir kitle partisi” olarak tarif etmiştir (Ak Parti, 2012, s.4). Ayrıca programda muhafazakâr demokrat kimliğin sahip olduğu özellikler ve faydalar ortaya koyulmuştur. Dünya geneline bakıldığında mevcut örneklerle hemen hemen benzer özelliklere sahip olan Ak Parti'nin oluşturmaya çalıştığı muhafazakar demokrat kimliği, Türkiye'nin sahip olduğu sosyo-kültürel yapısıyla şekillenebilen bir içeriğe sahiptir. Türkiye gibi Müslüman'ların çoğunluğu teşkil ettikleri bir ülkede demokrasinin gelişmesi ve bölge ülkelerine örnek oluşturması, muhafazakâr demokrat düşüncesinin katkısı olarak değerlendirilmektedir. Muhafazakârlığın değişimi, zamana yayarak toplumsal dinamiklerle oluşumunu sağlayan, otoriterleşmeye karşı iktidarın sınırlandırılması gerektiğini savunan, özgürlük kavramının somut haliyle daha anlamlı olacağını vurgulayan, aile, dernekler, vakıflar gibi toplumun dinamik mekanizmalarını önemseyen yapısı, demokratik anlayışla birlikte uzlaştıracak bir siyasi içerik ortaya koymaktadır (Ak Parti, 2012, s.4-5). Kendi medeniyet değerlerini önemseyip merkeze alan Ak Parti, demokratik bir siyaset anlayışını hayata geçirdiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda muhafazakâr demokrat siyaset tarzı şu hususları barındırmaktadır: Uzlaşma kültürü, reform, sistemi normalleştirme, gerçekçilik,

kucaklayıcılık, değişimcilik, ilkelilik ve yüksek siyaset (Ak Parti, 2012, s.5-8).

AK Parti, muhafazakâr demokrat bir parti olduğundan hareketle aileye büyük önem verdiğini, aile kurumunun korunmasını, geliştirilmesini, desteklenmesini amaçladığını belirtmektedir (Ak Parti, 2012, s.34). AK Parti, muhafazakârlığının, eski olanı korumayı değil, eskimeyeni muhafazayı amaçladığını beyan eder, bu bağlamda AK Parti'nin muhafazakârlık anlayışı; bize özgü, bizi biz yapan değerleri ve güzellikleri canlı tutarak, bütün kültürel ve sosyal değerlerimizi, amaçlarımızı, günümüz şartlarına uyumlu bir şekilde yeniden üretilmesini sağlayan bir siyaset anlayışıdır (Ak Parti, 2012, s.48).

Yalçın Akdoğan, AK Parti’nin geliştirmeye çalıştırdığı muhafazakâr demokrat siyasal kimliğin önemli ölçüde Anglo-Amerikan muhafazakârlığı ile örtüşen özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir. Bu çerçevede muhafazakâr demokrat kimliğin parametrelerini şu şekilde özetlemiştir: Muhafazakâr demokrat kimliğe göre

tanımlanmış bir siyasal iktidardan yanadır, dayatmacı ve baskıcı, otoriter ve totaliter anlayışları kabul etmez. Muhafazakâr demokratlık, halk egemenliğine dayanan siyasal meşruiyeti savunmakta, anayasal ve evrensel normlara dayalı hukuki meşruiyeti önemsemektedir. Muhafazakâr demokratlık, devrimci değişim anlayışına karşı aşamalı bir değişim anlayışını önceleyerek, radikalizm ve toplum mühendisliğine karşıdır. Yalçın Akdoğan’a göre AK Parti, bir dizi olumsuzluk

tarafından şekillenen bir siyasal konjonktürde ortaya çıkmıştır. Siyaset kurumunun koalisyon iktidarlarıyla yıprandığı, ekonomik çöküntünün beraberinde sosyal kriz getirdiği, uluslararası alanda ülke imajının gerilediği, sosyal sınıfların ümidinin azaldığı ve tepkilerinin arttığı, tüm bunların yanı sıra 28 Şubat askeri müdahalesi ve takip eden süreçte ordu başta olmak üzere vesayet kurumlarının müdahalesi ile siyasetin alanının daraldığı bir konjonktürde AK Parti, “siyaseti eksenine oturtmak ve normalleştirmek”, “kontrolsüz tepkiselliği kontrollü değişime tahvil etmek”, “siyaseti gerçek bir tabana oturtmak”, “müstakil bir muhafazakâr parti üretmek”, “kapsayıcı bir kimlik ve şemsiye parti olabilmek” adına ortaya çıkmıştır (Hayal, 2015, s.177-178).

Muhafazakâr demokrasinin öncelikle sağ siyasetten farklılaşan, AP’nin statükocu sağ siyaset geleneğini aktif, değişimci ve statükoya karşı bir eğilime sokan boyutunun olduğunu belirten Ergün Yıldırım, öte yandan muhafazakârlığın İslamcılık ile demokrasiyi bir araya getirme işlevi yüklendiğini söylemiştir (Yıldırım, 2014, Yeni Şafak). Ona göre İslamcılık, muhafazakâr demokrasinin temel parametreleri; insan hakları, hukuk devleti ve serbest piyasa ile barışmıştır. Böylece muhafazakâr demokrasi, ANAP ve DYP tabanı ile RP tabanını tek bir çatı altında toplamıştır. Buna karşın Ümit Cizre, Ak Parti ile geleneksel Türk sağı arasındaki benzerliklere işaret etmektedir. Ona göre benzerliklerden en önemlileri; Halk egemenliğine dayalı siyaset anlayışları, dış politikanın temel hedeflerini, güvenlikle ilgili politikalarını ve var olan toplumsal yapıyı değiştirmeden iktidara gelip, aynı unsurları devam ettirmeye öncelik vermiş olmasıdır.

‘Statükonun çarklarını farklı kadrolarla çevirmek’ olarak özetlenebilecek bu yaklaşımın en önemli sonuçlarından birisi, kritik sorunlara, örneğin kimlik politikalarına, egemen vatandaşlık anlayışına, finans sermayesinin egemenliğine

dayanan ekonomik modele ve bölüşüm sorununa, anlamlı ve farklı bir pencereden bakamamak, sorunları bütün Türkiye’yi kucaklayan formüllerle geçiştirmek ya da teknikleştirerek siyasal tartışmadan kaçırmaktır (Çakır, 2003, Vatan).

Celil Bozkurt, AK Parti’nin kendine has bir siyaset tarzı olarak benimsediği muhafazakâr demokrasiye dair ilginç bir saptamada bulunur. Ona göre muhafazakâr demokrat söylem, 1951’de Cevat Rıfat Atilhan tarafından kurulan İslam Demokrat Partisi’nin İslami demokrat söylemi ile benzer nitelikler taşımaktadır. Özellikle modern normlarla, dini düşünceleri meç eden İslam Demokrat Partisi’nin kalkınmacı projesi, buna ilaveten din merkezli Yahudi ve Mason karşıtlığı içerikli söylemleri, Milli Görüş ve AK Parti üzerinde derin etkiler bırakmıştır (Bozkurt, 2014, Köprü).

Ali Yaşar Sarıbay, AK Parti için “İsmi İslam, uygulamaları liberal, tutumu demokrat, yörüngesi Batı” betimlemesini yapmıştır (Sarıbay, 2003, Vatan). Ahmet Yıldız da AK Parti’nin siyasal İslam geleneğinden koptuğunu belirtmesinin ve muhafazakâr söylemlerinin üç hedefi olduğunu söylemiştir (Yıldız, 2004, s.53-56):

İlki yerli hassasiyetlere yapılan vurguyla seçmen kitlesi, ikincisi muhafazakârlık gibi meşruiyet sorunu bulunmayan Batılı bir ideoloji dolayısıyla dış kamuoyuna verilen mesaj, son olarak da Kemalist merkeze dönük ‘siyasal İslamcılıkla ilişkimiz yok’ mesajı. Ancak bu mesajın iki yüzü bulunmaktadır: Birincisi laikliğe dönük sadakat beratı, ikincisi ise laisizmi redde dayalı dönüştürücü bir tutum. Ak Parti'nin ANAP

gibi sağcılık karması olduğunu ileri süren Tanıl Bora, Ak Parti'yi, tıpkı ANAP gibi Türk sağının temel değerlerinin, sembollerinin, temsiliyet göstergelerinin oluşturduğu bir karışımın temsilcisi olarak nitelendirir. Tek fark, ANAP bunu 1983'deki boşluğu herhangi bir sabite dayandırmadan kurmuştu, Ak Parti, Milli Görüşçü yapıyı bu istikamete evirerek kuruyor (Bora, 2002, s.29-35).

İslamcı betimlemesine her fırsatta karşı çıkan Ak Parti, halk ile kendisi arasında anlam bakımından ortak bir dil olarak gördüğü muhafazakarlık düşüncesini merkeze alarak, tanımını bu doğrultuda yapmıştır. Ekonomik yönden serbest piyasa ve liberalizmi savunan, toplumun dinamikleri olan aile, din ve gelenek gibi değerlere önemle vurgu yapan, bununla birlikte Batı karşıtı olmayıp, demokrasiye inanan, siyasal ve kültürel yönden milliyetçi muhafazakar olarak kendini tanımlayan Ak Parti, tüm bu yönleriyle seçmeci bir görünüm sergilemektedir.

AK Parti, dini önemsemekle birlikte, din üzerinde siyaset yapmayı ya da din adına dışlayıcı bir siyaset yürütmeyi reddetmiştir. Bununla ilişkili olarak dinin siyasal değil, toplumsal alana çekilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Ancak bu hedefi nasıl gerçekleştireceğine dair açıklık getirmemiştir. Bu nedenle AK Parti’nin muhafazakâr demokrat kimliği benimsemesi, ne olduğunu değil, ne olmadığını açıklamaya öncelik vermiş olduğu şeklinde okunabilir. Ancak belirtmek gerekir ki bu muğlâklık, AK Parti’nin büyük ölçüde işine yaramıştır. Nitekim insanlar, Erdoğan’ın ne dediğinden ziyade, bunu nasıl dediğine önem vermişlerdir (Yıldırım, 2002, s.66- 70).

AK Parti’nin, kendisini “Müslüman demokrat” olarak tanımlamaması ya da İslamcılığın herhangi bir kategorisi içerisine kendisini yerleştirmemesinin sebeplerinden biri, geçmişte yaşanan siyasal gerilimlere tekrar dönme endişesidir. Bu nedenle kendisini dini değerleri önemseyen kişilerden oluşan muhafazakâr bir parti olarak tanımlamayı seçmiştir. Etyen Mahçupyan, bu psikolojiyi şöyle ifade etmiştir:

Otoriter laikliği resmi ideolojiye dönüştüren bir ülkede ‘Müslüman’ sıfatını kullanmak kolay iş değil. Hele eğer tatsızlık çıkmasın diyorsanız. Öte yandan muhafazakârlığın, Müslümanlığı kapsadığı da söylenebilir. Ayrıca Etyen

Mahçupyan’a göre, Müslüman demokrat bir siyasal çizginin oluşması da Türkiye’nin normalleşmesine hizmet edebilirdi: Müslümanlığı kültürel boyutta taşımaktan

gocunmazken, ülke yönetiminde evrensel ölçütlere ulaşan ve toplumsal tercihler karşısında kuşatıcı olan bir AKP’nin, dönüştürücü ve reformcu gücü muhakkak ki çok daha fazla olurken, siyasetin ‘Müslüman demokrat’ bir parti sayesinde normalleşmesi de ayrıca devlet/toplum ilişkisi açısından demokrat bir açılımı ifade edecekti (Mahçupyan, 2003, Zaman). Buna karşın Yıldız, AK Parti’nin, kendisini

“Müslüman demokrat” olarak tanımlamamasını olumlu değerlendirmektedir (Yıldız, 2004, s.54): “Müslüman demokrat” tanımlamasının benimsenmemesi önemlidir.

Dinin kapsayıcılığını gölgeleyebilecek tasarrufların dine ve dindarlara zarar verdiği, daha toplumun dinle ilişkisini olumsuz bir mihvere kaydırdığı şeklinde yaklaşıma paralellik arz eden bu tutum, din-siyaset ilişkisinin demokratik zeminini sağlamlaştırmıştır.

Etyen Mahçupyan’ın da belirtmiş olduğu gibi muhafazakârlığın, Müslümanlığı kapsayabilmesi, Türkiye’de muhafazakârlığın tarihsel gelişimi ile ilgilidir. Türkiye’de muhafazakârlık, tarihsel olarak İslami bir görünüm kazanmak suretiyle kendisini var etmiştir. Şüphesiz bu, İslamcı köklere sahip AK Parti’nin muhafazakâr demokrat bir kimliği benimsemesini kolaylaştırmıştır. Muhafazakâr demokrat kimliği, Batı’daki Hıristiyan demokrat partiler ve “üçüncü yol” anlayışı ile özdeşleştirenler de vardır. William Hale ve Ergun Özbudun parti programı temelinde Ak Parti’nin Batılı bir muhafazakâr ya da liberal partiden zor ayrıştırılabileceğini, bunun yanı sıra insan hakları, gelir dağılımının adaletli olması, sosyal adalet ve çoğulculuğa yaptığı vurguyla “üçüncü yol” sosyal demokrat bir parti olarak bile değerlendirilebileceğini belirtirler. Her ne kadar parti, kendisine muhafazakâr demokrat bir siyasal kimlik ile tanımlamışsa da, programında aile kurumuna yönelik söylemleri dışında muhafazakâr değerlere dair fazla bir vurgu yer almamaktadır (Hale, Özbudun, 2010, s.24). Bu çerçevede AK Parti, Türkiye’de çok-partili siyasal hayatın önemli bir bölümüne hâkim olan merkez-sağ partilerin liberal ve muhafazakâr değerler arasında oluşturduğuna benzer bir senteze sahiptir. Böylece Hale ve Özbudun, AK Parti’yi Türk milliyetçiliği, geleneksel ve İslami değerlere dair duygululuk, muhafazakâr sokulgan değerleri muhafaza ederken, teknolojik modernleşmeye vurgu ve Cumhuriyet Halk Partisi karşıtlığının bileşkesini yansıtan Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi eksenine konumlandırmaktadır (Hale, Özbudun, 2010, s.25). Buna karşın Ergün Yıldırım, AK Parti’yi DP’nin ya da ANAP’ın politik çizgisine yerleştirme girişiminin, bütünüyle bir yönlendirme çabası olduğunu belirtmiştir. Çünkü AKP, siyaset yapmayı Milli Görüş anlayışından öğrenenlerin Milli Görüş’ün bittiği andan itibaren temeli, liderine dayanan bir siyasete yönelmesiyle oluşmuştur (Çakır,2003, Vatan).

İslamcılığın iflas ettiğini öne süren ünlü Fransız araştırmacı Oliver Roy, Ak Parti’nin İslamcılık’ tan koparak, muhafazakâr-demokrat siyasal kimliği benimsemesini şu değişkenler dâhilinde ele almıştır: AKP’nin İslam’a hiçbir

referansta bulunmama tercihi, İslamcılık’ tan, yani İslam’ın belli bir ideolojik yorumundan, tam anlamıyla kopmuş olduklarını gösterme amacını taşıyor. Bu, militanlara olduğu kadar, askerlere ve Avrupalılar’ a yönelik olarak yapılmış

‘öğretici’ bir tercihtir. Bununla birlikte AKP’nin, Hıristiyan demokratların Türk muadili olduğu benim için çok açıktır. Çünkü Hıristiyan demokratlığın artık Hıristiyanlıkla ilgisi kalmamıştır. Dini değerler için değil, aile, ahlak gibi daha genel değerler için mücadele etmektedir. Bu bakımdan AKP, İslami sıfatını reddetmesiyle Hıristiyan demokratlarla aynı saflarda yer almaktadır. Özel olarak dindar olmayan, ama ahlak konularında muhafazakâr bir seçmen kitlesine, ekonomik özgürlükleri savunarak, ama bu arada milliyetçiliği de elden bırakmadan hitap etmektedir (Çakır,

2003, Vatan). Bununla birlikte AK Parti üzerinden yürütülen takiyye suçlamalarını şöyle yorumlamıştır: Takiyyeden söz etmek anlamsız. AKP’liler pragmatik insanlar,

yerel yönetimlerde somut bir iktidar deneyimleri oldu. Ütopyayla işlerin yürümediğini ve seçmenin kendilerine İslamcı oldukları için oy vermediğini pekâlâ biliyorlar. Bu seçmen kitlesini korumak için demokrat olmak zorundalar. Demokrasi pratikte gerçekleşir, bir ideoloji değildir. Bir yerde demokratların olabilmesi için orada önce demokrasinin bulunması şarttır. Aslına bakılırsa İslamcılar’ ı demokratikleştiren de Türk demokrasisi olmuştur (Çakır, 2003, Vatan). Mardin ise,

muhafazakâr demokrat kimliğin esasen Batı’daki örneklerinden farklı bir zemin üzerinde geliştiği, çünkü Türkiye’de henüz merkez-çevre ilişkisi çözülemediğinden dinin halen Türk muhafazakârlığında ağırlığını koruduğu değerlendirmesini yapmıştır (Çakır, 2003, Vatan).