• Sonuç bulunamadı

MELEĞİMİN KANATLARI

Ben Şanslı…

Keşke hayatımı da ismimle uyumlu geçirebilseydim.

Daha dünyaya gelmeden babam ölmüş. Ondan bana kalan tek şey, babaannemin sakladığı fotoğraflar.

Doğumumdan üç ay sonra ise annem, beni yetimhaneye bırakmış. Mışlı konuşuyorum çünkü tüm bunlar kendimden bihaber olduğum dönemlere denk geliyor. Olan biteni ise beni yanına alan babaannemden öğreniyorum. Annem, bana ulaşmaya hiç çalışmadı ben de ona. Anlayacağınız babam madden, annem ise manen ölmüştü benim için.

Babaannemle birbirimizin her şeyi olduk. Ne onun benden başka ne de benim ondan başka kimsemiz vardı bu dünyada. Mimarlık okudum ve yıllardır beklediğim o gün gelip çatmıştı. Diplomamı alacaktım. Babaannem beni kapıdan her zamanki gibi dualarıyla yolculadı. Tombik yanaklarını sıktım, öptüm ve bir güzel de tembihledim:

Babaanne, sakın geç kalma. Otobüse bin, gelince beni ara, ben seni karşılarım, deyince o da: Senelerdir bu anı bekliyorum. Hiç geç kalır mıyım, dedi.

Ben de onu bir kez daha öpüp yola koyuldum. Mezuniyetim için elleriyle diktiği elbiseyi giymiştim. İçim içime sığmıyor, tören saati için sabırsızlanıyordum. Birkaç işimi de hallettikten sonra mezuniyet alanına geldim. Herkesin ailesi yanındaydı. Babaannem gecikiyordu. Aradım aradım açmadı. İçimde bir endişe oluşmaya başladı ; ama bir yandan zihnime olumlu düşünceler getirmeye çalıştım. Sonunda tören başladı.

“Okulumuzu birincilikle bitiren Şanslı Demir ’i diplomasını almak üzere sahneye davet ediyorum.”diye anons edildiğimde heyecandan elim ayağım titriyordu. Gözlerim ise hep babaannemi aradı.

Yavaşça sahneye çıktım. Diplomamı aldım, konuşmamı yaptım. Yoktu. Senelerdir beklediğimiz anı nasıl kaçırırdı? Acaba başına bir aksilik mi geldi diye düşünürken telefonum çaldı. Arayan babaannemdi. Hemen açtım. ”Babaanne nerde kaldın?

Beklerken çok endişelendim. Diplomaları çoktan aldık. Az sonra bitecek tören. ”dediğim anda sözümü yabancı bir kadın sesi böldü. ”Makbule Hanım’ın torunuyla mı görüşüyorum?” dedi. Sesim titreyerek : Evet benim, siz kimsiniz? Babaannem nerede?

İyi mi? Başına bir şey gelmedi, değil mi?” diye soru yağmuruna tuttum. ”Büyük Anadolu Hastanesinden arıyorum, hemen gelseniz iyi olur. ‘’ dedi.

AHSEN GÜDELOĞLU

Telefon elimden düştü. Donup kaldım. Tören yerini terk edip hastanenin yolunu tuttum.

Çantamı tören yerinde unuttuğum için taksiye binemedim. Vakit kaybedip geriye dönemezdim. O an o kadar hızlı koşmaya başladım ki sanki bütün gücümle koşarsam ona bir şey olmayacakmış gibi hissediyordum. Soluk soluğa kalmıştım.

Hastaneye geldiğimde ise dünyalar başıma yıkıldı. Hemşire, beyaz bir çarşafla üstünü örtüyordu. Ölüm saati 15:35 dendiğinde kalbime saplanan çok şiddetli ağrıyla çöküp kaldım. Sanki kalbim yerinden sökülüyordu. O benim bir tanemdi, bütün dünyamdı, sarıp sarmalayanım, koruyup kollayanımdı, can yoldaşımdı, beni bırakıp gidemezdi.

Örtüyü kaldırdım. Ellerinden tuttum. Öptüm , öptüm, öptüm. Sımsıkı sarıldım. Gözle-rimden akan yaşlar, yanaklarını ıslatıyordu. Sanki benimle birlikte o da ağlıyordu.

Götürmemiz lazım, dediklerinde hıçkırıklar içinde yığılıp kaldım.

Sonraki günler, haftalar nasıl geçti farkında değildim. Dünyam ekseninden çıkmış, bütün renkler solmuş, güneşim doğmaz olmuştu. Toparlanamıyordum. Gelen her teklifi geri çeviriyor, kendi içimde derinlere sürükleniyordum.

Bir gün kapı ısrarla çaldı. Sesi duyuyor, ama yerimden kalkmıyordum. Nasılsa gider diye düşündüm. İnatla çalmaya devam edince açtım. Gelen bir avukattı ve babaannemin vasiyeti gereği bana bıraktıklarını bildirmek ve işlemlerin gereğini yapmak üzere … Sözlerini sürdürüyordu ama onu dinlemeyi sürdüremedim.

Gözlerimden sicim gibi yaşlar süzülüyordu. Anlıyordum ki , bu dünyada yokken bile beni kollamaya, en zor zamanlarımda yine imdadıma yetişmeye devam ediyordu.

Beni duyduğunu bilerek şunları söylemek isterim ki meleğim, talihsizliklerle dolu hayatımda adıma hakkını veren en değerli varlığımsın , ben seninle şanslıyım . Senden güç almaya devam edeceğim ; çünkü biliyorum ki kanatların hep üzerimde olmaya devam edecek.

AHSEN GÜDELOĞLU

MELEĞİMİN KANATLARI

TEŞEKKÜRLER

Aydınlığa ulaştıran yolları gösterir, Etrafına ışık saçan, güzel gözlerin.

Çevrendekilere bir bak , hepimiz senin eserin;

Tüm insanlar sana gönülden teşekkür etsin.

Okumayı, yazmayı, büyükleri saymayı;

Konuşmayı, dinlemeyi,küçükleri sevmeyi, Öğretensin daha pek çok güzel değeri, Bilmeli tüm insanlar, sana teşekkür etmeyi.

Şehitlerimize vefayı, kıymetli al bayrağı,

Üzüldüğümüzde gülmeyi, düştüğümüzde yeniden doğrulmayı, Öğretensin çalışmayı, üretmeyi, direnmeyi ,

Bilmeli tüm insanlar, sana teşekkür etmeyi.

Birbirinizi sevin dersin, biliriz hepimizi seversin, Hep iyiliğimizi istersin; çalışın , üretin dersin,

Ne kadar uğraşsam da sözlere sığmayacak değerdesin, Tüm insanlar sana gönülden teşekkür etsin.

EMRİYE VAROL

HAYALİMDEKİ ÖĞRETMEN

Öğretmen olmak isterim;

Sözlerimle gönülleri mest etmek,

Gözyaşlarını silerek yüreklere su serpmek, Ümitleri yeşertmek, sevinçleri büyütmek…

Öğretmen olmak isterim;

Çocuklarıma sadece iyiyi, güzeli, sevgiyi değil,

Karşılarına çıkacak acıyı, mücadeleyi, zorluğu da anlatmak, En büyük mücadele ise, alın teriyle çalışıp helalinden kazanmak.

Öğretmen olmak isterim,

Onlara her baktığımda duygulanan;

Sadece öğretmenleri değil arkadaşları da olan,

Dertlerini çekinmeden, heyecanlarını coşkuyla anlattıran.

Elimde tebeşirim, karşımda ümit çiçeklerim, Yüreğimdeki heyecandan ürperen fikirlerim;

Tahtaya döndüğümde arkamda yükselen sözlerden, Sevildiğimi duyarak gururlanmak isterim.

Hayallerindeki öğretmen olmak isterim, masallarında taht kurmak, Karanlıklara karşı dimdik durup aydınlık yarınlara inandırmak, Umutlarını kanatlandırıp enginlere uçurmak,

Yüreklerinde filizlenmek, köklenip orman olmak…

HÜMEYRA MIRIK

KENDİNİ ÖLDÜRDÜN

Cuma günü buluşmak için Esin’le sözleşmiştik. Okul çıkışı bizim eve gidip planladığımız gibi komedi filmi izleyecektik. Doktor olan annem ve babamın nöbetleri vardı. Bu yüzden ev boş olacaktı, rahattık yani.

Çıkış zilinin ardından koşarak bahçeye çıktım. Etrafa bakıp Esin’i aradım. Çıkış kapısının önünden el sallıyordu. Hemen yanına koştum. Konuştuğumuz gibi önce markete uğrayıp sepeti doldurduk. Evlerimiz yakındı, ailelerimiz de tanışıyordu. Bu yüzden izin konusunda sıkıntı olmadı.

Eve geldiğimizde evin boş olduğunu bilmenin rahatlığıyla eşyalarımızı bir kenara fırlatıp üzerimizi değiştirdik. Mutfağa geçerek aldıklarımızı yemeye hazır hale getirdik. Daha sonra internet kablosunu televizyona bağlayarak filmi açtım. Yaklaşık iki buçuk saat sürdü ve oldukça eğlendik. Biraz da oturup sohbet ettik. Saat yedi buçuğa geliyordu.Korna sesini duyup pencereden baktığımızda Esin’in babasının gelmiş olduğunu gördük.

Esin’e yöneldim. Dudaklarımı büzerek: “Gitme vakti” dedim ve sarıldım. O da bunun üzerine: Açelya sağlam kemiğim kalmadı, sayende sürünerek gezeceğim, dediğinde gülümsedim ve omzuna vurarak : Yarın görüşürüz, deyip onu uğurladım.

Annemlerin gelmesine daha vardı . Ne yapsam diye düşünürken aklıma son günlerde herkesin dilinde olan korku filmini izlemek geldi. Filmi ayarlayarak koltuğa yerleştim ve kucağıma cips kasesini aldım. Genelde bu tür filmlerden korkmazdım, hatta saçma bile gelirlerdi. Filmdeki kız, unutamayacağı bir olay yaşıyor ve bu olayın ardından garip sesler duymaya, görüntüler görmeye başlıyor. Kime anlatırsa anlatsın herkes böyle bir şeyin olmayacağını söylüyorlar. Filmin sonlarına doğru kız, oturma odasına geçip eline kağıt kalem alarak yazmaya başladı.

Ne yazdığını görmek umuduyla ekrana yaklaştım ama göremedim. Umursamaz bir şekilde “Yine aynı terane” dediğim sırada televizyonun sesi kısıldı. Kumandayı alıp sesi açmaya çalıştım; ama nedense açılmıyordu. Kumandayı koltuğa fırlatıp televizyonun fişini çekeceğim sırada sesler gelmeye başladı. Ekrana baktığımda görüntü karıncalanmaya başlamıştı. Hareketsiz duran kız bir anda ayağa kalkarak gülmeye başladı .Sonra televizyonun sesi birden açıldı. Volümü demin kurcalarken o kadar yükseltmişim ki kızın ağzından dökülen: “Kendini Öldürdün” sözleri adeta beynimde yankılandı. Son sahnede bıçağın boynunu kesişini gördüm.

SENA NUR YAĞIR

Film bitmişti. Öylece televizyona bakıyordum. Siyah ekran üzerinde beliren yazıları okumaya başladım. Gerçek hayattan alıntı olduğunu okuyunca bir kahkaha attım.

“Tam bir saçmalık” dedim.Okumaya devam ettiğimde on yedi yaşında olan A.B.’nin 18 Ekim 2017 tarihinde evlerinin oturma odasında ölü bulunduğu yazıyordu. Gülmem bir anda kesildi çünkü bu, benim ismimin ve soy ismimin baş harfleriydi: Açelya Bulut.

Ayağa kalkarak duvardaki takvimin yaprağına baktığımda gözlerimi kocaman açtım:18 Ekim 2017 yazıyordu. ‘’Nasıl yani,neler oluyor,bu da ne demek ‘’ deyip hemen televizyonu kapatmak istedim.Bir an önce kapatırsam tüm bu saçma çağrışımlar sona erecek diye düşünüyordum.Kapatma düğmesine uzandığım sırada ensemde bir nefes hissettim. Arkama dönmeyi yeltendim ama boynumdaki soğuk metal bunu engellemişti.

Gözlerimi televizyon ekranındaki yansımama çevirdiğimde hissettiğimin bıçak olduğunu çeliğin yansımasından anladım.Üzerine sinmiş ağır sigara kokusunu duyduğum adamın boğuk sesinden duyduğum son kelimeler şunlardı:“Kendini öldürdün.”

SENA NUR YAĞIR

KENDİNİ ÖLDÜRDÜN

KARARLIYIZ

Yıl, 2016. Temmuz ayının sıcak günleri. Malazgirt’te, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda kan kırmızı alfabeyle destanlar yazmış bir neslin çocukları; ecdadını,tarihini nereden geldiğini unutmuş gibiler. Ev, araba, çoluk çocuk gibi dünyalık derdine düşmüşler diye aklımızdan geçirdiğimiz günlerdi. Ama ne kadar yanıldığımızı görmek, çok da uzun sürmeyecekti. Eli kanlı, yüreği kirli, kin ve nefret tohumlarıyla beslenmiş, alçaklık ve ihanetle yetiştirilmişlerin yaptıklarıyla öğrenecektik işin aslını.

On beş temmuz gecesi askerini sokakta gören bu millet, niyetlerinin bu kadar alçak, gözlerinin kanla bürünmüş olduğunu bilmiyordu.Bu ülkede doğmuş, bu ülkenin ekmeğini yemiş, bu milletin emeğiyle okuyup, bir takım rütbelere gelmiş, montajı ve program yüklemesi dışarıdan yapılmış asker müsveddelerinin silahları, kendilerine doğrulana kadar.

Evlerinize gidin , sesinizi kesin, hiçbir şeye karışmayın,kırın dizinizi oturun diyorlardı, bu millete, milletin özünde taşıdığı mayayı unutarak. Ama unuttukları, bu milletin hamurunda doğuştan vardı. Sadece ihtiyaç duyulup ortaya çıkarılmamıştı.

Benim Mehmet’im diye bildiği evlatları, göğüslerine dayamıştı süngülerini. “Etmeyin evlatlarım ben sizin ananızım, beni mi vuracaksınız” diye bağırıyordu, bir yaşlı ana.Vurdular.Etmeyin kuzularım, siz benim çocuğumsunuz, diyen, elinde kınasından başka hiçbir şeyi olmayan o anayı vurdular. Komutanın :’’Vatan bugün senden şahadet bekler Ömer” emrini alan o koç yiğidi, vurdular. Elinde bayrak “Allahuekber” diyen yüzleri vurdular.Ruhsuz ve duygusuz robotlardı adeta. Hiç acımadan vurdular.Ulusal egemenliğimizin simgesi meclisimize,başkentimize bomba yağdırdılar.

Oysa ‘’Kadına dokunmayacaksın. Yaşlıya, çocuğa dokunmayacaksın. Aman dileyene, silahsıza dokunmayacaksın.’’ demiyor muydu Resulullah Bedir‘de Uhut’ta sahabesine?

Müslüman, aman dileyene dokunmaz; mazlumu ezmez;düşene vurmaz;kadına, yaşlıya el kaldırmaz. Peki bunlar neyin davasındaydılar tüm bu çirkin davranışlarıyla. Ne resulü dinlemişlerdi o gece ne de Türklükle alakaları vardı.

Üzerlerindeki kutsal bayraklı üniformalarına rağmen ne çocuğu gördüler ne de kadını.

Ne yaşlı tanıdılar ne de günahsız. Oysa ellerinde silah yerine bayrak vardı sadece o masum insanların. Dillerinde ise hiç eksilmeyen Allahuekber bağırışları.. Kurşun yağdırdılar asil milletin cesur evlatlarının üzerine.

Benzer Belgeler