• Sonuç bulunamadı

Rıfat Ilgaz'ın eserlerinde çocuk ve çocuk eğitimi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rıfat Ilgaz'ın eserlerinde çocuk ve çocuk eğitimi"

Copied!
147
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRKÇE EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI

TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

RIFAT ILGAZ’IN ESERLERİNDE

ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Halim SERARSLAN

Hazırlayan

Öznur Özgür KAYA

(2)

i İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ... iv ÖZET ... v ABSTRACT ... vi GİRİŞ ... 1 I. BÖLÜM EĞİTİM, ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ A) EĞİTİM... 12

A.1. Öğrenci Merkezli Eğitim Nedir ... 12

A.2. Ezberci Eğitim ve Nedenleri... 13

A.3. Okul Öncesi Eğitim ... 14

B) ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ... 15

B.1. Çocuğun Ruhsal Gelişimi ... 17

B.2. Çocuğun Gelişiminde İlk Beş Yılın Önemi ... 19

B.3. Çocuğun İlk Beş Yılındaki Gelişim Dönemleri ... 19

a) Dört Yaşındaki Çocuk ... 20

b) Beş Yaşındaki Çocuk ... 20

C) AİLEDE ÇOCUK EĞİTİMİ ... 23

C.1. Ailede Eğitimcinin Rolleri ... 28

C.2. Ailede Uygulanabilecek Eğitim Yöntemleri... 38

a) Örnek Alma Yöntemi ... 38

b) Uygun Örnekler Seçip Gösterme Yöntemi ... 38

c) Yaptırıp Yaşatma Yöntemi... 40

d) Kötülüklerden Koruma Yöntemi ... 40

e) Doğru ve Faydalı Kaynaklarla Temasa Geçirme Yöntemi ... 40

f) Ödüllendirme Yöntemi ... 41

g) Cezalandırma ... 42

II. BÖLÜM RIFAT ILGAZ’IN ESERLERİNDE ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ A) RIFAT ILGAZ’IN ESERLERİNDE ÇOCUK ... 44

A.1. Çocuğa Bakışı ... 44

(3)

ii

A.3. Öne Çıkan Karakterler... 59

A.4. Çocukların Yaş Seviyeleri ... 61

B) RIFAT ILGAZ’IN ESERLERİNDE ÇOCUK EĞİTİMİ ... 61

1) Ailede Sevgi ... 61 2) Aile Terbiyesi ... 65 3) Maddî Sıkıntılar... 69 4) Yanlış Beslenme ... 75 5) Çocuk Eğitimi... 76 6) Okulun Önemi ... 81 7) Oyun... 94 8) Yarışma ... 96 9) Hayal Gücü... 97 10) Öğretim Yöntemleri ... 98 11) Gözlem ... 100 12) Model Alma... 101 13) Okumanın Önemi... 103 14) Dilin Önemi ... 105 15) Azim ve Hırs... 106 16) Merak ... 108 17) Övgü... 109 18) Nasihat... 110 19) Azarlama ... 111 20) Dayak ... 113 21) Ceza... 114 22) Korku ... 115 23) İntikam ... 116 24) İnatlaşma ... 116 25) Kendini İspatlama ... 117 26) Mukayese... 118 27) Alay... 118 28) Yalan ... 119 29) Dürüstlük... 121 30) Zekâ... 121 31) Suçluluk Duygusu... 122 32) Arkadaşlık ... 122

(4)

iii 33) Saygı ve Sevgi ... 124 34) Yardımlaşma... 125 35) Sosyal Hayat... 127 36) Adalet ... 128 37) Komşuluk ... 128 38) Hayvan Sevgisi ... 130 39) Merhamet... 131 40) Hayatla Mücadele ... 132 41) Cesaret... 133 42) Özlem ... 134 SONUÇ ... 135 KAYNAKÇA ... 138

(5)

iv

ÖN SÖZ

Değişimin sürekliliği, eğitim kurumlarında kazandırılan bilgi ve becerilerin zaman içinde yetersiz kalmasına neden olmakta, bir başka deyişle hayat boyu öğrenmeyi gerekli kılmaktadır. Eğitim-öğretimin yenilenmesi sürecinde öğretmenler daha çok rehber ve yol gösterici rolünü üstlenmekte, böylece öğrencilere hem öğrenmeyi öğrenme hem de daha çok sorumluluk verilmektedir.

Türk edebiyatında çocukları bulunduğu çevre içinde ve çeşitli aralıklarla ele alarak eser veren pek çok şair ve yazar vardır. Bunlardan biri de Rıfat Ilgaz’dır. Bu alandaki çalışmalara, biz de Rıfat Ilgaz’ı ele alıp inceleyen bir araştırmayla katılmak istedik. Amacımız, yaşadığı dönem içerisinde Türk toplumunun ve insanın temel özelliklerini ele alarak edebiyatımızın zenginleşmesine katkıda bulunan Rıfat Ilgaz’ın çocuk ve çocuk eğitimi hakkındaki düşüncelerini derli toplu bir şekilde ilim dünyasının bilgilerine sunmaktır.

Araştırmamız giriş, iki tane bölüm, sonuç ve kaynakçadan oluşmaktadır. Girişte kısaca Rıfat Ilgaz’ın hayatı ve eserleri tanıtılmıştır. Birinci bölümde “Eğitim nedir?” sorusuna cevap ararken çocuk ve çocuk eğitimi ile ilgili hususlar üzerinde durulmuştur. Bu bölüm tezimizin bilgi temelini oluşturmaktadır. İkinci bölümde, söz konusu şair ve yazarın çocuklar için yazdığı eserlerden hareketle sanatçının çocuğa bakışı ve çocuk eğitimi ile ilgili görüşleri teşhis edilmiştir.

Sonuçta, araştırmamızın asıl metninde açıklamaya çalıştığımız unsurları toplu bir şekilde özetleyerek değerlendirmeye çalıştık. Kaynakçada ise sadece faydalanılan kaynaklar kaydedilmiştir.

Çalışmamızı yönetip yönlendiren, bilgi ve tecrübeleriyle bana yardımcı olan sayın hocam Doç. Dr. Halim SERARSLANA’a teşekkürlerimi sunarım.

(6)

v

ÖZET

RIFAT ILGAZ’IN ESERLERİNDE ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ

Çalışmamızda, Rıfat Ilgaz’ın eserlerinden hareketle çocuğa bakışı ve çocuk eğitimiyle ilgili unsurları tespit edilerek bu alanda çalışma yapacaklara kaynak teşkil etmesi hedeflenmiştir. Çocukları konu edinen pek çok şair ve yazar vardır. Bunlardan biri de Rıfat Ilgaz’dır.

Çalışmamızın sınırlarını sanatçının çocuklar için yazmış olduğu eserler okunmak suretiyle fişlenmiş daha sonra yazıya geçirilmiştir. Rıfat Ilgaz’ın kendi yazdığı eserlerin yanı sıra, hakkında yazılmış diğer eserlerden de faydalanılmıştır.

Giriş bölümünde sanatçının hayatı ve eserleri teze zemin hazırlaması bakımından kısaca tanıtılmıştır. Birinci bölümde eğitim nedir, sorusuna cevap ararken, çocuk ve çocuk eğitimiyle ilgili unsurlar üzerinde durulmuştur. İkinci bölüm tezimizin asıl kısmını oluşturmaktadır. Burada Rıfat Ilgaz’ın çocuğa bakışı ve çocuk eğitimi ile ilgili görüşleri sunulmuştur. Sonuç kısmında çalışmamız genel hatlarıyla toparlandıktan sonra, yararlandığımız kaynaklar kaynakça kısmında verilmiştir.

Türk edebiyatının şair ve yazarlarından olan Rıfat Ilgaz aynı zamanda öğretmen ve eğitimcidir. Toplumcu gerçekçi olan sanatçı eserlerinde daha çok toplumun aksayan yönlerini ele almıştır. Eğitimci yönüyle de alakalı olarak insana ve insanın eğitimine önem vermiştir. Rıfat Ilgaz’ın tespit ettiği eksiklerin günümüzde de devam ettiği dikkate aldığında çalışmamızın önemi ortaya çıkmaktadır. Değişimin sürekliliği eğitim kurumlarında kazandırılan bilgi ve becerilerin zaman içinde yetersiz kalmasına neden olmakta, bir başka deyişle yaşam boyu öğrenmeyi gerekli kılmaktadır. Eğitim ve öğretimin yeniden yapılandırılması sürecinde öğretmenler daha çok rehber ve yol gösterici rolünü üstlenmekte, böylece öğrencilere, öğrenme sürecinde sorumluluk vermektedir.

Yaşadığı dönem içerisinde Türk toplumunun ve insanının temel özelliklerini ele alarak Türk edebiyatının zenginleşmesini sağlayan Rıfat Ilgaz’ın çocuklara ve çocuk eğitimine, görüşlerini ve bakış açısını sunmaya çalıştık.

(7)

vi

ABSTRACT

EDUCATION OF CHILDREN IN RIFAT ILGAZ’S WORKS

The current work is oimed to provide a source for those who are to make a research on the education of children and we have prepared that work in the lıft of the works of Rıfat Ilgaz, who is one of the authors writting a bout the kids.

This work of ours is bounted with the boks written by the a forementioned auther. First all the boks related have been selected and after examined dosely, they have been used as the main source. The fallowing work consists not only of author’s own boks but of the other boks written a bout him as well, and the fallowing work includes introduction, two development parts and bibliography.

In the introduction part is briefly mentioned a bout the life and the Works of the author. In the first part, is explained the question of “What are the limits of education” and the main Essentials of the education of the children have been pointed out in detail.

The second part consists of the Essentials of our thesis in that it includes the education of children from Rıfat Ilgaz’s point of riew and his viewpoints an them.

In the conclusion part is mentianed a brief summary of the thesies and at the bibliography.

In his Works have been easily noticed a bout his soclalist and realist asperts and his viewpoints a bout social defects. Besides he has mestly written a bout the peaple and the ways of educating them.

Refording that the social misbehoviour that has been commanly pointed out at the Works of him has been stil the major problems of today’s society, the utmast importance of current work of ours cavıd noticed easily.

The angoing procers of change in the society makes it insufficient to educate the people in schools in some cases; in other words, it emphasizes the necessity of lifelong learning. The recanstruction process of education leads children to learner- centered education, making the intructors. Just observers who don’t involve education in a direct way but a Pioneer.

Considesing the social frome work during his life time, we have aimed preseting Rıfat Ilgaz’s point of view on the children’s education.

Key words: Rıfat Ilgaz, education of children, children, education, a viewpoint on children.

(8)

1

GİRİŞ

“7 Mayıs 1911’de Kastamonu’nun Cide ilçesinde doğmuştur. Nüfus kâğıdında doğum tarihi 24 Nisan 1327 (1911) olarak geçmiştir. Doğum yılı annesinin anlatımına göre 1910’dur.” (Saydur, 1998: 10)

Rıfat Ilgaz’ın nüfus kâğıdı, Türkiye Cumhuriyeti’nden eskidir. 1908 yılında meşrutiyet ilan edildiğinde “Hürriyet geldi.” denilmiştir. Rıfat Ilgaz’da:

“Ben hürriyetin ilanından hemen sonra dünyaya gelmişim. İlk hürriyet çocuklarındanım sizin anlayacağınız.” der (Özbilgen, 1993: 118).

Rıfat Ilgaz, doğum tarihi ile ilgili şu bilgileri veriyor:

“Doğum tarihim, nüfus tezkeremde 24 Nisan 1327 (7 Mayıs 1911) diye gösteriliyor. Bu kayda göre benim bahar aylarında doğmuş olmam gerekiyor. Oysa annemden duyduğuma göre, derin karda dünyaya gelmişim. Derin kar Karadeniz kıyılarında 1910’da yağmış. Kimi yerlerde evlerin saçaklarına kadar yükselmiş. Annem Şubat ayında salı günü doğduğumu söylerdi. Karadeniz şivesine göre salıya “Saali” dendiği için adımın da ‘Salih’ olmasını önermiş. Babam ‘Hadi oradan! Salı ile Salih’in ne ilgisi var?’ demiş. Cide’de Duyun-u Umûmiye’de memurmuş. Doğum yerim Cide’dir; ama nüfus kaydım Bartın’dadır. Annem de babam da Bartınlı’dır.” (Bezirci, 1997: 14)

Doğduğu yeri çok seven Rıfat Ilgaz, Cide’ye çok bağlıdır. Doğduğu yerden oldukça memnundur. Hatta doğduğu yeri eserlerine çokça konu edinmiştir. Duygularını şöyle ifade eder:

“Cide, doğduğum eşsiz, benzersiz memleket… ne iyi etmiş de anam beni bu cana yakın memlekette doğurmuş.” (Ilgaz, 1999: 9) diyerek doğduğu yeri övmektedir.

Annesi yedi çocuk doğurmuştur. Rıfat Ilgaz, bunların sonuncusudur. İlköğrenimini Cide’de tamamlamıştır. Bu yılların kendisinde bıraktığı izleri Rıfat Ilgaz şöyle dile getirir:

“Çocukluğumun ilk anılarına midyeler ile çakıl taşları ve uçsuz bucaksız bir kumsal girmektedir. Bir de babamın deniz kıyısında haftanın belli günlerinde açtığı tuz mağazasına gidiş gelişlerim… Mağazadan tuz almaya gelenler ya katırlarla, atlarla gelirlerdi, ya da kıyı köylerinden sandallarla. Ara sıra okuldan kaçıp bu müşteriler

(9)

2 arasına katılırdım. Bu yüzden baş öğretmenimiz Hilmi Bey beni askerce cezalandırırdı.” (Bezirci, 1997: 17)

On iki yaşında Cide’den ayrılan sanatçı, Bartın’a gider. Rus gemilerinin Karadeniz kıyılarını sık sık topa tutmaları nedeniyle Cide’den ayrılır. Çocukluğu sahilde çakıl taşı toplayarak geçen sanatçı, babasının atanması nedeniyle Samsun’a gitmiştir.

Hayat boyunca oradan oraya savrulan Rıfat Ilgaz, geride hep bir şeyler bırakarak hayatına devam etmiştir. Yıllar sonra yaşlı, yalnız ve yorgun olarak memleketine dönmüştür. Yaşadığı yılların çetin koşulları ve son çocuk olması nedeniyle kardeşleriyle çok sıkı bir bağ kuramamıştır. Zor koşullar altında okula giden Rıfat Ilgaz, çocukluğunda sınıf birincisidir.

Ortaokulu 1924 yılından itibaren Kastamonu’da ablasının yanında okur. Bu sıralarda başarısı düşer ve kendine kızan öğretmenlerini hiç affetmez. Onların gülünecek yanlarını bulup, onları kızdırır. Ailesi bakımından okumaya meyilli olan sanatçı, kitaplarla yakından ilgilidir. Babası medrese eğitimi görmüştür. Her akşam babası veya ağabeyi tarafından okunan hikâyelerle büyür. Telgrafhane ile ilişkileri olduğu için gelen gazeteler, dergiler evlerinden geçer.

“Sadık bir dinleyici olarak çok küçük yaşlardan itibaren okunanları dinlerdim. Derken okula başladım. Enişteler, ağabeyler de gidince okuma işi bana düştü. Babam işten yorgun geliyor: ‘Haydi Rıfat oku!’ diyor, okuma biçimimi düzeltiyor, diyaloglar nasıl okunur söylüyordu. Daha ikinci sınıftayken Abdülhak Hamid’in ‘Tarık’ adlı kitabını eski harflerle okumuştum.” (Bezirci, 1997: 20)

Daha sonra Kastamonu’da ablalarının yanına gelir. Tüm harçlıklarıyla kitap almaktadır. Hatta Türkçe derslerini pek sevmez. Türkçe öğretmeni Zeki Ömer Defne’dir. 1927 yılından itibaren orta son sınıftayken şiirleri dergilerde çıkmaktadır. Çok kitap okuduğu için kelime dağarcığı zengindir. O sıralarda Kastamonu’da iki gazete çıkmaktadır. Nazikter ve Açıksöz gazeteleri yayınlanır. Rıfat Ilgaz, yazdığı şiirleri bu gazetelere yollar. İlk şiiri “Sevgilimin Mezarında”dır. Nazikter gazetesinde yayınlanır. Her hafta Kastamonu Nazikter gazetesinde “Her Hafta Bir Çiçek” bölüm başlığıyla Rıfat Ilgaz’ın şiirleri yayınlanmaya başlar.

“Henüz on beş yaşındayken yazdıkları çevresindekilerin dikkatini çekmektedir. O kadar ki 1928’de Kastamonu’ya gelen Faruk Nafiz Çamlıbel, Açıksöz Gazetesi’nde

(10)

3 sanatçının “Sazını Çalana” adlı şiirini okur.” (Bezirci, 1991: 42) Faruk Nafiz, Rıfat Ilgaz’ın şiirlerini çok beğenir. Duygularını şöyle ifade eder:

“Bu gibi şairler çok lazım bize, sazını çalanlara seslenirken, memleket halkına da seslenmesini bilen böyle halktan yana şairler istiyoruz biz.” (Ilgaz, 1999: 138)

1926 yılında başladığı şiir denemelerini hızla sürdürür. Daima olumlu sonuçlar almaktadır. Ortaöğrenimini Kastamonu Öğretmen Okulu’nda tamamlar.

Okuduğu öğretmen okulunda hizmetlilere okuma yazma öğretir. Bu yıllarda yazdığı şiirleri beğenmemeye başlar. Toplumcu bir arayış içine girer. Okulunu bitirdikten sonra ilk tayin yeri Bolu’dur. Üç arkadaşıyla aynı yere atanır.

1934 yılında soyadı kanunuyla “Ilgaz” soyadını alır. O zamana kadar “Mehmet Rıfat” adını kullanır. Soyadını seçişini şöyle anlatır:

“Soyadı yasası çıktığında Akçakoca’daydım. Ağabeyim ile iletişim sağlayamamıştık. Soyadını almayana maaş yok dediler. Bizim için Ilgaz, Kastamonu ilinin simgesiydi. Ben Kastamonu’da doğdum ve Kastamonu’da okudum. Böylece dünyaya gözlerimi Kastamonu’da açmış oldum. Öğretmenliğimi, sanatımı, edebiyatımı Kastamonu’da kazandım, orada sevdim. Öyleyse Kastamonu’yu simgeleyen bir soyadı bulmak zorundaydım. Böyle olunca da Ilgaz’ı seçecektim. Benim için anlamlı olduğu kadar, doğayı da simgelediği için daha da güzel buluyordum.” (Saydur, 1998: 114)

1936’da Kastamonu’daki ağabeyinin yanına gelerek, Gazi Eğitim Enstitüsü’ne başvurur. Burada eşi Rikkat Hanım’la tanışır. Ayrıca öğretmenlerinden biri de Ahmet Kutsi Tecer’dir. Varlık ve Çığır dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başlar.

“Ilgaz’ın 1939 yılına değin Güneş, Çığır, Oluş, Yücel, Varlık, Hamle, Uyanış ve Yeni İnsanlık dergilerinde birçok şiiri çıkar. Bunlar ana çizgileriyle romantik ve bireysel ürünlerdir. Toplumsal gerçekler ya da sorunlarla ilgisi yoktur. Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi, Halit Fahri gibi bazı şairlerden etkiler taşır. Özellikle Halit Fahri’nin şiir çizgisine yakın düşer. Ilgaz, o günlerin şiir anlayışının pek dışına çıkmaz.” (Bezirci, 1991: 42)

Gazi Terbiye’nin son sınıfında tüberküloz hastalığına yakalanır. 1938 yılında okulunu bitirir ve Adapazarı’na atanır. Türkçe öğretmeni olarak göreve başlar. Bu sırada hastalığının ilerlemesi üzerine Yakacık Sanatoryumu’na yatırılır. Tedaviden

(11)

4 sonra Rikkat Hanım’la evlenir. Hastalığı nedeniyle İstanbul’a tayinini ister. Karagümrük Ortaokulu’nda göreve başlar. Oğlu Aydın Ilgaz dünyaya gelir. Bu sırada Rıfat Ilgaz, dergilerde, gazetelerde çeşitli şiirler yazmaya devam eder. Eşiyle; çektikleri sıkıntılar yüzünden zor zamanlar geçirirler. Oğluyla ilgilenemez ve yeterince oğlunu besleyemez. O zor günleri sanatçı şöyle anlatır:

“Aydın’ın sütünü ısıtacak kömürün parasını bulmak bir yana, kömürün kendisini bile kömürcülerde görmek imkânsızdı. Sıkıştığımız bir gün arkadaşlarla toplandığımız kahvenin ocakçısı Ali Ekber’den alabilmiştim bir avuç mangal kömürünü, bir kesekâğıdının dibinde…” (Ilgaz, 1991: 17)

Hastalığı nedeniyle uzunca bir süre okula ara verir. Bunun üzerine bakanlık okula gidemediği için istifa etmiş sayar. 1944 yılında yayınladığı “Sınıf” adlı kitabı nedeniyle altı ay hüküm giyer. Altı ay sonra çıktığında hastalığı iyice artmıştır. Bunun üzerine Heybeliada Sanatoryumuna yatar. Burada sağlığı biraz düzelir.

Uzun süre hastalık ve hapishane hayatı yaşayan Rıfat Ilgaz, 7 Temmuz 1993’te hayata veda eder.

Baba tarafı Karadeniz’de gemicilikle uğraşan Rıfat Ilgaz’ın ailesi Bartınlıdır. Babası hem gemicilik yapmış hem de gemi kâtipliği görevlerinde bulunmuştur.

İlk eşi Nazmiye Hanım’dır. 1931 yılında evlenir. Bu evlilikten Gönül isimli kızı dünyaya gelmiştir. 1933’de askere alınması nedeniyle Nazmiye Hanım’dan ayrılmak zorunda kalır. Zaten istenmeyen bir evliliktir.

İkinci evliliği Rikkat Hanım iledir. Eşiyle 1936’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde tanışır. 1939 yılında evlenirler. Bu evlilikten Aydın isminde bir oğlu, Yıldız isminde bir kızı olur. Rikkat Hanım’ın işine zarar gelmemesi ve verem hastalığı nedeniyle anlaşarak ayrılırlar. Rıfat Ilgaz çocukları için kaygılanmıştır. Ailesinin de zarar görmemesi için ayrılırlar.

Üçüncü evliliğini çocukluk aşkı olan Fikret Hanım’la yapar. On dört gün süren evlilikten sonra ayrılırlar.

Dördüncü evliliğini Günsel Hanım’la yapar. Hababam Sınıfı’nın oynandığı günlerde tanışırlar.

(12)

5 Son evliliğini ise Afet Muhteremoğlu ile yapar. Bu evlilikten de Defne isminde bir kızı olur.

Evliliklerinin kısa sürmesini Rıfat Ilgaz şöyle anlatır:

“Ayrılmalarım yaşamımın değişmesinden, bozulmasından ileri geliyor. Yani dengeli bir yaşama kavuşamamaktan. Yaşamım daha çok hastanelerde, hapishanelerde, otellerde geçiyor. Ayrıca yaş ilerledikçe insan daha çok geçimsizleşiyor, daha çok özgürlüğe düşkün oluyor.” (Saydur, 1998: 116)

Rıfat Ilgaz’ın yaşamı, hastalığı ve hapishane hayatı eserlerine etki etmiştir. Hastanedeki ortam, buralardaki insanlara yapılan muamele, hastalarla olan ilişkileri eserlerinde görülmektedir. Maddi durumunun elverişsiz olması ve çektiği sıkıntılar yüzünden uzun süre hastalıkla mücadele etmiştir. O dönemin elverişsiz koşulları nedeniyle pek çok sanatoryumda kalmıştır.

“Rıfat Ilgaz ilk olarak yazmaya ajansları kopya etmekle başlar. 1921-1922 yıllarında Harbiyeli başöğretmen tarafından Cide’de kurulan ‘İstihbarat Odası’nda köylülere dağıtılmak üzere ajansları kopya etmekle görevlendirilir.” (Saydur, 1998: 13)

Daha küçük yaşlarda başlayan okuma merakı yazma ile de beslenmeye başlar. İlkokul beşinci sınıfı bitirdiğinde roman yazar. İstiklal Marşı yarışmasına katılır. Övgüyle karşılanır. Artık şiirleri dergilerde çıkmaktadır. Şiirlerini ‘Açıksöz’ gazetesine yollar. Bundan sonra yazma eğilimi hiç aksamamış, ömrü boyunca yazmaya devam etmiştir. Ayrıca uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yapmıştır.

Rıfat Ilgaz, Türk Edebiyatı’na çok fazla eser kazandırmıştır. Küçük yaşlardan itibaren yazmaya başlamıştır. Başta şiir ve roman olmak üzere pek çok türde eser vermiştir. Ayrıca dergi ve gazetelerde çeşitli köşe yazıları yayımlanmıştır. Yayınlanan ilk eseri bir şiirdir. Nazikter Gazetesi’nde çıkan bu şiirin adı “Sevgilimin Mezarında”dır. İkinci şiiri devrin Milli Eğitim bakanının ve Faruk Nafiz’in dikkatini celbeden “Sazını Çalana” şiiridir. “Yarenlik” yayınladığı ilk kitabıdır. Bu bir şiir kitabıdır. 1944 yılında çıkardığı “Sınıf” adlı şiir kitabı nedeniyle hapishaneye kapatılır. 1957 yılında yazdığı “Hababam Sınıfı” adlı yazıları kitapta toplanır ve büyük ilgi görür. Bu yazılarında kendi çocukluğundan ve öğrencilik hayatından kesitler, oğlunun okul anıları, öğretmenlik yıllarına ait hatıralar bulunmaktadır. Bu eserde eğitim hayatının aksayan yönlerine de dikkat çekilmektedir.

(13)

6 “Hababam sınıfı”yla beraber mizaha yönelmiştir. Yazılarının türü değişse de o, toplumcu bir anlayışla yazmaya devam etmiştir. Kendi hayatından ve yaşadıklarından izler görülür. Topluma yabancı kalmamış, toplumun sorunlarını eserlerinde dile getirmiştir. Öğretmenliği, hapishane ve hastane hayatı eserlerine daima etki etmiştir.

Edebî çevresi oldukça geniş olan sanatçının edebiyata merakı çocukluk yıllarında başlar. Cide’ye gelen gazete ve dergiler onların evlerinden geçtiği için eğitimi tamdır. Okudukları sayesinde büyük bir birikime sahip olur. Enstitüde hocalarından biri Ahmet Kutsi Tecer’dir. Sanatoryumda kalırken Nazım Hikmet’le tanışır. Edebi çevresi oldukça geniştir. Nazım Hikmet’in yazılarını “İbrahim Sadri” imzasıyla yayınlar. Kendisi ise “Stepne” takma adını kullanır. Bir ara Orhan Veli’nin şiir anlayışına yönelse de daha toplumcu ve gerçekçi bir şair olarak kalacaktır.

1993 yılına kadar Türk edebiyatının önde gelen isimleriyle yakından ilgi kurmuştur. Daima toplum adına, toplum hayatını eserlerine yansıtmak adına gerçekçi şiirler yazmıştır. Yazıları ve şiirleri toplumcu çizgide yazılmıştır.

Rıfat Ilgaz’ın eserleri günümüzde, oğlu Aydın Ilgaz’la birlikte kurdukları “Çınar Yayınları”ndan çıkmaktadır. Yazara edebiyat dünyasında “Koca Çınar” unvanı verilmiştir. Yaşamının son dönemlerinde özellikle anı ile çocuk edebiyatı türüne ağırlık vermiştir. Öğretmenliğin verdiği tesirle özellikle yeni nesile yönelik çalışmalar yaptı. Nazım Hikmet bir mektubunda Rıfat Ilgaz’ı öven şu satırları yazmıştır:

“Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var; hepsinin adını aklımda tutamıyorum. İsimleri henüz yer etmedi; ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra tefriki yapmadan sayayım: “Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal…” (Ilgaz, 1997: 57)

Rıfat Ilgaz eserlerini yazarken halk deyimlerinden de yararlanır. Halkın hayatını eserlerine konu edinen sanatçı, halkın dilini de anlatımına katacaktır. O, eserlerinde büyük olaylardan değil; basit, gündelik hadiselerden bahsetmiştir. Eserlerine, çocuklarını, öğrencilerini, arkadaşlarını ve ailesini ortak etmiştir. Kendi yaşadıklarını toplumun malı haline getirmiştir.

İlk dönem şiirlerini kitaplarına almamıştır. Daha çok bireysel duygularını yansıttığı bu şiirlerini hece ölçüsüyle ve kafiyeyle yazmıştır. Daha sonraları bu şiir türünü unutmuş ve bir arayış içerisine girerek topluma yönelik, sınırları aşan eserler

(14)

7 vermeye gayret etmiştir. Bu yönüyle Orhan Veli’ye benzerlik göstermektedir. İlerleyen zamanlarda konuşma diline yakın, sanatsız eserler vermeye gayret etmiştir.

Eserleri şunlardır: Şiir kitapları:

Yarenlik (1943): 1946’da ikinci basımı yapıldı. Sınıf (1944): Kovuşturmaya uğradı. 6 ay hapis yattı. Yaşadıkça (1947): Toplatıldı.

Devam (l953): Toplatıldı. Üsküdar’da Sabah Oldu (1954)

Soluk Soluğa (1962): Yeni şiir çok azdır, genellikle derleme. Karakılçık (1969)

Uzak Değil (l971)

Güvercinim Uyur mu (1974) Kulağımız Kirişte (l983) Ocak Katırı Alagöz (1987)

Çocuk Bahçesi (1995): Çocuklar için şiirler Bütün Şiirleri (1983): 9 cilt olarak

Romanları:

Hababam Sınıfı (1957): Önce dizi hikâye olarak Dolmuş dergisinde yayınlandı. Sonradan roman olarak toplandı. Film uyarlamalarına esin kaynağı oldu. Ayrıca tiyatroda da sahnelendi.

Pijamalılar (Bizim Koğuş) (1959): Önce Bizim Koğuş adıyla yayınlandı. Daha sonra 1973’te Pijamalılar olarak çıktı.

Karadeniz’in Kıyıcığında (1969) Halime Kaptan (l972)

(15)

8 Karartma Geceleri (1974): Yusuf Kurçenli tarafından filmi çekildi. Başrolünü Tarık Akan oynadı.

Sarı Yazma (l976) Yıldız Karayel (l981) Apartıman Çocukları (1984)

Hoca Nasrettin ve Çömezleri (1984) Hababam Sınıfı İcraatın İçinde (1987)

Anı kitapları:

Yokuş Yukarı (l982)

Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986)

Dördüncü Bölük (1992): Damian Croft tarafından İngilizce’ye çevrildi. Milet Publishing tarafından yayımlandı.

Nerde Kalmıştık Cart Curt

Hikâye kitapları:

Radarın Anahtarı (1957) Don Kişot İstanbul’da (1957) Kesmeli Bunları (l962)

Nerde O Eski Usturalar (1962) Saksağanın Kuyruğu (1962) Şevket Ustanın Kedisi (1965) Garibin Horozu (l969) Altın Ekicisi (l972)

Palavra (1972): Önceden Don Kişot İstanbul’da adıyla yayınlandı. Tuh Sana (l 972)

(16)

9 Bunadı Bu Adam (l972) Keş (l972) Al Atım (l972) Hababam Sınıfı Uyanıyor (1972) Hababam Sınıfı Baskında (1972) Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1972) Rüşvetin Alamancası (1982)

Sosyal Kadınlar Partisi (1983) Çalış Osman Çiftlik Senin (1983) Şeker Kutusu (l990)

Çocuk Kitapları:

Bacaksız Kamyon Sürücüsü Bacaksız Okulda

Bacaksız Paralı Atlet Bacaksız Tatil Köyünde Bacaksız Sigara Kaçakçısı Öksüz Civciv Küçük Çekmece Okyanusu Cankurtaran Yılmaz Kumdan Betona Çocuk Bahçesi(Şiir) Tiyatro Oyunları:

Hababam Sınıfı Uyanıyor: Filme çekildi. Hababam Sınıfı Baskında

(17)

10 Türk Çocukları: Çatalzeytin Festivalinde öğrenciler tarafından sahnelendi. Çatal Matal Kaç Çatal (1972): Daha sonra Uzun Eşek oyunu olarak yeniden yazıldı. Çatal Matal 1972’de Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu tarafından. Uzun Eşek ise Cide’de sahnelendi.

Abbas Yola Giden: 1993’de Kartal Rıfat Ilgaz Sahnesi oyuncuları tarafından sahnelendi.

Ödülleri:

1982 Yıldız Karayel ile Madaralı Roman Ödülü

1982 Yıldız Karayel ile Orhan Kemal Roman Armağanı 1987 Ocak Katırı Alagöz ile Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü 1993 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü.

Her yıl vefat ettiği gün olan 7 Temmuz’da, Cide, Kastamonu’da adına Sarı Yazma Festivali düzenlenmektedir.

Adına şiir ödülü verilmektedir.

1940’lı yılların siyasi, toplumsal ve sanatsal ortamı sonucu doğan ve Türk edebiyatına 40 kuşağı veya Toplumcu Şairler olarak damgasını vuran sanatçılardan biri de Rıfat Ilgaz’dır. Rıfat Ilgaz, 1940 yılına kadar bireysel duyarlılıklarla dolu ve kendisini anlatan eserler yazmıştır. Ama ikinci dünya savaşı ile hem kendi, hem de toplumun durumunu anlatan eserler yazarak sanat çizgisini toplum yararına değiştirmiştir.

Seksen iki yıllık ömrünün büyük bölümünü edebiyat içinde geçiren Rıfat Ilgaz, geride pek çok eser bırakarak 1933 yılında hayata veda etmiştir. Edebiyata çok erken yaşlarda merak salmış, ömrünün sonuna kadar sürekli yazmıştır. Kimi zaman şiir, kimi zaman roman, kimi zaman da oyun yazan; bunların yanında dergi ve gazetelerde makaleler yayınlayan Rıfat Ilgaz aynı zamanda bir eğitimcidir. On altı yılı aşkın süre eğitimci olarak hizmet ettiği topluma, daha sonraları yazar olarak hizmet etmiştir.

Rıfat Ilgaz’ın çocuklar için yazdığı eserlerinde çocuğa ve çocuk eğitimine bakışını incelemeye çalıştık. Bu eserlerin bazılarında çağdaş eğitim anlayışına

(18)

11 yakışmayan çatık kaşlı, dayakçı, cezacı, bağırıp çağıran öğretmen ve ebeveyn tipini; tembel, haylaz, ezberci, kopyacı, uyumsuz öğrenci tiplerini incelemeye çalıştık.

Çalışmamızda Rıfat Ilgaz’ın hayatı, eserlerinde çocuğa bakışı ve çocuk eğitimine dair görüşleri incelenmiştir. Hayatı hakkında yazılan eserler bize ışık tutmuştur.

Eserlerinden hareketle çocuk edebiyatı ile ilgili eserleri tespit edilerek sınırlama yapılmıştır. Çocuk eğitimi hakkındaki görüşleri, kendi öğretmen rolüyle eğitime bakışı incelenmiştir. Şairliğinin ön planda yer almasını istediği için bu yönü üzerinde de durularak çocuk şiirlerine yer verilmiştir.

Kaynakça bölümünde çalışmamız sırasında yaralanılan kaynak kitap, makale künyeleri verilmiştir. Çocuklar için yazdığı eserleri göz önüne alarak yola çıktığımız çalışmamızda sanatçıyı ve eserlerini tanıma fırsatı bulduk. Eğitime hayatının her safhasında önem veren ve aynı zamanda bir eğitimci olan Rıfat Ilgaz hakkında yaptığımız çalışmanın, bu konuda araştırma yapacaklara ışık tutmasını diliyoruz.

(19)

12

I. BÖLÜM

EĞİTİM, ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ

A) EĞİTİM

İnsanların diğer insanlarla ve çevreleriyle etkileşimlerinin maddi ve manevi ürünlerine kültür denir. Çevresiyle etkileşerek öğrendiklerini, diğer insanlara da öğretmeye kalkışan kimse ise, belli bir amaca yönelik olarak o insanları kültürlendirmeye çalışmaktadır. “İnsanların diğer insanları belli bir maksatla kültürlemelerine veya kısıtlı kültürleme sürecine eğitim denir.” (Dodson, 1999: 150)

Günümüzde daha çok tercih edilen tanım: “Bireyin davranışında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istenilen yönde (eğitimin amaçlarına uygun) değişme meydana getirme sürecidir.” (Dodson, 1999: 151) Bu tanıma göre eğitim, bir süreçtir. Eğitim sürecinde bireyin davranışlarının istenilen yönde değiştirilmesi amaçlanmaktadır. Davranışlarındaki değişme kasıtlı olarak gerçekleştirilmektedir. Eğitim sürecinde bireyin kendi yaşantıları esastır.

İçinde bulunduğumuz yıllarda eğitim, öğrenci merkezlidir. Sistemin temelini probleme dayalı öğretim uygulamaları oluşturmaktadır. “Probleme dayalı öğretimde amaç; öğrenciyi problemi görmeye, tartışmaya ve çözmeye yönlendirmek; bilgiyi hazır vermekten çok araştırmacı ve sorgulayıcı zihniyeti özendirmektedir.” (Yavuzer, 2003: 149) Probleme dayalı öğretim uygulamaları, öğrenciyi öğrenme hedeflerine yönlendirecek bir metin çerçevesinde tartışma ve araştırma etkinlikleri ile yürütülür. Burada yapılmaya çalışılan aktif bir eğitimdir. Eskiden olduğu gibi öğrenciyi yalnızca dinleyici konumdan alıp asıl etkinliği yapan konumuna getirme amaçlanmıştır. Bu tür eğitimde öğretmen rehber rolünü üstlenmektedir.

A.1. Öğrenci Merkezli Eğitim Nedir

Bilgili insan; bilginin farkında olan, bilgiye ulaşmanın yollarını bilen, ulaştığı bilgiyi anlamlandırarak öğrenen, öğrenmiş olduğu bilgilerden yeni bilgiler üretebilen ve ürettiği bilgileri sorun çözmede kullanabilendir. (Yavuzer, 2003: 150)

Öğrenci merkezli eğitimde öğrencinin, mevcut ve gelecekteki eğitsel gereksinimlerinin farkına varmasına yardımcı olunur. Kendi fiziksel ve zihinsel

(20)

13 yeteneklerini, sınırlarını keşfetmesi sağlanır. Kendi bilgi, beceri ve tutumlarına yönelik davranışlarının uygun yollarla ve bizzat kendisince kazanılmasına yardım eden bir yaklaşımdır.

Eğitim anlayışının değiştiği günümüzde, eğitim sistemlerinin değişimi de kaçınılmazdır. Ders kitaplarında sunulan bilgiyi ve aktarıcısı olan öğreteni merkeze alan eğitim anlayışları; bilgiyi farklı kaynaklardan edinen ve sürekli gelişimi öngören öğrenciyi merkeze alan eğitim anlayışı değişen eğitim sisteminin odak noktasıdır. Öğrenci merkezli eğitimde öğrencilerin ilgi alanları, becerileri ve yeteneklerini ortaya çıkaracak rehberlik hizmetlerinin etkin bir şekilde okul içi ve dışında uygulanması sonucu aile, öğrenci ve öğretmen işbirliğinin daha çok güçlenmesi sağlanacaktır. Temel eğitimin, okul öncesi döneminden başlayarak öğrencinin yaşamı boyunca destekleyici ve yönlendirici eğitim sisteminde aile, öğrenci ve öğretmenin işbirliği kaçınılmazdır.

A.2. Ezberci Eğitim ve Nedenleri

“Ezbercilik, her alanda gerekli-gereksiz bilgiyi bellekte tutmaya çalışmak demektir. Ezberciliğe dayanan eğitim biçimine de ezberci eğitim adı verilir. Ezberci eğitimin nedenleri araştırıldığında bunun iki temel nedene dayandığı görülür. Bunlar: dinsel eğitim geleneği ve tarım toplumu olma geleneğidir. Bilindiği gibi dinsel eğitimde sorular ve nedenler yok; yanıtlar vardır. İnancın gereği olarak yanıtlar tartışmasız kabullenilir. Kutsal kitaplardaki bilgiler; okur-yazarlığın yetersiz olması, teknik olanakların bulunmaması nedeniyle ezberlenerek bellekte tutulabilmiştir. İkinci nedeni olarak görülen tarım toplumunun eğitimi, tarımla ilgili belli başlı bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla oluşur. Bu eğitimin bilge kişileri yaşlılardır. Çocuklar ve gençler, hiçbir araştırma yapmadan doğru bilgileri yaşlılardan öğrendikleri şekliyle kabullenirler.” (Eşme, 2004: 215)

Tarım alanlarının aynı kalmasına karşılık nüfusun artması, matbaanın yaygınlaşması gibi nedenler sonucunda ezberci eğitim yetersiz kalmıştır. Bilgiler yetersiz kalmış, bunun üzerine ezberci eğitimin yerini, araştırmaya dayalı eğitim almaya başlamıştır. Toplumda bilen değil; düşünen, araştıran, sorgulayan ve tartışan insanlara gereksinim duyulmuştur. Bu anlayışı benimseyen toplumlar son yüzyılda bilim ve teknolojide ilerlerler, ezberci eğitimi sürdürenler geri kalmaktan kurtulamamışlardır.

(21)

14 Cumhuriyetle birlikte ülkemizde, medrese eğitimi olarak adlandırılan ezberci eğitim geleneğinden kurtulmak için büyük çaba harcanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün katkılarıyla çağdaş eğitim anlayışını yerleştirmek üzere, cumhuriyetin ilk yıllarında kıt olanaklara karşın çaba sarf edilmiştir. Bugün bu çabaların ürünleri alınmaktadır.

A.3. Okul Öncesi Eğitim

“Okul öncesi eğitimi doğumdan zorunlu eğitim yaşına kadar, çocukların gelişim özellikleri, bireysel farklılıkları ve yetenekleri göz önüne alınarak çocukların sağlıklı bir biçimde fiziksel, duygusal, dil, sosyal ve zihinsel yönden gelişimlerini sağlayıcı, olumlu kişilik temellerinin atıldığı, yaratıcı yönlerinin ortaya çıkarıldığı, çocukların kendilerine güven duymalarının sağlandığı, ebeveyn ve eğitimcilerin etkin olduğu sistemli bir eğitim olarak tanımlayabiliriz.” (Yavuzer, 2003: 152)

“17 yaşına kadar olan zihinsel gelişimin yüzde ellisinin 4 yaşına kadar, yüzde otuzunun 4 yaşından 8 yaşına kadar, yüzde yirmisinin 8-17 yaşlarında elde edildiğini düşünürsek, 0-6 yaşlar için çocuğun gelişiminin hızla yönlendiği yıllar diyebiliriz.” (Yavuzer, 2003: 154)

Bu bilgileri dikkate alırsak, bu yıllarda temeli atılan beden sağlığının ve kişilik yapısının ileri yaşlarda aynı yönde gelişme ihtimali çok yüksektir. Bu yüzden çocuğun sağlıklı bir birey olması açısından okul öncesi yıllarda aldığı eğitim ve kazandığı deneyimlerin, ileriki yaşlarda öğrenme yeteneği ve akademik başarıyla ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.

Günümüzde özellikle büyük kentlerde annenin çalışması, oyun yerlerinin azlığı gibi nedenlerle küçük çocuğun bakımı, beslenmesi, eğitimi, bilgisi yeterli olmayan kişilerle veya anneanne ve babaanne tarafından evde yürütülmeye çalışılmaktadır. Çocuklar evde bu kişiler tarafından ne kadar iyi bakılırsa bakılsın, ne kadar çok sevilirse sevilsin, sosyal gelişimini gerçekleştirebileceği arkadaşlara ve oyun ortamına ihtiyacı vardır. Ayrıca evde kendisine sağlanamayan eğitim imkânlarına ulaşmaya ve düzenli bir eğitim programına katılabilmesi için ailenin dışında eğitimcilere de ihtiyaç hissetmektedir.

(22)

15 Okul öncesi eğitim kurumlarının seçilmesi çocuğun gelişimi için büyük önem taşımaktadır. Uygun bir ortamda yetişen çocuk her yönden gelişimini tamamlamış olarak hayata başlayacaktır. Bunun için bu eğitim kurumlarının sahip olması gereken bazı özellikleri olması gerekir. Çocukların fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal ve dil yönünden yeteneklerine göre gelişimlerini sağlayacak eğitim ortamı olmalıdır. Bu kurumlarda dilin gelişmesine ve doğru kullanılmasına imkânlar sağlanmalıdır. Öz bakım becerileri (temizlik, giyinme vb.) kazandırmak, bedensel becerilerini geliştirmek. Yaratıcı yönlerini ve ilgi alanlarını ortaya çıkarmak, oyun oynama ve arkadaşlık ihtiyacını gidermek, zorunlu eğitime hazırlamak, kendi ayaklarının üzerinde durabilen bağımsız bir birey olabilmesi için destek olmak başlıca ilkelerindendir.

Aile, okul öncesi eğitim kurumlarını seçerken yukarıdaki ana ilkeler üzerinde dikkatle durmalıdır. Bunların yanı sıra binanın yapısı, oyun odaları, sınıfları, araç ve gereçleri üzerinde de durulmalıdır. İster okul öncesi eğitim kurumlarında olsun, ister ilköğretimde öğretmenler kendi alanlarında eğitim görmüş, sağlıklı, hoşgörülü, mesleğini seven, hareketli, sabırlı, güler yüzlü, öğrencideki en ufak gelişmeyi görebilen, yeniliklere açık kişiler olmalıdır.

Eğitim kurumlarının bir eğitim programı olmalıdır. Programlar hazırlanırken çocukların yaşları, gelişim özellikleri ve bireysel farklılıkları göz önüne alınmalıdır. Programların uygulanmasında “yaşayarak öğrenme” ilkesine göre hareket edilmelidir. Eğitim kurumlarında çocukların konuşma, oyun, resim, müzik, spor gibi her türlü geliştirici alışkanlıkları kazanabilmelerine özen gösterilmeli, onların ileriki yaşlarda karşılaşacakları görevlere hazır olmalarını sağlayacak ön alıştırmalara yer verilmelidir.

B) ÇOCUK VE ÇOCUK EĞİTİMİ

Her çocuk ayrı bir dünyadır. Çocuk yetiştirmek ise en kutsal, en büyük, en zor ve hayat boyu devam ettirilmesi gereken en önemli sanattır. Gelecek açısından düşünüldüğünde bu konunun önemi her geçen gün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Daha doğacak çocuk anne karnında iken annelerin ve babaların kafasında birçok soru işareti oluşur. Kız mı erkek mi olacak? Sağlıklı doğup büyüyecek mi? Ailemizde ve günlük hayatımızda nasıl bir değişiklik olacak? İleride nasıl bir insan olacak? Okul başarısı iyi

(23)

16 olacak mı? Nasıl bir meslek sahibi olacak? Hayatta başarılı olacak mı? Ve buna benzer yüzlerce soru ile çocuğu beklemeye koyulurlar.

Bütün bu soruların ve bazı bilinmeyenlerin yanı sıra çocukların psikososyal gelişimini ve kişilik gelişimini doğru yönlendirmek anne ve babanın en önemli görevlerinden biridir. Bu görevin tam ve eksiksiz olarak yapılması ise her açıdan çok önemli ve birçok yönden zordur. Her ne kadar doğuştan ve genetik olarak alınan özellikler olsa da, her çocuğun ayrı bir fiziksel yapısı, kişilik özelliği, davranışı psikososyal özellikleri, anlayışı, duygusal yapısı, zekâ kapasitesi ve ruhsal gelişimi bulunmaktadır. Bütün bu özellikler, aile ortamı ve devamlı değişen çevre şartları ile etkileşince ortaya birçok yönü ile anne ve babadan farklı bir yapıda çocuk ortaya çıkmaktadır.

Çocukların genel davranış özelliklerini tam olarak anlamak ve onların ruh dünyalarına inmek, onların psikososyal gelişimini yönlendirmek açısından çok önemli bir noktadır. Anne babaların çocukların ruh dünyalarına inmeden yönlendirme ve eğitim gayretleri, çoğu zaman hedefine ulaşmaz. Anne babalar her gün birlikte oldukları, günlük aktiviteleri birlikte yaptıkları çocuklarını bazen tam olarak tanıyamamakta ve onların psikososyal gelişimini iyi yönde yönlendirememektedir. Bazı anne babalar, çocuklarının sadece fiziksel bakımlarına yönelik beslenme, barınma, sağlık problemlerini gözetip, onların olaylar karşısındaki düşüncelerini, tepkilerini, yorumlarını, üzüntülerini, sevinçlerini, ruhsal yönlerini gerektiği kadar hesaba katmazlar. İncelediğimiz bir kaynakta Amerikalı acil müdahalelerde bulunan bir sağlık mensubu şu yakınmaları dile getirerek endişelerini belirtiyordu: “Acil sağlık müdahaleleri yaparken olaylardan çocukların etkilendiğini ve bazı psikolojik problemlerin oluştuğunu görüyorum, anne babalara veya bakım veren kişilere çocukların sıkıntılarından bahsettiğimde, onların bana cevabı onlar çocuk ne olacak ki şeklinde oluyor. Ben buna dayanamıyorum ve çok üzülüyorum, çocuklarında ruh dünyası var.” (Montessori, 1997: 120) Gerçekten de bazı zamanlar günlük olaylar ve gelişmelerin arasında çocukların olaylar karşındaki ruhsal tepkisi en son akla gelmektedir.

Her anne baba çocuklarının gelişimi ve onların ruhsal yönleri ile çok ilgilendiklerini söyler ama kendi kendilerine oturup: “Çocuğuma bugün ne kadar vakit ayırdım?” diye sorduklarında, kendilerini tatmin eden cevabı çok azı alır. Amerikalı bir

(24)

17 profesörden edinilen bir bilgiye göre: “A.B.D. de yapılan istatistiklerde bir babanın çocuğunu günlük görme süresi 7 saniye olarak bulunmuş.” (Montessori, 1997: 122) Yani aynı çatı altında yaşayan birbirinden ayrı dünyalarda insanlar. Peki, bu durum hangi sonuçları getirir? Yani anne babaların çocuklarının ruhsal yönü ve psikososyal gelişimi ile ilgili eksiklikleri hangi sonuçları doğurur? Bunun cevabını düşündüğümüzde her biri ayrı bir “gelecek” olan çocuklar ile ilgili çok karamsar düşünceler aklımıza gelmektedir.

Hatta 2000’1i yıllarda bırakın ruhsal gelişimi yönlendirme ve mevcut ruhsal sorunları, dünyada milyonlarca çocuk kötü bakımdan, basit sağlık sorunlarından, kazalardan, salgın hastalıklardan, anne baba ihmaline bağlı nedenlerden hayatını kaybediyor.

B.1. Çocuğun Ruhsal Gelişimi

Her bir çocuğu ayrı bir dünya olarak kabul edip, onların ruh dünyasına inebilmek, ancak eğitim, anne baba bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi ile olacaktır. Ayrıca aile yapısının güçlendirilmesi, aileye sunulan imkânların artırılması, ailenin sosyokültürel ve sosyoekonomik açıdan desteklenmesi, çocukların yaşadıkları ortamların, çevre imkânlarının, devletin sağlayacağı imkânların çeşitliliği ve kalitesi bu sorunların oluşması sürecinde etkili olabilmektedir.

Çocuk eğitiminde çocuğun gerektiği şekilde yetiştirilmesi ve onun topluma hazırlanması, büyük ölçüde anne babanın hayatın ilk gününden itibaren çocuk ile ilgilenmesi, onun ile karşılıklı etkileşimi, ona değer vermeleri, kişilik yapısına saygı duymaları, ona yeterince vakit ayırmaları, onun bakım, beslenme ve korumasını sağlamaları, sevgi ihtiyacına karşılık vermeleri, ideal bir aile ortamı hazırlamaları, ona karşı ideal tavırları, tepkileri, tutumları etkili olmaktadır. Burada etki tepki prensibini hatırlamak yerinde olur, anne babanın direk çocuğa yönelik veya gün içerisindeki herhangi bir davranışı, sözü, tavrı, tepkisi ve yorumunun çocuk üzerinde mutlak bir etkisi olacaktır. Ve bu etkinin çocukta yansımaları iyi veya kötü yönde görülecektir. Aynı şekilde çocuğun her konuşması, davranışı ve yorumuna anne babanın tepkisi de çocuğun kişilik gelişiminin şekillenmesine neden olmaktadır. Yani çocuğu yanlış bir şey yaptığında ve bunu tekrarladığında sessiz kalan bir ebeveyn dolaylı olarak; “Ben bu

(25)

18 davranışı destekliyorum.” mesajını verir. Diğer taraftan çocuğun olumlu davranışını onaylamayan bir ebeveyn çocuğa yine dolaylı olarak; “Bu davranışın benim için önemli değil, olsa da olur olmasa da.” demektedir. Bununla birlikte görmezlikten gelinen ve tekrarlanan hatalar giderek büyür, olumlu davranışlar ise giderek azalır. Çocukları her an kontrol etmek her yaptıkları konusunda haberdar olmaya çalışmak çocuğu ruhsal gerilime itebileceği gibi, diğer yandan çocuğu kontrolsüz ve kendi halinde bırakmakta çocuğun önü alınamayan davranış problemleri geliştirmesine zemin hazırlayacaktır. Bu iki kutbun ortasında hareket alanı ideal olanıdır.

Burada hemen şunu belirtmek gerekir ki günümüz iletişim ve etkileşim toplumunda çocuğun gelişimi konusunda anne babalar üstlerine düşen her türlü görevi yapsa bile akraba çevresi, okul ortamı, arkadaş ve sosyal çevresi, dışarıdan gördükleri, duydukları da gelişim ve ruh sağlığı açısından çok önemli olmaktadır. Anne babalar bazen kendileri haricinde oluşan etkiler konusunda oldukça çaresiz kalabilmektedir. Yani hem ev içerisinde çocuğa gereken yönlendirme, hem de onun ev dışında psikososyal gelişimine kötü yönde etkide bulunacak etkenlerden koruma, ikisini de sağlamak ideal gelişim açısından şart olmaktadır. Bu durumda anne babaların çocuklarının normal bir şekilde psikososyal gelişimini sağlamak ve uygun eğitimi vermek için yapmaları gereken şeyleri şu şekilde sıralayabiliriz: Dengeli eğitim ve yönlendirme, anne babanın kendi aralarındaki söz ve davranış birliği, çocuğa karşı aşırı hoşgörü veya aşırı disiplin uygulamalarından kaçınmaları, olaylar ve ilerleyen süreç içerisinde çocuğa yansıyan davranışlar olarak tutarlı olmaları ve zaman aşımından dolayı farklı farklı tepki vermemeleri, çocuğa tepkilerinin yersiz ve abartılı olmaması, güzel ve faydalı şeylerde çocuğun davranışlarının onaylanması, hatalı durumlarda uygun bir şekilde cezalandırılmaları, yapılan yanlışları sonucunda sadece kızmak değil nedenini mantık çerçevesinde açıklamaları ve ona doğru olan hedefi vermeleri, onlara her yönüyle değer vermeleri, Kişilik yapılarına saygılı olmaları, onlara söz hakkı tanımaları, sevildiklerini hissettirmeleri, onlara güven duygusunu aşılamaları, sosyal ve psikolojik gelişimini yakından takip etmeleri, gösterilen davranış problemlerine karşı duyarlı olmaları, zamanında ve erken müdahaleyi sağlamaları, kendi psikolojik sıkıntılarını çocuklara yansıtmamaları, onlardan gelişim ve kapasitelerinin üzerinde beklentiye girmemeleri, onlara yeterince zaman ayırmaları, onların sosyal çevrelerinin farkında olmaları şeklinde özetlenebilir.

(26)

19

B.2. Çocuğun Gelişiminde İlk Beş Yılın Önemi

Çocuğun hayatındaki ilk beş yıl, yani çocuğun kişiliğinin şekillendiği dönem, en önemli yıllardır. Bu, çocuğun geri kalan çocukluk yılları önemli değildir veya altı yaşına bastığında çocukla ilgili her şey bitmiş demek değildir. Ancak çocuk altı yaşına geldiği zaman, kişiliğinin temel yapısı şekillenmiş olur. Bu, çocuğun ömrü boyunca sürdüreceği temel kişiliktir. Bu temel kişilik, çocuğun okul ve okul sonrası hayatında ne ölçüde başarılı olacağını, başka insanlarla ilişkilerinin nasıl gelişeceğini, ne tür bir yetişkinlik dönemi geçireceğini belirlemede önemlidir.

“İlk beş yıl çocuğun sadece duygusal gelişiminde değil, zekâ gelişiminde de önemlidir. Chicago Üniversitesi üyelerinden Dr. Benjamin Bloom’un yaptığı çeşitli araştırmaların sonucunda ortaya çıkan şaşırtıcı gerçek, çocuğun dört yaşına geldiği zaman zekâsının yaklaşık yüzde ellisinin oluştuğudur.” (Dodson, 1999: 21)

Çocuğun ilk beş yılı içindeki gelişme evreleri, çocukluğunun daha sonraki dönemlerinde görülen aşamalardan çok farklıdır. Bu dönemdeki değişmeler, ileriki yaşlardaki değişmelerden çok büyüktür. Her çocuk, genel çerçeve içinde aynı gelişme dönemlerini geçirir. Ne var ki her çocuk bu dönemleri kendine özgü bir yılda aşacağı gibi, bir başka çocuk altı-yedi ayda aşabilir. Her gelişme evresinde geçirilen zaman arasında büyük fark vardır.” Çocuğun temel kişilik yapısını belirleyen tek etken; onda belirecek kişilik kavramı, yani kendini nasıl gördüğüdür. Bu, çocuğun kafasında çizilen bir harita gibidir ve çocuğun davranışları, ona yol gösteren bu haritalara bağlıdır. Çocuğun okulda ve daha sonraki yaşamında elde edeceği başarı, kendi benliği ve kendi varlığı kavramıdır.” (Dodson, 1999: 36)

B.3. Çocuğun İlk Beş Yılındaki Gelişim Dönemleri

Okul çağına gelmemiş çocuğun yaşadığı en belirgin duygu kıskançlıktır. Bu kıskançlık daha iki yaşlarında anne ve babayı paylaşamamadan doğar. Daha sonra yeni gelen kardeşler çocuktaki kıskançlık duygusunu daha da yoğunlaştırır. Çocuğun yeni doğan kardeşi karşısında genellikle iki tür tepkisi olur.

Çocuk her şeyden önce geriye dönüş yaparak, yeniden bebekleşmek eğilimi duyar. Bu tamamen doğal olan ve hatta zaman zaman büyüklerde bile bir çeşit korunma içgüdüsü olarak ortaya çıkan bir davranıştır.

(27)

20 Kıskançlık büyük çocuktan küçüğe yönelik olduğu gibi, bunun tam tersi de olabilir. Yani küçük olan, ablasını ya da ağabeyini kıskanabilir. İster büyükten küçüğe, ister küçükten büyüğe, kardeşler arasındaki kıskançlığı önlemek olanaksızdır. Bunu sadece azaltmak imkânı vardır. Çocukların birbiriyle çekişmesi, aslında ana-babayı paylaşamadıklarından meydana gelir.

“Üç yaşındaki çocuk, bebeklikten çocukluğa adımını atmış ve bu geçiş dönemindeki huysuzluklarından, uyumsuzluklarından sıyrılmıştır. Üç yaşına bastıktan sonra çevreyle ilişkilerinde olumlu bir gelişme başlar. Bu dönemdeki çocuk, paylaşmaya, beklemeye, sabırlı olmaya alışır. Bu tutumun bir nedeni, geçiş dönemindeki tedirginliklerin sona ermiş olması, başka bir nedeni de çocuğun kendine güveninin artık yerleşmeye başlamasıdır.

Üç yaş, gerek çocuklar, gerek ana-babalar için gerçekten bir “altın çağ”dır. Çocuk, bütün dünyası ile barış içindedir. Yaşamayı sever, ana babasını sever, kendinden hoşnuttur. Ana-babalar bu dönemden, mümkün olduğu kadar büyük yarar sağlamaya çalışmalıdırlar, çünkü bundan sonraki gelişim süreci onlara gerçekten kök söktürecektir.” (Dodson, 1999: 181)

a) Dört Yaşındaki Çocuk

Dört yaşın belirgin özellikleri dengesizlik, uyumsuzluk ve koordinasyon eksikliğidir. Bunlar, çeşitli davranış biçimlerinde ortaya çıkarlar.

“Dört yaşındaki çocuğun özelliklerini en iyi belirleyen deyim, “ölçüyü kaçırma” olmalıdır. Gerçekten de bu yaştaki çocuk her yönüyle aşırılıklar içindedir. Gövde hareketlerinde ölçüyü kaçırır. Vurur, tekmeler, tepinir. Konuşmasında da ölçüyü kaçırır. Kelimeler onu büyüler. Yeni kelimelerin seslerine kaptırmıştır kendini.” (Dodson, 1999: 183)

b) Beş Yaşındaki Çocuk

Beş yaş, çocuğun en uyumlu yaşlarından biridir. Dört yaşındaki ölçüyü kaçırmalardan sıyrılır. Daha tutarlı, daha “ipiyle kuyuya inilir” olur. Kendine güveni arttığı için eskisine oranla daha serinkanlı, daha yumuşak, daha anlayışlı ve başkalarıyla ilişkilerinde daha olumludur. Genellikle becerebileceğini sezdiği işlere girişir ve bu yüzden de giriştiği işlerde başarı sağlar.

(28)

21 “Beş yaşındaki çocuk evine ve annesine bağlı olmasına karşın, ev onun için pek yeterli değildir. Çevresini genişletmek ihtiyacındadır. Bu dönemde imkân varsa çocuk yuvaya verilebilir. İyi bir öğretmenin eğitimi ve başka çocuklarla arkadaşlık etme imkânı, çocuğun gelişimine büyük katkıda bulunacaktır.” (Dodson, 1999: 187)

“Her çocuktaki özgün genler birleşimi aile içindeki çocuğun yeri, her çocuğun birbirinden farklı olması sonucunu doğurur. Bu nedenle de her çocuğa ayrı öğrenme yöntemleri uygulamamız gerekir. Yumuşak başlı bir çocuğa başka türlü, çözümsüzlükleri olan çocuğa başka türlü davranmak durumunda kalırız. Ne yazık ki, ana babaların çoğu bunu yapmazlar. Bütün çocuklara ayrıcalıksız uygulanabilecek evrensel ve değişmez yöntemler ararlar, bütün çocuklarda aynı sonucu veren evrensel yöntemler çocukta yetersiz kişilik kavramı oluşmasına yol açan, yanlış yöntemlerden başkası değildir. Bu yanlış yöntemler, kişilik farkları ne olursa olsun bütün çocuklarda aynı sonuca, yani güçsüz bir kişilik kavramına ulaşır. Oysa güçlü, olumlu bir kişilik kavramının yerleşmesi için her çocuğa göre değişik yöntemler geliştirmemiz gerekir. Bunu da çocuklarımız ister içe, ister dışa dönük olsunlar, ister hareketli, ister durgun olsunlar, ister araştırıcı, ister meraklı olsunlar, her birinin bireysel özelliklerini incelememiz zorunluluğunu ortaya çıkarır.” (Dodson, 1999: 256)

Bilinçsiz taklit, çocukta olumlu bir kişilik kavramının gelişmesini sağlayan en önemli etmenlerden biridir.

Çocuklar büyük taklit ustalarıdır. Bu nedenle de elimizde çok güçlü bir öğretim aracı var demektir: Çocuklara olumlu kişilik özelliklerini, iyi alışkanlıkları canlı örneklerle aşılayabiliriz. Çocuklar, bilinçsiz taklit yoluyla bizden çok şey öğrenirler.

Bunu kavramak, bizleri çocuklarla gereksiz çatışmalardan kurtaracaktır. Biz sofrada nasıl davranılacağını, nasıl yemek yenileceğini örneklersek, çocuklar da bizi taklit ederek bunu öğreneceklerdir. Bunun belki iki yaşında ya da dört yaşında öğrenmeyeceklerdir ama daha sonraki yıllarda mutlak bu alışkanlıkları kazanacaklardır. Giriştiğimiz işlerde direnç gösterir, karşılaştığımız güçlüklerde girişimimizden vazgeçmezsek, çocuklar da bu direnci taklit edeceklerdir. Çocukların başkalarının haklarına ve duygularına, saygılı olmasını istiyorsak, her şeyden önce çocuklarımızın haklarına ve duygularına saygı göstermek zorundayız. Onlara en güçlü öğretme yolu, iyi örnek vermekle olur. Çocuğu, başkalarının duygularına saygılı olmak için zorlarsak, itip

(29)

22 kakarsak bu davranışlarımız sözlerimizden çok daha etkili olacak ve çocuğun duygularına saygısızlık etmekle onu istediğimiz sonuca vardıramamış olacağız.

“Çocuk sadece ana-babasının davranışlarını bilinçsiz olarak taklit etmekle kalmaz, evin genel havasını da içine sindirir. Aile bireylerinin birbirlerine sevecen davrandıkları, işbirliği içinde oldukları, birbirlerine yardım ettikleri ya da karşıtlıklar içinde oldukları, kavgaların, huzursuzlukların sürdüğü evlerin havası çocuğun gelişimini büyük ölçüde etkiler. Evin havası, çocuklara disiplin adına öğretmeye çalıştıklarımız için temel dekordur. Bu nedenle, çocukların istenilir biçimde gelişmesini diliyorsak davranışlarımızla onlara örnek olduğumuz kadar evin genel havasına da dikkat etmeliyiz. Her gün davranışlarımızla, çocuklara tek söz söylemeden bir şeyler öğretmekteyiz. Onlara bilinçsiz olarak taklit edecekleri örnekleri vermekteyiz.” (Dodson, 1999: 259)

“Çocuklar, çoğu büyük olmaları ve yaşamda tecrübesiz bulunmaları nedeniyle, yetersizlik duygusuna kapılırlar. Ana-babalar çocuğun bu duygusunu ve bu duyguya yol açan nedenleri değerlendiremedikleri için, ortaya birtakım çözümsüzlükler çıkar.” (Dodson, 1999: 260)

Çocuğun bu duygusundan sıyrılması için ona yapacağımız en büyük yardım, onun duygularını çok iyi anladığımızı kendisine aktarmaktır. Büyükler, çocuğun güvensizlik duygusunu çok iyi kavradıklarını ona anlattıkları ölçüde, çocuk bu güvensizlikten kurtulacaktır.

Çocuklarını cezalandırmak için çocuğun büyük sevinçle beklediği arkadaşlarını çağırdığı doğum günü davetini yapmaktan vazgeçen ya da çocuğu uzun süredir iple çektiği bir geziden alıkoyan ana-babalar bu tür cezalarla, çocuğun davranışını gerçekten değiştirmesine yardımcı olmazlar. Çocuğun bu tavır karşısındaki tepkisi sadece nefret ve öç alma duygusu olur. Çocuk bu tür cezayı “gaddarlık ve aşırılık” olarak yorumlar ve bunda da haklıdır.

Annelerle çocuklarını gün boyunca izleyecek olursak annelerin çoğunlukla çocuklarına sadece ne yapmamaları gerektiğini söylediklerini görürüz. Bu ters tepki yapan ve yapılmaması istenilen şeyi tekrarlattıran bir tutumdur.

“Tehditlerin çocuk üzerindeki psikolojik etkisi kötüdür. Ancak bu, çocuğun davranışlarına kesin sınırlar çizmenin kötü olması değildir. Anneler bazen bunu yanlış

(30)

23 yorumlar ve çocuğa her türlü davranışında “Hayır”, “Olmaz” demekten kaçınırlar. Çocuk ileri gitmeye başladığı zaman, davranışlarına bir sınır koyar, hatta gerekirse onu döverek bu çizgiyi aşamamasını sağlayabilirsiniz. Ama çocuğunuza hiçbir zaman, ilerde şunu şunu yaparsa sonunun kötü olacağını söyleyerek gözünü korkutmayın. Tehditler gelecekteki olaylarla ilgilidir, oysa çocuk içinde bulunduğu anı yaşar. Bu nedenle, çocuğun gelecekte yapacaklarıyla ilgili tehditler, onun davranışlarını düzeltmeye yaramaz.” (Dodson, 1999: 273.)

C) AİLEDE ÇOCUK EĞİTİMİ

Çocuklarla dolu bir aile hayatı anne ve babayı mutlu eder. İnsan ruhuna hiçbir tiyatro sahnesi böyle bir mutluluk veremez. Evde küçük çocukların oynaması, onların neşeli kahkahalar artması insana huzur verir. İlk adımlarını atmaya başlayan bir bebeğin verdiği mutluluk büyüktür. Bebeğin ilk anne ve baba kelimelerini duyan aile fertlerinin mutluluğu, onun yaptığı ilk el becerileri karşısındaki hayranlığını hiçbir zevk tattıramaz. Günlük yorgunlukların atılmasını sağlayan, hayatın çekilmez yanlarını unutturan ve ebeveynleri hayata bağlayan çocuklar çoğu zaman ihmal edilir. Böyle yapmakla hayatın en büyük ve değerli varlıklarını düzelmesi bazen mümkün olmayan bir ilgisizliğe aile fertleri terk etmektedir. Günümüzde çocukların ne kadar büyük bir hazine olduğunu kabul eden aile sayısı çok azdır. Bazı aileler çocuklarından uzak kalmakla mutlu oluyorlar. Hatta bunun için milyonlarca lira harcayan aileler bile vardır.

Aileler çocuklarını iyi yetiştirmek için ellerinden geleni yaptıklarını zannederler. Fakat harcadıkları emeğin karşılığını alamamaktan yakınırlar. Anne ve babanın çocuk yetiştirmek için harcadıkları emek kendilerinin veya tuttukları eğitmenlerin iki ya da üç saatlerini ancak alır. Çocuk, günün diğer zamanlarını kendi halinde oyun oynayarak veya arkadaşlarıyla geçirir. Anne, baba çalışıyorsa çocuklarına ayıracak zamanları daha azdır.

Çocuğun terbiyesi sırasında ailenin ruhsal durumu çoğunlukla etkilidir. Mesela; keyfi yerinde olan aile, çocukların en büyük hatalarını hoşgörü ile karşılarken, keyifleri yoksa aynı hatayı işleyen çocuk ağır biçimde cezalandırılır. Oysa çocuğun bir dünyası olduğu kabul edilmelidir. İyi araştırılmayan ve doğru fikirlerle organize edilmeyen çocuk dünyası ne yazık ki her geçen gün daha fazla acılarla karşı karşıyadır. Bu yanlış

(31)

24 düşünce ve hareketlerin toplumdaki kötü etkileri tahmin edilemeyecek kadar çoktur. Toplumun işe yarayan unsurlarını teşkil edecek çocukların, anne ve babalarının bilgisizlikleri yüzünden bütün kuvvetlerini kaybetmeleri üzücüdür. Anne ve baba sevgisinden başka bir şey bilmeyen, onların her sözünü kendileri için en önemli kabul eden çocuk, bunlara inanır ve en doğrunun onların yaşadıkları olduğunu zanneder. Yani anne ve baba iyi davranırsa çocuk da iyi olur. İşte bu noktada ailenin yaptığı bir yanlışı ortaya koymak gerekir:

“Bir anne çocuklarını korkutmak için üç şeyden medet umar: Birincisi Allah, ikincisi baba, üçüncüsü isi öcüdür. Çocuklar birbiriyle oynarken biraz gürültü yapsalar veya kavga etseler anneleri bu üç şeyden biriyle çocukları korkutur. Bu tür yanlış davranışlar, çocukları hem Allah’tan uzaklaştırır, hem de öcüden ve babadan nefret ettirir.” (Salzman, 2003: 15)

İnsanların en büyük idealleri çocuklarını iyi yetiştirmek, ihtiyarlık dönemlerinde kendilerine yardımcı olmalarını sağlamaktır. Her yönden iyi yetiştirilen çocuklar hayata daha sıkı sarılırlar ve başarılı bir insan olmak için daha mantıklı çalışırlar.

Aile üyeliğinin; üstlenilmemesi halinde kişi, aile ve toplum hayatı için ciddi olumsuzluklar doğuracak olan sorumluluk, ailede eğitimle ilgili sorumluluktur. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi hâlinde pek çok toplum problemi doğmadan, daha kaynağında kurutulmuş olur.

Uzun asırlar boyunca devam eden büyük devletlerin, temelde sağlıklı ve sürekli eğitim veren köklü ailelere dayandığı bilinmektedir. Ailenin eğitim sorumluluğu çok boyutludur. Bu sorumluluğun boyutları şöyle sıralanabilir:

“1) Aile büyüklerinin, genç aile üyelerini eğitme sorumluluğu, 2) Aile üyelerinin birbirlerini eğitme sorumluluğu,

3) Ailenin yakın çevresini (akraba ve yakın komşular) eğitme sorumluluğu. Ailede eğitim sorumluluğunun en geçerli metodu “Sürekli örneklik” etmektir.” (Ağca, 1993:28)

Çocuk ve genç, nasihatten etkilenir.

Ancak, bu kuşağın en çok etkilendiği eğitim yöntemi; “Doğruları görmek ve bunlarla sürekli olarak iç içe yaşamaktır.” Bir atasözümüz vardır: “Bir musibet, bin

(32)

25 nasihatten iyidir.” Bunun manası şudur; yanlış bir hareketi yapan ve bundan zarar gören insan, onu bir daha tekrarlamaz. Ama o hareketin kötü olduğu ona pek çok defa söylenmiş olsaydı, belki bu kadar etkili olmayacaktı. Her devirde her toplumda etkili olan “yaparak, yaşayarak öğrenme yöntemi” iyi ve kötü davranışların sonucunu görüp, bunlar arasında sağlıklı bir tercih yapma, eğitimde çok sık kullanılması gereken bir metottur.

Çocuk ve gencin eğitiminde aile büyüklerinin yapacağı küçük hatalar, belki de farkına varılamayan büyük olumsuzluklar doğurabilir. Buna incelediğimiz bir kaynaktan küçük bir örnek vermek istiyorum. “Yakın bir komşumuz, 12 yaşındaki kız çocuklarının çok sık yalan söylediğinden şikâyet ediyor ve buna bir çare bulunmasını istiyordu.

Kendilerine, aile üyeleri içinde başka yalan söyleyenin olup, olmadığını sordum. Yok dediler. Durumu inceledim. Aile büyükleri, farkına varmadan hem yalan söylüyorlar, hem de bu yavrucağıza yalan söyletiyorlardı. Nasıl olur diyeceksiniz? Bakınız; ne yapıyorlar: Ana-baba, ikisi de dışarıda çalışıyor ve pek tabii, akşamları yorgun oluyorlardı. Aileye, akşam oturmasına gelmek için telefon eden eş dostlarına, yorgunluklarından ötürü buyurun diyemeyen ana-baba şöyle bir yol izliyordu. Akşam saatlerinde çalan telefonlara bu yavrucak bakacaktı. Bir ziyaret isteği varsa, çocuk “Annemler evde yok yahut bu akşam kalabalık bir misafir grubumuz var. Rahat edemezsiniz” şeklinde cevap verecekti. Kısaca ana-baba; dostlarına, yorgun oldukları için misafir kabul edemeyeceklerini söylemek yerine, hem kendileri yalan söylüyorlar hem de çocuğu bu kötü işe âlet ediyorlardı. Misafir gelmeyince çocuk da daha rahat ediyor ve bu sebeple yalan söyleyerek bu imkâna kavuşuyordu. Giderek; yalan, çocuk için pek çok güçlükten kurtulmanın tek yolu olmuştu.

Aileye bu durumu anlatıldığında alınan cevap da çok şaşırtıcı idi. Bunda ne vardı ki? Ne yazık ki ana babanın küçümsediği bu durum; yalan söylemeyi, çocuk için kolay yaşamanın bir çaresi hâline getirmişti. Aile uyarıldı. Önce kendileri, kısa bir süre sonra da çocuk yalan söylemekten kurtuldu (Ağca, 1993: 30).

Yine yabancı bir kaynaktan edindiğimiz bir örneği aktarmak istiyorum. Burada da yalanın bir aileye verdiği zararı görmekteyiz:

(33)

26 “Evin reisi çok garip huylu bir adamdı. Hemen hemen her gün oğluna yalan söylettirir, bunu da bir marifet gibi teşvik ederdi.

Örneğin, sevmediği arkadaşlarından birinin eve geleceğini duyduğunda oğlunu kapıya diker ve:

- Oğlum, iyice dikkat et! Eğer filanca kapımıza gelip beni sorarsa, babam evde yok de veya şimdi sokağa çıktı diyerek savuştur.

Yoksul bir kadın ya da fakir bir çocuk yardım için kapıya geldiğinde, baba yine oğluna:

- Hadi oğlum kapıya git, dışarıdakilere yiyecek bir dilim ekmeğimizin dahi olmadığını söyle, hatta dün gece aç yattığımıza onları inandır.

Adamın oğlu okula gitmeyi hiç sevmez, küçük bahanelerle her gün okuldan kaçardı. Ertesi gün okula gitmek için hazırlandığında, babasına:

-Ben bugün okula gitmek istemiyorum. Dün gitmediğim için öğretmen bana kızar derdi.

Fakat yalan söylemekte mahir olan baba bunun da çaresini bulurdu.

- Salak oğlum, öğretmenlerine, dün hasta olduğunu söylersin, duruma göre de benim sana bir iş verdiğimi anlatırsın, öğretmenler genelde buna inanırlar.

Çocuğun annesi de babasından pek farklı değildi. Okula giderken verdiği üç kuruş harçlık için ilginç sorular sorardı. Çocuk;

- Anneciğim, bana biraz para ver de, şeker alayım veya

- Anne, bir yerde deprem olmuş, okulda depremzedeler için yardım topluyorlar. Para ver de ben götüreyim, dediğinde kadının sinirleri iyice gerilir, kan beynine sıçrar. Parayı vermemek için çeşitli bahaneler uydururdu.

Eğer baba, oğluna para verecek olsa, bunu annesinden gizli yapardı.

- Al oğlum bu parayı, harçlık yaparsın. Annen parayı görecek olursa, ona amcanın verdiğini söylersin.

Küçük çocuk bu tür yalanlara öyle alıştı ki, kendisi de hiç duraksamadan yalan söylemeye başladı. Bazı yalanlarda öyle ustaca konular bulurdu ki, herkes hayretle onu

(34)

27 dinlerdi. Bir keresinde, sık görüştükleri komşularından birisine öyle bir yalan söyledi ki, adamcağız saatlerce güldü.

Artık bir genç olan çocuk, işi o kadar ileri götürmüştü ki, babası bile bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştı. Pazar günleri kahvehane veya meyhaneye gittiği halde babasına kiliseye gittiğini söylerdi. Babası, ağzı içki kokan oğlunun yüzüne karşı suçlamalarda bulununca, öyle masallar anlatırdı ki, adamcağız bile ne diyeceğini şaşırırdı. Fakat oğluna güveni sarsılmaya başlamıştı.

Hafta tatillerinde, babaannesini veya aile büyüklerinden birisini ziyarete gideceğine, kumarhanelere gider, bütün parasını kumara verirdi.

Babası, evdeki kıymetli eşyaların bir bir eksildiğini gördükçe, durumun farkına varmıştı. Bir gün dayanamayıp:

- Evimizde bir hırsız olduğuna inanmaya başladım. Bir elime geçirirsem, ne yapacağımı Allah bilir, dedi.

Artık, genç bir adam olan çocuk, utancından kızarmaya başlamış. Lokmalar boğazına dizilmişti. Babasının kolundan tutup bir kenara çekti ve:

-Hırsızın kim olduğunu ben biliyorum baba, öğrenmek ister misin? Evdeki hırsız bizim hizmetçimiz. Şehirdeki herkes onun ne kadar kumarbaz biri olduğunu bilir, kumara ne kadar para verdiğine herkes şahittir. Hani, güllü bir kravat iğnen vardı ya, işte onu geçen gün kumarda kaybetmiş...

Adam gerçeği bildiği halde, o kadar ustalıkla söylenmiş bu yalan karşısında kendisi de inanmaya başlamıştı. Hemen hizmetçiyi çağırttı ve:

- Aşağılık adam, utanmadın mı hırsızlık yapmaya, diyerek adamcağızı evden kovdu.

Hizmetçi, toparlanıp evden çıkmaya hazırlanırken, adamın yanına geldi ve şöyle konuştu:

- Ben gidiyorum... Ama şunu iyi biliniz, ben hırsız değilim. Oğlunuz, bu yalanı size söyledi. Göreceksiniz, o sizin başınıza daha ne işler açacak. Ben gidiyorum ama sizleri de mahkemeye vereceğim.

Referanslar

Benzer Belgeler

Başbakanlık Arşivinde mevcut bir inşa defterine göre Çırağan Sarayı inşa edildiği sırada bazı miri bi­ nalarda da büyük tamirlere girişilmiş ve birkaç

pazankaya Kır Gazinosu’nda, Ada Dostlan Demeği, Adalar Belediyesi, Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN- Uluslararası Türkiye Merkezi tarafın­..

hat ve daha sıcak olması..." Sanatçının günlük yaşamı saat 8.30’da başlıyor; genellikle yıllık program çıkaran Baykam’ın gün­ lük fizyolojik

kütleçekimi tarafından daha kolay “yakalanabilmek” için hızını saatte 1950 kilometreye indirdi ve enerjisini Güneş’ten sağlayan. Juno güneş

chamber – nötron elektrostatik levitasyon odası) projesinin amaçlarından biri, çok farklı bir deney düzeneği kullanarak cama dönüşüm mekanizmasını çözmek..

Bazal hücreli adenom, tükrük bezlerinde sıklıkla parotis bezinde nadir rastlanan epitelyal bir tümör olup, monomorfik adenomların bir alt tipidir.. Bazal hücreli adenom

ilk izlenim: Çok topal, çok kör, çok gözlüklü, çok uzun, çok çirkin bir adam (?) Tek oğlu Çetin’in ortaokula başladığı sınıfı almak istemiş lisenin

VEFAT T7:sııv^ Kahramanmaraş'lı Hıfzı ve Hacer Kısakürek'in oğlu, Fahriye Gemci ve Sıddık Kısakürek'in kardeşi, Nilüfer ve Gültekin Başak'ın enişteleri, Volkan