• Sonuç bulunamadı

AKDAĞ GEZİSİ... 3 İSTİKLAL MARŞI NIN KABULÜ.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AKDAĞ GEZİSİ... 3 İSTİKLAL MARŞI NIN KABULÜ."

Copied!
35
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)
(4)

İÇİNDEKİLER

AFAD EĞİTİMİ ……….. 1

AĞAÇLANDIRIYORUZ ………. 2

AKDAĞ GEZİSİ ………..…. 3

İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ ………. 4

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ .………. 5

FOTOĞRAFÇILIK KULÜBÜ ETKİNLİĞİ…... 6

SÖYLEŞİ ( HALİT ERTUĞRUL ) ……….. 7

KUR’AN- I KERİM HEDİYE ……….. 8

KİTAP OKUMA ETKİNLİKLERİ ……… 9

MÜNAZARA ETKİNLİKLERİ ……….. 10

NAMIK KEMAL LİSESİ ZİYARETİ ………... 11

REGAİP KANDİLİ ………..………….. 12

SAĞLIKLI YAŞAM SEMİNERİ ……….. 13

SATRANÇ TURNUVASI ……….. 14

TEMA VAKFI EĞİTİMİ …………..………….. 15

YER, GÖK KIZIL KAN! …………..………….. 16

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ! ….…..………….. 17

MELEĞİMİN KANATLARI ……..………….. 18

TEŞEKKÜRLER ………. 20

HAYALİMDEKİ ÖĞRETMEN ………. 21

KENDİNİ ÖLDÜRDÜN ……..………. 22

KARARLIYIZ ………...………. 24

GÖZ YAŞLARI ………..…...………. 26

GÖNÜL RAHATLIĞI …….…...………. 28

DÜŞ BAHÇESİ …….…...………. 29

(5)

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı veya kısa adıyla AFAD; 29 Mayıs 2009 tarih ve 5902 sayılı kanunun 17 Haziran 2009'da Resmî Gazete'de yayımlanmasıyla;

İçişleri Bakanlığı Sivil Savun- ma Genel Müdürlüğü (SSGM) ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Başba- kanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü (TAY) yerine kurulan afet ve acil durum yönetimi kuru- mudur. Kurum Türkiye Cum- huriyeti İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak çalışmaktadır.

Afet öncesi hazırlık ve zarar azaltma, afet esnasında ya- pılacak müdahale ve afet sonrasındaki iyileştirme ça- lışmalarının yönetim ve koordinasyonunu gerçekleş- tirmek, kurumun temel gö- rev ve amacıdır

.

AFAD NEDİR?

AFAD EĞİTİMİ

Sınıflarımızda AFAD Ekipleri

tarafından tüm öğrencileri-

mize Afet ve Acil Durum

Bilgilendirme ve Bilinçlen-dirme

Eğitimi verildi.

(6)

Sayısı günden güne azalan ağaçların önemi dünyamız için oldukça büyük. Fakat

‘ağaç’ kavramına çok alıştığımız ve doğamızın bir parçası olduğu için onu yer yer unutabiliyoruz.

======================

İşte ağaçların yedi önemli faydası:

======================

1) Şehirleri serinletir.

2) Erozyon riskini azaltırlar 3) İnsanları ultraviyole ışın- lardan korurlar

4) Havayı temizlerler

5) Aldıkları suyu, daha fazla-

sıyla geri verirler

6) Ağaçlar tüm evren için

gıda kaynağıdır.

7) Ağaçlar sağlık kaynağıdır.

======================

AĞAÇ DEĞERLİDİR…

AĞAÇLANDIRIYORUZ …

Okul Aile Birliği tarafından temin

edilen fidanlar öğretmenlerimiz,

öğrencilerimiz ve personelimiz

tarafından okul bahçesine dikildi.

(7)

LÂDİK AKDAĞ TURİZM MERKEZİ Lâdik İlçesi’nin sırtını yasladığı 1800 metre yükseklikteki Akdağ, adından da anlaşılacağı üzere kış ayları boyunca beyazlara bürünür. Bugüne dek yalnızca yöre halkının nimetlerinden faydalanabildiği Akdağ, aslında her zaman ilgi odağıydı.

Daha çok yaz aylarında yapılan yayla şenlikleri ile adını duyuran yaylanın uygun zemini birçok çim kayağı meraklısının dikkatini çekmiş, ve daha sonraları bu amaçla birçok organizasyona ev sahipliği yapmıştır.

Geçtiğimiz yıllarda yapılan 1500 metre uzunluğundaki telesiyej ve konaklama amaçlı yatırımların ardından bölge kış turizmine de uygun hale gelmiş ve turistik kayak tesisi hüviyeti kazanmıştır. Konumu dolayısıyla Samsun’un yanı sıra; Amasya, Çorum, Tokat gibi civar illerin de yoğun ilgisiyle her geçen gün daha çok tanınan ve ziyaret edilen “Ladik Akdağ Kış Sporları Merkezi” bölgenin kış turizmi odaklarından biri haline gelmiştir.

TANIYALIM…

AKDAĞ GEZİSİ

16 Şubat 2020 Pazar günü 40 öğrenci ve 4 öğretmen

ile birlikte

Ladik Akdağ gezisi düzenlendi.

(8)

18 MART

ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale zaferimizin 105. Yıl dönümünde öğrencilerimiz ve öğretmenlerimizle birlikte

etkinlikler düzenlendi.

İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜNÜN 99. YIL DÖNÜMÜ “İstiklal ve istikbal mücadelemizin en çetin geçtiği dönemlerde yüreği vatan- millet sevgisiyle ve bağımsızlık aşkıyla yanan Mehmet Akif Ersoy’un kaleme aldığı İstiklal Marşı, aziz milletimizin hissiyatına tercüman olmuştur.

Milli birlik ve beraberliğimizi, milletimizin bağımsızlığa olan tutkusunu en veciz biçimde ortaya koyan İstiklal Marşı, istiklal mücadelesini geleceğe taşıyan ve bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz

‘milli mutabakat metni’dir.

Milletimizin bağımsızlığa ve kutsal değerlerine olan inancını destanlaştıran İstiklal Marşımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Milli Marş olarak kabul edilişinin 98. yıl dönümünü kutluyor; başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm kahraman şehitlerimizi ve Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’u rahmet ve minnetle anıyorum.”

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan

12 MART 1921

İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ

İstiklal Marşı'nın kabulünün

yıl dönümü ile ilgili

etkinlikler düzenlendi.

(9)

ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale Savaşı veya Çanakkale Muharebeleri, I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.

İtilaf Devletleri; Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul'u zapt etmek suretiyle Almanya'nın müttefik- lerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaç- ları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'nı seçmişlerdir.

Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.

18 MART 1915

18 MART

ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale zaferimizin 105. Yıl dönümünde öğrencilerimiz ve

öğretmenlerimizle birlikte

etkinlikler düzenlendi.

(10)

FOTOĞRAFÇILIK SANATI

Fotoğrafçılık Sanatı: XIX. yy’ın ikinci yarısından sonraki teknik gelişmeler, fotoğrafçılığa sanatsal bir nitelik kazandırdı. Öteden beri bir anlatım aracı olması, olayları tam bir nesnellikle saptayabilmesi ve sanatçının kişisel yorum anlayışı ile dünya görüşünün buna katılması fotoğrafçılığa sanatsal ve öznel bir nitelik ekledi.

1920 yıllarından sonra gelişen sanat fotoğrafçılığında Laure Albin-Guillot, Man Ray, Brassai Andre Ker-tesz, Eli Lotar, Rene Zuber, Daniel Maselet Makoly-Nagl, Steichen, Yusuf Karsh, Andre Kertesz’in katkıları anılmalıdır.

Günümüz röportaj türünde Cartier Bresson, Robert Doisnau moda dalında Seeberger kardeşler, Guy Bourdin, reklam fotoğrafçılığında Meerson, Lorelle, P. Jo-han ün kazandı.

Türkiye’de ilk fotoğraf sergisi Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde 1932 yılında açıldı, ilk fotoğraf öğretimi de bu kuruluşun resim bölümünde başladı (1937).

1947’de Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda fotoğraf dersleri, 1962′de de Güzel Sanatlar Akademisi’nde fotoğraf atölyesi kuruldu. Ş. Barutçu, B. Gelenbevi, Ara Güler, Şakir Eczacıbaşı, G. Çizgen, Fikret Otyam, Ersin Alok, Sami Güner, Güler Ertan, Selmin Başak, Mehmet Bayhan, İ. Çelik, bu konuda etkinlik gösteren fotoğrafçılarımızdandır.

FOTOĞRAFÇILIK

FOTOĞRAFÇILIK KULÜBÜ ETKİNLİĞİ

Fotoğrafçılık Kulübümüzün Etkinlikleri kapsamında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Yakup Kaptan tarafından öğrencilerimize fotoğrafçılığın günümüzdeki önemi konusunda bilgilendirme

ve söyleşi yapıldı.

(11)

HALİT ERTUĞRUL

Halit Ertuğrul, eğitimci bir yazardır.

Adıyaman Besni Şambayat Nahi- yesinde dünyaya gelmiştir. Ortaokulu Kırşehir'de okumuştur. Daha sonra Niğde Eğitim Enstitüsü ve Gazi Eğitim Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Denetimi anabilim dalından mezun oldu.

Cumhuriyet üniversitesi Kamu Yönetimi, Yönetim Bilimleri alanında Yüksek Lisansını tamamladı. Sakarya Üniversitesi Sosyoloji bölümünden de doktorasını aldı. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde ilkokul öğretmenliği yaptı.

Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde de bulunmuştur. Milli Eğitim bakanlığı merkez teşkilatına geçti ve Kurul Uzmanı Ve Bakan Danışmanı olarak görev yaptı.

Akademik çalışmalarını yaptıktan sonra Halit Ertuğrul çeşitli üniversitelerde yöneticilik ve öğretim üyeliği yaptı. Yurt içi ve Yurt dışında çeşitli bilimsel ve kültürel faaliyetlerde bulundu. meslek yaşamı boyunca eğitim, kültür alanında 50'ye yakın kitap çıkardı.

Çok sayıda makale ve yazı yayınladı.

Kitapları çok sayıda ödül aldı ve çeşitli dillere çevrildi. Yazarın bazı kitapları Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tavsiye edilen kitaplar arasında yer aldı.

Yazarın bir çok eseri baskı rekorları kırdı ve bundan dolayı yılın yazarı seçildi.

SÖYLEŞİ

BAŞARININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER VE BAŞARMAK

Eğitimci-Yazar Halit Ertuğrul tarafından öğretmen ve öğrencilerimize Başarının

Önündeki Engeller ve Başarmanın Yolları konulu

seminer verildi.

(12)

İnfak ve tasaddukun bir şekli de hediye vermektir. Hediye, sosyal hayatta kişiler arasında sevgi ve yakınlaşmayı artıran; kırgınlık ve mesafeleri ortadan kaldıran önemli bir âmildir. Özellikle insanların ihtiyaç, merak ve arzularına göre, karşılıksız hediyeler vermek, güzel sözlerle, tebessümle kalplere sevinç ve sürur nakşetmek; hem dünyevî hem uhrevî kazançlara vesiledir.

Allah Teâlâ: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe, gerçek iyiliğe aslâ erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz şüphesiz ki Allah, onu hakkıyla bilendir.” (Âl-i İmrân, 92) buyurmaktadır.

Peygamber Efendimizin Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur: “Hediyele- şiniz ki, birbirinize olan muhabbetiniz ziyadeleşsin!” (Muvattâ, Hüsnü’l-Hulk, 16; Buhârî, el-Edebü’l-Müfret, no: 594;

Münâvî, III, 271)

Hediyeleşmek, insana çok çeşitli güzellikler kazandırır:

1- Hediye, Allâh’ın muhabbetini kazanmaya vesîledir. Allah Teâlâ bir kudsî hadîste şöyle buyurur:

2- Hediye, insanlar arasındaki sevgiyi artırır.

3- Hediye, gönüllerdeki kırgınlığı ve sû- i zannı giderir.

4- Hediye, sıla-i rahmi (akrabalık bağlarını) güçlendirir.

5-Hediye, rızıkta berekete vesîledir.

6-Hediye alan da veren de kazançlıdır.

7-Hediye, komşunun komşu üzerindeki hakkıdır.

HEDİYELEŞMEK

KUR’AN- I KERİM HEDİYE ETKİNLİKLERİ

Okul Aile Birliğimizin çabalarıyla hayırsever vatandaşlarımız

tarafından okulumuza bağışlanan Kur'an-ı Kerim’ler, Okul Müdürümüz Nurcan Özan

Güler, Müdür Yardımcılarımız, Okul Aile Birliği Başkanımız İhsan

Kurnaz ve Yönetim Kurulu Üyelerinin katılımıyla düzenlenen

törenle tüm öğrencilerimize

hediye edildi.

(13)

Sanıldığı gibi İslam’ın ilk emri oku değildir. İslam’ın ilk emri Yaratan Rabbinin adıyla okudur.

Yaratan Rabbi tanımak ve O’nun adına okumak. Rablerin işgalindeki dünyada, eşi ortağı olmayan, her şeyi yoktan var eden Yüce Rabbi tanımak. Yüce Yaratıcıyı, aynı zamanda hayatımızın yönetici olarak kabul etmek. Rab olarak, yönetici ve terbiye edici olarak yalnızca O’nu kabul etmek.

O’nun ölçüleri doğrultusunda, O’nun uygun gördüklerini, O’nun için okumak. O’na yaklaşmak için ve O’nun olmak için okumak.

Bu emir doğrultusunda başlaması gereken okuma için öncelikli kaynak Yüce Yaratıcının kelamı Kur’ân’dır.

Kur’ân, okunan kitap demektir. O halde o, hep okunmalıdır. Sonra diğer kitaplar okunmalıdır. Ama hep Kur’ân merkezli okunmalıdır.

Zira Kur’ân, okumanın sınırlarını, amacını ve nasıl olması gerektiğini belirlemektedir. Evet, tüm kitaplar, o bir kitabı anlamak için okunur, ama diğer kitaplar okunurken Kur’ân okuma asla ihmal edilmemelidir.

İLK EMİR : OKU!

KİTAP OKUMA ETKİNLİKLERİMİZ

Kitap Okuma Etkinliklerimiz okul idaresince hazırlanan program

dahilinde öğretmen ve öğrencilerimiz tarafından devam

ettirilmektedir.

(14)

Herhangi bir konu üzerinde zıt düşün- celerin karşılıklı olarak savunulmasına Münazara denir.

Münazarada önemli olan "savun- ma"dır. Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir.

Münazara için genellikle üçer ya da dörder kişilik iki grup kurulmalıdır.

Gruplardan birisi işlenecek konuya olumlu, diğeri ise olumsuz yönden savunmalıdır. Yani, bir grup "tez", diğer grup ise "antitez"i almalıdır.

Ayrıca, münazara yapacak kişileri değerlendirecek bir "jüri" seçilmelidir.

Jüri, ya başlangıçta ya da münazara yapılacağı gün seçilebilir.

Konuşmacıların savunmalarının gücü kadar, taraflı ve tarafsız dinleyicilerin gösterilerinin de jüri üzerinde etkisi bulunur.

Münazaraya katılacak kişiler ve jüri üyeleri münazara tekniği konusunda bilgilendirilmelidir.

İki grup da kendi aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara gününe kadar hazırlıklarını tamamlamalıdır.

Konuşmacılara, araştırma için en az 2- 3 hafta süre verilmelidir.

Gruptaki her kişi savundukları konunun değişik alt konuları hakkında konuşmak zorundadır. Birden fazla kişi, aynı alt konuyu savunamaz.

Münazarada yazılı metne bakarak okuma olmaz. Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. Konuşmacıların, konularını bir kâğıda yazıp okumaları çok yanlıştır.

MÜNAZARA

MÜNAZARA ETKİNLİKLERİ

Münazara Ekibimiz Finallerde...

Diyanet TV tarafından ülke genelinde Anadolu İHL öğrencileri arasında organize edilen “HATİBİN KUM SAATİ”

adlı münazara yarışmalarına, Türk Dili

ve Edebiyatı Öğretmenimiz İpek

KESİMOĞLU'nun danışmanlığında,

hazırlanan okulumuz Münazara ekibi,

ilk elemeleri aşarak finallere katılma

hakkı kazandı. 10. Sınıf öğrencilerimiz

Rumeysa AKBOLAT , Emine Gül ÇALIK,

Sümeyye KILIÇ ve Esra ÇAĞLAR'dan

oluşan ekibimiz, 19-20 Aralık 2019

tarihlerinde Ankara'da düzenlenecek

finallere katılmak üzere Ankara'ya

(15)

Sözlükte “değer verilen birini, bir yeri görmeye gitmek” anlamında masdar olan ziyâretin kökü zevr de aynı anlamdadır ve hem ziyaret etmeyi hem de ziyaret edeni anlatır.

Ancak “ziyaret eden” anlamında zâir (çoğulu züvvâr) kelimesi daha yaygındır. Züver ve mezâr da “bir kimseyi görmeye gitme” mânasını ifade etmekle beraber mezar ayrıca

“ziyaret edilen yer” anlamına gelir ve Türkçe’de kabirle birlikte bu anlamda kullanılır.

Ziyaret ibret almak için kabirleri, sevap kazanmak için mübarek yerleri, akrabaları ve hastaları görmek gibi amaçlarla gerçekleştirilir.

Kur’an’da ziyaretle ilgili tek âyet, İslâm öncesinde dinî gayretle değil kabile mensuplarının sayısına ölülerin de dahil edildiğini göstermek suretiyle yapılan kabir ziyaretleriyle övünmeyi eleştiren, “Çokluğunuzla övünmek kabirlere girinceye kadar sizi oyaladı”

meâlindeki âyettir.

(et-Tekâsür 102/1-2).

ZİYARET

NAMIK KEMAL LİSESİ ZİYARETİ

Namık Kemal Anadolu Lisesi'ni ziyaret ettik.

Okulumuzda yürütülen E-Twinning Projesi kapsamında Namık Kemal Anadolu Lisesi'ni ziyaret ederek proje çalışmaları hakkında bilgi alışverişinde bulunduk.

Her iki okulun öğrencileri birbirilerine kitap ve fidan hediye ettiler. Proje çalışmalarında desteğini esirgemeyen okul idarelerine, katkı sağlayan öğretmen ve öğrencilerimize teşekkür ederiz.

(16)

“Recep ayının ilk Cuma gecesine Regaip gecesi denir. Regâip, Arapça bir kelimedir ve "reğa-be" kökünden gelmektedir. "Reğa-be" kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarfetmek demektir.

Regâip kelimesi Kur'an'da geçmemektedir. Ancak "reğabe"den türemiş olan çeşitli kelimeler, Kur'ân'da sekiz yerde geçmekte ve

"reğabe"nin ifâde ettiği mana için kullanılmaktadır.

Terim olarak Regâip, Türkçe'de kandil geceleri dediğimiz mübârek gecelerden biridir. Hicrî takvime göre, yedinci ay olan Receb'in ilk cuma gecesi Regaip kandilidir. Bu gecede Yüce Allah'ın rahmet, bağış ve yardımlarının dağıtıldığına inanılır.

Regâip gecelerinde dua etmek, tövbe ve istiğfarda bulunmak, bu geceyi çeşitli ibâdetlerle geçirmek, genel olarak alimler arasında kabul görmüştür.

Resûlullah ümmetine şu duayı telkin etti:

“Ey Allâhʼımız! Recep ve Şâbânʼı mübârek eyle, Ramazanʼa mülâkî eyle / ulaştır.”(Taberânî, Evsat, IV, 189;

Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259)

REGAİP KANDİLİ

REGAİP KANDİLİ

Regaip Kandili nedeniyle öğrencilerimiz tarafından hazırlanan program beğeni ve

ilgiyle izlendi.

(17)

SAĞLIKLA İLGİLİ ÖNEMLİ GÜN VE HAFTALAR

* Verem Eğitimi ve Propaganda Haftası ( 4-10 Ocak)

* Dünya Cüzzam Günü (Ocak ayının son pazar günü)

* Dünya Kanser Günü ( 4 Şubat )

* Dünya Sigarayı Bırakma Günü ( 9 Şubat )

* Yeşilay Haftası ( 1-7 Mart )

* Dünya Kulak ve İşitme Günü ( 3 Mart )

* Tıp Bayramı ( 14 Mart )

* Dünya Böbrek Günü (Mart ayının 2. perşembesi)

* Yaşlılar Haftası ( 18-24 Mart )

* Dünya Ağız Sağlığı Günü ( 20 Mart )

* Down Sendromlular Günü ( 21 Mart )

* Dünya Su Günü ( 22 Mart )

* Dünya Tüberküloz Günü ( 24 Mart )

* Kanser Haftası ( 1-7 Nisan )

* Dünya Otizm Farkındalık Günü ( 2 Nisan )

* Dünya Sağlık Haftası ( 7-13 Nisan )

*Dünya Parkinson Hastalığı Günü ( 11 Nisan )

* Kalp Sağlığı Haftası (Nisan Ayının İkinci Haftası)

* Dünya Hemofili günü ( 17 Nisan )

* Aşı Haftası (Nisan ayının son haftası)

* Dünya Sıtma Günü ( 5 Nisan )

* Sağlıkçıya Şiddete Hayır Günü ( 28 Nisan )

* Trafik ve İlkyardım Haftası (Mayısın ilk haftası)

* Dünya Astım Günü (Mayıs Ayının İlk Salısı)

* Dünya Kızılay Kızılhaç Günü ( 8 Mayıs )

* İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası ( 4-10 Mayıs )

* Dünya Sağlık İçin Hareket Et günü ( 10 Mayıs )

* Dünya İnme Önleme Günü ( 10 Mayıs )

* Engelliler Haftası ( 10-16 Mayıs )

* Hemşireler Haftası ( 12-18 Mayıs )

* Dünya Hipertansiyon Günü ( 17 Mayıs )

* Dünya Süt Günü ( 21 Mayıs )

* Dünya MS Günü (mayıs ayının son çarşambası)

* Dünya Tütünsüz Günü ( 31 Mayıs )

* Dünya Hepatit Günü ( 28 Temmuz )

* Halk Sağlığı Haftası ( 3-9 Eylül )

* Dünya Fizyoterapi Günü ( 8 Eylül )

* Dünya İlkyardım Günü (Eylül ayının 2. cumartesi)

* Lenfoma Günü ( 15 Eylül )

* Dünya Alzheimer Günü ( 21 Eylül )

* Dünya Eczacılık Günü ( 25 Eylül )

* Dünya Kuduz Günü ( 28 Eylül )

* Dünya Kalp Günü ( 29 Eylül )

* Dünya Yürüyüş Günü ( 3 Ekim )

* Dünya Ruh Sağlığı Günü ( 10 Ekim )

* Dünya Görme Günü (Ekim ayının 2. perşembesi)

* Dünya Artrit Günü ( 12 Ekim )

* Dünya El Yıkama Günü ( 15 Ekim )

* Dünya Gıda Günü ( 16 Ekim )

* Dünya Anestezi Günü ( 16 Ekim )

* Küresel İyot Eksikliği Günü ( 21 Ekim )

* Hasta Hakları Günü ( 26 Ekim )

* Kızılay Haftası (29 Ekim-4 Kasım)

SAĞLIK

SAĞLIKLI YAŞAM SEMİNERİ

Öğrencilerimize Sağlıklı Yaşam ve Hijyen Konularında Seminer

Verildi.

9. Sınıf Öğrencilerimize Sağlıklı Yaşam ve Hijyen konularında

Samsun İl Sağlık Müdürlüğü Eğitimci Personeli tarafından

seminer Verildi.

(18)

Satranç, iki oyuncu arasında satranç tahtası ve taşları ile oynanan bir masa oyunu. Dünya çapında turnuvaları düzenlenir ve bir spor dalı olarak kabul edilir.

Bu oyun satranç tahtası denilen 8×8'lik kare bir alan üzerinde 32 adet satranç taşıyla oynanır. Toplam 64 karenin yarısı siyah, yarısı beyaz renklerden oluşur.

Taraflar beyaz ve siyah renkli taşları alırlar, her oyuncunun bir seferde bir hamle yapmasıyla oyun gelişir. Oyunun başında beyaz ve siyahların 16 taşı bulunur. Bunlar bir şah, bir vezir, iki kale, iki fil, iki at ve sekiz piyondan oluşur. Oyunun amacı karşı tarafın şahını mat etmektir.

Tarihçe

M.Ö. 2000'li yıllarda satrancın oynandığına dair bulgular Mısır'da piramitlerdeki kabartmalarda vardır. Satranç, MS 6. yüzyılda Hindistan'da ortaya çıktı. MS 10. yüzyıla gelindiğinde tüm Asya'ya, Ortadoğu ve Avrupa'ya yayılmıştı. En geç 15.

yüzyıldan itibaren Avrupa'da soylular arasında çok popüler bir oyun haline geldiğinden "kraliyet oyunu" olarak anılmaya başlandı.

Kurallar ve dizilişler zaman içerisinde çeşitli değişiklikler gösterdi ve 19. yüzyılda bugünkü standart halini aldı. 20. yüzyıl Avrupası'nda toplumun entelektüel üst tabakaları arasında yayıldı ve dünyanın en popüler oyunlarından biri haline geldi.

Oyunun icadı konusunda birkaç efsane mevcuttur.

Bunlardan biri Sissa ibn Dahi, buğday tanesi efsanesidir. 6. yüzyıldan beri satranç Îran'da bilinmektedir. Buradan 7. yüzyılda İslam'ın yayılışıyla birlikte Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da yayılır. Endülüs Emevîleri, İtalya, Bizans İmparatorluğu ve Rusya yoluyla oyun, 9. ila 11.

yüzyıllar arasında Avrupa'nın diğer yerlerine yayılır.

Burada bir yandan şövalyelerin yedi yiğit erdeminden sayılırken diğer yandan kilise tarafından uygun bulunmuyordu. 15. yüzyılda oyun kuralları belirleyici şekilde değişir. Bu yüzyıldan sonra bugün oynanana benzeyen modern satrançtan bahsedilebilmektedir. İspanya (16.

yüzyıl), İtalya (16./17. yüzyıl), Fransa (18./19.

yüzyıl), İngiltere (19. yüzyıl) ve Rusya (20. yüzyıl), sırayla satrançta Avrupa'nın önder ülkelerinden oldular.

19. yüzyılın ortasından beri düzenli satranç turnuvaları yapılmaktadır. İlk resmî Dünya şampiyonu Wilhelm Steinitz'tir. 1924'te Dünya Satranç Federasyonu (FIDE) kurulmuştur.

SATRANÇ

SATRANÇ TURNUVASI

Öğrencilerimiz Satranç Turnuvasında…

Okul Satranç Takımımız Genlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen Satranç

Turnuvasına

Genç Kızlar kategorisinde mücadele

ettiler.

(19)

Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı ya da kısaca TEMA, 11 Eylül 1992 tarihinde kurulmuş olan çevreci vakıftır. Erozyon ile mücadele, ağaçlandırma ve doğal varlıkların korunması temel amaçlarındandır.

Tarihçe

Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA), 11 Eylül 1992 tarihinde Ali Nihat Gökyiğit ve Hayrettin Karaca tarafından Türkiye'nin geleceğini tehdit eden erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı toplumsal duyarlılığı arttırmak ve bu mücadelenin devlet politikası hâline gelmesini sağlamak için kuruldu.

PROJELER Meşe Projesi

TEMA Vakfı'nın 1998 yılından beri sürdürdüğü Meşe Projesi, Türkiye genelinde 1 milyon hektar alanda sağlıklı meşe ormanları oluşturmayı hedeflemektedir. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın işbirliği ile gerçekleştirilen projenin toplam maliyeti 1.8 milyar Amerikan doları civarındadır.

Hatıra Ormanı

Tarım ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü ile TEMA Vakfı arasında bir protokol düzenlenmiştir. Bu protokol gereği, çeşitli illerde kişi ve kuruluşlar adına fidan dikim çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Bugüne kadar Malkara, Mudanya, Konya, Samsun, İzmir, Şanlıurfa, Antalya, Kızılcahamam ve Adıyaman gibi hatıra ormanlarında 389 bin 718 adet fidan dikilmiştir.

Bodrum Türkbükü Biyolojik Çeşitlilik ve Bitkilendirme Projesi

Bodrum ilçesinin Türkbükü ve Gündoğan köyleri hudutlarında olan 130 hektarlık alanın çevresi, doğal bitki türlerinin korunması ve geliştirilmesi amacıyla dikenli ve kafes telle çevrilmiştir.

TEM Otoyolu Bitkilendirme Projesi

Karayolları Genel Müdürlüğü, Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü, TEMA Vakfı iş birliği ile Ankara - İstanbul TEM otoyolunun 333 km'lik bölümü ağaçlandırılmıştır.

TEMA - Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün Kavacık çıkışının sağ tarafındaki kara yolu alanında ağaçlandırma ile ilgili çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

Bir Milyon Fidan Kampanyası

TEMA'nın başlattığı "Bir Milyon Fidan Kampanyası"

hedefine ulaştı. Halkın büyük ilgi ve desteği ile 1 milyon 11 bin 71 fidan toprakla buluştu.

ÖDÜLLER

TEMA, UNCCD Sekreterliği tarafından 2012 yılında ilk kez verilen Land for Life ödülünü almaya hak kazanmıştır.

TEMA VAKFI

TEMA VAKFI EĞİTİMİ

Tema Vakfı tarafından Öğrencilerimize Doğayı Koruma

Eğitimi Verildi.

(20)

YER, GÖK KIZIL KAN!

Hatırlıyorum.

Savaş. Zafer. Acılı bir çığlık. Gözyaşları. İşte kazandık! Perişan, çaresiz, yaralı ama şanlı.

İşte kazandık! Dostlar... ah, dostlar... hatırlıyorum gözlerimiz yaşlı al bayrağa bakarkenki bizi, geçmişte kalmış ama unutulmamış şanlı mazimizi.Hatılıyoruz özgürlüğe koşarken adımlarımız, adım adım yeniden yükselen bu vatan için canını feda eden o kahramanları, Çanakkale'yi hatırlıyoruz, Çanakkale geçilmez derken tek ses olan o milleti, bir daha bu millete Rabbim bu acıları yaşatmasın dediğimiz çetin günleri. Çünkü o hissi biliyoruz, geri dönemeyeceğini bile bile ölüme gitmeyi, vatansız kalmaktansa ölüme rıza göstermeyi biliyoruz.

Ağlıyoruz, sevinçten. İnsan böyle bir günde sevinir mi? Nice şehitler verildi. Ağlıyoruz, hüzünden. İnsan böyle bir günde hüzünlenir mi? Çanakkale'den geçirmedik vatanımızı bölmek isteyenleri.Kabaran duygularımızdan gönlümüz harman yeri.

İçin için ağlıyorum gerekirse canını gözünü kırpmadan bugün bile verebilecek Mehmetçiği bilerekten. O zamanlar gibi hissediyorum bu yüzden: yerden göğe acı, yerden göğe kan. Ve biliyorum: bu vatan yerden göğe kadar biz, yerden göğe kadar bizim. Başkasına yurt olmaz bu toprak, başkasına kucak açmaz. Ancak ve ancak uğruna kan akıtacak yiğitlerin vatanıdır burası, değerini bilemez bizden başkası,dilinden anlamaz,yabana açmaz kendini ,ağız dil vermez.

Her sene 18 Mart'ta gururla şahlanırken yüreğim atalarımın zaferi için, eziliveriyorum aynı zamanda neslimin böylesine bir acıyı yeniden yaşaması korkusuyla. Hep istiyorum ki Allah bu millete bir daha büyük acılar yaşatmasın, insanımı bir daha böylesi bir ateşle yakmasın, aziz yurdum ilelebet payidar kalsın.

Islak gözlerimi siliveriyorum yerine bir başkası gelirken gözyaşlarımın, soruyorum göğe bakarak, belli midir bu gözlerde kurumayan yaşların nedeni? Sevinçten mi, hüzünden mi?Bunun cevabını bilmediğim bir soru olduğunu sanıyorum vatanını kazanmaya çalışırken eşini, evlatlarını kaybedenleri bildiğimi zannederken. İçimde bir yerlerde cevabın her zaman acı olduğunu düşünüyorum. Yanılgı kurşununun farkındalığı bana erken isabet ediyor. Fark ettiğimde kırık kalbimden umut filizleniyor, anlıyorum göğsümde bir sancı yere düşerken. Gök kızıla boyanıyor gözümde. Toprağım kucaklıyor beni; toprağım evim, memleketim. İşte o zaman anlıyorum! Ben bir o zaman anlıyorum.

Sevinçten akmalı gözyaşları ve unutulmamalı şehitlerin vatan için akan kanı.

Umut her zaman baki, hiçbir zaman bitmez, asla vatan bölünmez, Çanakkale geçilmez!

ZEYNEP AYDIN

(21)

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!

Çanakkale nerededir bilir misin?

Çanakkale, Mehmed'imin iman dolu göğsünde, anaların yetimlerini uyuttuğu ninnide, babaların acıya direnen amansız kudretinde,çamur balçık içinde cepheye silah taşıyan bacıların azminde,vatan toprağımın her köşesinde açan ateş kırmızısı gelinciklerin rengindedir.

Orada şehit düştü ağabeyim, babam, atam. Orada can buldu kana bulanmış toprak, orada tek yürekti inanmış şanlı millet.

Mahpesinden kurtularak hayasızca saldıran sırtlan kümesine karşı orada yazıldı şanlı destan.O destan ki bu toprağını kanıyla sulayanların destanıdır. O destan ki anaların sonunu bile bile evlatlarını feda ettikleri cephenin destanıdır.''Ben seni vatana kurban ettim oğul , varsın ben evlatsız kalayım da vatana zeval gelmesin.'' diyerek kınalı kuzularını vatana siper eden anaların destanıdır. Doğmamış evladının hasretini taşıyan Mehmed'lerin destanıdır.Sevdiklerine doymayan yüreklerin destanıdır. Varsın görmesin bir daha anasını, evladını. Söndürür içindeki hasret korunu bağımsızlık sevdası Memmed'imin. O zaten şehit olmak,vatana kurban olmaya gitti o kanlı muharebeye.

Oldu da, şehit oldu. Mehmedim vuruldu iki cephe arası önce açlığını unuttu, hissetmedi o kalleş mermiyi. Gözüne çarptı parçalanmış kanlı gömleği, işte kanlı miğferi düştü yere.

Geçiyor gözünün önünden birer birer hasreti, özlemi,sevdiceği.Burnunda kan, barut kokusu.Hissediyor artık erişeceği mertebeyi,Mehmetçiğe kol kanat geren o eli. Zifiri karanlıkta görüyor manevi zirveyi. İçini huzur kaplıyor,biliyor kavuşacağı mertebeyi.Peygamber sancağını görüyor ve kapanıyor gözleri.

Bülbülün güle olan aşkı gibi tek yari, vatandır Mehmed'imin. Dudaklarından dökülen son sözü vatandır. O an yer gök tanıyor Mehmed'i. Ay, ışığını eksik etmiyor o gül yüzünden.Toprak, ana kucağı artık ona. Yaşı çocuk Mehmed’im, yükseliyor Arş-ı alaya.

Bakakalıyor arkasında bıraktıklarına, cepheyi baştan başa saran peygamber ordusuna.Gül kokularıyla doluyor yüreği.

O gün birbaşka bir doğuyor güneş.Koca Seyit ''Ya Allah '' deyip sırtlıyor koca mermiyi.

Anlıyor ki düşman onların görmediği bir güç var, onların sahip olamayacağı yürek yatıyor Çanakkale'de. Anlıyorlar Çanakkale sadece bir memleket değil, kelimelere sığmayan sayfa sayfa destan ve o destan için bütün bu çile Çanakkale Geçilmesin,vatan toprağı elden gitmesin diye.Altın harflerle yazdırıyorlar tarihe ''Çanakkale Geçilmez!Anadolu Türk yurdudur ve ebediyen öyle kalacaktır,tüm dünya böyle bile.

ELİF ESEN

(22)

MELEĞİMİN KANATLARI

Ben Şanslı…

Keşke hayatımı da ismimle uyumlu geçirebilseydim.

Daha dünyaya gelmeden babam ölmüş. Ondan bana kalan tek şey, babaannemin sakladığı fotoğraflar.

Doğumumdan üç ay sonra ise annem, beni yetimhaneye bırakmış. Mışlı konuşuyorum çünkü tüm bunlar kendimden bihaber olduğum dönemlere denk geliyor. Olan biteni ise beni yanına alan babaannemden öğreniyorum. Annem, bana ulaşmaya hiç çalışmadı ben de ona. Anlayacağınız babam madden, annem ise manen ölmüştü benim için.

Babaannemle birbirimizin her şeyi olduk. Ne onun benden başka ne de benim ondan başka kimsemiz vardı bu dünyada. Mimarlık okudum ve yıllardır beklediğim o gün gelip çatmıştı. Diplomamı alacaktım. Babaannem beni kapıdan her zamanki gibi dualarıyla yolculadı. Tombik yanaklarını sıktım, öptüm ve bir güzel de tembihledim:

Babaanne, sakın geç kalma. Otobüse bin, gelince beni ara, ben seni karşılarım, deyince o da: Senelerdir bu anı bekliyorum. Hiç geç kalır mıyım, dedi.

Ben de onu bir kez daha öpüp yola koyuldum. Mezuniyetim için elleriyle diktiği elbiseyi giymiştim. İçim içime sığmıyor, tören saati için sabırsızlanıyordum. Birkaç işimi de hallettikten sonra mezuniyet alanına geldim. Herkesin ailesi yanındaydı. Babaannem gecikiyordu. Aradım aradım açmadı. İçimde bir endişe oluşmaya başladı ; ama bir yandan zihnime olumlu düşünceler getirmeye çalıştım. Sonunda tören başladı.

“Okulumuzu birincilikle bitiren Şanslı Demir ’i diplomasını almak üzere sahneye davet ediyorum.”diye anons edildiğimde heyecandan elim ayağım titriyordu. Gözlerim ise hep babaannemi aradı.

Yavaşça sahneye çıktım. Diplomamı aldım, konuşmamı yaptım. Yoktu. Senelerdir beklediğimiz anı nasıl kaçırırdı? Acaba başına bir aksilik mi geldi diye düşünürken telefonum çaldı. Arayan babaannemdi. Hemen açtım. ”Babaanne nerde kaldın?

Beklerken çok endişelendim. Diplomaları çoktan aldık. Az sonra bitecek tören. ”dediğim anda sözümü yabancı bir kadın sesi böldü. ”Makbule Hanım’ın torunuyla mı görüşüyorum?” dedi. Sesim titreyerek : Evet benim, siz kimsiniz? Babaannem nerede?

İyi mi? Başına bir şey gelmedi, değil mi?” diye soru yağmuruna tuttum. ”Büyük Anadolu Hastanesinden arıyorum, hemen gelseniz iyi olur. ‘’ dedi.

AHSEN GÜDELOĞLU

(23)

Telefon elimden düştü. Donup kaldım. Tören yerini terk edip hastanenin yolunu tuttum.

Çantamı tören yerinde unuttuğum için taksiye binemedim. Vakit kaybedip geriye dönemezdim. O an o kadar hızlı koşmaya başladım ki sanki bütün gücümle koşarsam ona bir şey olmayacakmış gibi hissediyordum. Soluk soluğa kalmıştım.

Hastaneye geldiğimde ise dünyalar başıma yıkıldı. Hemşire, beyaz bir çarşafla üstünü örtüyordu. Ölüm saati 15:35 dendiğinde kalbime saplanan çok şiddetli ağrıyla çöküp kaldım. Sanki kalbim yerinden sökülüyordu. O benim bir tanemdi, bütün dünyamdı, sarıp sarmalayanım, koruyup kollayanımdı, can yoldaşımdı, beni bırakıp gidemezdi.

Örtüyü kaldırdım. Ellerinden tuttum. Öptüm , öptüm, öptüm. Sımsıkı sarıldım. Gözle- rimden akan yaşlar, yanaklarını ıslatıyordu. Sanki benimle birlikte o da ağlıyordu.

Götürmemiz lazım, dediklerinde hıçkırıklar içinde yığılıp kaldım.

Sonraki günler, haftalar nasıl geçti farkında değildim. Dünyam ekseninden çıkmış, bütün renkler solmuş, güneşim doğmaz olmuştu. Toparlanamıyordum. Gelen her teklifi geri çeviriyor, kendi içimde derinlere sürükleniyordum.

Bir gün kapı ısrarla çaldı. Sesi duyuyor, ama yerimden kalkmıyordum. Nasılsa gider diye düşündüm. İnatla çalmaya devam edince açtım. Gelen bir avukattı ve babaannemin vasiyeti gereği bana bıraktıklarını bildirmek ve işlemlerin gereğini yapmak üzere … Sözlerini sürdürüyordu ama onu dinlemeyi sürdüremedim.

Gözlerimden sicim gibi yaşlar süzülüyordu. Anlıyordum ki , bu dünyada yokken bile beni kollamaya, en zor zamanlarımda yine imdadıma yetişmeye devam ediyordu.

Beni duyduğunu bilerek şunları söylemek isterim ki meleğim, talihsizliklerle dolu hayatımda adıma hakkını veren en değerli varlığımsın , ben seninle şanslıyım . Senden güç almaya devam edeceğim ; çünkü biliyorum ki kanatların hep üzerimde olmaya devam edecek.

AHSEN GÜDELOĞLU

MELEĞİMİN KANATLARI

(24)

TEŞEKKÜRLER

Aydınlığa ulaştıran yolları gösterir, Etrafına ışık saçan, güzel gözlerin.

Çevrendekilere bir bak , hepimiz senin eserin;

Tüm insanlar sana gönülden teşekkür etsin.

Okumayı, yazmayı, büyükleri saymayı;

Konuşmayı, dinlemeyi,küçükleri sevmeyi, Öğretensin daha pek çok güzel değeri, Bilmeli tüm insanlar, sana teşekkür etmeyi.

Şehitlerimize vefayı, kıymetli al bayrağı,

Üzüldüğümüzde gülmeyi, düştüğümüzde yeniden doğrulmayı, Öğretensin çalışmayı, üretmeyi, direnmeyi ,

Bilmeli tüm insanlar, sana teşekkür etmeyi.

Birbirinizi sevin dersin, biliriz hepimizi seversin, Hep iyiliğimizi istersin; çalışın , üretin dersin,

Ne kadar uğraşsam da sözlere sığmayacak değerdesin, Tüm insanlar sana gönülden teşekkür etsin.

EMRİYE VAROL

(25)

HAYALİMDEKİ ÖĞRETMEN

Öğretmen olmak isterim;

Sözlerimle gönülleri mest etmek,

Gözyaşlarını silerek yüreklere su serpmek, Ümitleri yeşertmek, sevinçleri büyütmek…

Öğretmen olmak isterim;

Çocuklarıma sadece iyiyi, güzeli, sevgiyi değil,

Karşılarına çıkacak acıyı, mücadeleyi, zorluğu da anlatmak, En büyük mücadele ise, alın teriyle çalışıp helalinden kazanmak.

Öğretmen olmak isterim,

Onlara her baktığımda duygulanan;

Sadece öğretmenleri değil arkadaşları da olan,

Dertlerini çekinmeden, heyecanlarını coşkuyla anlattıran.

Elimde tebeşirim, karşımda ümit çiçeklerim, Yüreğimdeki heyecandan ürperen fikirlerim;

Tahtaya döndüğümde arkamda yükselen sözlerden, Sevildiğimi duyarak gururlanmak isterim.

Hayallerindeki öğretmen olmak isterim, masallarında taht kurmak, Karanlıklara karşı dimdik durup aydınlık yarınlara inandırmak, Umutlarını kanatlandırıp enginlere uçurmak,

Yüreklerinde filizlenmek, köklenip orman olmak…

HÜMEYRA MIRIK

(26)

KENDİNİ ÖLDÜRDÜN

Cuma günü buluşmak için Esin’le sözleşmiştik. Okul çıkışı bizim eve gidip planladığımız gibi komedi filmi izleyecektik. Doktor olan annem ve babamın nöbetleri vardı. Bu yüzden ev boş olacaktı, rahattık yani.

Çıkış zilinin ardından koşarak bahçeye çıktım. Etrafa bakıp Esin’i aradım. Çıkış kapısının önünden el sallıyordu. Hemen yanına koştum. Konuştuğumuz gibi önce markete uğrayıp sepeti doldurduk. Evlerimiz yakındı, ailelerimiz de tanışıyordu. Bu yüzden izin konusunda sıkıntı olmadı.

Eve geldiğimizde evin boş olduğunu bilmenin rahatlığıyla eşyalarımızı bir kenara fırlatıp üzerimizi değiştirdik. Mutfağa geçerek aldıklarımızı yemeye hazır hale getirdik. Daha sonra internet kablosunu televizyona bağlayarak filmi açtım. Yaklaşık iki buçuk saat sürdü ve oldukça eğlendik. Biraz da oturup sohbet ettik. Saat yedi buçuğa geliyordu.Korna sesini duyup pencereden baktığımızda Esin’in babasının gelmiş olduğunu gördük.

Esin’e yöneldim. Dudaklarımı büzerek: “Gitme vakti” dedim ve sarıldım. O da bunun üzerine: Açelya sağlam kemiğim kalmadı, sayende sürünerek gezeceğim, dediğinde gülümsedim ve omzuna vurarak : Yarın görüşürüz, deyip onu uğurladım.

Annemlerin gelmesine daha vardı . Ne yapsam diye düşünürken aklıma son günlerde herkesin dilinde olan korku filmini izlemek geldi. Filmi ayarlayarak koltuğa yerleştim ve kucağıma cips kasesini aldım. Genelde bu tür filmlerden korkmazdım, hatta saçma bile gelirlerdi. Filmdeki kız, unutamayacağı bir olay yaşıyor ve bu olayın ardından garip sesler duymaya, görüntüler görmeye başlıyor. Kime anlatırsa anlatsın herkes böyle bir şeyin olmayacağını söylüyorlar. Filmin sonlarına doğru kız, oturma odasına geçip eline kağıt kalem alarak yazmaya başladı.

Ne yazdığını görmek umuduyla ekrana yaklaştım ama göremedim. Umursamaz bir şekilde “Yine aynı terane” dediğim sırada televizyonun sesi kısıldı. Kumandayı alıp sesi açmaya çalıştım; ama nedense açılmıyordu. Kumandayı koltuğa fırlatıp televizyonun fişini çekeceğim sırada sesler gelmeye başladı. Ekrana baktığımda görüntü karıncalanmaya başlamıştı. Hareketsiz duran kız bir anda ayağa kalkarak gülmeye başladı .Sonra televizyonun sesi birden açıldı. Volümü demin kurcalarken o kadar yükseltmişim ki kızın ağzından dökülen: “Kendini Öldürdün” sözleri adeta beynimde yankılandı. Son sahnede bıçağın boynunu kesişini gördüm.

SENA NUR YAĞIR

(27)

Film bitmişti. Öylece televizyona bakıyordum. Siyah ekran üzerinde beliren yazıları okumaya başladım. Gerçek hayattan alıntı olduğunu okuyunca bir kahkaha attım.

“Tam bir saçmalık” dedim.Okumaya devam ettiğimde on yedi yaşında olan A.B.’nin 18 Ekim 2017 tarihinde evlerinin oturma odasında ölü bulunduğu yazıyordu. Gülmem bir anda kesildi çünkü bu, benim ismimin ve soy ismimin baş harfleriydi: Açelya Bulut.

Ayağa kalkarak duvardaki takvimin yaprağına baktığımda gözlerimi kocaman açtım:18 Ekim 2017 yazıyordu. ‘’Nasıl yani,neler oluyor,bu da ne demek ‘’ deyip hemen televizyonu kapatmak istedim.Bir an önce kapatırsam tüm bu saçma çağrışımlar sona erecek diye düşünüyordum.Kapatma düğmesine uzandığım sırada ensemde bir nefes hissettim. Arkama dönmeyi yeltendim ama boynumdaki soğuk metal bunu engellemişti.

Gözlerimi televizyon ekranındaki yansımama çevirdiğimde hissettiğimin bıçak olduğunu çeliğin yansımasından anladım.Üzerine sinmiş ağır sigara kokusunu duyduğum adamın boğuk sesinden duyduğum son kelimeler şunlardı:“Kendini öldürdün.”

SENA NUR YAĞIR

KENDİNİ ÖLDÜRDÜN

(28)

KARARLIYIZ

Yıl, 2016. Temmuz ayının sıcak günleri. Malazgirt’te, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda kan kırmızı alfabeyle destanlar yazmış bir neslin çocukları; ecdadını,tarihini nereden geldiğini unutmuş gibiler. Ev, araba, çoluk çocuk gibi dünyalık derdine düşmüşler diye aklımızdan geçirdiğimiz günlerdi. Ama ne kadar yanıldığımızı görmek, çok da uzun sürmeyecekti. Eli kanlı, yüreği kirli, kin ve nefret tohumlarıyla beslenmiş, alçaklık ve ihanetle yetiştirilmişlerin yaptıklarıyla öğrenecektik işin aslını.

On beş temmuz gecesi askerini sokakta gören bu millet, niyetlerinin bu kadar alçak, gözlerinin kanla bürünmüş olduğunu bilmiyordu.Bu ülkede doğmuş, bu ülkenin ekmeğini yemiş, bu milletin emeğiyle okuyup, bir takım rütbelere gelmiş, montajı ve program yüklemesi dışarıdan yapılmış asker müsveddelerinin silahları, kendilerine doğrulana kadar.

Evlerinize gidin , sesinizi kesin, hiçbir şeye karışmayın,kırın dizinizi oturun diyorlardı, bu millete, milletin özünde taşıdığı mayayı unutarak. Ama unuttukları, bu milletin hamurunda doğuştan vardı. Sadece ihtiyaç duyulup ortaya çıkarılmamıştı.

Benim Mehmet’im diye bildiği evlatları, göğüslerine dayamıştı süngülerini. “Etmeyin evlatlarım ben sizin ananızım, beni mi vuracaksınız” diye bağırıyordu, bir yaşlı ana.Vurdular.Etmeyin kuzularım, siz benim çocuğumsunuz, diyen, elinde kınasından başka hiçbir şeyi olmayan o anayı vurdular. Komutanın :’’Vatan bugün senden şahadet bekler Ömer” emrini alan o koç yiğidi, vurdular. Elinde bayrak “Allahuekber” diyen yüzleri vurdular.Ruhsuz ve duygusuz robotlardı adeta. Hiç acımadan vurdular.Ulusal egemenliğimizin simgesi meclisimize,başkentimize bomba yağdırdılar.

Oysa ‘’Kadına dokunmayacaksın. Yaşlıya, çocuğa dokunmayacaksın. Aman dileyene, silahsıza dokunmayacaksın.’’ demiyor muydu Resulullah Bedir‘de Uhut’ta sahabesine?

Müslüman, aman dileyene dokunmaz; mazlumu ezmez;düşene vurmaz;kadına, yaşlıya el kaldırmaz. Peki bunlar neyin davasındaydılar tüm bu çirkin davranışlarıyla. Ne resulü dinlemişlerdi o gece ne de Türklükle alakaları vardı.

Üzerlerindeki kutsal bayraklı üniformalarına rağmen ne çocuğu gördüler ne de kadını.

Ne yaşlı tanıdılar ne de günahsız. Oysa ellerinde silah yerine bayrak vardı sadece o masum insanların. Dillerinde ise hiç eksilmeyen Allahuekber bağırışları.. Kurşun yağdırdılar asil milletin cesur evlatlarının üzerine.

SENA NUR YAĞIR

(29)

Dememiş miydi büyük şair, “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu durdukça yürekler, onu top sindiremez!” İşte aynen öyle oldu.

Bombalar,tanklar,mermiler,vatan sevgisiyle dolu yürekleri sindiremedi. “Vatan sağ olsun” diyen Halisdemir’in anası ve babası, milletimin toplu duran yüreklerinin tercümanı oldu.

Bu millet çok ihanet görmüştü. Sırtından vuranı da, evine,arabasına bomba koyanı da.

Ama göğsünde Türk bayrağı taşıyan, evladından üstün gördükleri ve asıl görevleri kendilerini korumak olan asker görüntülü aşağılıkların bu kadar gözü dönmüşçesine istiklaline ve istikbaline kastedeceğini hiç düşünmemişti.

Onlar da düşünmemişlerdi bu milletin ya vatan ya ölüm diyeceğini. Evet ya vatandı ya ölüm, başka ihtimal yoktu. Bu karşılaşmada beraberlik yoktu. Ya vatan…Ya ölüm..

Siper edildi gövdeler, bu hayasız akına!

15 Temmuz’da bu yüce millet vatansız kalmaktansa ölmeyi, haine boyun eğmektense kurşunların önünde dimdik durmayı,ihanete karşı susmaktansa haykırmayı, kısacası vatan sağ olsun demeyi canım sağ olsuna tercih etmiş ve yüce ecdada layık bir nesil olduğunu bir kez daha göstermiştir. Mehmet Akif’in dediği gibi:

“Asımın nesli…Diyordum ya…Nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!”

Bayrağımız vatanımızın semalarında özgürce dalgalandıkça dökülen kanlarımızın hepsi, helaldir. Yurdumuzun üstünde tüten en son ocak var oldukça ebediyen bayrağımıza ve ırkımıza izmihlal olmayacaktır.

Bayrağımızın ve Hakk’a tapan milletimizin istiklal, hakkıdır.

Milletime zincir vurmaya çalışan çılgınlar,hangi bentlerle karşımıza çıkarlarsa çıksınlar,kükremiş selin karşısında duramadılar,duramayacaklar.

Alçakları bu yurda uğratmaktansa, mabedimin göğsüne namahrem eli sürdürmektense, şahadetleri dinin temeli olan ezanları susturulmasına seyirci kalmaktansa,kefensiz yatan binlerce şehidimizi unutmaktansa ölümü tercih eden, ezelden beri hür yaşamış, hürriyete timsal olmuş bir milletiz, öyle de kalmaya kararlıyız.

SENA NUR YAĞIR

KARARLIYIZ

(30)

GÖZ YAŞLARI

Karadeniz bölgesinin yüksek yaylalarındaki bir köyde dünyaya geldim. Köyümüz çok yüksekte ve ormanlık alanda olduğu için havasına doyum olmaz. Kış mevsiminde çok kar yağar. Yaz mevsimi ise, kısa sürer; fakat çok güzel geçer. Biz çocuklar, kış mevsiminden çok yaz mevsimini severiz. Çünkü kırlarda oynadığımız oyunlara doyum olmaz. Yorgunluktan akşam yemeğini yerken uyuyakalırız. Yatağımıza yatırıldığımızın farkına bile varamayız. Ailemiz, tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Biz de ailemize bu işlerde yardımcı oluruz.

Babam, tarlada yetiştirdiğimiz sebze,meyveleri ve yetiştirdiğimiz hayvanları, köyümüzün bağlı olduğu ilçeye götürerek satar.Genellikle bu satışı yaz aylarında yapar.Kışın ise çok kar yağıp yollar kapandığı için ilçeye gidemez.Bu yüzden de genellikle yaz mevsiminde kazandığımız para ile geçiniriz.

Annem de çok iyi insandır. Yalnız bize karşı değil herkese karşı iyidir.Annemin elinden gelmeyen iş yoktur.İneklerimiz olduğu için onların sütünü sağar,yoğurdumuzu ve peynirimizi yapar.

Biraz da evimizden bahsedeyim.Bahçe içinde kenarları çitlerle çevrili, iki katlı, içten merdivenli, ahşap bir evdir.Ben evimizin en çok içten merdivenli olmasını severim.Çünkü beş yaşındaki kardeşimle merdivenden inip çıkmak çok hoşumuza gidiyor.Saklambaç oynadığımızda bu merdivenlerden çıkıp saklanmak çok hoşuma gidiyor.

Bu arada benim adım Emine, beş yaşındaki kardeşimin adı da Hüseyin’dir. Hüseyin’le aramızda beş yaş var.Annem ve babam okula gidemedikleri için okuma yazma bilmiyorlar.Bu yüzden ikimizin de okuyup meslek sahibi olmamızı çok istiyorlar.

Soğuk bir kış gecesiydi.Kardeşim Hüseyin çok hastalandı.Köydeki komşular Hüseyin’e bakmaya geldiler.Köyde doktor olmadığı için elimizden bir şey gelmiyordu.Yollar da kapalı olduğu için ilçeye gidemiyorduk.İki gün geçmesine rağmen Hüseyin’de bir değişme yoktu.Kardeşimi öyle gördükçe içim acıyor,çaresizlikle kıvranıyordum.Kendi kendime büyüyünce doktor olmalıyım diyordum. Kim bilir başka kaç yerde insanlar aynı çaresizliği yaşıyor,sevdiklerini kaybetme korkusuyla içleri yanıyordu.’’

MEVLÜDE GENÇTEN

(31)

Benim biricik kardeşimi, oyun arkadaşımı ,can yoldaşımı Allah’ım ne olur onu bize bağışla, diye yalvarıyordum.Annemin ve babamın endişeli halleri, beni daha da çok korkutuyordu; ama elimizden bir şey gelmiyordu.

O gece kar hiç yağmamış ; ertesi gün doğan kış güneşi, sanki kardeşim için karları eritiyordu.Yollar, biraz olsun açılmıştı.Kardeşimi ilçeye hastaneye götürebilmiştik.Doktor, tam zamanında yetiştirmişsiniz,biraz daha geç kalsaydınız onu kaybedebilirdik dedi. Acil müdahalenin etkisiyle kardeşim bir süre sonra rahatlamaya başladı.İçimiz biraz olsun ferahlamıştı.Artık doktor olma isteğim daha da artmıştı.Çünkü kaç gündür hasta yatan kardeşime doktor derman bulmuştu.

Anneme ve babama dönüp :’’Ben de okuyup doktor olacak, hastaların imdadına yetişeceğim.Bakın görürsünüz nasıl okuyacağım.’’ Dediğimde babamın gözlerinden süzülen yaşları ömrüm boyu unutmadım.Gülümsemeye çalışırken ‘’İnşallah kızım, inşallah o günleri de görürüz.’’dedi.

Bir hafta sonra kardeşim iyileşmiş, hep birlikte köyümüze dönmüştük. Günler geçiyor, yavaş yavaş kış bitiyordu.Yaz gelmiş, okullar kapanmıştı.Sınıfımı da çok iyi bir derece ile bitirmiştim.

İlkokulu bitirip de ortaokula gitme zamanı gelmişti. Ama köyde ortaokul olmadığı için babam beni Samsun’a amcamın yanına gönderip orada okutma kararı aldı. Okulların açılmasına birkaç gün kala köyden ayrılma vakti geldi. Babamla birlikte yola çıktık.Bu ilk ayrılış, bana çok zor gelmişti.Bir yandan okumaya gideceğim için seviniyor, diğer yandan da ailemden ayrıldığım için üzülüyordum.Ama ne pahasına olursa olsun dayanmalıydım.Çünkü ben, doktor olmalıydım.

Yıllar yılları kovaladı. Geçen onca zaman bana ne kardeşimin hastalığındaki çaresizliğimizi unutturdu ne de babamın yanağından süzülen yaşları.Gücümü, kendimi adadığım gelecekten almış; ben köylü kızı Emine ,doktor olmuştum.

MEVLÜDE GENÇTEN

GÖZ YAŞLARI

(32)

GÖNÜL RAHATLIĞI

En yakın arkadaşımla birlikte okuldan çıkmış eve doğru gidiyorduk.

Ben öylece dalmış yürürken arkadaşım aniden: “Köpek almak istiyorum, ama ailem izin vermiyor.” deyince irkildim. “Niye ki?” “Köpeğe bakamayacağımı düşünüyorlar.’’

“Belki de ailen haklıdır Ceren; çünkü ne kadar sevsen de bazı durumlarda zorlanabilirsin”

dediğimde biraz bozulmuştu.

“Belki de haklısın.”karşılığını verince neden bu kadar çabuk pes ettiğini düşündüm.Çoğunlukla inatçı olduğu için istediği bir şeyden kolay kolay vazgeçmezdi.

O esnada Ceren durdu ve gözlerini kocaman açarak sol taraftaki ara sokağa baktı .Yüz ifadesine baktığımda kötü bir şey olduğunu anladım ve hemen onun baktığı tarafa baktığımda şoka uğradım.Bir adam önündeki küçücük bir köpeğe kalın bir odunla vuruyordu.Köpek acı içinde kıvranıyor,ayağı kırılmış olmalı ki kaçamıyordu.

Ben ne yapacağımı bilmez halde bakarken Ceren:Hemen telefonu ver” deyince elimdeki telefonu ona uzattım. O polisi ararken aniden gelen deli cesareti ile adamın olduğu sokağa fırladım. “Ne yaptığını sanıyorsun, hayvanları dövecek kadar iğrenç bir insan mısın?”diye bağırdım. Adam bana hışımla dönünce çok korksam da belli etmedim.Dalga geçer gibi küçümseyerek bakıp güldü:

“Yoluna git ve işime karışma küçük.” deyince daha çok sinirlendim ve etrafıma bakınmaya başladım. İçimden inşallah Ceren polislerle birlikte gelir diye geçirdim.Hemen sağımda duran büyükçe taşı gördüm ve aldığım gibi can havliyle fırlattım.Adam başına isabet eden taştan sendeleyince bu durumu fırsat bilip ne kadar zor olsa da köpeği kucağıma aldım ve koşmaya başladım. Arkamdan bağırarak gelmeye başladığında korkum feci şekilde artmıştı. Ceren’le birlikte polislerin geldiğini görünce “Yardım edin.”

diye bağırdım. Ceren yanıma koşarken polisler, arkamdan gelen adama müdahale ettiler.

Ceren’e dönüp: “Tam zamanında geldiniz.Bir an önce köpeği veterinere götürmemiz gerek ,ama önce babamı aramalıyız.”dedim. Ceren haklısın anlamında kafasını salladı.

Babamı arayıp olayları anlattım. Babam hemen geleceğini söyleyip telefonu kapattı. Hep birlikte veterinere gittik. Muayenenin ardından kırığının olduğunu,bu yüzden bir süre özenli bakıma ihtiyacı olduğunu öğrendik. Ceren aniden babasına doğru hızlı adımlarla ilerledi ve kulağına bir şeyler söyledi. Babası ilk başta hayır anlamında başını sallasa da sonra evet anlamında başını aşağı yukarı salladı. Babasını ikna ettiğini anlamıştım.

Ceren’le birbirimize sımsıkı sarıldık .Hem arkadaşımın arzusu gerçekleşmişti hem de yardıma ihtiyacı olan bir canlının imdadına yetişmiştik.

Ceren ve babasına veda edip evin yolunu tuttuk. Anneme olan biteni bir solukta anlattıktan sonra odama gittim , yatağıma yattım.“İnşallah böyle insanlar yok olur.”

diye içimden geçirip yorgunluğumun verdiği etkiyle ve bir canlıya yardımcı olmanın gönül rahatlığıyla hemen uykuya daldım.

SUDENAZ GÜDÜL

(33)

DÜŞ BAHÇESİ

Bu sabah uyandığında yine her zaman olduğu gibi sırtı, sert yatağından dolayı ağrıyordu.

Yatağında doğrularak esnese de, pek fayda etmiyordu artık. Vücudu buna alışmıştı.

Gözlerini küf kokulu odasında gezdirdi. Köşede küçük bir komodin, hemen yanında yatak ve kırık ayağını kitap ile tutturduğu ahşap bir masa. Masanın üzerinde kirli tabaklar...

Bugün de sokak hayvanlarına yem vermek dışında yapacağı bir şey yoktu. Vakit kaybetmeden kalktı ve kapının girişinde duran yemleri orta halli bir kaba boşalttı. Kapıyı açtığında kuş cıvıltıları doldu kulağına, rüzgârın hafif esintilerini hissetti teninde.

Şimdi burada, bu şekilde olmak yerine dağ başında hoş bir evde olmalıydı. Yumuşak bir yatakta uyanmalı, mutlu başlamalıydı güne. Pencereden bakarken yan tarafında ki perdeler ahenkle uçuşmalıydı. Rengârenk çiçeklerin arasında dolaşıp, şiir kitapları okumalıydı. Papatyalardan uzaktaki sevdiği için seviyor sevmiyor yapardı. Sevmiyor çıksa bile onun yüreği sevdiğini bilerek atmaya devam ederdi.

Köpeklerin havlaması ile kafasında kurduğu düşten uyandı. O şu an buradaydı ama buradan uzaklaşmak isterse gideceği yer bir hayal kadar yakınındaydı.

SUDENAZ MUTLU

(34)
(35)

Referanslar

Benzer Belgeler

Tahtada daha açık renkte olan karelere BEYAZ KARELER denir.. Karelerin diğer yarısı bu

Kalenin önünde aynı renkten bir taş varsa Kale o taşın üzerinden geçemez.. Yani o

BOL BOL SATRANÇ OYNAMAK GÜZELDIR AMA DAHA ÇOK ZEVK ALABILMEK IÇIN SATRANÇ.. HAMLELERINI YAZMAYI

a) Yarışma alanına; Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü Spor Kafileleri Seyahat Yönergesine uygun hazırlanmış mülki amir onayı ve kafile listesinde yer alan

Eğer Şahınız rakip taş tarafından TEHDİT EDİLİYORSA şah ŞAHTA (şah tehdidi altında) denir.. Şah tehdidinden yapabiliyorsanız, BİR AN

Eleştirel Düşünce, Küba kökenli Amerikalı öğ- retmen Mario Martinez ve Miami Jackson Lise- si’nde ulusal şampiyonluk kazanan satranç takı- mının gerçek

yazıyla özetlemiştir, marinada satranç oyuncula- rı için 5 dolar indirim yapıldığı yazılıdır, göl kıyı- sında bir roman okur gibi görünen bir adama ka- mera

a) Yarışma takvimi doğrultusunda ilçe millî eğitim müdürlüklerine gerekli duyuru yapılacaktır. b) İlçelerden gelen şiirler il millî eğitim müdür yardımcısı