• Sonuç bulunamadı

ABD’nin stratejik istihbarat politikalarına geçişi, Kent’in 1940’lı yılların başlarında ortaya koyduğu stratejik istihbarat teorisi ile uygulanmaya başlanmıştır. Bu teori Soğuk Savaş döneminde etkili olmuş, ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla oluşan yeni güvenlik riskleri, Arap Baharı ve 11 Eylül saldırılarından sonra revize edilme ihtiyacı doğmuştur. Günümüzde dijital risklerin ortaya çıkmasıyla Kent’in teorisindeki yetersizlikler görülmektedir. Geçen 50 yıl içinde stratejik istihbarat ortamı çok değişmiş ve istihbarat analizcilerinin işi çok daha zorlaşmıştır. İstihbaratın toplanması, tasnifi ve analizinde karşılaşılan sorunlar yanında; istihbaratı kullanacak adreslerin çeşitlenmesi, giriftliği, memnun edilmesi güçlüğü; öte yandan istihbaratın süreç içinde etkin konumunu sürdürme zorluğu da istihbaratçılar için önemli bir sorun haline geldi (Yılmaz, 2006:172). Teknolojinin gelişmesiyle birlikte istihbarat yöntemlerinde de değişimler oldu. Bu süreçte istihbarat kapsamlı multi disipliner bir olgu haline geldi. Dolayısıyla istihbarat toplama ve analiz yapma eskisine göre daha da zor bir faaliyet oldu.

ABD’de yapılan bir araştırma, 1947-1967 yılları arasında ulusal güvenlik çalışmaları kapsamında toplanan bilgilerin; yüzde 20’sinin örtülü operasyonlar ve gizli teşkilatlar, yüzde 25’inin yazılı basın, radyo, turistler, yayımlanan eserler, yüzde 25’inin bakanlıklar ve diğer kamu kurumlarının rutin raporları, yüzde 30’unun ise askeri ataşeler ve diğer askeri faaliyetlerle elde edildiğini ortaya koymuştur (Yılmaz, 2006:172). Güvenlik çalışmaları çerçevesinde elde edilen bilgilerin kategorik ayrışmasına bakıldığında, askeri yönlü çalışmaların oransal olarak diğerlerine göre fazla olduğu anlaşılmaktadır ki; bunun sebebinin ABD’de askeri sınai kompleksinin etkisinin o tarihlerde de yadsınamaz ölçüde olduğu görülmektedir.

158

Soğuk Savaş Dönemi jeopolitiği; İkinci Dünya Savaşında Alman Nazizm’ine karşı ittifak ilişkisi içinde olan, ideolojik olarak ayrı kamplarda olsalar da, sonuçta, savaşın galipleri olan çıkan ABD ve SSCB’nin çevresinde meydana gelmiştir. Amerikan Dış Politikasının temel amacı, 1940’ların geç dönemlerinden Soğuk Savaş’ın sonlarına kadar, İkinci Dünya Savaşı sonunda tesis edilmiş coğrafi sınırlar içerisinde Sovyet gücünü kontrol altına almak şeklinde gerçekleşmiştir (Sempa, 2002:67, Akt.Balcı, 2016:111). Soğuk Savaş dönemi politika yapıcıları; çevreleme, domino teorisi, güç dengesi düzeni gibi eğilimleri, Soğuk Savaş jeopolitiği terminelojisine dahil etmişlerdir. Bu politika, aslında Halford Mackinder’in “Kalpgah” teorisinin Soğuk Savaş jeopolitiğinde önemli bir rol oynadığını da işaret etmektedir (Cohen, 2009:28). Kent’in teorisi bu dönemde etkinliğini göstermiştir.

Soğuk Savaş olarak bilinen dönemde SSCB’nin, “Brejnev Doktrini” gibi sosyalist dünyaya hakim olma ve tek bir sosyalist/komünist düzen tesis etme şeklindeki yaklaşımlar geliştirmiş olmasına rağmen; çoğunlukla dönem ABD’nin jeopolitik teorileri çerçevesinde şekillenmiştir. Soğuk Savaş döneminde öne çıkan ABD’nin önemli jeopolitik yaklaşımları, SSCB’nin kontrol alanını genişletmesine karşı planlanmıştır. Bunlardan en önemlileri, erken dönemlerde “Truman Doktrini”, “Marshall Yardımları ve Eisenhower Doktrini” kapsamında yürütülen çevreleme politikası; diğeri ise 1970’lerde artan iki devletin/kutbun yakınlaşma çabaları ve bu çerçevede “yumuşama” dönemi ile beraber ortaya çıkan Kissenger’in politikalarıdır (Balcı, 2016:111). ABD ve SSCB arasındaki ideolojik gerilim ve bu bağlamda askeri rekabete dayalı tehdit, Kissenger’in ilk defa ortaya koyduğu “yumuşama” terimi ile yeni bir stratejik boyut kazanmıştır.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, ABD liderliğinde tek kutuplu bir dünya, ancak risklerin belirsiz olduğu bir dünya sürecine girildi. ABD’de askeri sınai kompleksinin devamı için yeni düşmanların ortaya çıkması gerekmekteydi. 11 Eylül saldırılarıyla ABD, Ortadoğu enerji kaynaklarının kontrolü için sebep bulmuştu. Bu tek kutuplu dünyanın küresel liderliğini devam ettirme stratejisi idi. Bu bağlamda; Afganistan ve Irak müdahaleleri ile enerji kaynakları kontrol altına almak ve İsrail’in güvenliği sağlanmış olmaktaydı. Akabinde 2003’te BOP ortaya çıkarılarak bu coğrafyada ki güç dengeleri ve coğrafya yeniden

159

dizayn edilecekti. Bu aynı zamanda, ABD’ye rakip olabilecek Çin’in önü kesilmesi için oluşturulan stratejiydi. Çünkü Çin enerjinin önemli bir bölümünü Ortadoğu coğrafyasından elde etmekteydi.

Arap Baharı ile; bu belirlenen ABD’nin BOP stratejisi devam etmekte, Çin’in ABD’ye karşı küresel güç dengesini değiştiren faktör olacağı ve buna karşı da ABD’nin başta ekonomik olmak üzere çeşitli bariyerler kurduğu aşikardır. ABD Başkanı Obama 2008 seçimlerinden hemen sonra ilk yayınladığı belgede, ABD’nin gelecekteki tehdit ve risklerinin neler olduğunu ve bunlara karşı oluşturulabilecek stratejilerin içeriğini şöyle açıklamıştır. Seren’e göre; ABD’nin öncelikli tehdit algılaması, söz konusu devletlerin nükleer silahlara sahip veyahut arayış içinde olmasıyla ilintiliydi. Ayrıca dış tehditlere ilaveten “terörizm, doğal afetler, büyük boyutlu siber saldırılar ve salgın hastalıklar” gibi ülke içinden kaynaklanabilecek tehdit ve risklere karşı da stratejik planlamalardan bahsediliyordu. Belgede, söz konusu tehdit ve tehlikeler karşısında ABD’nin ulusal kapasitesinin güçlendirme amacıyla savunma, diplomasi, ekonomi, gelişme, anavatan güvenliği, stratejik istihbarat ve stratejik iletişim alanlarında kamu ve özel sektöre yenilik getirmesi ve daha fazla yatırım yapılması öngörülmekteydi (Seren, 2018:6). ABD Başkanı Obama’nın, ülkenin gelecekte karşılaşabilecek tehlike ve risklere karşı strateji geliştirme hedefinin ilk sırada olduğu ve stratejik istihbarata önem vereceği anlaşılmaktadır.

Trump’ın 2016 yılında başkan seçilmesiyle oluşan yeni atmosferde, Beyaz Saray yönetiminden en azından şimdilik, tamamen farklı bir portre sergilemektedir. Bölgesel güvenlik ve savunmaya yaklaşımı, transatlantik ağın daha güçlü olarak yeniden dizayn edilmesinden ziyade enerjinin daha çok iç güvenliğe harcanması gerektiği yönündedir. Trump, NATO ve BM üyeliklerinden kaynaklanan taahhüt ve sorumluluklarını gerektiği takdirde göz ardı edebileceğinin (Seren, 2018:6) sinyallerini de vermekteydi. Bu politikaların yanında; Trump Amerikayı büyük yapma düşüncesi içindeydi.

ABD’nin önümüzdeki süreçte dijital yaşam, yapay zeka ve robotik savaşlar üzerinde gelişen dünya stratejilerinin önünde olmak istediği bir gerçektir. Friedman’a göre; büyük strateji her zaman savaş ile ilgili değildir. O ulusal güç oluşturan tüm oluşumlar hakkındadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri

160

örneğinde belki de diğer ülkelerden daha fazla olarak, büyük strateji savaş hakkındadır ve de savaş ve ekonomik yaşam arasındaki etkileşim hakkındadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik istihbarat politikaları, tarihsel olarak da savaşçı politikalara dayanmaktadır (Friedman, 2017:66). Zira, ABD endüstrisini genelde savaş sanayi ve bunu destekleyen teknolojik gelişimler üzerine kurmuştur. Dolayısıyla ABD politikalarının temelinde belirlenen strateji, ekonomi ve bunu destekleyen savaş sanayine bağlıdır.