• Sonuç bulunamadı

C) AİLEDE ÇOCUK EĞİTİMİ

C.1. Ailede Eğitimcinin Rolleri

“Rol tabiri yaygın anlamda; bir kimsenin, kendi kişiliği dışında bir kimliğe bürünüp belli davranışları göstermesi olarak kullanılır.

Ailede eğitimden sorumlu kişilerin; üstlendikleri sorumlulukları yerine getirirken gösterecekleri davranışlar için de kullandığımız rol kavramı, biraz daha farklıdır.

29 Aile üyeleri birbirlerini eğitirken iki ayrı davranış biçimi ortaya koyarlar.

Bunlardan birincisi veya yaygın olanı; kendi günlük hayatlarının gereği olarak gösterdikleri davranışlardır. Bunlar çocuğun her yaşta uygulayacağı, temizlik, beslenme, giyinme, gibi somut eylemlerdir. Yalan söylememe, israfçı olmama, herkese karşı saygılı davranma gibi tutumlar da böyledir. Ancak bazı hareketler vardır ki, bunların yaş, beden, zihin gelişimi, fiziki güç kazanma ile yakın ilişkisi vardır. Bunların öğretilmesi ise ikinci tür rol üstlenmedir.” (Ağca, 1993: 43)

“Çocuğa; bu öğelere bağımlı olan davranışların zamanından önce benimsetilmesi hem yanlış, hem de imkânsızdır. Bu gruptaki davranışlar için erişkinler çocuğun bulunmadığı ortamları tercih etmelidirler. Bu roller, ancak sınırlı ve özel ortamlarda oynanır. Bu bir nevi, rol ertelemesidir. Yoksa bazılarının iddia ettiği gibi, çocuğu suni davranışlarla avutmak değildir. Meselâ; henüz parayla ilgili basit kavramları bile bilmeyen ve yaşı gereği de bilmesi gerekmeyen bir çocuk yanında aile üyelerinin, aile bütçesiyle ilgili tartışma açmaları lüzumsuzdur. Çünkü çocuk bu tartışmayı, ana-babanın aralarındaki sevgi eksikliğinin bir sonucu olarak algılayabilir. Bunun gibi küçük bir çocuk yanında, gerekli olsa da bir eleştiri yapmanın, yaşı ve zihin yapısı gereği ona yararı olmaz.” (Ağca, 1993: 44)

Biz bu bölümde; eğitilecek kişinin beden ve zihin yaşını, ruh dengesini, hareket kabiliyetini dikkate alıp, bunlara bağlı olarak zorunlu ihtiyaçlarını karşılayarak bir eğitimden geçirilmesi için oynanacak açık roller üzerinde durmaya çalışacağız.

Kendi vücudunu, kendisinin temizleyeceği yaşa ve güce ulaşan birinin bu işi, hangi durumlarda, ne amaçla, hangi araçları kullanarak ve nasıl yapabileceği hakkında bilgilendirilmesi, bir öğretmedir; öğretme işi basit anlamda, bir insana yemek yemesini öğretmeden başlayarak, çok karmaşık bir meselenin çözümünü sağlayabilmesi için ona birtakım ilmî formüller, metotlar, çalışma prensipleri öğretmeye kadar varır.

“Öğretme iki şekilde gerçekleştirilebilir. Birincide, herhangi bir insana, yeni karşılaştığı ve yapması gereken bir işi tarif ederek, bizzat yapıp göstererek, elinden tutup yaptırarak, onu bu işi tek başına yapacak hâle getirmeye çalışılır. Bu yol basit el- kol hareketleriyle yapılabilecek kolay işlerde kullanılır.” (Ağca, 1993: 45)

Bir insana evi süpürmesini, musluğun contasını değiştirmeyi, cam silmeyi, ütü yapmayı bu yolla çok kısa bir süre içinde öğretmek mümkündür.

30 Bu yolu kullanarak aile üyelerini eğiterek kişinin öğreticilik rolünün oynayabilmesinin ilk şartı, öğreteceğini çok iyi yapacak bilgi ve beceriye sahip olmasıdır. Bu rolün önemli özelliği, öğreticinin öğretilecek işi anlatma yanında bizzat yapmasıdır.

“Öğretmede eğiticinin izleyeceği ikinci rol; metot, formül, prensip öğretme rolüdür. Bu rol, bazı işleri öğretme ve bunlara benzeyenleri kendi başına yapabilmesi için kişiye, yeni durumlara uygulayacağı metotların bildirilmesi şeklinde oynanır. Bu rolü üstlenecek aile üyesinin, eğiteceği kişiyi elinden tutup gideceği yere götürmesi değil, oraya giden yolu ya da yolları tarif etmesi beklenir. Bu rolü oynamak ailede eğitimin etkinliği ve kalıcılığı yönünden birincisinden daha önemli ve daha zordur. Ama kaçınılmazdır. Çünkü çocuğa tek başına bazı işleri yapabilmesi için gerekli olan bilgi ve beceriler, ancak bu rolün başarılı bir tarzda oynanması yoluyla kazandırılabilir. Hayat olaylarının birbirine benzeyenleri yanında, benzemeyenleri de vardır ve bunlar çoğunluktadır.

Rehberlik terimi eğitim dilinde artık danışmanlıkla birlikte kullanılıyor. Bunun sebebi, rehberi aktif rol oynayan, ilk hareketi yapan insan rolünden çıkarıp, ihtiyacı olanın talebi hâlinde rolünü oynayacak olan uzman kişi konumuna getirmektir. Rehberlik anlayışında bu iki konum farklıdır. Birincide, çocuk veya gence terli iken su içmemesi, içerse hasta olabileceği konusunda uyarılarda bulunma şeklinde bir rehberlik rolü üstlenilir. İkincide ise, terli iken su içip hasta olan, fakat hastalığında bu hareketinin etkili olup olmadığım irdelemek isteyen kişiye danışmanlık yapılması söz konusudur.” (Ağca, 1993: 46)

Ailede eğitimcinin üstleneceği rehberlik rolü, genelde bu ikisini birden kapsamalıdır. Çocuğu ile günün bütün saatlerini birlikte yaşayan ana yahut baba çoğu kere önleyici rehberlik rolünü oynar. Çocuğuna muhtemel tehlikeleri önceden haber verir. Meselâ; soğuk havalarda yeteri kadar giyinmeden sokağa çıkmamasını öğütler ve bunu sağlar.

Çocuk ilk gençlik dönemine ulaştığında: bu defa gerekli korunma tedbirlerini almadığı için üşüyen evladına, ebeveyn üşümesinin ve bu yüzden hasta olmasının sebeplerini açıklar, tedbirleri sıralar. Fakat bunu gencin çeşitli şekillerde dile getirdiği talebi üzerine yapar. Burada ana-baba açısından oldukça güç bir durum gözlenir. Ana-

31 baba şefkatinin çok kere ön plana çıkmasıyla bu kişiler; sıkça rastlandığı gibi, her seferinde birinci tarzdaki rehberlik rolünü üstlenirler. Yani çocuk bir durum karşısında kalıp, kendine göre tavır alacağı zaman, ilk harekete geçen hep ana-babadır. Çocukluk çağında ve gençliğin ilk dönemlerinde normal karşılanabilecek olan bu tutum, süreklilik gösterince hem rehber için hem de genç için zararlı olmaktadır.

Rehberlik rolü oynayacak olan ana-babaya da zararlı olmaktadır. Çünkü gencin her hareketinde onun mutlaka yanlışlık yapacağı ve bu sebeple zarar göreceği düşüncesiyle tedirgin, huzursuz ve mutsuzdur. Ona güvenmemektedir. Çünkü çocukluktan kurtulup ilk gençlik dönemine geçişinin mutluluğunu yaşamasına izin verilmemektedir. Kendisinin de artık bazı işleri tek başına başaracak kadar güçlendiğini gösterme şansını bir türlü kullanamamaktadır. Bu yüzden sadece aile içinde değil, akran grubunda da pısırık, güçsüz, zavallı bir durumda kalmaktadır. Tükenmeyen bir çocukluk tutsağı olmuştur, işin garip yönü; yakın çevrede yetişip de ailede sağlıklı bir rehberlik şansına kavuşan genci gören bu aile üyeleri, ahlarla vahlarla kendi çocuklarının bir türlü büyüyemediğinden, hep çocuk kaldığından, yaşı gereği tek başına yapması gereken pek çok işi hâlâ yapamadığından şikâyetçi olurlar. Aslında bıraksalar kendi çocukları da özendikleri gencin yaptıklarını yapabilecektir belki. Mesele, çocukların büyüyüp, güçlenip, serpildiğini göremeyen, kabul edemeyen kendilerinde başlamaktadır. Tabi onlar böyle bir meseleyi bilerek, isteyerek doğurmuş değildirler. Temelde dozu iyi ayarlanamamış bir ilaç vardır. Şefkat. Bu güzel şemsiyenin; yerinde, yeteri kadar ve muhatabın layık olduğu seviyede kullanılması son derece önemlidir. Şefkate insanın her yaşta ihtiyacı vardır. Şefkat göstermek de insan için bir duygusal doyum aracıdır. Ancak, bu güzelim duygunun; çok sevilen bir evlât için onun gelişmesine ket vuracak bir tarzda kullanılışı büyük hatadır.

Ailede eğitimden sorumlu olan üyelerin rehberlik rolleri, çocuklukta elinden tutup gezdirme biçiminde oynanır. İlk gençlik döneminden itibaren bu rol, danışmanlık şekline dönüşmelidir.

“Çocuk yahut genç; çeşitli boyutlardaki gelişimine paralel olarak artık bazı işleri kendisi yapabilmeli, kendisi ile ilgili kararlara iştirak ettirilmeli ve giderek danışma kapısı açık olmak kaydıyla, bağımsız olarak karar verebilmelidir. Rehberlik rolleri de bu gerçekleri dikkate alarak oynanmalıdır.

32 Önder ise; sözleri, kararları, hareketleri ile kişi ve topluluklara örneklik eden haliyle beğenilip takdir edildiği için peşinden gidilen, sözü dinlenen kişidir, önder uzun bir süre âdeta taklit edilir. Onun hareketleri sanki bir biçki kalıbıdır. Bunlardan her insan kendi durumuna uyan ölçülerde örnek çıkarır.

Önemli noktalardan biri de bu önderlerin, gençlerle, birtakım aracılar vasıtasıyla değil, doğrudan doğruya temas kurmalarıdır. Uzaktan uzağa yapılan tavsiye ve uyarılar yoluyla önderlik rolünü oynamak, oldukça eskilerde kalmış bir yöntemdir. Önderi yakından tanıyan, sohbetine katılan, onunla karşılıklı olarak meselelerini tartışabilen bir genç, önderine daha fazla ve gerçekten samimi olarak güven duyar, önderlik ettiği kimselere bu imkânı tanıyacak bir olgunluğa erişmiş olan kişiler gerçekten önderdirler.” (Ağca, 1993: 47)

Çağımız masal, efsane kahramanlarının değil, aklı, ahlâkı yüce, davranışı tutarlı, özü sözüne uyan, sözü de ilmen doğru, kararları verimli olan gerçek önderlerin çağıdır. Toplumlara önderlik edecek liderlerin mesleklerinde âlim, fakat aynı zamanda namuslu bir uzman olmaları gerekir.

Bunlardan önemli birisi de, eğitilecek üyelerin gelecekteki hayatlarıyla ilgili olarak kendilerine yönlendirme hizmetinin verilmesidir. Çocuk ve gencin böyle bir talepte bulunmasının temelinde, yaşı ve bilgisindeki sınırlılık sebebiyle, kendisini yeteri kadar tanıyamamasıdır. Çocuk ve genç; bu çağda sadece kendini değil, hayatı da hemen hiç tanıyamamıştır. Hayatta başarının sırrı; kişinin kendi yeteneklerine, isteklerine en uygun olan bir mesleğe girmesiyle yakından ilgili ve yeteneklerini gerçeğe yakın ölçülerde tanımasıdır. Bunu, mesleklerin istediği niteliklerin bilinmesi takip eder.

“Çocuğa veya gence ailede verilecek hizmetler arasında, onun kendisini tanıması imkânının hazırlanması da vardır. Yönlendiricilik rolü oynayacak aile üyelerinin şunları yapması gerekir:

“1) Çocuğu, genci; sürekli ve mümkünse serbestçe yaptığı hareketlerinde izlemek, bu izleme sırasında onu sevindiren, üzen olayların, isteyerek tekrarladığı hareketlerin bir listesini yapmak.

2) Hayat olaylarından hangilerine daha fazla ilgi duyduğunu, mümkünse sebepleriyle birlikte tespit etmek.

33 4) Çeşitli oyuncaklar, kitap ve dergilerle temasını sağlayıp, bunlardan hangileriyle daha fazla ilgilendiğini gözlemek.

5) Seçtiği elbise modellerine, renklerine, bunları kullanış biçimlerine dikkat etmek.

6) Çevresinde konuşulanlardan hangileriyle ilgilendiğini ve bu ilginin sebeplerini bulmak. Çocuk, bazen konuşulan konuyla, bazen de konuşanlarla ilgilenir. İyi tanınabilmesi için bu ayrımın yapılması gereklidir.

7) Çocuğun, canlı türlerine karşı ilgi derecesi anlaşılmaya çalışılmalıdır. İnsan, bitki ve hayvanlarla ilgisi nasıldır? Bu ilgiyi hangi davranışlarla ortaya koymaktadır?

8) Çocuğun, beslenme, barınma, sağlığını gözetme konularında süreklilik gösteren tavırları nasıldır?

9) Paylaşma duygusu taşıyor mu, bunu nasıl ortaya koyuyor? 10) Sessizlikten mi kalabalık ortamdan mı daha çok hoşlanıyor?

11) Kendi ve karşı cinsten olanlarla ilişkilerinde büyük farklılıklar var mı, bunu hangi davranışlarıyla belli ediyor?

12) Tercihleri süreklilik gösteriyor mu, yoksa geçici mi?

13) Oyuncaklarıyla oynarken, onların hareketli hallerinden mi yoksa belli bir düzen içinde sıralanmış biçimlerinden mi daha fazla zevk alıyor?

14) Arkadaşlık kurabiliyor mu? Gruplarda, kurucu olarak mı, yoksa katılan herhangi bir üye olarak mı yer alıyor?

15) Öğrenmek için soru soruyor, iş becerisi kazanmak için iş yapanlarla gözlem yaparak ilgileniyor mu?

16) Dili kullanma becerisi nasıl? Yaşıtlarına göre daha çok kelimeli cümle yapabiliyor mu?

Ailede herhangi bir üye için: yöneltme rolü oynayacak olan diğer üyeler, bu ve benzeri sorulara sağlıklı ve doğru cevap bulmak amacıyla söz konusu üyeyi iyice gözlemek zorundadırlar. Bu sorulara alman cevaplar değerlendirildiğinde o üyenin ilgi, yetenek ve iş görme gücü ile dayanıklılığı, doğruya yakın bir seviyede tespit edilmiş olur. Bu bilgilerle, herhangi bir meslek için gerekli olan nitelikler karşılaştırıldığında o

34 aile üyesine yönlendirme tavsiyesi yapma imkânı doğar. Bir genci ömür boyu mutlu kılacak yardımlar içinde, onu ilgi ve yeteneklerine uygun bir mesleğe yöneltme desteği sağlanması önemli bir yer tutar. Çocuk ve gencin en iyi tanınacağı ortam aile yuvasıdır. Okul ve iş ortamı bu işi, aile üyelerine kıyasla daha uzmanlaşmış kişilere yaptırsa da, onların kullanacağı bilgiler yine aileden alınacaktır. Bu bakımdan her bir yetişkin aile üyesinin, gelişmekte olan öteki üyeleri tanımak için çok yoğun ilgi göstermeleri gerekir.” (Ağca, 1993: 95-105)

Ailede eğitici rolleri oynayanların üzerinde önemle durmaları gereken noktalardan birisi de şudur:

Eğitecekleri aile üyesinin önüne koyacakları amaç, o kişi için hem bir ihtiyaç olmalı, hem de ulaşılabileceği bir seviyede bulunmalıdır.

Amacın, eğitilecek kişi veya gruplarca benimsenmesi, bir anlam ifade etmesi için, onların önemli bir ihtiyacına cevap vermesi gerekir. Uzun bir ömür sürmek, bunu sağlıklı olarak tamamlamak herkes için bir ihtiyaçtır. Bunu karşılamanın yolu da düzenli bir hayat sürmek, gençlik sermayesini israf etmemek, aşırı ihtiraslardan, içki, sigara, kumar, kıskançlık ve benzeri kötülüklerden uzak durmaktan geçer. İşte bu kötü işlere bulaşmamanın yollarını göstermeyi veya bulaşanları kurtarmayı amaç edinen bir eğitim programının hedef kitle tarafından benimsenmesi son derece kolaydır.

Eğitimcinin rolünde başarılı olabilmesinin önemli şartlarından biri de; amacın, eğitilecek kişiler için ulaşılabilir olmasıdır.

“Zihni eğitim beden sağlığı eğitimiyle yakından ilgilidir. “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.” Sağlam bir vücudun, zihni sağlık yönünden iyi bir şans olduğu doğrudur. Ancak, zihni eğitimden kastımız, zihni geliştirmek, doğru düşünmeyi, isabetli karar vermeyi öğretip, kişiyi verimli hâle getirmek için eğitmektir. Her insanın mutlaka zihni gücü vardır. Ancak farklı derecelerde bulunan bu güç, uygun bir eğitimle geliştirilebilir. Kişi doğuştan zeki olabilir. Önemli olan bu zekânın insanlığın hayrına olan olumlu işlere, yapıcı eylemlere yöneltilmesidir. Güvenilir pek çok araştırıcı; insan zekâsının gelişmesiyle ilgili en etkili yılların, yedi sekiz yaşa kadar olan dönem olduğunu söyler. Bu yılların çoğu aile ortamında geçer. Ailede zihnî eğitimin önemi biraz da buradan gelir. Zekânın geliştirilmesi ile ilgili faaliyetler, daha ileriki yıllarda

35 devam etse bile durum, ailenin bu alandaki sorumluluğunu azaltmaz; bilakis artırır.” (Ağca, 1993: 87)

Ailede eğitimden sorumlu üyeler: okul öncesi dönemde çocuk hakkında yaptıkları tespitleri mümkünse yazmalı ve bunu okula başlarken öğretmene vermelidirler. Sözle anlatmaları da yararlı olur.

Ailede çocuğun zihnî eğitimi, görüldüğü gibi daha çok bir durum tespitidir ve bu alandaki gelişiminin desteklenmesi bakımından çok önemlidir. Aynı zamanda her ana- babanın becerebileceği, pratik yolla olan bir eğitimdir.

Ailede çocuğu ruhi yönden eğitecek olanların, öncelikle bu gerçeği bilmeleri gerekir. O çocuktur anlamaz diyerek, bir oyuncağı elinden alıp daha büyük bir çocuğa vermenin ve bunu sık sık yapmanın en basit sonucu; bu anlamaz dediğiniz çocuğu “Beni sevmiyorlar” noktasına getirmek ve onu hayata desteksiz başlatmaktır. Çiçeklerin bile sevgi ile daha bir serpilip büyüdüklerinin ilmen sabit olduğu bir dünyada çocuğu, bir hiç yüzünden sevilmediği şeklinde bir duyguya sahip kılmak, ailede ruhî eğitimin daha başlarken bitmesi demektir. Bununla alakalı olarak yabancı bir kaynaktan aldığımız bir örneği inceleyelim:

“Lütfen bana yardım edin. Ne söylersem söyleyeyim, hemen aksi cevap veriyor ve bana karşılık veriyor. Vurmak istemiyorum ama vurmaya yeltensem, gözlerini açıp üzerime saldırıyor. Emin olun, son zamanlarda onu görmek bile istemiyorum.

Bir anne, kardeşine böyle dert yanıyor ve ondan yardım istiyordu.

Bütün bunları dinleyen erkek kardeş, bu kadar şiddetli bir şikâyet karşısında tepkisini belli etmeden, kardeşine yardım sözü verdi ve ekledi:

- Onu bir doktora gösteriniz. Herhalde davranışlarının bilimsel bir sebebi vardır. Bir süre sonra da dediğini yaptı. Kızın annesi, kardeşinin de bulunduğu bir davet verdi. Yemekler yenilip, kahveler içildikten sonra anne, çocuklarının yanlarına gelmelerine izin verdi. Üç çocuk da az sonra içeri girdi. Çocuklardan ikisi gerçekten uyumlu ve çok güzel çocuklardı. Hareketlerinde herkesi etkileyecek bir sevimlilik vardı. Bu masum kız da çirkin sayılmazdı fakat diğer çocukların yanında farklı olduğu gözleniyordu. Sevimli ama bir o kadar da aptal görünümlüydü. Kalabalık karşısında konuşamayacak kadar mahcup görünüyordu. İki kardeşi öyle güzel giydirmişlerdi ki,

36 herkes annelerinin bu çocuklar için ne kadar özendiğini görüyordu. Küçük kız ise annesinin eskilerinden hazırlanmış pek de güzel olmayan bir elbise ile davetlilerin karşısındaydı.

Misafirler, “Aman ne kadar da güzel ve sevimli çocuklar!” diyerek onları daha kapıdan girerken karşılamışlardı. Hemen herkes küçük kızın kardeşlerini kucaklayıp öpüyordu. Bu törenin sonu gelmiyor, kucaktan kucağa alınıyor, onlarla şakalaşılıyor, elbiseleri beğeniliyordu; zavallı kız ise bir kenarda bekletiliyor ve sanki orada yokmuş gibi muamele görüyordu. Acı fakat bir komedi haline gelen olay karşısında anneleri çok mutlu etrafına gülücükler dağıtıyordu. İki çocuğunu öve öve bitiremiyordu.

- Bunlar ne sevimli şeylerdir, bilir misiniz? Düşünün bir kere dün kızım bana ne dedi. Gülmekten kırılacaktım. Ya diğeri, o daha da şirindir.

Anne, yarım saatten fazla bir zaman iki çocuğunun maharetlerini ve güzelliklerini anlattı. Bir köşede sessizce duran küçük kızı kimse fark etmemişti. Sanki bu evin bir ferdi değildi. Utancından gözlerini yere eğmiş, ellerine bakıyor, önlüğünün düğmeleriyle oynuyordu. Artık bu duruma tahammül edememiş olacak ki, yüzünü buruşturdu ve bir hışımla kapıdan çıkıp gitti. Giderken de kapıyı şiddetle kapattı. Durumun farkına varan anne, kardeşine dönerek:

- Gördün mü, dedi. Bu çocuk adam olmaz demiştim sana.

Fakat kardeşi durumun farkına varmıştı. Misafirlerin içinde ablasına bir şey söylemek istemiyordu fakat bir an önce kendini odanın dışına atmak ve ortamdan kurtulmak istiyordu. Dediğini de yaptı.

Anne, kardeşinin hareketine anlam verememiş, bunun ne anlama geldiğini sormak için o da dışarı çıkmıştı.

Kardeşi:

- Beni yalnız bırak, sen ne biçim annesin, diye bağırdı. - Ben mi zalimim?

- Evet, sen ya!

- Kime karşı zalimim?

37 - Sen ne diyorsun, bunları bana nasıl söylersin? Ne demek istediğini daha açık anlat. Kapıyı suratımıza çarpıp gittiği için onu dövmedim diye mi suçluyum?

- Senin gibi bir kadın nasıl böyle davranır? Düşün bir kere; o çocuk öteki kardeşleri kadar güzel değilse, onun elinden ne gelir? Sen Allah’ın ondan esirgediği şeyi nasıl kendi lehine kullanırsın? Bir anne olarak onun çirkinliğini kapatacak, onu güzel gösterecek elbiseler yapmak yerine, diğer kardeşlerini daha farklı bir şekilde giydirmek için çabalamışsın. Diğer çocuklara yüz vererek herkesin dikkatini onların üzerine çektin, fakat onu kendi çocuğun değilmiş gibi dışladın. Hatta misafirlerinin onunla ilgilenmesini istemiyor gibi davranarak, sürekli diğer çocuklarını öne çıkardın ve sürekli onlarla ilgilenmelerini istedin. Bu çocuk bu kadar aptal ve duygusuz mu? Bu hareketlerinle onu üzmüyor musun? Onun kardeşlerine karşı düşmanlık beslemesine yardımcı olmuyor musun? Sana daha açık söyleyeyim, bugünden itibaren onu yanıma alıyorum.

Söylediğini de yaptı. Evden ayrılırken, küçük kızı beraberinde götürdü. Mutluluğu ve huzuru kendi evi dışında bulan çocuk daha bir hafta geçmemişti ki, dünyanın en uslu, uyumlu ve terbiyeli çocuğu olmuştu.” (Salzman, 2003: 22-24)

Çocuğun ruhî ihtiyaçları bedenî ihtiyaçlarından önde gelir.

“Bir öğrenci, yetersiz beslendiği için okulda bayılmış ve bir tas sıcak çorba ile kendine gelmişti. Bunu gören ve bir köşede masum bakışlarıyla olayı takip eden varlıklı bir ailenin kızı, başka bir öğrencinin yanına sokulmuş ve şöyle demişti;

“Keşke ben de bu arkadaşım gibi açlıktan bayılsaydım. Bir kaşık çorbayla geçerdi açlığım. Ama benimki hiç geçmeyecek.”

Bu feryadın sebebi; sudan sebeplerle yıllar önce parçalanmış bir ailenin, lüksten ışıl ışıl salonlarında yaşayan bu genç kızın hiç geçmeyecek olan açlığı sevgisizlikti.” (Ağca, 1993: 93)

Ailede ruhi yönden eğitim görevini üstlenecek birinci derecedeki sorumlular ana ve babalardır. Bu görevi yaparken ellerinden hiç düşürmemeleri gereken sihirli değnek, sevgi olmalıdır.

Aile fertlerinin uygulayacağı tutumlar ve davranışlar oldukça önemlidir. Buna bağlı olarak ailede uygulanabilecek eğitim yöntemleri üzerinde duralım.

38

Benzer Belgeler